|
Cumhuriyetimizin 75. Yılı Çerçevesinde Verginin Gelişimi ve
Demokrasi
Prof. Dr. Kâmil Tüğen
Giriş
Devletin egemenlik gücüne dayanarak ve kamu harcamalarını
karşılamak amacıyla kanunlara göre kişi ya da
kuruluşlardan tek taraflı, kesin ve karşılıksız
olarak aldığı ekonomik değerler, vergi şeklinde
tanımlanmaktadır. O halde, vergi, toplumsal hayat
içinde devletin varlığı ve faaliyetleri ile yakından
ilişkili bir kavram olmaktadır. Devletin
faaliyetleri ve etki alanı genişledikçe vergi
konusu da önemini artıracaktır. Esasen, özellikle
günümüzde devlet, toplumun bütününe yönelik
hizmetlerim sürekli genişletmeye çalışmakta ve
bizler de bu hizmetlerden doğduğumuz günden
ölünceye değin faydalanmaktayız. Joseph E. Stig-litz'in
ifadesiyle; dünyaya gözlerimizi ya devletin bir
hastanesinde ya da devletin vergi teşviklerinden,
yardımlarından faydalanılarak kurul
olarak doğduğumuz nüfus idaresince tescil edilir.
Çok büyük bir çoğunluğumuz ilköğrenimi için devlet
okullarına gider.O Hasılı, bütün hayatımız boyunca
devlet bizi kuşatır, hizmetlerinden faydalandırır
ve mali gücümüze göre
de hizmetlerin finansmanı
için vergi alır. Şüphesiz hizmetlerdeki gelişme
normal olarak vergi gelirlerindeki gelişmelerle
paralel gidecektir. Vergi gelirlerinin artış
hızındaki nisbi düşüklük, hizmetlerdeki gelişmeleri
frenleyebile-cektir. Zira, vergi gelirleri devletin
en büyük ve en önemli bir finansman kaynağıdır.
Diğer yandan vergi gelirleri ve gelişimi ile
demokrasi arasındaki sıkı bir ilişkiden söz etmek
gerekir. Bugünkü anlamda vergiler hukuki düzen
içinde ilk defa Batı ülkelerinde ortaya çıkmış,
Kralın sınırsız mali yükümlülük getirme.vergi alma
yetkileri halk temsilcilerinden oluşan meclislerce
önce sınırlandırılmış sonra da bu konudaki yetkiyi
tamamen meclisler elde etmişlerdir. Dolayısıyla
demokratik parlamenter gelişme vergileme yetkisinin
kullanılması konusundaki mücadelelerle birlikte
ortaya çıkmıştır.
Verginin ve Demokrasinin Tarihsel Gelişimi
Verginin ortaya çıkışı ve gelişimi çok eski
tarihlere kadar gitmektedir. Vergiler ilk defa
mutlakiyet rejimlerinde hediye, bedeni yükümlülük
ya da ayni (mal) olarak yönetilen halk tarafından
yöneticilere, krala verilmiş değerler şeklinde
ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, B. Laum'un ifadesiyle
vergileme, ilk büyük başa-nsmı eski şarkın (Babil,
Mısır) mutlakiyet rejimlerinde elde etmiştir. Bu
dönemlerde savaş ve saray harcamaları ile muhteşem
eserlerin sebebiyet verdiği yüksek mali ihtiyaç,
vergi idaresini devlet idaresinde birinci plana
itmiştir. MÖ. 2500 yılında Mısır'da Firavunlar
döneminde örneğin Cheops Piramidi'nin inşasında
teb'alar (yönetilen halk) tarafından imparatora
yapılan ödemeler bedeni hizmet şeklindeydi.
Yönetilenlerden yöneticilere doğru gerçekleşen ve değişik
isimlerle anıldıktan sonra vergi şeklinde son
biçimini almış olan ödemelerin ilk gerekçesi,
yöneticilerin kendi bölgelerindeki insanların
güvenliklerini ve ekonomik faaliyetlerini güvence
içine almaları olmuştur. İnsanlann toplum halinde
yaşamalarının tabii bir sonucu olarak, toplum
içinden bir grup çıkarak, toplumun temel
ihtiyaçlarından başlamak üzere çeşitli ihtiyaçlannı
gidermeye çalışmıştır. Toplumu ilgilendiren söz
konusu ihtiyaçların karşılanabilmesi amacıyla da
bir ödeme sistemi oluşturulmuştur.
Tekrar tarihi gelişmelere dönersek, Mısır'a ait
kabartma taşların ve Babillilere ait vergi
belgelerinin, krala ödenen mali yükümlülüklerirj
çeşitli türleri hakkında önemli bilgiler verdiği
görülmektedir. Vergi idaresi, başlangıçta ademi
merkeziyet esasına göre kurulmuş ve çoğu kez dini
kaidelere dayandırılmış olmakla beraber, daha
sonraki gelişme giderek kuvvetli bir merkezileşme
yönünde seyretmiştir. Bu
dönemlerde verginin
tahsilinde şartlara göre cebir unsuruna da ağırlık
verilmekteydi. Bir za-manlann memur şehri Sakkaro
bei Memp-his'de böyle bir olayın meydana geldiği M.Ö.
2300 yılına ait bir rölyeften anlaşılmaktadır. Üç
vergi yükümlüsü firavunun vergi tahsildarları önünde
diz çökerler; dördüncü yükümlü, bir denetçi
tarafından ensesinden yakalanarak diz çökmeye
zorlanır. Rölyefin sonunda, dayak cezasına
çarptırılan bir suçlu, suçlulara ait teşhir
direğinde gösterilir.
Eski Yunan medeniyetinde de, düzenli olarak alınan vergiler yerine
toplum ihtiyaçlarını karşılamak üzere
yönetilenlerin doğrudan hizmetlerine
başvurulmaktaydı. M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllarda eski
Yunan medeniyetinde o dönemin şartlarına göre iyi
bir vergi sistemi kurulmuştur. Esasen, halkın
kültür düzeyinin yüksekliği, devletin kişilerin
vatandaşlık duygularına hitap etmesi, vergi ödemeyi
yüksek bir fazilet haline getirmekteydi. Roma
İmparatorluğu döneminde ise Augustus, vergi
toplamada iltizam usulü yerine imparatorluk
idarelerini kurmuş, vergi yükünü adil dağıtmak
amacıyla imparatorluk içinde vergi alınacak konuları
belirlemiştir. Roma împaratorluğu'nu kendisine
bağlı ülkelerin haraçlarıyla yaşayan bir "yağma
devleti" olmaktan çıkararak devleti kendi ödeme
gücüne dayalı sağlam temellere oturtmak istemiştir.
Ortaçağda ise vergiler ve aidatlar doğrudan doğruya
kralın kendi memurları tarafından değil, şehir veya
halk temsilcileri tarafından dağıtım vergileri
olarak tahsil edilmekteydi. Bu çağın sonlarına
doğru kralın özel bütçesi ile devlet bütçesi
birbirinden ayrılmaya başlamıştır. İslam
devletlerinde ve bu arada Osmanlı Devleti'nde ise
vergi sistemi dini esaslara dayalı olmakla beraber,
mahalli ihtiyaçlar, örf ve adetler de vergi
.sisteminin oluşturulma sında dikkate alınmıştır. Bu
bakımdan, Osmanlı Devleti'nde vergiler, şer'i ve
örfi vergiler olarak iki ana kategoride toplanmaktaydı.
Şer'i vergiler, İslam hukukuna göre
düzenlenen zekat, öşür, haraç, ve cizye gibi
başlıca dört vergiden meydana gelmekteydi. Zekat,
belirli bir ekonomik gücü olanlann bunun kırkta
birini fakirlere vermesi esasına dayanırken, öşür,
Müslümanların tasarrufu altında bulunan
topraklardan elde ettikleri ürünler üzerinden
alınmaktaydı. Haraç ise fethedilen ülkelerde
Müslüman olmayanlardan onlara bırakılan
topraklardan alınan devlet payıydı. Cizye ise yine
Müslüman olmayan yükümlülerden askerlik hizmeti
yapmamalarına karşılık ödeme güçlerine göre alınan
bir baş vergisiydi.
29 Mayıs 1453'te İstanbul'un Osmanlı Devleti'nce fethi ile yeniçağ
başlar. Yeniçağla birlikte ayni ekonomiden para
ekonomisine geçilir, devlet ekonomisi önem kazanır,
imparatorluk ile feodal senyörler ve halkın
temsilcileri arasındaki ilişkiler yeniden
düzenlenir. Ülkenin vergi gücünün, devletin ve
kralın zenginliğinin halkın üretim potansiyeline,
servetine ve refahına bağlı olduğu fikri yaygınlık
kazanır. Yeni dünyaların keşfiyle ülkenin milli
çıkarlarını ön plana alan, devlet müdahalelerine
geniş yer veren Merkantilizm akımı gelişir.
Bu gelişmelerle birlikte 1789'da Fransız ihtilali ile yakınçağ
başlar. Fransız İhtilali ve Napolyon'un genişleme
politikasıyla ortaya çıkan ve Avrupa'yı sarsan
büyük savaşlar, devletlerin maliyesini çok fazla
tahrip etmiş ve o zamana kadar görülmemiş ölçüde
vergi tahsilini gerekli kılmıştır. Böylece hemen
hemen tüm Avrupa devletlerinde devlet maliyesini
iyileştirme çabalan Fransız İhtilali ile birlikte
hız kazanmıştır.
1807'de Napolyon tarafından başlatılan kapsamlı bir
kadastro faaliyeti ile Fransa'da arazi vergilerinin
düzenli bir şekilde tahsili sağlanmıştır. Şahıs ve
emlak vergileri belirli ölçülere dayandırılmıştır."
Bina vergilerinin hesaplanmasında binamn kapı,
pencere sayısı gibi dış karineler (belirtiler) esas
alınmıştır. Bu dönemlerde bir binanın kapı,
özellikle pencere sayısı ödeme gücünün bir
göstergesi olarak kabul ediliyor ve bu açıdan
zengin-fakir ayırımı yapılabiliyordu.
Zira, zenginler, fakirlere göre daha fazla penceresi
olan evlerde oturmaktaydılar. Dış karinelere göre
vergi salan otoritenin daha az vergi ödemek için
bazı zenginlerin evlerinin pencerelerini örerek
azaltmaya çalışacaklarını dikkate almadığı
kuşkusuzdu.
Ote yandan, yine 1789 Fransız ihtilali ile birlikte
dünyada milli devlet modeli gelişir, halkın
temsilcilerinden oluşan meclisler (parlamentolar)
kral karşısında güçlenir. Kralın vergi alma ve
harcama yapma yetkileri meclislere geçer. Böylece,
demokratik-parlamenter sistemin temelleri atılarak,
demokrasi, Avrupa'da ve dünyada filizlenmeye
başlar. Esasen, 1215 tarihli ingiltere'de kralla
halkın temsilcileri arasında yapılan Magna Carta
sözleşmesi ile kralın vergileme yetkilerine belirli
bir sınırlama getirilmişti. Ancak, Fransız ihtilali
ile çok büyük bir değişim yaşanmış ve gerçek bir
demokratik gelişme başlatılmıştır. 20. yüzyılda,
1914 yılındaki Birinci Dünya Savaşı, 1929 Büyük
Ekonomik Krizi ve nihayet 1939 yılındaki İkinci
Dünya Savaşı, devletin toplum hayatında önemini,
rolünü ve fonksiyonlarım artırmış-tır.
Böylece devlet, yüklendiği sorumluluklarını yerine
getirmek amacıyla vergiye daha çok önem vermek,
vergi gelirlerini artırmak durumunda kalmıştır.
Dünyada 1970'lerin ikinci yansından ve özellikle
1980'li yıllardan itibaren de devletin
fonksiyonlarının daraltılması özelleştirme yönünde
görüşler belirli bir popülarite kazanmış, bu yönde
uygulamalar başlatılmıştır. Bununla beraber, vergi
gelirleri gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan
ülkelerde önemini hiç bir zaman kaybetmemiştir.
Kamu ekonomisi açısından vergileri
değerlendirirsek, vergiler, tam ve yarı kamusal mal
ve hizmetlerin finansmanı amacıyla alınmaktadır.
Savunma, diplomasi gibi hizmetler tam kamusal mal ve
hizmetlere örnek oluştu rurken, eğitim ve sağlık
hizmetleri gibi hizmet ler yan kamusal mal ve
hizmetler içinde yer al maktadır. Tam kamusal mal ve
hizmetler, toplumun bütününe yönelik olarak
üretilen, devletin kimseyi tüketimden mahrum
edemediği, kişisel faydalan ölçülemeyen,
fiyatlandırılama-yan mal ve hizmetler olmaktadır.
Bu nedenle, devletçe üretilen tam kamusal mal ve hizmetlerin
yegane finans aracı vergilerdir. Yan kamusal mal ve
hizmetler de yine devlet tarafından üretilmekte,
hizmetin tek tek kişilere yönelik özel faydaları
olmakla birlikte, bu hizmetlerden dolayı olarak
toplumun da fayda sağlaması söz konusudur. Bu yüzden
yan kamusal:mal ve hizmetlerin finansmanında
kişilerden harç alınırken, hizmetin toplumsal
faydası nedeniyle vergiler de devreye sokulmaktadır.
Günümüzde milli devlet yapısı içinde vergiler meclislerin kabul
ettiği kanunlarla alınmaktadır. Vergi alınacak
konuların kanunlarla belirlenmesi gerekmektedir.
Anayasalarda vergilere ilişkin hükümlere özel bir
önem verilmektedir. Nitekim bizde 1982 Anayasa-sı'nm
"Siyasi Haklar ve Ödevler" bölümünde yer alan "vergi
ödevi" başlığını taşıyan 73-maddede, "Herkes, kamu
giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre
vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve
dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal
amacıdır "hükmü yer almaktadır. Diğer ülkelerin
anayasalarında da benzer hükümlere rastlamak
mümkündür. Zira, demokratik-parlamen-ter gelişmenin
temelinde vergileme hakkının kraldan halkın
temsilcilerinden oluşan meclislere geçirilmesi
yatmaktadır. Dolayısıyla, sağlam, yükü dengeli
dağıtan, verimli, konjonktüre uyum sağlayabilen bir
vergi sistemi gerçek bir demokratik gelişmenin
vazgeçilmez şartı durumundadır. Batı demokrasileri
bu açıdan ileri bir seviyededir.
Ülkemizde ve gelişen ülkelerde iyi bir vergijistemi
aynı zamanda demokrasinin sigortasıdır. Vergi
sisteminin zamanın şartlarına göre gözden
geçirilmemesi, gerekli ayarlamalann yapılmaması
demokrasinin kesintiye uğramasını
hızlandırabilmektedir. Nitekim, ara rejim
dönemlerinde, demokrasiyi yeniden rayına oturtma
çabalarında, işe ilk olarak vergi kanunlarından
başlandığı gözlenmektedir.
Cumhuriyetimizin 75- Yılına Doğru Vergi Sistemimiz ve Demokrasimiz
Vergi sistemimiz 29 Ekim İ923"de Cumhuriyetin ilanıyla birlikte
yeni bir bakış açısı altında oluşturulmaya
çalışılmıştır. Şüphesiz ülkemizin o tarihlerde
sahip olduğu ekonomik ,mali ve sosyal yapı vergi
sisteminin oluşturulmasında gözönünde tutulmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin önemli vergi
gelirini tarım ürünleri üzerinden alınan aşar
vergisi meydana getirmekteydi. Bu bir yerde normal
bir sonuçtu zira, o yıllarda ülke ekonomisi büyük
ölçüde tarıma dayanmaktaydı. Esasen Cumhuriyeti
kuran kadrolar verginin ülke geleceği açısından
önemini biliyorlardı. Hatta Cumhuriyet kurulmadan
daha henüz Kurtuluş Savaşı devam ederken 23 Nisan
1920'de açılan Büyük Millet Meclisi bir gün sonra
yani 24 Nisan 1920'de 1 numaralı bir kanunla Ağnam
Vergisini (hayvan varlıkları üzerinden alınan vergi)
dört kat artırmıştı. Savaşın zaferle sonuçlanması
sağlam kaynaklardan bir finansmanı gerektiriyordu.
Meclis bu yönde bir kanunu kabul etmiş, Anadolu
halkı da meclise gereken desteği vermişti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında tanm sektörü üzerindeki
ağır vergi yükü yöneticilerimizin dikkatini çekmiş
ve onları bu durumun düzeltilmesi yönündeki
çabalara itmiştir. Çünkü bu sektör üzerindeki ağır
vergiler sektörün ekonomiye olan dinamik katkılannı
zayıflatmaktaydı. Diğer sektörler lehine bir vergi
yapısı söz konusuydu. Nihayet, 1923 yılındaki İzmir
İktisat Kongresi'nde alınan bir tavsiye kararının
da etkisiyle hükümet 1925 yılında aşar vergisini
ortadan kaldırmıştır. Aşar vergisi kaldırılmakla
beraber izleyen yıllarda devlet gelirlerinde
belirgin bir gerileme görülmüştür. Bu eğilimi
durdurmak amacıyla 1926 yılında Genel Tüketim
Vergisi getirilmişür. Vergi, istenilen başarıyı
sağlayamaması üzerine bir yıl sonra kaldırılmış,
yerine Muamele Vergisi getirilmiştir. Tüketim
vergilerinden iyi gelir elde edilememesi devleti
sanayi ve hizmetler sektörlerinde tekeller kurmaya
zorlamış ve devletin tekel altına aldığı faaliyet
kolları devamlı genişlemiştir. Lozan Antlaşması
hükümlerine göre 1927'den itibaren koruyucu gümrük
politikası uygulamasına geçilmiştir Böylece,
koruyucu gümrük tarifeleriyle devlet bir taraftan
vergi gelirlerinin artacağım düşünüyor.diğer
taraftan yurtiçi sanayi kuruluşlannı koruma amacını
gerçekleştirmeye çalışıyordu. Aynı zamanda Teşviki
sanayi kanunu ile bir çok vergi muaflıkları
getirilmişti. Bu kanunun amacı, sanayi
yatırımlarını, vergi politikasiyle teşvik ederek
artırmaktık Öte yandan, 1929 Dünya Ekonomik Krizi
ülkemizi de etkisi içine almış.krizin etkileri
karşısında vergi sistemimizde bazı değişiklikler
yapılmıştır. Bina ve arazi vergilerinde
değişiklikler gerçekleştirilmiş,lktisadi Buhran ve
Hava Kuvvetlerine Yardım Vergileri yürürlüğe
konulmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nın hüküm sürdüğü
yıllarda da ülkemiz sanki savaşa girilebilecek gibi
hazırlıklarını sürdürmüş ,mali yapının
güçlendirilmesi amacıyla Varlık Vergisi ve Toprak
Mahsulleri Vergisi gibi olağanüstü vergilere
başvurulmuştur. Savaşın sona ermesini takiben bu
vergiler uygulamadan kaldırılmıştır. Bununla
birlikte.Varlık Vergisi uygulaması matrah
takdirlerinde takdir komisyonla-nnın objektif
kriterlere uygun hareket etmemeleri nedeniyle
eleştirilmiştir.
Ülkemizde 1950 yılı vergi sistemimiz yönünden önemli
bir yıl olmuşMr. 1950 yılının başında çağdaş
vergiciliğe uygun olarak hazırlanan Gelir, Kurumlar
ve Vergi Usul Kanunları yürürlüğe konuimuştur.l960'lı
yıllar ise plânlı kalkınma çabalarının başlatıldığı
yıllardır. Plânlı kalkınma çabalarında vergilerden
hem kamu finansman aracı olması hem de vergi teş-vikleriyle
özel sektör yatırımlarının belirli sektörlerde
yoğunlaştırılması açısından faydalanıl-maya
çalışılmıştır. Sanayileşmede bölgesel
dengesizlikleri ortadan kaldırmak amacıyla vergi
teşvikleri az gelişmiş yöreler için cazip hale
getirilmiştir.
Vergi sistemimizde 1970-80 arasında önemli değişiklikler
yapılamamıştır. Sadece 1970 yılındaki Finansman
Kanunuyla işletme Vergisi getirilmiştir. Bu vergi de
esasen beklenilen seviyede devlete gelir
sağlayamamıştır. Bu dönemde vergi sistemimizde
önemli ve gerekli değişiklikleri yapamamada
ülkemizdeki siyasi istikrarsızlık rol oynamıştır.
Hükümetler çok defa parlamentoda kuvvetli bir tabana
sahip olamamışlardır. Siyasi istikrarsızlık
beraberinde ekonomik ve sosyal istikrarsızları
getirmiştir. Enflasyon ilk defa bu dönemde üç
haneli rakamlara ulaşmıştır. Esasen
parlamentoların normal zamanlarda vergi yüklerinin
artışına ya da yeni vergilere olan dirençleri
bilinen bir gerçektir. Hükümetlerin kararlı tutumlan,
parlamenterleri ikna etmeleri ya da olağanüstü
şartlar halinde yeni vergi kanunlarını
parlamentodan geçirmek mümkün olabilmektedir.
1980'li yıllarda ise vergi sistemimiz top-yekün
masaya yatırılmıştır. Ülkemizi 12 Eylül'e getiren
şartlar içinde en önemlisinin vergi sistemimizde
dönemin gerekli kıldığı düzenlemelerin yapılamamış
olması söylenebilir. Çünkü vergi sisteminin dinamik
,esnek olması, ekonomik ve sosyal yapıdaki değişme
ve gelişmelere göre zaman zaman gözden geçirilmesi
lâzımdır. Bu nedenle bu özelliklere sahip bir vergi
sistemi demokrasinin de sigortası olmaktadır. İyi
işleyen bir vergi sistemi iyi işleyen bir
demokrasinin vazgeçilmez şartı durumundadır. Vergi
vatandaşlara toplumsal sorumluluklarını
hatırlatmakta, onların iyi bir vatandaş olarak
toplumun gelişmesine mali güçleriyle katkılarını
sağlamaktadır. 1980'li yılların başlarından itibaren
vergi sistemimizde yapılan değişiklikler 24 Ocak
Kararlarıyla birlikte uygulamaya konulan piyasa
ekonomisini destekleyici özellikler taşımıştır.
Yapılan değişikliklerle enflasyon nedeniyle erozyona
uğramış matrah ve tarifeler günün şartlarına uygun
hale getirilmiş, şirketleşme teşvik edilerek
firmalarımızın yatırım yapmalan özendirilmiş,
firmalarımızın dış dünya ile olan ekonomik
ilişkileri vergi istisna ve muafiyetleriyle anlamlı
bir biçimde teşvik edilmiştir. Böylece vergi
gelirlerinin kamu harcamalarını karşılama oranı
hızla yükselmiş.bütçelerimiz-de açık sorunu önemini
kaybetmiştir.1984 yılında uygulamaya konulan fatura
karşılığında iadesi düzenlemesi de belge düzeninin
ülkemizde yerleşmesine lüzmet etmiştir. Zira vergi
sisteminin işlerlik kazanabilmesi için belge
düzeninin iyi kurulmuş olması gerekmektedir. 1985
yılında ise Katma Değer Vergisine geçilmiştir.
Tüketimi en iyi şekilde vergileyen Katma Değer
Vergisine geçişle birlikte vergi sistemimiz çağdaş
ölçİileri yakalamıştır. 1985 sonrası vergi
sistemimizde çok köklü yenilikler dikkati çekmemekle
beraber 1989 yılında muhasebecilik mesleğinin yasal
bir statüye kavuşturulmasına ve mesleki disiplin
getirilmesine işaret etmeliyiz.
1990'lı yıllara gelince;1990'lı yıllarda vergi
sistemimizde Bakanlar Kuruluna kanunlarla verilen
ve 1980'li yıllardan bu yana devam edegelen oran ve
tarifelere ilişkin belli ölçülerde yetki kullanımı
dışında gerekli düzenleme-yapılamamıştır. Vergi
gelirleri bütçe harcamaları artış hızının oldukça
gerisinde kalmış, kamu finansman açıklan rekor
oranlara ulaşmaya başlamıştır. Türkiye 5 Nisan 1994
Krizine böyle bir ortamda girmiştir. 5 Nisan 1994
Kriziyle birlikte zamanın hükümeti parlamentonun
da desteğiyle olağanüstü vergilere başvurmuş, 70
Trilyon TL.'nin üzerindeki bir kaynağı ekonomiden
çekmiştir. Ancak, olağanüstü vergilerle kamu
finansman dengesi düzelmeye başlarken özel sektörde
finansman sıkıntısı
ciddi boyutlara ulaşmış,
ekonomimiz krizi çok büyük sıkıntılara katlanarak
aşabilmiştir.
Ülkemizde her zaman daha modern bir vergi sistemi oluşturma
çabaları devam etmektedir. Bu konuda gerek Maliye
Bakanlığında,
Üniversitelerimizin ilgili bölümlerinde ve ge rekse
çeşitli kesimlerde sürekli çalışmalar ya
pılmakta.görüşler ortaya konulmakta ve
tartışılmaktadır. 1998 yılma gelindiğinde mevcut
hükümet bu çerçevede konuyla ilgili çevrelerin
görüşlerini de dikkate alarak kapsamlı bir vergi
tasarısı hazırlamış ve parlamentoya sevk etmiştir.
Gerçekte, parlamentoda güçlü bir desteği bulunmayan
hükümetin vergi gibi parlamentonun normal
zamanlarda sempatik bakmadığı bir konuda tasarı
sunması oldukça şaşırtıcı olmuştur. Fakat,
ülkemizin içinde bulunduğu son derece hassas
şartları gözönünde bulunduran parlamentomuz
çalışmalarım yaz ay-lannda da sürdürerek, bazı
değişikliklerle de olsa, tasarının kanunlaşmasını
sağlamış hükümete destek vermiştir. 22.7.1998
tarihinde parlamentoda kabul edilen 4369 sayılı
kanun önemli yenilikler getirmektedir. Kayıtdışı
ekonomiyi asgari seviyeye çekmeyi.vergi oranlarını
düşürerek vergi tabanını genişletmeyi ,belge
düzenini işler hale getirmeyi, vergi yükünü dengeli
dağıtmayı amaçlayan kanun, amaçlarına ulaşabildiği
ölçüde, şüphesiz, 29 Ekim 1923'de 75. Yılım idrak
eden Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin daha güçlü
bir mali yapıya sahip olarak ileri hedeflere
yönelmesini kolaylaştırabilecektir.
|