Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Cumhuriyetimizin 75. Kuruluş Yılında Atatürk'ün İktisadi Görüşleri ve Önerileri 

Prof. Dr. Ali Özgüven 

Büyük liderler, büyük kumandanlar, bü­yük kurtarıcılar ve bazen de dahiler, sosyal sar­sıntıların ortamında doğarlar. Böyle bir ortamın yarattığı Atatürk de, Türkiye'nin kurtarıcısı, kahramanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu ol­muştur. Hiçbir lider hiçbir kumandan O'nun kadar kararlı, O'nun kadar cesur, O'nun kadar etkili olamamıştır. O'nu kelimelerle, cümlelerle ifade etmek ve tanımlamak mümkün değildir.

Atatürk, aynı zamanda bir dehaydı, ce­saretin sembolüydü, tunç bakışlıydı. Geleceği gören, geleceği anlayan, geleceği doğru yo-rumlayabilen ve geleceğin çeşitli sorunları için doğru çözümler üretebilen bir liderdi. 

Atatürk, bilimin de sembolüdür: "Hayat­ta en hakikî mürşit bilimdir" demiştir. Gerçek­ten, bilim bizi, doğaı düşünmeye yöneltir, ak­lımızı iyi kullanmağa, gideceğimiz yolları ay­dınlatmağa ve sorunları daha kolay çözmeğe yarar. Bilim, doğru düşünme, geleceği doğru anlayabilme imkânı verdiğine göre, politika­dan ayrılır 

Atatürk, özellikle, Türk halkının hür ve bağımsız yaşamasını görmek ve refahını yük­seltmek heyecanı ile doluydu. Bu heyecan, hür ve bağımsız olmak isteğinin sesiydi. Çün­kü Ülke için zararlı düşünce ve fikirler ve bun­lann uygulanmaya konulması, bağımsızlığı ve millî güvenliği tehlikeye sokabilirdi. 

Atatürk, Ülkenin hızlı bir şekilde kalkı­nabilmesi için, biraz sonra açıklayacağımız, sa­nayileşmenin zorunlu olduğuna da dikkatleri çekmiştir. Ancak, bu sanayileşme dış piyasala­rı ele geçirme ve sömürgeler oluşturmak, te­keller kurmak yönünde değildir. Bu sanayileş­me ve kalkınma anlayışı, bağımsızlık savaşı ve­ren ülkelere de ışık tutmuş, örnek olmuş ve onların cesaret gücünü arttırmıştır. Biz, bu ma­kalede, her yönüyle büyük bir düşünür ve hat­tâ iktisatçı olan Atatürk'ün iktisadî görüşlerini özetlemek istiyoruz. Özetlemek istiyoruz, çün­kü O'nun iktisadî görüşleri ve önerileri kitapla­ra sığmaz. Nitekim, birçok kitap yazılmış ve yazılmakta da.

Bilindiği gibi, izmir iktisat Kongresi, henüz Cumhuriyet kurulmadan, 17 Şubat 1923' de, Atatürk tarafından büyük bir heyecanla açılmıştır. Kongreye, yurdun her yöresinden üreticiler, ziraatçılar, tüccarlar, işçi temsilcileri, sanayiciler ve bankacılar katılmışlardır. Son derece önemli, çarpıcı, adetâ bugünü gözleri­mizin önüne seren Atatürk, açılış nutkunda şöyle diyordu: 

"...Türkiye'yi lâyık olduğu yüksek sevi­yeye getirebilmek için iktisadiyatımıza çok önem vermeliyiz. Zamanımız, tamamen iktisat devrinden başka birşey değildir. Gerçekten, Türk Tarihi incelenirse yükseliş ve çöküş se­beplerinin, iküsat sorunlan olduğu açıkça gö­rülür." 

"...Milletlerin, iktisadî hayatında iktisat son derece önemlidir^' ve memlekeümizin ge­rilemesinde ve çöküşünde iktisadî meselelerin büyük rolü olmuştur...", 

"...iktisadî bünyemizde meydana gelen yaralan tedavi etmek,  çarelerini aramak ve memlekete refahı  getirecek yollan  bulmak maksadiyle kongre toplanmaktadır."

"...Halk içinden gelen kongre üyeleri, memleketin halini, ihtiyacını, milletin elem ve emellerini yakından bilmektedir."

"...Tam bağımsızlığı sağlıyabilmek için yegâne hakikî kuvvet, en kuvvetli temel, ikti­sadiyattır."

"...Yeni Türkiye Devleti, temellerini, süngüyle değil, süngünün dahi dayandığı ikti­satla kuracaktır."

"...İktisat herşey demektir, her şeyde ik­tisat vardır."

"...Kanunlarımıza riayet şartı ile ecnebi sermayesine ihtiyacımız vardır. Memleketimiz geniştir. Çok emek ve sermaye gerekir. Ecnebi sermayesine lâzım gelen teminatı vermeğe ha­zırız. Ecnebi sermayesi, bizim sermayemize ilâve edilsin ve hem bizim, hem de onlar için faydalı neticeler versin." 

"...Yatınmlar, bütün ülkede dengeli ya­pılmalıdır. Özel sektör desteklenmeli, teşvik edilmeli ve denetlenmelidir. Özel kesimin yap­madığı yatırımlar (alt yapı gibi) devlet yapma­lıdır. Devlet, Sümerbank gibi işletmeler de ku­rabilir. Burada özel sektörle kıyasıya bir reka­bete girişmek söz konusu değildir. Devlet sa-çjece öncülük etmelidir. Daha sonra bu tür ya­tırımlar ve tüketim maddeleri üreten firmalar geliştikçe de yavaş yavaş halka devredilmeli, hisseler halka satılmalıdır. Devlet, bu satışlar­dan elde edilecek fonları, gelişmemiş bölgele­re aktarmalı ve o bölgelerin yatırımlarını arttır-malıdır." 

"...Ekonomik hayatın mekanizmaları birbirine bağlıdır. Bu mekanizmalar birbirine bağlı olarak çalışmazsa hükümet makinesi de, tam verimli işleyemez." 

Devlet bütçesi açık vermemelidir, yıl içinde ek ödemelerle bütçe dengesi bozulma-malıdır. Enflasyonsuz kalkınma demokratik düzen içinde gerçekleştirilmelidir. Dengeli bir gelir dağılımı da sağlanmalıdır. Halka ağır ge­len ve sosyal adalete uymayan vergi, rüsum ve harçlar kaldınlmalı ve halkın gelir seviyesine göre vergi alınması esası getirilmelidir." 

"...Kılıçla memleket zaptedenler (padi­şahlar) sonunda mevkilerini, sabanla memle­ket zaptedenlere (çiftçiler) terk etmeğe mah­kûmdur. Kılıç kullanan kol yorulur ama saban kullanan kol, her gün daha çok kuvvetlenir."

"...Ulusumuz, elde ettiğimiz büyük za­ferlerden daha önemli bir görev peşindedir. O zaferin kazanılması, ulusumuzun iktisat ala­nındaki başansıyla mümkün olacaktır. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasın­dan önce, iktisadını düşünmüş olmasın."

"...Tam özgürlük için millî hâkimiyet, iktisadî hâkimiyet ile kuvvetlendirilmelidir. As­kerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ikti­sat zaferleriyle taçlandmlamazlarsa elde edilen zaferler sürüp gidemez, az sonra söner. Bu iti­barla, en kuvvetli ve en parlak zaferimizin da­hi sağlayabildiği ve daha sağlayabileceği yarar­lı verimleri saptamak için iktisadî hayatımızın, iktisadî egemenliğimizin sağlanması, pekiştiril­mesi ve genişletilmesi gerekir. Düşmanlara karşı en kuvvetli silahımız, iktisat hayatındaki genişleme, sağlamlık ve başarı olacaktır."

"...El emeğini, muhakkak fenni aletlerle telafi etmek mecburiyetindeyiz. Şimendiferle­re, yollara muhtacız ve bunları şebeke haline getirmek zorundayız. Çünkü, batının ve ciha­nın araçları oldukça bunlara karşı merkepler ve kağm ile yarışmağa çıkışmanın imkânı yok­tur. Aynca sanayiimizi de genişletmek ve arttır­mak mecburiyetindeyiz. Eğer sanayi konusun­da yine hoşgörülü olursak sanayi mallarında yine dış ülkelere haraç veririz." 

"...İktisat, iktisat diyoruz. Fakat arkadaş­lar, iktisat demek herşey demektir. Yaşamak için mutlu olmak için, insanlığın var olması için ne gerekiyorsa, bunların tümü demektir. Bütün bunlar söylendiği kadar basit ve kolay olmayan şeylerdir. Bunda başarılı olabilmek için memleketin gerçeklerine uygun bir prog­ram üzerinde bütün milletin birlik halinde ça­lışması gerekir." 

İzmir İktisat Kongresinin açılış nutkun­dan alınan bu satırlar üzerinde biraz dunılursa büyük Atatürk'ün geleceği nasıl gördüğü, gö­rüş ve önerilerinin bugün bile güncelliğini na­sıl kaybetmediği kolayca anlaşılır. Bu çok önemli iktisadî ve sosyal görüşler ve öneriler, özellikle siyasal iktidarlar için de, ne kadar uyarıcı, ne kadar yol gösterici ve ne kadar na­sihat edici niteliktedir. 

Atatürk, Ülkenin birçok sorunu ile uğ­raşırken, bir taraftan da iktisat bilimine merak sarmış ve çok kısıtlı zamanında, biraz yukarda değindiğimiz üzere, bugünü simgeleyen iktisa­dî sorunları sebep-netice ilişkileriyle gözleri­mizin önüne sermiştir. Aynı şekilde, hem ülke­nin, hem de ülkelerarası iktisadın gittikçe artan önemini, daha o dönemlerde sezmesi, liderli­ğin, büyüklüğün ve yaratıcı düşüncenin bir so­nucudur. 

Atatürk, önce, tarım kesiminde reform­lara başlıyor. Çünkü, sermaye birikiminde bü­yük bir rol oynayan milli gelirin, büyük bir bö­lümü tarım ürünlerinden oluşuyordu. İkinci bir önemli nokta da sermayeyi, tanmda elde edi­len tasarruf alanları için kolayca kaynak bul­maktı. Bu amaca varmak ve üretimi özendir­mek için de, 1925 yılında tarım ürünlerinden alınan Aşar Verisi kaldırılmıştır. Ne var ki, köy­lüyü büyük bir yük altında bırakan "Yol ve Hayvan Vergisi" ise hafifletilmekle birlikte an­cak 15 Mayıs 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti zamanında kaldırılabilmiştir. Aşar Vergisi, bazı sebeplerden ötürü % 10'dan, % 50'ye ka­dar çıkmıştı. Bu yüzden Aşar Vergisi, köylüye büyük bir yük teşkil ediyordu. Ayrıca, verimi ve üretimi arttırmak amaciyle de krediler arttı­rılmış, gübre ve tohum yardımı yapılmış ve su­lama alanlan genişletilmiştir. 

Öte yandan, yukarda da açıklandığı gibi, Atatürk ecnebi (yabancı) sermayeye bü­yük önem vermiş ve başka ülkelere, kapıları açmıştır. Bu amaçla da Sanayii Teşvik Kanunu çıkarılmıştır. Sanayii Teşvik Kanunu, yabancı sermayeyi davet eden, iç yatırımları ko­laylaştıran ve hatta üretimin nasıl yapılması ge­rektiğini amaç edinen bir kanundur. Gerçek­ten ülkemizde, özel kesim hemen hemen yok­tu, mevcut firmalar da yetersizdi. Bunun sebe­bi ise sermaye birikiminin az olması yanında, yer yer isyanların baş göstermesi ve güven unsurunun sarsılmasıydı. Tasarrufları arttırmak ve israfı önlemek amacıyla "Yerli Mallar Haftası" oluşturulmuştu. Yerli mallar haftası okuma ki­taplarına bile geçmişti. O sıralarda, kişisel ge­lirler çok düşük olduğu için tasarruflar yeter­sizdi. Tasarruflar yetersiz olunca da yatırımları arttırmak pek mümkün değildir. Bu bakımdan yabancı sermayeye yönelme zorunlu hale gel­miştir. Bununla birlikte, Atatürk sermaye yü­zünden, dış ülkelere büyük ölçüde boyun bükmeyi de istemiyordu. Önce ülkenin kay­nakları belirlenmeli, üretime gidilmeli, sonra da tasarruf yapılmalıdır. Tasarruf yapalım der­ken halk zor durumda bırakılmamalıdır. Ata­türk ilave ediyor: "Bunca zaferler kazanan Türk Ulusu tasarruflar sayesinde, sermaye birikimi savaşını da kazanır." Bugün de, ya­bancı sermayenin gelmesi için ne türlü feda­kârlıklar yaptığımızı ve sermaye, ülkeden çık­masın diye nasıl ödünler verdiğimizi herkes bilmektedir. 

Sanayii Teşvik Kanunu, liberal bir iktisat politikasının ürünüdür. Müdahaleci bir iktisat politikası uygulansaydı o zaman yabancı ser­mayeyi getirmek pek mümkün olmazdı. 1928 tarihli bu kanun başlıca iki kolaylık daha geti­riyordu;

a- Devletin, sanayi yatırımları yapacak Türk üreticilerine bedava arazi verilmesi ve devlet taşıma araçlarının (Demiryollan) sanayi hammaddelerini ucuza taşıması. 

Ne var ki, 1929 Dünya Depresyonu (Krizi) liberal iktisat politikasının uygulanması­nı sınırlamıştır. 

« ABD'nde başlayan ve dalga dalga Av­rupa'ya yayılan 1929 Dünya Krizi, dünya tarım ürün fiyatlarını yan yarıya düşürünce Türkiye de ihracatını arttırabilmek amaciyle, ihraç ürün fıyatlannı % 50 indirmiştir. Meselâ, ihraç buğ­dayın kilo fiyatı 11 kuruştan 5-5 kuruşa düşü­rülmüştür. Böyle olunca, tarım kesiminin gelir­leri azalmağa başladı. O zaman, ön planda de­ğerli sayılan tarım ürünlerinin özendirilmesi, köylülerin yeniden itibar kazanabilmeleri için Atatürk şöyle diyordu: "Türkiye'nin sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanan ve lâyık olan da köylüdür. Bu se­beple, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti­nin izliyeceği yol, bu temel amacın sağlaması yönünde olmalıdır." 

"...Aynı şekilde, köylünün emeği değer­lendirilmelidir. Üretim yöntemleri geliştirilmeli ve ürünlerin verimi yükseltilmelidir. Çağdaş teknolojiye yer verilmelidir."

"...Tarım, kalkınmanın temelidir. Tarım­da reformlar yapılmalıdır. Her üreticiye uygun tarım düzeni kurulmalıdır. Her bölgede tanm merkezleri, devlet çiftlikleri açılmalıdır. Kalite­li ve ucuz ürün üretilmelidir. Topraksız köylü bırakılmamalıdır."

Türkiye'yi de etkisi altın alan 1929 Dün­ya Depresyonu liberal bir iktisat politikası ye­rine, müdahaleci bir iktisat politikasının uygu­lanmasını zorunlu kılınca Altı Ok'un biri de Devletçilik olarak belirlenmiştir. Böylece Tür­kiye'de devletçilik dönemi başlıyordu. Diğer beş ok ise; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halk­çılık, Laiklik ve înkılâpçılık'tır.

1930 yılından sonra, yine tanm kesimi üzerinde durulmuş ve aşağıdaki önlemlerle ta­rımda önemli ve büyük üretim kolaylıklan sağ­lanıyor:

a- Çiftçilere verilen krediler arttırılmıştır.

b-Tarım ürünlerinin taşınmasında uy­gulanan fiyatlar veya maliyetler düşürülmüş­tür. Devlet Demiryolları navlun fiyatları, % 50 civarında indirilmiştir.

c-Tarım politikası, çiftçilerin destekle­neceği biçimde geliştirilmiştir. Bugün buna "Destekleme Alımlan ve Taban Fiyatlan Politi­kası" diyoruz. Nitekim, Hükümet serbest piya­sa fiyatının üstünde buğday almıştır.

d- Hayvan vergisi oranı düşürülmüştür.

e-Bazı ürünleri özendirmek için hükü­met çiftçilere bedava gübre dağıtmıştır.

f- Devlet üretme çiftlikleri, bitki ve hay­van yetiştirmede, üreticilere örnek ve yardımcı olmuştur.

Bir diğer önemli ve dikkat çekici nokta da, Atatürk'ün tarımdaki gelişmelerin, "tarım-sanayii biçimi"ni alacağım ileri sürmesidir. Ta­rım sanayii demek, sanayi kesime daha ağırlık vermekle birlikte, tarım ve sanayi kesimlerini birlikte yürütmek, dengelemek ve nihayet ta­nm ürünlerinin üretiminde teknolojiye daha fazla yer vermek demektir. Üstelik, ülkede üre­tilen hammaddelerin ülke sanayii ile tüketim maddelerine dönüştürülmesi, dışa bağlılığı azaltacaktır. 

Atatürk: "Sanayiimizi de geliştirmek, ilerletmek zorundayız," diyor. Niçin sanayileş­me hedefi güdülüyor? Bu sorunun cevabını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: 

1- Tarım ürünleri dışında, hemen hemen bütün sanayi ürünlerinin ithal edilmesi, sanayi­leşme ile ithalâtın ve dış ülkelere bağlılığın aza­lacağı düşüncesi ön planda tutulmuştur.

2-Sanayileşmiş ülkelerin, sanayileşme-miş ülkelere oranla hem askerî, hem de iktisa­dî bakımdan daha güçlü olmalan.

3- Sanayileşmenin, diğer faaliyet alanla­rını da geliştirmesi ve onların ürünlerini değer­lendirmesi.

4- Sanayileşmenin, ülkeyi daha hızlı bir şekilde kalkındırması.

5- Sanayileşmenin, ithalâtı azalttığından dolayı.döviz tasarrufu sağlaması.

6- Sanayileşmenin, ihracatı arttırması ve ülkeye döviz kazandırması.

7- Sanayileşmenin, işsizliği azaltması.

8- Sanayileşmenin, emeğin verimini art­tırması ve ülke kaynaklannı daha iyi değerlen­dirmesi.

9-Sanayileşmenin, teknolojik gelişme­leri hızlandırması. 

Bu ve benzeri amaçların hedefe varabil­mesi için Devlet; Sümerbank, Etibank, Deniz-bank, Demir-Çelik gibi Kamu İktisadi Teşeb­büslerini (KİT) kurmuştur. Bu kuruluşlar, önemli gelişmeler kaydetmiştir. Kamu İktisadî Teşebbüslerinin yanında veya bağımsız özel kesime de gerekli yardımlar yapılmıştır. Onla­ra düşük faizle kredi sağlanmıştır. Böylece, bir karma ekonomi modeli uygulanmıştır. Karma ekonomi modeli, toplumun ihtiyaçlarını daha kısa sürede ve daha çok karşılayabilmek ama-ciyle, iküsadî, sosyal ve kültürel kalkınmaya da­yanan ve özel kesime yer veren bir modeldir. 

Atatürk'ün devlet anlayışı, ise demok ratik bir planlamaya dayanmaktadır. Çünkü, devletin sanayileşmede kıt kaynakları daha ve­rimli kullanması ve özel kesimle veya tek başı­na yapacağı yatırımlar arasında bir denge kur­ması kaçınılmazdır. Nitekim, bu amaçla "Beş Yıllık Sanayi Planları" hazırlanmıştır. Bu plan­lar aynı zamanda az gelişmiş ülkelerin uygula­yacağı ilk planlar olacaktır. Hemen belirtelim ki, adı geçen planlar, yol gösterici, üreticilere bilgi verici, üretimde kolaylık sağlayıcı planlar­dır. Emredici, zorlayıcı ve otoriter planlardan değildir.

Ülkemizde, İlk Beş Yıllık Sanayi Planı 1934 yılında uygulanmış ve başarılı olmuş ama beş yıl değil üç yıl yürürlükte kalmıştır. Bu yüzden, ikinci Beş Yıllık Sanayi Planı, 1939'da uygulanacak yerde 1937'de uygulamaya ko­nulmuştur. Ancak, gerek Atatürk'ün 1938'de ölümü, gerek 1939'da İkinci Dünya Savaşının başlaması, planın uygulanmasını engellemiştir. Atatürk, ülkenin kalkınmasında büyük rol oy­nayacağına inandığı planlann hazırlanmasını ve uygulanmasını yakından izlemiştir. 

Beş Yıllık Sanayi Planlarındaki bir amaç da, denk bütçenin gerçekleşmesini sağlamak­tır. Yani denk bütçenin sağlanmasında güdü­len en önemli amaç, paranın iç değerini (enf­lâsyonun önlenmesi) korumaktır. 

Ayrıca denk bütçe ihracat ile ithalat ara­sında da bir denge kurabilir. Yersiz harcamala-n, politik ve isabetsiz yatınmlan önleyebiliriz. Denk bütçe paranın dış değerini de koruyabi­lir. Üstelik halkın devlete olan güvenini de art­tırır. 

Nihayet, devletçilik, Sümerbank'ın ucu­za ürün satması gibi, sosyal adaleti de içermek­te, zayıfları kuvvetliler karşısında korumakta­dır. Devletçilik, piyasaya müdahale etmek de­ğildir. Hiçbir zaman sömürgeciliğe ve emper­yalizme yönelmemiştir. Bakınız Atatürk ne diyor: "Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara mü­dahale edilmez. Aslında hiçbir piyasa başıboş değildir." 

Para politikasına gelince, bu politika ile Atatürk, para arzı ile para talebi arasında denge kurulmasını istemiştir. Dolayisiyle durup dururken açıktan para basımı yolu ile para arzı­nın artmasına taraftar olmamıştır. Atatürk enf­lâsyona başvurmadan, ülkenin kalkınmasını önermiştir. Gerçekten iyi bir para politikası ge­lirlerle giderler, mal miktarı ile para miktarı ara­sında bir dengenin kurulabilmesine bağlıdır. Öte yandan, paranın iç değeri korunursa dış değeri de istikrarda olabilir. Aynı şekilde, para­nın iç değeri düşerse (enflâsyon) paranın dış değeri de (devalüasyon) düşer. Nitekim, Dü-yun-u Umumiye borçlan yüzünden Türk lirası­nın değeri, Sterling karşısında, Merkez Banka­sının kurulduğu yıla kadar (1930), düşmüştür. 

1921'de 1 Sterling 605 kuruş 1930'da 1 Sterling 1032 kuruş 1938'de    1 Sterling     616 kuruş Görüldüğü gibi, Türk lirası ancak 1938' de yeniden değer kazanmıştır. Bunun en önemli sebebi, Atatürk'ün enflasyonsuz kal­kınma modelini uygulaması, enflâsyonun bü­yük bir tehlike olarak bilinmesi, 1930'da Mer­kez Bankasının kurulması ve başanlı, kararlı bir para politikasının uygulanmasıdır 

Merkez Bankası kurulurken, yerli-ya-bancı bazı yetkililerden eleştiriler gelmiştir. Şöyle ki:

1-Merkez Bankasının kurulması, 1929 Dünya Depresyonundan dolayı, mevsimsizdir, anlamsızdır. Çünkü, ABD'nde kriz nedeni ile binlerce banka batmıştır.

2- Eğer Merkez Bankası kurulursa bank­notların % 30'unun altın karşılığı bulunmalıdır.

3-Banknotlann % 10'u için döviz karşı­lığı bulunmalıdır.

4- Dış ödemelerdeki açıklar kapanma­dan Merkez Bankası kurulmamalıdır.

5- Ülke ekonomisi güçlü bir hale getiril­melidir. Başka bir deyişle, yatırımlar ve üretim arttırılmalıdır.

Atatürk herşeye rağmen, 1930'da Türki­ye Cumhuriyeti Merkez Bankasını, 1715 sayılı bir kanunla anonim şirket olarak kurmuştur. Sermayenin % 51'i devletin olup bankanın his­se (pay) senetleri Türk Bankalarına ve memur­lara dağıtılmıştır. Atatürk burada da, ülkeye sermaye getirecek olan yabancı bankaların ku­rulmasına izin vermiştir.

Para politikası açısından ülkenin bağım­sızlığını Atatürk şöyle açıklıyordu: "Türk lirası­nın yabancı paralar (döviz) karşısında değerini koruması, uluslararası piyasalarda itibar ka­zanması, iç fiyatlarda istikrar sağlanması, öde­meler dengesindeki açıkların kapatılması ve dış borçların zamanında ödenmesi bağımsız­lıktan başka bir şey değildir." Nitekim, 1930-1937 arasında dış ticaret fazlası elde edilmiştir.

Atatürk burada bir noktaya daha par­mak basıyor ve diyor ki: "İhracat ile ithalat ara­sındaki dengenin sağlanması yeterli değildir, aynı zamanda ülkeler arasında görülen kalkın­ma farklarının da giderilmesi veya azaltılması şarttır."

"...Kalkınma politikası ise, demokratik düzen içinde, dengeli ve planlı karma ekono­miye dayanmaktadır. Ekonomik hayat bir bü­tündür, bir makro olayıdır. Ekonomik hayatın mekanizmaları birbirine bağlıdır. Mekanizma­lar birbirine bağlı olarak işlemezse hükümet makinesi de tam verimli çalışamaz. Hükümetin verimli çalışması sonunda aşağıdaki ilginç so­nuçlar karşımıza çıkar. 

1. Dengeli ve emeğine göre   bir gelir dağılımı politikası uygulanamaz.

2. Enflasyonsuz kalkınma yoluna gidile­mez.

3- Ödemeler Dengesi açıklan kapatıla­maz.

4. Denk bütçe politikası gerçekleşemez. 

Sonuç 

Atatürk, Türk devletini ve Cumhuriyeti kurduktan sonra, ülkenin gelişmesi ve kalkın­ması için nelerin yapılması gerektiğini ve alına­cak önlemleri gayet açık, net ve kolay anlaşılabilir bir biçimde ifade etmiştir. Genellikle tarih­ten ders almak istemeyen ülkelerden biri oldu­ğumuz için, ekonomiyi, mümkün olduğu hal­de daha ileriye bir türlü götüremiyoruz. Ara­dan çok uzun yıllann geçmesine rağmen, Ata­türk'ün görüşlerini aşamamışız. Aslında, bu­gün daha ileriye doğru bir hamle yapmalıydık. Çünkü yeni kuşak bizleri geçemezse o zaman ilerleme, gelişme ve kalkınma gerçekleşemez. Her kuşak (nesil) birbirini geçmek zorundadır.

Öte yandan, Atatürk, hukuk ve sosyal adalet anlayışının da, toplumları birbirine bağ-lıyan, kişilerin devlete olan güvenini büyük öl­çüde arttıran çok önemli iki faktör olduğunu açıklamıştır. Nitekim Atatürk, "Adalet mülkün temelidir," demiştir. Yani adalet devletin teme­lidir.

İktisadi konular yanında, hukuka da yö­nelen Atatürk; "Adliyesi, taraflı ve bağlı bir devlet düşünülemez," diyerek, adaletin insan-lann özgürlüğü, düşüncesi üzerinde nasıl etki yapabileceğini dile getirmiş oluyordu.iktisadi koşullar değişince, hukuk da reforma tabi ol­malıdır. Kanunlar toplumun ihtiyaçlarına göre değiştirilmedir. Atatürk, hukukun üstünlüğünü savunurken, biz hukuka politik bir çehre ka­zandırıyoruz. Politika sadece ve sadece iktisat bilimine uygulanmaktadır. Çünkü, her siyasi parti kendine göre bir kalkınma politikası ile seçmenlerin karşısına çıkmaktadır. Aynı şekil­de her ülkenin kendine özgü bir iktisat politi­kası vardır. Her ülke bir politikayı iyi veya kö­tü uygulayabilir. Bu ayrı bir konu. Ama bir hu­kuk politikası bir fizik politikası düşünülemez. Aksi durumda, hukuka ve devlete olan güven, bugün olduğu gibi azalır, sarsılır. 

Atatürk, niçin enflâsyona karşıdır. Çün­kü enflâsyon sosyal adaleti zedeler. Başka bir ifade ile, enflâsyonda artan fiyatlar, toplumda­ki her türlü sınıfın gelirlerini aynı oranda etki­ler. O zaman sosyal adalet ortadan kalkar, ikinci önemli nokta da enflâsyonun bir nevi, herkese uygulanan bir vergi niteliğinde olma­sıdır. Bu durumda da sosyal adalet sarsılmak­tadır. Kısaca, yeni çözüm yolları üretemiyor-sak, hiç değilse Atatürk'ün önerilerine ve gö­rüşlerine saygı duyalım.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005