Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Cumhuriyetimizin 75. Yılı Çerçevesinde Verginin Gelişimi ve Demokrasi 

Prof. Dr. Kâmil Tüğen 

Giriş 

Devletin egemenlik gücüne dayanarak ve kamu harcamalarını karşılamak amacıyla kanunlara göre kişi ya da kuruluşlardan tek ta­raflı, kesin ve karşılıksız olarak aldığı ekono­mik değerler, vergi şeklinde tanımlanmaktadır. O halde, vergi, toplumsal hayat içinde devletin varlığı ve faaliyetleri ile yakından ilişkili bir kavram olmaktadır. Devletin faaliyetleri ve et­ki alanı genişledikçe vergi konusu da önemini artıracaktır. Esasen, özellikle günümüzde dev­let, toplumun bütününe yönelik hizmetlerim sürekli genişletmeye çalışmakta ve bizler de bu hizmetlerden doğduğumuz günden ölün­ceye değin faydalanmaktayız. Joseph E. Stig-litz'in ifadesiyle; dünyaya gözlerimizi ya devle­tin bir hastanesinde ya da devletin vergi teşvik­lerinden, yardımlarından faydalanılarak kurul olarak doğduğumuz nüfus idaresince tescil edilir. Çok büyük bir çoğunluğumuz ilköğrenimi için devlet okullarına gider.O Hasılı, bütün hayatımız boyunca devlet bizi kuşatır, hizmet­lerinden faydalandırır ve mali gücümüze göre de hizmetlerin finansmanı için vergi alır. Şüp­hesiz hizmetlerdeki gelişme normal olarak ver­gi gelirlerindeki gelişmelerle paralel gidecek­tir. Vergi gelirlerinin artış hızındaki nisbi dü­şüklük, hizmetlerdeki gelişmeleri frenleyebile-cektir. Zira, vergi gelirleri devletin en büyük ve en önemli bir finansman kaynağıdır. Diğer yandan vergi gelirleri ve gelişimi ile demokra­si arasındaki sıkı bir ilişkiden söz etmek gere­kir. Bugünkü anlamda vergiler hukuki düzen içinde ilk defa Batı ülkelerinde ortaya çıkmış, Kralın sınırsız mali yükümlülük getirme.vergi alma yetkileri halk temsilcilerinden oluşan meclislerce önce sınırlandırılmış sonra da bu konudaki yetkiyi tamamen meclisler elde et­mişlerdir. Dolayısıyla demokratik parlamenter gelişme vergileme yetkisinin kullanılması ko­nusundaki mücadelelerle birlikte ortaya çık­mıştır.

Verginin ve Demokrasinin Tarihsel Gelişimi 

Verginin ortaya çıkışı ve gelişimi çok es­ki tarihlere kadar gitmektedir. Vergiler ilk defa mutlakiyet rejimlerinde hediye, bedeni yü­kümlülük ya da ayni (mal) olarak yönetilen halk tarafından yöneticilere, krala verilmiş de­ğerler şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, B. Laum'un ifadesiyle vergileme, ilk büyük başa-nsmı eski şarkın (Babil, Mısır) mutlakiyet re­jimlerinde elde etmiştir. Bu dönemlerde savaş ve saray harcamaları ile muhteşem eserlerin sebebiyet verdiği yüksek mali ihtiyaç, vergi idaresini devlet idaresinde birinci plana itmiş­tir. MÖ. 2500 yılında Mısır'da Firavunlar döne­minde örneğin Cheops Piramidi'nin inşasında teb'alar (yönetilen halk) tarafından imparatora yapılan ödemeler bedeni hizmet şeklindeydi. 

Yönetilenlerden yöneticilere doğru ger­çekleşen ve değişik isimlerle anıldıktan sonra vergi şeklinde son biçimini almış olan ödeme­lerin ilk gerekçesi, yöneticilerin kendi bölgele­rindeki insanların güvenliklerini ve ekonomik faaliyetlerini güvence içine almaları olmuştur. İnsanlann toplum halinde yaşamalarının tabii bir sonucu olarak, toplum içinden bir grup çı­karak, toplumun temel ihtiyaçlarından başla­mak üzere çeşitli ihtiyaçlannı gidermeye çalış­mıştır. Toplumu ilgilendiren söz konusu ihti­yaçların karşılanabilmesi amacıyla da bir öde­me sistemi oluşturulmuştur. 

Tekrar tarihi gelişmelere dönersek, Mı­sır'a ait kabartma taşların ve Babillilere ait ver­gi belgelerinin, krala ödenen mali yükümlülüklerirj çeşitli türleri hakkında önemli bilgiler verdiği görülmektedir. Vergi idaresi, başlangıç­ta ademi merkeziyet esasına göre kurulmuş ve çoğu kez dini kaidelere dayandırılmış olmakla beraber, daha sonraki gelişme giderek kuvvet­li bir merkezileşme yönünde seyretmiştir. Bu dönemlerde verginin tahsilinde şartlara göre cebir unsuruna da ağırlık verilmekteydi. Bir za-manlann memur şehri Sakkaro bei Memp-his'de böyle bir olayın meydana geldiği M.Ö. 2300 yılına ait bir rölyeften anlaşılmaktadır. Üç vergi yükümlüsü firavunun vergi tahsildarları önünde diz çökerler; dördüncü yükümlü, bir denetçi tarafından ensesinden yakalanarak diz çökmeye zorlanır. Rölyefin sonunda, dayak cezasına çarptırılan bir suçlu, suçlulara ait teş­hir direğinde gösterilir. 

Eski Yunan medeniyetinde de, düzenli olarak alınan vergiler yerine toplum ihtiyaçla­rını karşılamak üzere yönetilenlerin doğrudan hizmetlerine başvurulmaktaydı. M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllarda eski Yunan medeniyetinde o döne­min şartlarına göre iyi bir vergi sistemi kurul­muştur. Esasen, halkın kültür düzeyinin yük­sekliği, devletin kişilerin vatandaşlık duygula­rına hitap etmesi, vergi ödemeyi yüksek bir fa­zilet haline getirmekteydi. Roma İmparatorlu­ğu döneminde ise Augustus, vergi toplamada iltizam usulü yerine imparatorluk idarelerini kurmuş, vergi yükünü adil dağıtmak amacıyla imparatorluk içinde vergi alınacak konuları belirlemiştir. Roma împaratorluğu'nu kendisi­ne bağlı ülkelerin haraçlarıyla yaşayan bir "yağma devleti" olmaktan çıkararak devleti kendi ödeme gücüne dayalı sağlam temellere oturtmak istemiştir. 

Ortaçağda ise vergiler ve aidatlar doğru­dan doğruya kralın kendi memurları tarafın­dan değil, şehir veya halk temsilcileri tarafın­dan dağıtım vergileri olarak tahsil edilmektey­di. Bu çağın sonlarına doğru kralın özel bütçe­si ile devlet bütçesi birbirinden ayrılmaya baş­lamıştır. İslam devletlerinde ve bu arada Os­manlı Devleti'nde ise vergi sistemi dini esasla­ra dayalı olmakla beraber, mahalli ihtiyaçlar, örf ve adetler de vergi .sisteminin oluşturulma sında dikkate alınmıştır. Bu bakımdan, Os­manlı Devleti'nde vergiler, şer'i ve örfi vergiler olarak iki ana kategoride toplanmaktaydı. Şer'i vergiler, İslam hukukuna göre düzenlenen ze­kat, öşür, haraç, ve cizye gibi başlıca dört ver­giden meydana gelmekteydi. Zekat, belirli bir ekonomik gücü olanlann bunun kırkta birini fakirlere vermesi esasına dayanırken, öşür, Müslümanların tasarrufu altında bulunan top­raklardan elde ettikleri ürünler üzerinden alın­maktaydı. Haraç ise fethedilen ülkelerde Müs­lüman olmayanlardan onlara bırakılan toprak­lardan alınan devlet payıydı. Cizye ise yine Müslüman olmayan yükümlülerden askerlik hizmeti yapmamalarına karşılık ödeme güçle­rine göre alınan bir baş vergisiydi. 

29 Mayıs 1453'te İstanbul'un Osmanlı Devleti'nce fethi ile yeniçağ başlar. Yeniçağla birlikte ayni ekonomiden para ekonomisine geçilir, devlet ekonomisi önem kazanır, impa­ratorluk ile feodal senyörler ve halkın temsilci­leri arasındaki ilişkiler yeniden düzenlenir. Ül­kenin vergi gücünün, devletin ve kralın zen­ginliğinin halkın üretim potansiyeline, serveti­ne ve refahına bağlı olduğu fikri yaygınlık ka­zanır. Yeni dünyaların keşfiyle ülkenin milli çı­karlarını ön plana alan, devlet müdahalelerine geniş yer veren Merkantilizm akımı gelişir.

Bu gelişmelerle birlikte 1789'da Fransız ihtilali ile yakınçağ başlar. Fransız İhtilali ve Napolyon'un genişleme politikasıyla ortaya çı­kan ve Avrupa'yı sarsan büyük savaşlar, dev­letlerin maliyesini çok fazla tahrip etmiş ve o zamana kadar görülmemiş ölçüde vergi tahsili­ni gerekli kılmıştır. Böylece hemen hemen tüm Avrupa devletlerinde devlet maliyesini iyileş­tirme çabalan Fransız İhtilali ile birlikte hız ka­zanmıştır.

1807'de Napolyon tarafından başlatılan kapsamlı bir kadastro faaliyeti ile Fransa'da arazi vergilerinin düzenli bir şekilde tahsili sağlanmıştır. Şahıs ve emlak vergileri belirli öl­çülere dayandırılmıştır." Bina vergilerinin he­saplanmasında binamn kapı, pencere sayısı gi­bi dış karineler (belirtiler) esas alınmıştır. Bu dönemlerde bir binanın kapı, özellikle pence­re sayısı ödeme gücünün bir göstergesi olarak kabul ediliyor ve bu açıdan zengin-fakir ayırı­mı yapılabiliyordu. 

Zira, zenginler, fakirlere göre daha fazla penceresi olan evlerde oturmaktaydılar. Dış karinelere göre vergi salan otoritenin daha az vergi ödemek için bazı zenginlerin evlerinin pencerelerini örerek azaltmaya çalışacaklarını dikkate almadığı kuşkusuzdu. 

Ote yandan, yine 1789 Fransız ihtilali ile birlikte dünyada milli devlet modeli gelişir, halkın temsilcilerinden oluşan meclisler (par­lamentolar) kral karşısında güçlenir. Kralın vergi alma ve harcama yapma yetkileri meclis­lere geçer. Böylece, demokratik-parlamenter sistemin temelleri atılarak, demokrasi, Avru­pa'da ve dünyada filizlenmeye başlar. Esasen, 1215 tarihli ingiltere'de kralla halkın temsilcile­ri arasında yapılan Magna Carta sözleşmesi ile kralın vergileme yetkilerine belirli bir sınırlama getirilmişti. Ancak, Fransız ihtilali ile çok bü­yük bir değişim yaşanmış ve gerçek bir de­mokratik gelişme başlatılmıştır. 20. yüzyılda, 1914 yılındaki Birinci Dünya Savaşı, 1929 Bü­yük Ekonomik Krizi ve nihayet 1939 yılındaki İkinci Dünya Savaşı, devletin toplum hayatın­da önemini, rolünü ve fonksiyonlarım artırmış-tır. 

Böylece devlet, yüklendiği sorumluluk­larını yerine getirmek amacıyla vergiye daha çok önem vermek, vergi gelirlerini artırmak durumunda kalmıştır. Dünyada 1970'lerin ikin­ci yansından ve özellikle 1980'li yıllardan itibaren de devletin fonksiyonlarının daraltılması özelleştirme yönünde görüşler belirli bir popü­larite kazanmış, bu yönde uygulamalar başla­tılmıştır. Bununla beraber, vergi gelirleri gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde önemini hiç bir zaman kaybetmemiştir. 

Kamu ekonomisi açısından vergileri de­ğerlendirirsek, vergiler, tam ve yarı kamusal mal ve hizmetlerin finansmanı amacıyla alın­maktadır. Savunma, diplomasi gibi hizmetler tam kamusal mal ve hizmetlere örnek oluştu rurken, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi hizmet ler yan kamusal mal ve hizmetler içinde yer al maktadır. Tam kamusal mal ve hizmetler, toplumun bütününe yönelik olarak üretilen, dev­letin kimseyi tüketimden mahrum edemediği, kişisel faydalan ölçülemeyen, fiyatlandırılama-yan mal ve hizmetler olmaktadır. 

Bu nedenle, devletçe üretilen tam ka­musal mal ve hizmetlerin yegane finans aracı vergilerdir. Yan kamusal mal ve hizmet­ler de yine devlet tarafından üretilmekte, hiz­metin tek tek kişilere yönelik özel faydaları ol­makla birlikte, bu hizmetlerden dolayı olarak toplumun da fayda sağlaması söz konusudur. Bu yüzden yan kamusal:mal ve hizmetlerin fi­nansmanında kişilerden harç alınırken, hizme­tin toplumsal faydası nedeniyle vergiler de devreye sokulmaktadır. 

Günümüzde milli devlet yapısı içinde vergiler meclislerin kabul ettiği kanunlarla alınmaktadır. Vergi alınacak konuların kanun­larla belirlenmesi gerekmektedir. Anayasalar­da vergilere ilişkin hükümlere özel bir önem verilmektedir. Nitekim bizde 1982 Anayasa-sı'nm "Siyasi Haklar ve Ödevler" bölümünde yer alan "vergi ödevi" başlığını taşıyan 73-maddede, "Herkes, kamu giderlerini karşıla­mak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve den­geli dağılımı, maliye politikasının sosyal ama­cıdır "hükmü yer almaktadır. Diğer ülkelerin anayasalarında da benzer hükümlere rastla­mak mümkündür. Zira, demokratik-parlamen-ter gelişmenin temelinde vergileme hakkının kraldan halkın temsilcilerinden oluşan meclis­lere geçirilmesi yatmaktadır. Dolayısıyla, sağ­lam, yükü dengeli dağıtan, verimli, konjonktü­re uyum sağlayabilen bir vergi sistemi gerçek bir demokratik gelişmenin vazgeçilmez şartı durumundadır. Batı demokrasileri bu açıdan ileri bir seviyededir.

Ülkemizde ve gelişen ülkelerde iyi bir vergijistemi aynı zamanda demokrasinin si­gortasıdır. Vergi sisteminin zamanın şartlarına göre gözden geçirilmemesi, gerekli ayarlamalann yapılmaması demokrasinin kesintiye uğ­ramasını hızlandırabilmektedir. Nitekim, ara rejim dönemlerinde, demokrasiyi yeniden rayına oturtma çabalarında, işe ilk olarak vergi kanunlarından başlandığı gözlenmektedir. 

Cumhuriyetimizin 75- Yılına Doğru Vergi Sistemimiz ve Demokrasimiz

Vergi sistemimiz 29 Ekim İ923"de Cum­huriyetin ilanıyla birlikte yeni bir bakış açısı al­tında oluşturulmaya çalışılmıştır. Şüphesiz ül­kemizin o tarihlerde sahip olduğu ekonomik ,mali ve sosyal yapı vergi sisteminin oluşturul­masında gözönünde tutulmuştur. Cumhuriye­tin ilk yıllarında devletin önemli vergi gelirini tarım ürünleri üzerinden alınan aşar vergisi meydana getirmekteydi. Bu bir yerde normal bir sonuçtu zira, o yıllarda ülke ekonomisi bü­yük ölçüde tarıma dayanmaktaydı. Esasen Cumhuriyeti kuran kadrolar verginin ülke ge­leceği açısından önemini biliyorlardı. Hatta Cumhuriyet kurulmadan daha henüz Kurtuluş Savaşı devam ederken 23 Nisan 1920'de açılan Büyük Millet Meclisi bir gün sonra yani 24 Ni­san 1920'de 1 numaralı bir kanunla Ağnam Vergisini (hayvan varlıkları üzerinden alınan vergi) dört kat artırmıştı. Savaşın zaferle sonuç­lanması sağlam kaynaklardan bir finansmanı gerektiriyordu. Meclis bu yönde bir kanunu kabul etmiş, Anadolu halkı da meclise gereken desteği vermişti. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında tanm sektö­rü üzerindeki ağır vergi yükü yöneticilerimizin dikkatini çekmiş ve onları bu durumun düzel­tilmesi yönündeki çabalara itmiştir. Çünkü bu sektör üzerindeki ağır vergiler sektörün eko­nomiye olan dinamik katkılannı zayıflatmak­taydı. Diğer sektörler lehine bir vergi yapısı söz konusuydu. Nihayet, 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi'nde alınan bir tavsiye kararı­nın da etkisiyle hükümet 1925 yılında aşar ver­gisini ortadan kaldırmıştır. Aşar vergisi kaldırıl­makla beraber izleyen yıllarda devlet gelirle­rinde belirgin bir gerileme görülmüştür. Bu eğilimi durdurmak amacıyla 1926 yılında Ge­nel Tüketim Vergisi getirilmişür. Vergi, isteni­len başarıyı sağlayamaması üzerine bir yıl son­ra kaldırılmış, yerine Muamele Vergisi getirilmiştir. Tüketim vergilerinden iyi gelir elde edi­lememesi devleti sanayi ve hizmetler sektörle­rinde tekeller kurmaya zorlamış ve devletin te­kel altına aldığı faaliyet kolları devamlı geniş­lemiştir. Lozan Antlaşması hükümlerine göre 1927'den itibaren koruyucu gümrük politikası uygulamasına geçilmiştir Böylece, koruyucu gümrük tarifeleriyle devlet bir taraftan vergi gelirlerinin artacağım düşünüyor.diğer taraftan yurtiçi sanayi kuruluşlannı koruma amacını gerçekleştirmeye çalışıyordu. Aynı zamanda Teşviki sanayi kanunu ile bir çok vergi muaf­lıkları getirilmişti. Bu kanunun amacı, sanayi yatırımlarını, vergi politikasiyle teşvik ederek artırmaktık Öte yandan, 1929 Dünya Ekonomik Kri­zi ülkemizi de etkisi içine almış.krizin etkileri karşısında vergi sistemimizde bazı değişiklik­ler yapılmıştır. Bina ve arazi vergilerinde deği­şiklikler gerçekleştirilmiş,lktisadi Buhran ve Hava Kuvvetlerine Yardım Vergileri yürürlüğe konulmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nın hüküm sürdüğü yıllarda da ülkemiz sanki savaşa giri­lebilecek gibi hazırlıklarını sürdürmüş ,mali yapının güçlendirilmesi amacıyla Varlık Vergi­si ve Toprak Mahsulleri Vergisi gibi olağanüs­tü vergilere başvurulmuştur. Savaşın sona er­mesini takiben bu vergiler uygulamadan kaldı­rılmıştır. Bununla birlikte.Varlık Vergisi uygu­laması matrah takdirlerinde takdir komisyonla-nnın objektif kriterlere uygun hareket etme­meleri nedeniyle eleştirilmiştir. 

Ülkemizde 1950 yılı vergi sistemimiz yönünden önemli bir yıl olmuşMr. 1950 yılının başında çağdaş vergiciliğe uygun olarak hazır­lanan Gelir, Kurumlar ve Vergi Usul Kanunları yürürlüğe konuimuştur.l960'lı yıllar ise plânlı kalkınma çabalarının başlatıldığı yıllardır. Plânlı kalkınma çabalarında vergilerden hem kamu finansman aracı olması hem de vergi teş-vikleriyle özel sektör yatırımlarının belirli sek­törlerde yoğunlaştırılması açısından faydalanıl-maya çalışılmıştır. Sanayileşmede bölgesel dengesizlikleri ortadan kaldırmak amacıyla vergi teşvikleri az gelişmiş yöreler için cazip hale getirilmiştir. 

Vergi sistemimizde 1970-80 arasında önemli değişiklikler yapılamamıştır. Sadece 1970 yılındaki Finansman Kanunuyla işletme Vergisi getirilmiştir. Bu vergi de esasen bekle­nilen seviyede devlete gelir sağlayamamıştır. Bu dönemde vergi sistemimizde önemli ve ge­rekli değişiklikleri yapamamada ülkemizdeki siyasi istikrarsızlık rol oynamıştır. Hükümetler çok defa parlamentoda kuvvetli bir tabana sa­hip olamamışlardır. Siyasi istikrarsızlık berabe­rinde ekonomik ve sosyal istikrarsızları getir­miştir. Enflasyon ilk defa bu dönemde üç ha­neli rakamlara ulaşmıştır. Esasen parlamento­ların normal zamanlarda vergi yüklerinin artışı­na ya da yeni vergilere olan dirençleri bilinen bir gerçektir. Hükümetlerin kararlı tutumlan, parlamenterleri ikna etmeleri ya da olağanüstü şartlar halinde yeni vergi kanunlarını parla­mentodan geçirmek mümkün olabilmektedir. 

1980'li yıllarda ise vergi sistemimiz top-yekün masaya yatırılmıştır. Ülkemizi 12 Eylül'e getiren şartlar içinde en önemlisinin vergi sistemimizde dönemin gerekli kıldığı düzen­lemelerin yapılamamış olması söylenebilir. Çünkü vergi sisteminin dinamik ,esnek olması, ekonomik ve sosyal yapıdaki değişme ve geliş­melere göre zaman zaman gözden geçirilmesi lâzımdır. Bu nedenle bu özelliklere sahip bir vergi sistemi demokrasinin de sigortası olmak­tadır. İyi işleyen bir vergi sistemi iyi işleyen bir demokrasinin vazgeçilmez şartı durumun­dadır. Vergi vatandaşlara toplumsal sorum­luluklarını hatırlatmakta, onların iyi bir vatan­daş olarak toplumun gelişmesine mali güç­leriyle katkılarını sağlamaktadır. 1980'li yılların başlarından itibaren vergi sistemimizde yapılan değişiklikler 24 Ocak Kararlarıyla bir­likte uygulamaya konulan piyasa ekonomisini destekleyici özellikler taşımıştır. Yapılan değişikliklerle enflasyon nedeniyle erozyona uğramış matrah ve tarifeler günün şartlarına uygun hale getirilmiş, şirketleşme teşvik edil­erek firmalarımızın yatırım yapmalan özen­dirilmiş, firmalarımızın dış dünya ile olan ekonomik ilişkileri vergi istisna ve muafiyetleriyle anlamlı bir biçimde teşvik edilmiştir. Böylece vergi gelirlerinin kamu harcamalarını karşılama oranı hızla yükselmiş.bütçelerimiz-de açık sorunu önemini kaybetmiştir.1984 yı­lında uygulamaya konulan fatura karşılığında iadesi düzenlemesi de belge düzeninin ülkemizde yerleşmesine lüzmet etmiştir. Zira vergi sisteminin işlerlik kazanabilmesi için bel­ge düzeninin iyi kurulmuş olması gerekmekte­dir. 1985 yılında ise Katma Değer Vergisine ge­çilmiştir. Tüketimi en iyi şekilde vergileyen Katma Değer Vergisine geçişle birlikte vergi sistemimiz çağdaş ölçİileri yakalamıştır. 1985 sonrası vergi sistemimizde çok köklü yenilikler dikkati çekmemekle beraber 1989 yılında mu­hasebecilik mesleğinin yasal bir statüye kavuş­turulmasına ve mesleki disiplin getirilmesine işaret etmeliyiz.

1990'lı yıllara gelince;1990'lı yıllarda vergi sistemimizde Bakanlar Kuruluna kanun­larla verilen ve 1980'li yıllardan bu yana devam edegelen oran ve tarifelere ilişkin belli ölçüler­de yetki kullanımı dışında gerekli düzenleme-yapılamamıştır. Vergi gelirleri bütçe harca­maları artış hızının oldukça gerisinde kalmış, kamu finansman açıklan rekor oranlara ulaş­maya başlamıştır. Türkiye 5 Nisan 1994 Krizine böyle bir ortamda girmiştir. 5 Nisan 1994 Kri­ziyle birlikte zamanın hükümeti parlamento­nun da desteğiyle olağanüstü vergilere başvur­muş, 70 Trilyon TL.'nin üzerindeki bir kaynağı ekonomiden çekmiştir. Ancak, olağanüstü ver­gilerle kamu finansman dengesi düzelmeye başlarken özel sektörde finansman sıkıntısı ciddi boyutlara ulaşmış, ekonomimiz krizi çok büyük sıkıntılara katlanarak aşabilmiştir. 

Ülkemizde her zaman daha modern bir vergi sistemi oluşturma çabaları devam etmek­tedir. Bu konuda gerek Maliye Bakanlığında,

Üniversitelerimizin ilgili bölümlerinde ve ge rekse çeşitli kesimlerde sürekli çalışmalar ya pılmakta.görüşler ortaya konulmakta ve tartı­şılmaktadır. 1998 yılma gelindiğinde mevcut hükümet bu çerçevede konuyla ilgili çevrele­rin görüşlerini de dikkate alarak kapsamlı bir vergi tasarısı hazırlamış ve parlamentoya sevk etmiştir. Gerçekte, parlamentoda güçlü bir desteği bulunmayan hükümetin vergi gibi par­lamentonun normal zamanlarda sempatik bak­madığı bir konuda tasarı sunması oldukça şa­şırtıcı olmuştur. Fakat, ülkemizin içinde bulun­duğu son derece hassas şartları gözönünde bu­lunduran parlamentomuz çalışmalarım yaz ay-lannda da sürdürerek, bazı değişikliklerle de olsa, tasarının kanunlaşmasını sağlamış hükümete destek vermiştir. 22.7.1998 tarihinde par­lamentoda kabul edilen 4369 sayılı kanun önemli yenilikler getirmektedir. Kayıtdışı eko­nomiyi asgari seviyeye çekmeyi.vergi oranları­nı düşürerek vergi tabanını genişletmeyi ,belge düzenini işler hale getirmeyi, vergi yükünü dengeli dağıtmayı amaçlayan kanun, amaçları­na ulaşabildiği ölçüde, şüphesiz, 29 Ekim 1923'de 75. Yılım idrak eden Cumhuriyetimi­zin ve demokrasimizin daha güçlü bir mali ya­pıya sahip olarak ileri hedeflere yönelmesini kolaylaştırabilecektir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005