Cumhuriyet Ekonomisinde İlk Dönem Gelişmeler (1923 - 1939)
Doç. Dr. Ahmet Kal'a
A. İzmir iktisat Kongresi'nden 1939'a iktisadî Gelişmeler
Cumhuriyet dönemindeki iktisat politikası ile
ilgili arayışlardan kurumların oluşturulması ile
ilgili çabalara ve iktisadî gelişme alanındaki
ilerlemelere kadar elde edilen sonuçlar büyük
ölçüde devralınan Osmanlı iktisadî yapısı mirasının
izlerini taşımaktadır. Bu nedenle Cumhuriyet devri
iktisadî gelişme dönemleri incelenirken bu hususun
gözden kaçırılmaması gerekmektedir. İncelememiz
Türkiye Cumhuriyeti'nin doğusundaki iktisadî
durumunu tespit ettikten sonra ilk zamanlardaki
gelişme dönemlerini ve bu dönemler sonunda ulaştığı
bilançoyu değerlendirmeyi amaçlayacaktır.
Cumhuriyet dönemi ekonomisinin çıkış notkasının
sanayileşmiş batıya ulaşmak, iktisadî anlamda
Batılılaşmak perspektifinden hareket ettiğini
söylemek mümkündür. Cumhuri-yet'in temeli olan
Kurtuluş Savaşı Batılı devletlere karşı ancak yine
bir başka Batılı devletle
birlikte yapılmıştır. İktisadî Savaş'ın temelindeki
yönün "Batı'ya rağmen Batılılaşmalı" hedefi
içerisinde seyretmesinin önemli bir diğer sebebini
de, savaşı yürüten kadronun büyük çoğunluğunun
Batıcılık akımını benimsemiş ve tttihat-Terakki
Partisi uzantısı olan kişiler olması gerçeğinde
aramak gerekir. Ancak, görünürdeki askerî zaferi
"Devlet-i iktisadiye" temelinde taçlandırma eğilimi
Cumhuriyet Batılılaşmasının Osmanlı'nın Batı'ya
yaklaşımından daha farklı ve kararlı olduğunu
göstermektedir.
Cumhuriyet'in ilk yönetici ve fikir kad-rolannın
Batı uygarlığının temellerini, kapitalist yoldan
sanayileşme ve iktisadî gelişme eksenindeki
açıklamalarla tanımlama çabaları ve bu çabalara
paralel olarak uygulanan iktisadî politikalar,
Cumhuriyet dönemindeki bu farklılaşmanın işaretleri
sayılabilir.
Bu anlamda Cumhuriyet dönemi ekonomisinin genel
olarak sanayi kapitalizmini kurma hedefi üzerinde
geliştiğini söyleyebiliriz. Bu geniş kapsamlı
hedef, aynı zamanda kültürel, siyasî ve askerî
açıdan yaşanacak hızlı değişmelerin de zorunlu
dayanağı kabul edilmiştir. Bu nedenle kısa zamanda
sanayi kapitalizmine geçebilmek için Batı'nın kendi
içinde yaşadığı uzun dönemli gelişmeler
beklenmeyecek; onun kurum ve kuralları süratle
Türkiye'ye adapte edilerek geçiş süreci kestirme
bir yöntemle çabuklaştırılacaktır. Neticede
Cumhuriyet dönemi iktisadî düşüncesi de bu hedef
üzerinde biçimlenmiştir.
Dünya piyasalarına tarım ve daha çok madensel
hammadde ihracatçısı olarak giren, ithalatını sınaî
mamuller üzerinde yoğunlaştıran Osmanlı Devleti'nin
Batılı kapitalist ülkeler tarafından sömürülmeye
çalışılması hafızalar-daki canlılığını korumaktadır.
Bu nedenle, ekonominin tüm kesimleri önemsenmekle
bir-likte, iktisadî gelişmenin bütünü sanayileşme
beklentilerinin gerçekleşmesine oranlanmıştır.
Ancak sanayinin gelişmesi için gerekli hammadde,
sermaye, işgücü ve dövizi sağlayacak
tek sektör tarımdır ve dolayısıyla sanayi
sektörünün gelişme beklentisi, tarım nüfusunun
satın alma gücünün yükseltilmesine ve bu yolla iç
piyasaların genişletilmesine bağlı olacaktır. Bu
nedenle, sanayileşmeye endeksli iktisat po-litikalannın
tarımı da desteklemesi kaçınılmazdır. Öte yandan,
sanayi ve tarım sektörünün üretim yönünde
uyarılması, bir diğer yan sektörün geliştirilmesini
de zorunlu kılmaktadır. Bu iktisadî anlamda iç
piyasaların genişlemesine, siyasal anlamda da milli
birliğe ve yurt savunmasına hizmet eden ulaşım
sektörüdür.
Kurtuluş Savaşı'rfın hemen ardından beliren "sanayi
kapitalizmi" yönündeki genel iktisadî hedef ve bu
hedefin zorunlu ve ağırlıklı kıldığı tarım ve ulaşım
sektörleri iktisadî düşünce içersinde beliren
liberal veya devletçi politikalardan birini anlamına
uygun biçimde uygulamayı mümkün kılmamaktaydı.
Nitekim uzlaşılan hedef ve şartlar ne tümüyle
liberal ne de devletçi olmaya izin vermemekteydi.
Diğer bir deyişle her iki modelin de kendi kuralları
içerisinde mutlak anlamda benimsenip uygulanmasının
gerektirdiği altyapı mevcut değildi.
Ancak her iki model de ülkenin iktisadî şartlarına
ve dünya ekonomisindeki değişmelere paralel olarak
dönemler içersinde ağırlıklı olarak denenmiştir.
Nitekim 1923 Şubatı'nda toplanan İzmir İktisat
Kongresi'nden çıkan karar ve sonuçlara dayalı
olarak 1923-29 yılları arasında özel girişim eliyle
ve serbest piyasa şartlarında sanayileşme
politikaları izlenmiş ve göreceli bir liberal dönem
ağırlık kazanmıştır. 1929 Dünya ekonomik bunalımın
ardından ise, plânlı bir sanayileşme sürecine
girilmiş ve iktisat politikalarında devletçi
politikalar ağırlık kazanmıştır.
Bununla birlikte, liberal dönemde devlet özel
girişimi desteklerken özel girişimin yeterli
olmadığı ya da kârlı bulmadığı alanlarda ise
-devlet, yatırımlarını harekete geçirmekteydi.
Devletçilik döneminde de özel sermayeye açık bir
uygulama benimsenmişti.
Bu durum kuralları içersinde bir iktisat
politikasının uygulanmadığını gösteriyor. Şu
halde Cumhuriyet dönemi ekonomisinin sonraki
dönemlerde de yürürlükte kalacak olan özel sermaye
ağırlıklı bir karma ekonomik kalkınma anlayışına
dayandığını söyleyebiliriz.
Cumhuriyet dönemini ele alan iküsadî analizlere
baktığımızda aslında bu anlayışın bir tercihin bir
eğilimin sonucu olduğunu da söylemek güçtür.
Dolayısıyla karma ekonomik sistem dünya ekonomisine
de bağlı olarak ülke şartlanndan kaynaklanan
yönelimlerin sonucu olmuştur.
İktisadî model yönelimlerinde olduğu gibi, iktisadî
düşünce ve akımlarında da bu şartların izleri
görülmektedir. İzleyen bölümlerde, kendi konu
alanları içersinde açıklayacağımız devletçi ve
liberal akımlar gerçekte birbirleriyle iç içe geçmiş
görülmektedir. Akımların genel tezlerine
bakıldığında aslında tartışmanın "nasıl bir
devletçilik" zemininde yürütüldüğü ve devletin
ekonomide oynayacağı rolden taviz verilmediği
görülmektedir.
Bu anlamda devletçi tezler; ekonominin bizzat içinde
yer alan bir devleti ve devletçi modelin
sürekliliğini savunurken; liberal tezler ise
onlardan sadece müdahaleci devleti savunmasıyla ve
devletçiliği bir geçiş süreci, bir araç olarak
görmesi yönüyle ayrılmaktadırlar.
B. 1923-29 liberal Döneminde Uygulanan iktisat Politikaları
1923-29 döneminde, iktisadî yapı ve kurumlar İzmir
İktisat Kongresi'nde alınan kararlar ve dilekler
doğrultusunda gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu
yapılanma çerçevesinde ortaya konan belli başlı
uygulamaları şöyle özetleyebiliriz;
1924 yılında çıkarılan bir kanunla, ihracat
sanayinin kullandığı ithal hammaddeler "gümrük
vergisi muafiyeti" kapsamına alınmıştır.
Kırsal kesimin satın alma gücünü artırıp, iç
piyasaları genişletmek amacıyla 1925 yılında aşar
vergisi kaldırılmış; bu verginin kaldınlmasından
doğan gelir kaybı büyük toprak sahiplerine ve tekel
maddelerini daha çok tüketen şehir nüfusuna
yüklenmeye çalışılmıştır.
Aşar vergisinin kaldırılmasından doğan kayıpları
telâfi etmek ve devlet gelirlerini artırmak için
devlet tekellerinin oluşturulmasına ve Osmanlı'dan
kalan bazı tekellerin (tütün gibi)
millîleştirilmesine gidilmiş, bu uygulama daha çok
ispirto, kibrit, şeker vb. sınaî ürünlerde
yoğunlaşmıştır.
1927 ve 1929 yıllarında çıkarılan kanunlarla,
devlete ait topraklardan bir bölümü topraksız
köylüye dağıtılarak ekilen alanların genişlemesi ve
tarımsal üretimin artması sağlanmıştır.
Sanayi ve ticaret işlerini desteklemek üzere İş
Bankası ile Sanayi ve Maden Bankası kurulmuştur.
Ülkenin önemli temel gereksinimlerinden olan şeker
üretimini artırmak ve iç tüketimi yerli üretimle
karşılamak amacıyla, 1925'de şeker fabrikalarının
kurulmasına yönelik bir kanun çıkarılmış, bu
uygulama ile tarım ve ulaştırma sektörlerinin
canlanacağı düşünülmüştür.
1927'de, 1913 Teşvik-i Sanayi Kanu-nu'nun gözden
geçirilmesi ile yürürlüğe konan yeni Teşvik-i Sanayi
Kanunu ile teşvik uygulamalarının kapsamı
genişletilmiştir. Buna göre, eski teşviklere ek
olarak; Kanun kapsamına giren kuruluşlara
üretimlerinin %10'una varan oranda prim ödenmesi;
kamu kuruluşlarının ihtiyacı olan malları yerli
kuruluşlardan alma zorunluluğu gibi teşvikler
getirilmiştir.
Lozan Antlaşması gereği gümrük tarifelerinde 1929'a
kadar kısıtlayıcı hükümler yer aldığından; bu yıla
kadar yerli sanayiyi korumasız bırakmamak için,
"ithal mallanna tüketim vergisi koyma ve
varolanların miktarını artırmak yanında yerli
sanayi üretimini vergiden muaf tutmak ve primle
desteklemek" şeklinde yöntemler izlenmiştir.
Gümrük tarifelerinin yerli sanayiyi korumaya dönük
olarak düzenlenmesi ve emisyon işlerinin
düzenlenmesi için ihtiyaç duyulan Merkez
Bankası'nın kurulması ise (1930), 1929 sonrasına
kalmıştır.
Özetle, Cumhuriyetin ilk yedi yılı içerisinde dünya
şartlan, ideolojik ortam ve bu ortamın
elverişliliğinden yararlanarak ekonomide bir
restorasyon politikası izlenmeye çalışılmış ve
gayri safî millî hasılada artışlar sağlanmıştır.
Bununla birlikte tanm ve sanayi yapıları 1929 yılı
itibariyle ilkel yapılarını korumayı sürdürmüş,
tanma dayalı ihracat yapısında önemli bir değişiklik
kaydedilememiş ve dış ticaret açığına engel
olunamamıştır. Türk lirasının değeri göreli bir
düşüş gösterirken dış ekonomik ilişkiler ile iç
üretim yapısı arasındaki ilişkiler, Türk
ekonomisinin yapısını dünya konjonktüründeki
dalgalanmalara açık bırakmıştır. Bu durumun en
somut belirtisini de uzmanlaşmış ekonomilerin, 1929
Dünya ekonomik bunalımı karşısındaki hızlı
çözülmelerinin Türk ekonomisine etkilerinde
görülmektedir.
C. Geçiş Süreci Tartışmaları:
Devletçilik / Liberalizm (1929-1933)
1930'lu yıllann ilk adımlan, belirlenmiş bir iktisat
politikasının düzenli olarak uygulanmasından çok
devletçilik ve liberalizm kavramları çerçevesinde
kalkınma sorununun tartışıldığı dönem olmuştur.
Yeni iktisat politikası arayışlan olarak da
tanımlayabileceğimiz bu geçiş sürecinin belli başlı
nedenleri; "1929 Dünya ekonomik bunalımının
özellikle uzmanlaşmış ülkelerde yarattığı sarsıntı,
Lozan'daki kısıtlayıcı hükümlerin sona ermesiyle
birlikte, yeni gümrük vergisinin gündeme
gelmesinden doğan sorunlar ve nihayet 1923-29
dönemi iktisat politikalannın başarısızlığı ve bunun
doğurduğu toplumsal gerginlikler olarak"
toparlanabilir. Geçiş süreci tartışmalanna katılan
grupları ve öne sürdükleri tezleri şöyle
özetleyebiliriz:
Liberal Tezler:
Liberal ekonomi taraftar larının Ahmet Ağaoğlu ve
Celâl Bayar etrafında farkları pek net olmayan bir
biçimde iki gruba ayrıldığını görüyoruz. Ağaoğlu
grubunun daha çok, "Batı tipi gelişmenin önündeki
temel engelin devletin birey üzerindeki
baskısı"ndan doğduğu sorunu üzerinde yoğunlaştığı
anlaşılıyor. Serbest Cumhuriyet Fırkası içinde
odaklasan grubun, eğitim ve sağlığı devlet
güvencesine alan, işsizlik sigortası ve emekliliği
öngören yaklaşımlarıyla "sosyal devlet" ilkesine de
açık kapı bıraktığı görülmektedir. Gerçek anlamda
liberalizme daha yakın olan Celâl Bayar grubu ise,
özel girişimin devlet desteği olmaksızın
gelişemeyeceğine olan inancıyla, liberal ekonomi
anlayışına karşın bir geçiş süreci olarak devlet
müdahalesini de bir araç olarak görmüşlerdir.
Devletçi Tezler:
Yine bu görüşün taraftarlarında da Kadro grubu ve
Ahmet Haindi Başar olmak üzere iki ayn gruplaşmanın
olduğunu görüyoruz. Bunlardan Başar'ın, devleti,
idarî ve iktisadî devlet olarak ayırdığı ve idarî
devletin yetkilerinin sınırlandırılmasından yana
tavır aldığı bilinmektedir. Bunun nedeni, bürokrasi
devletinin doğacağı yönündeki kay İktisadî devlet
ile kastedilen şey ise devlet mülkiyetçiliği değil
toplumsal mülkiyet biçimidir. Yani, iktisadî
devletin idarî devletten bağımsız ve halk tarafından
oluşturulmuş organlarca yönetilmesi temel
alınmıştır. Ancak, Başar'ın tezleri de yer yer
liberalizme yaklaşmaktadır.
İsmet inönü, Recep Peker, Şevket Süreyya, V. Nedim
Tör, 1. Hüsrev Tökin, Y. Kadri Karaosmanoğlu gibi
isimlerin başını çektiği Kadro grubu ise, genel
olarak liberalizmin azgelişmiş yapılarla çelişeceği
perspektifinden hareket etmiş ve bu nedenle de her
ülkenin kendine uyan milli modelini kurması görüşüne
ağırlık verilmiştir. Bu çerçevede, uluslararası
iktisadî uzmanlaşmayı bir aldatmaca olarak ka- bul
ederken, "kendine yetebilen" ekonomi modelini
öngörmüştür. Toplumun çıkarının bireyin çıkarının
önünde olduğunu vurgulaya-rak, liberal politikadaki
özgürlükleri toplumsal gerginliklerin temel nedeni
olarak görme eğili-mindedirler.
Özetle, tartışma gruplannın tezleri incelendiğinde
aslında Türkiye ekonomisinin şart-lannın ve dış
konjonktürün dayatmasıyla süratle bir devletçilik
anlayışına doğru sürüklendiği ve fikir çevrelerinin
gerçekte bu sistem içersinde devletin rolünün ne
olacağını tartıştığı söylenebilir.
D. Devletçi Dönemde Uygulanan iktisat Politikaları (1.933-39)
1929 Dünya ekonomik bunalımı ve 1923-29 dönemi
iktisat politikalarının başarısızlığa uğraması
sonucu yeni kalkınma arayışlarıyla ortaya çıkan
dönem, geçiş süreci tartışmalarıyla da birlikte
Türkiye ekonomisinde "devletçi" yaklaşımları
beraberinde getirmiştir. Yaklaşımlann
belirginleştiği ilk yıllarda ve sonraki dönemlerde
devletçiliği kollektivist sistem ya da kapitalizm
ile sosyalizm arasında bir model olarak algılayan
kesimler olmuşsa da yaklaşım, gerçekte Türkiye'de
özel sermayenin kıtlığından ve bu nedene bağlı
olarak da halkın "her şeyi devletten bekleyen"
yapısından kaynaklanmıştır.
Dönem boyunca iktisat politikalarının genel eğilimi
piyasa ekonomisi kuralları içersinde özel
sermayenin yeterli olmadığı alanlarda devletin,
sonradan özel sermayeye devredilmek üzere sınaî
yatınmlarına el atması olmuştur. Bu anlamda hızla
gelişen devlet mülkiyeti de aslında geçici bir
mülkiyet olmaktadır. Atatürk, bu yaklaşım tarzına
uygun olarak devletçiliği şöyle tanımlıyor:
"Bireylerin, özel girişimlerini ve kişisel
faaliyetlerini esas tutmak; ancak büyük bir ulusun
ve geniş bir ülkenin bütün gereksinimlerini ve çok
şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak ülke
ekonomisini devletin eline almak" (Afet İNAN,
Devletçilik ilkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin
Birinci Sanayi Planı/1933, TTK. Yay., Ankara, 1972,
s.15).
Belirtilen tanıma göre ve uygulanan politikalar
incelendiğinde devletçiliğin doktriner değil
pragmatik bir anlayışla uygulandığı, kapsam ve
içeriğinin günlük ihtiyaçlara ve toplumsal
gruplardan gelen baskılara göre şekillendiği bu
nedenle de sistematik bir teoriye sahip olmadığı
fark ediliyor. Yine bir başka özellik ise, devlet
girişiminin özel girişimin yerini almaması ve dönem
boyunca özel kesim ve kamu kesiminin hem farklı hem
de aynı üretim alanlarında yan yana bulunarak
rekabet yerine tamamlayıcılık fonksiyonunu ön plâna
çıkardığı anlaşılıyor.
Devletçilik döneminde, dar anlamıyla devletin mal ve
hizmet üretmek amacıyla işletmeciliğe soyunmasının
yanında daha geniş bir kavram olan devlet
müdahaleciliği alanında da görev yapmaktaydı. Bir
diğer deyişle "müdahalecilik" kavramı kapsamına
giren millîleştirme, devlet tekeli oluşturma,
piyasalara ve fiyatlara müdahale, koruma ve teşvik
gibi politi-kalann değişik biçimleri devletçiliğin
tamamlayıcısı olarak dönem boyunca uygulanmış ve
denenmiştir.
Sonuç olarak devletin, devletçilik uygulaması ile
milli sanayiye dayalı bir kapitalizmi gerçekleştirme
yönünde tercih yaptığını söyleyebiliriz.
E. Cumhuriyet Ekonomisinin İlk Dönemlerine Ait Bilançosu
incelememizin bu kısmında çeşitli ista-tistikî
verilere dayanarak, 1940 yılma kadar ekonomide
varılan noktanın genel bir tablosu oluşturulmaya
çalışılacaktır.
Uygulanan iktisat politikalarının, özellikle
Devletçilik dönemine denk düşen zaman içerisinde
Osmanlıdan miras kalan şehir ve kır ile tarım ve
sanayi dengelerini değiştirmeye başladığını ve sınaî
üretimindeki göreceli artışın, tanmdaki göreceli
düşüşe paralel olarak geliştiğini söylemek
mümkündür.
|