Cumhuriyetin ilk On Yılında Sektördeki Gelişmeler: Özel Girişime
Ağırlık Veren Yıllar (1923-1933)
Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran Mustafa Kemal Atatürk etrafındaki
milliyetçi kadro ile birlikte anadolu halkının gerçek
kurtuluşunun, ancak ekonomik zaferlerin kazanılması ile mümkün
olabileceğini savunmakta idi. Nitekim büyük zaferin
kazanılmasından kısa bir süre sonra ve daha Cumhuriyet ilan
edilmeden önce 17 Şubat 1923' de İzmir'de toplanan" Türkiye
İktisat Kongresi"nde Mustafa Kemal aynen şöyle demektedir:
"Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük. olursa
olsun iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen
zaferler kalıcı olamaz,
az zamanda
söner. Bu sebeple en kuvvetli, en parlak zaferlerimizin daha
temin edebileceği faydalı sonuçları temin etmek için
iktisadiyatımızın, iktisadi egemenliğimizin sağlanması,
kuvvetlendirilmesi zorunludur... Yeni Türkiyemizi layık olduğu
mertebeye çıkarmak için vakit geçirmeden iktisadiyatımıza önem
vermek zorundayız".
Mustafa Kemal'
in "iktisadiyatımıza önem vermek zorundayız" derken belirtmek
istediği "sanayileşme" idi. Ekonomik gelişme, sanayileşme
olmadan başarılamazdı. Bu görüşünü aynen şöyle açıklamıştır;
"Sanayileşme en ileri ve gelişmiş Türkiye' ye ulaşmak için en
kısa yoldur Vatan savunması buna bağlıdır." Büyük önder ve yakın
çevresi, tarımı ihmal etmeden sanayileşmeye büyük önem
vermişlerdir. O yıllarda ekonomide tarımın ağırlığı bilindiği
için sanayileşmenin başarısı için bu sektörün desteklenmesinin
kaçınılmaz olduğunu herkes bilmekteydi.
Osmanlıdan
devralınan bir miktar sanayi kuruluşunun, o zaman zalim rekabet
rüzgarlarından korunması ve sanayi sektörünün gelişebilmesi
için, 1’nci iktisat Kongresi' ne katılan sanayiciler, gümrük
yoluyla sanayiin dış rekabetten korunmasını istemişlerdir.
Ayrıca, Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun yeniden düzenlenerek
yürürlüğe konulmasını bir Sanayi Bankası'nın kurulmasını, makine
araç ve gereç ithaline vergi bağışıklığı sağlanmasını da talep
etmişlerdir. Bu isteklerin büyük çoğunluğu Kongre' de karar
altına alınmış ve Hükümet istenilenleri zaman içinde yerine
getirmiştir. 1924 yılında çıkarılan bir Yasa ile ihracata dönük
sanayilerin kullandıkları ithal hammaddeleri gümrük vergisinden
muaf tutulmuş, aynı yıl Türkiye iş Bankası, 1925 yılında Sanayi
ve Maadin Barkası kurulmuş, 1929 yılında da etkili bir gümrük
korumacılığı başlatılmıştır. Gümrük korumasına geç
başlanılmasının sebebi, Lozan Barış Anlaşması'nın Türkiye
Cumhuriyeti'nin gümrük tarifelerini 5 yıl süreyle 24.8.1928
tarihine kadar, 1 Eylül 1916 tarihinde olduğu seviyede tutma
yükümlülüğüdür. Buna rağmen Hükümet, yerli sanayicilerin
üretimini iç vergilerden muaf tutularak, onlara prim ödeyerek,
ucuz kredi sağlayarak, ithal malları üzerine tüketim vergisi
koyarak onları korumuş ve 1929 yılında da "spesifik tarifeler"
uygulayarak etkili bir koruma sağlamıştır. ithalattan alınan tüm
vergilerin oranı 1929' da %26 iken, bu oran bir yıl sonra %38' e
yükseltilmiştir. Yeni spesifik tarifede bütün tarım makine, araç
ve gereçleri bu sektörde makineleşmeyi teşvik etmek için
gümrükten muaf tutulmuştur. Ayrıca, ulaştırma araçlarıyla,
ülkede üretilmeyen sınai hammaddelerdeki spesifik vergi oranları
düşürülmüş, buna karşılık tekstil, gıda, deri çimento, ağaç
ürünleri, nihai tüketim malları ile yeni gelişmekte olan yerli
sanayilere rakip ithal malları üzerindeki nominal vergi oranları
yükseltilmiştir.
Cumhuriyetin
ilk yıllarında izlenen temel ekonomi politikası ilke olarak,
özel girişim eliyle serbest piyasa şartlarında
sanayileşmektedir. Devlet, özel girişimi desteklemiş fakat özel
sektörün yetersiz kaldığı veya karlı bulmadığı alanlarda
ekonomiye müdahale ederek yatırım yapmıştır. Bunun en tipik
örneği 1925 yılında çıkarılan bir Yasa ile Şeker sanayiine
yatırım yaparak özel girişimcilere önemli ayrıcalıklar
sağlanmıştır. Hükümet, o dönemde iç tüketimin ancak %14' nün
yerli üretimle karşılandığı, temel bir tüketim malı olan,
piyasası hazır tarım bağlantılı bir alanda ithal ikamesine
gitmiştir. Bu amaçla, yerli şeker üretimini korumak için
5.4.1925 tarihinde 601 sayılı Yasa çıkarılarak şeker ithalatı
zorlaştırılmıştır. Türkiye' de şeker sanayi, Uşak' ta Nuri
Şeker' in 19.4.1923 tarihinde "Uşak Terakki Ziraat TAŞ"ni
kurmasıyla gerçekleşmiş, fabrikayı şirket 17.12.1926' da
faaliyete geçirmiştir. ikinci fabrika 26.11.1926'da Alpullu'da,
üçüncüsü 5.12.1933' de Eskişehir' de ve dördüncü fabrika ise
19.10.1934' de Turhal' da üretime başlamıştır. Böylece, 1926' da
573 ton olan üretim, 1935 yılında 53.827 tona yükselmiştir.
Bu olumlu
gelişmede, şüphesiz Şeker Yasası'nın getirmiş olduğu teşvikler
önemli rol oynamıştır. Bu teşvikler şunlardır; Pancar üretimi
yapılan arazinin 10 yıl süre ile arazi vergisinden muaf
tutulması, fabrikalara yapılan taşıma işlerinde ulaşım
vergisinin 1/3 oranında indirilmesi, üretilen şekerden 8 yıl
boyunca tüketim vergisi, çalışan personelden 10 yıl süreyle
kazanç vergisi alınmaması, kuruluş yeri için 15 hektar arazinin
devletçe sağlanmasıdır. Bu teşvikler, 1927 yılında çıkarılan
"Teşvik-i Sanayi Kanunu"nun yürürlüğe konulmasıyla daha da
genişletilmiş ve kuruluşlara üretimlerinin %10'a kadar varan
pirim ödenmesi, kamu kuruluşlarının ihtiyaç duydukları malları,
(bunlar ithal mallardan %10 pahalı bile olsa), yerli
kuruluşlardan satın alma zorunluluğu gibi ek teşvikler
getirilmiştir.
Hükümet, 1927
yılında, eski 1913 tarihli Yasa'yı gözden geçirip genişleterek
15 yıl için, Teşvik-i Sanayi Kanunu'nu (1927) yeniden
yürürlüğe koymuştur. 1942 yılına kadar bazı sanayi şirketlerine
arazi verme, vergi muafiyetleri sağlama, taşıma indirimlerinde
bulunma, kamu tekeli maddelerinin Yasa kapsamına giren
kuruluşlara indirimli teşvik önlemleri kapsamıştır.
Cumhuriyetin
ilk yıllarında, İzmir iktisat Kongresi'nde çiftçi grubunun
"tütün tekeli"nin (reji) kaldırılması önerisinin aksine, yeni
devlet tekelleri oluşturulmuş ve devlet tütün tekelini
kaldırmayarak onu millileştirmiştir. Ayrıca, yeni kamu tekelleri
de yaratmıştır. 1932 yılında "inhisarlar Hazum Müdürlüğü" isimli
devlet tekeli kuruluncaya kadar Türkiye'de tütün, ispirtolu
içkiler, tuz, barut ve patlayıcı maddelere ilişkin tekeller ayrı
kuruluşlarca yürütülmüştür. Bilindiği gibi Osmanlı Devletinde
tütün, içki ve tuz tekelleri, Osmanlıların dış borçlarına
karşılık yabancı özel kişilerin imtiyazına verilmiş ve daha
sonra Duyun-i Umumiye idaresi oluşturularak bu idare'nin
imtiyazına bırakılmış idi. Tütün, ispirto ve ispirtolu içkiler,
tuz 1932, barut ve patlayıcı maddeler 1934, bira 1939, çay ve
kahve 1942, kibrit 1946 yıllarında devlet tekeli altına
alınmıştır. Daha sonra 1942 yılında şarap, 1946 yılında kahve,
1952 yılında kibrit ve bira. 1956 yılında barut ve patlayıcı
maddeler üzerindeki tekeller kaldırılarak, bu maddelerin üretim
ve satışı serbest bırakılmıştır. Kahve ithali 1960 yılında bir
Kararname ile yine tekel altına alınmış ise de, 1976 yılında bir
başka Kararname ile serbest bırakılmış, ancak 1980 yılına kadar
kahve ithali Tekel Genel Müdürlüğü'nce yapılmıştır. 1981 yılı
ithalat rejimi kararında kahve, fon ödenmek suretiyle serbest
bırakılmıştır. 1973 yılında çay Tekeli, çay Kurumu Genel
Müdürlüğü'ne devredilmiş daha sonra bu tekel de kaldırılmıştır.
Şeker ithali
dahil bu dönemde bazı sanayi ürünleri üzerinde devlet tekeli
kurulmasının sebebi, devlete gelir sağlamak idi. 1925 yılında
tarımda aşar vergisinin 1’nci iktisat Kongresi'nin önerileri
doğrultusunda kaldırılınca, devlet önemli bir gelir kaybına
uğramıştır. Çünkü 1924 yılındaki devlet gelirlerinin % 29'nu
aşar vergisi sağlıyordu.
Yeni
tekellerin oluşturulmasıyla, devletin elinde Önemli miktarda
sermaye toplanmış ve bu kaynaklar, 1933'den sonra kamu
tarafından sınai yatırımların finansmanında kullanılmıştır.
Bu dönemin
başlangıcında, 1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nde ilk defa bir
Sanayi Sayımı yapılmıştır. Sayım, 1913-1915 Osmanlı
Sanayi Sayımlarından farklı olarak tüm ülkeyi kapsamıştır. Elde
edilen sonuçlara göre, ülkede üretilen değerin % 65'i
tarım+sanayi sektöründen kaynaklanmaktadır. 1927 yılında sınai
üretimin % 44'ü gıda, % 29'u ise dokuma ve giyim sanayiinden
oluşmuş, ithalatın % 90'nl sanayi ürünlerinden meydana
gelmiştir. Bunun % 70'i tüketim, % 30'da ara ve yatırım
maddeleridir.
1927 Sanayi
Sayımında, Türkiye'de 65.245 işyeri belirlenmiştir. Bunlar
arasında, ev dışında üretim yapan tüm sınai işletmeler ile esnaf
ve zanaatkarlar dahil edilmiştir. Bu miktarı ancak 155'i, 100
kişiden fazla işçi çalıştırmaktaydı. 10 kişiden fazla işçi
çalıştıran işlerlerinin toplam içindeki oranı, % 3 idi. 65
civarındaki işyerinin % 96'da çevirici güç yoktu ve enerji kol
gücüne dayanıyordu. Sanayi işletmelerinin % 44'ü tarımsal
hammaddelerin basit işlemesini yapmakta idi. Bu işletmelerin %
34'ü dokuma sanayiinde, % 23'ü ise maden, metal, toprak ve
makine dallarında üretim yapıyordu. Toplam çalışan işçi 256.900
civarında olup, işyeri başına ortalama 2.5 işçi düşmekteydi.
Çocuk işçi sayısı fazlalığı ve sosyal güvenlik sisteminin
zayıflığı dikkati çekiyordu.
Cumhuriyet'in
ilk on yılı içinde sanayi sektörünün GSMH içindeki payı % 10'lar
seviyesinde seyretmiştir. 1923 yılında Türkiye'nin milli geliri
(GSMH) cari sektör fiyatlarıyla 952 milyar TL idi. 1929 yılına
gelinceye kadar GSMH, yılda % 17 oranında artarken, sanayi
geliri % 67 oranında gelişmiştir. 1929'dan sonra GSMH ve sektör
gelirlerinin büyümesinde düşme olmuştur. GSMH'daki olumsuz
gelişme, 1929-1930 Dünya Ekonomik Krizi dolayısıyla ortaya çıkan
fiyat düşüşleri ile tarımsal üretimdeki kötü iklim şartlarından
kaynaklanmıştır. 1923-24 döneminde sanayi sektörü hasılası, cari
faktör fiyatlarıyla 122 milyar TL (% 11.2 pay) iken, 1925 - 1929
döneminde 180 milyar TL (% 10.7 pay ve % 12 büyüme) ve 1930-1932
döneminde de 174 milyar TL'dır (% 12.5 pay ve % 9.5 büyüme).
Cumhuriyetin
ilk on yılında hükümet sanayi sektörüne öncelik veren bir
kalkınma stratejisini benimsemesine rağmen, tarım sektörünü de
ihmal etmemiş ve bu sektörü desteklemeye devam etmiştir. Çünkü,
sanayiin gelişmesi için gerekli sermaye, döviz ve işgücünü
sağlayacak tek sektör, tarım idi. Sanayi ancak, tarım sektöründe
yaşayan ve o zamanlar nüfusun % 81'ni oluşturan çiftçilerin
satın alma güçlerinin yükseltilmesiyle gelişebilirdi. Hükümetin
temel hedefi sanayileşmeyi gerçekleştirmek olmasına rağmen,
tarım sektörü desteklenmeden bu temel hedefe ulaşmak mümkün
değildi.
Sanayileşme,
ilke olarak özel girişim eliyle serbest piyasa şartlarında
gerçekleştirilecekti. Bu amaçla. Teşvik-i Sanayi Kanunu
çıkarılarak özel sektörün bu alana yatırım yapması tesvik
edilmiştir. Fakat, o dönemde ülkede gerekli sermaye, girişimci,
alt yapı yoktu. Bunu bilen devlet, özel girişimin yetersiz
kaldığı ve karlı bulmadığı alanlarda, kısıtlı imkanlarıyla
yatırım yapmış ve yetersiz kamu kaynaklarının önemli bir kısmı,
demiryolu yapımına ve yabancıların ellerindeki demiryollarının
satın alınmasında kullanılmıştır. Yerli sanayiin ülke
ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalması ve işlenen teşvik
politikalarına rağmen istenilen başarıya ulaşılamaması
sonucunda, izlenen temel politikalar 1930’lu yılların
ortalarından sonra değiştirilmiş ve ithal ikameci ve korumacı
politikalara ağırlık verilmeye başlanmıştır.