Cumhuriyetimizin 75. Kuruluş Yılında
Atatürk'ün İktisadi Görüşleri ve Önerileri
Prof. Dr. Ali Özgüven
Büyük liderler, büyük kumandanlar, büyük
kurtarıcılar ve bazen de dahiler, sosyal
sarsıntıların ortamında doğarlar. Böyle bir ortamın
yarattığı Atatürk de, Türkiye'nin kurtarıcısı,
kahramanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu olmuştur.
Hiçbir lider hiçbir kumandan O'nun kadar kararlı,
O'nun kadar cesur, O'nun kadar etkili olamamıştır.
O'nu kelimelerle, cümlelerle ifade etmek ve
tanımlamak mümkün değildir.
Atatürk, aynı zamanda bir dehaydı, cesaretin
sembolüydü, tunç bakışlıydı. Geleceği gören,
geleceği anlayan, geleceği doğru yo-rumlayabilen ve
geleceğin çeşitli sorunları için doğru çözümler
üretebilen bir liderdi.
Atatürk, bilimin de sembolüdür: "Hayatta en hakikî
mürşit bilimdir" demiştir. Gerçekten, bilim bizi,
doğaı düşünmeye yöneltir, aklımızı iyi kullanmağa,
gideceğimiz yolları aydınlatmağa ve sorunları daha
kolay çözmeğe yarar. Bilim, doğru düşünme, geleceği
doğru anlayabilme imkânı verdiğine göre,
politikadan ayrılır
Atatürk, özellikle, Türk halkının hür ve bağımsız
yaşamasını görmek ve refahını yükseltmek heyecanı
ile doluydu. Bu heyecan, hür ve bağımsız olmak
isteğinin sesiydi. Çünkü Ülke için zararlı düşünce
ve fikirler ve bunlann uygulanmaya konulması,
bağımsızlığı ve millî güvenliği tehlikeye
sokabilirdi.
Atatürk, Ülkenin hızlı bir şekilde kalkınabilmesi
için, biraz sonra açıklayacağımız, sanayileşmenin
zorunlu olduğuna da dikkatleri çekmiştir. Ancak, bu
sanayileşme dış piyasaları ele geçirme ve
sömürgeler oluşturmak, tekeller kurmak yönünde
değildir. Bu sanayileşme ve kalkınma anlayışı,
bağımsızlık savaşı veren ülkelere de ışık tutmuş,
örnek olmuş ve onların cesaret gücünü arttırmıştır.
Biz, bu makalede, her yönüyle büyük bir düşünür ve
hattâ iktisatçı olan Atatürk'ün iktisadî
görüşlerini özetlemek istiyoruz. Özetlemek
istiyoruz, çünkü O'nun iktisadî görüşleri ve
önerileri kitaplara sığmaz. Nitekim, birçok kitap
yazılmış ve yazılmakta da.
Bilindiği gibi, izmir iktisat Kongresi, henüz
Cumhuriyet kurulmadan, 17 Şubat 1923' de, Atatürk
tarafından büyük bir heyecanla açılmıştır. Kongreye,
yurdun her yöresinden üreticiler, ziraatçılar,
tüccarlar, işçi temsilcileri, sanayiciler ve
bankacılar katılmışlardır. Son derece önemli,
çarpıcı, adetâ bugünü gözlerimizin önüne seren
Atatürk, açılış nutkunda şöyle diyordu:
"...Türkiye'yi lâyık olduğu yüksek seviyeye
getirebilmek için iktisadiyatımıza çok önem
vermeliyiz. Zamanımız, tamamen iktisat devrinden
başka birşey değildir. Gerçekten, Türk Tarihi
incelenirse yükseliş ve çöküş sebeplerinin, iküsat
sorunlan olduğu açıkça görülür."
"...Milletlerin, iktisadî hayatında iktisat son
derece önemlidir^' ve memlekeümizin gerilemesinde
ve çöküşünde iktisadî meselelerin büyük rolü
olmuştur...",
"...iktisadî bünyemizde meydana gelen yaralan tedavi
etmek, çarelerini aramak ve memlekete refahı
getirecek yollan bulmak maksadiyle kongre
toplanmaktadır."
"...Halk içinden gelen kongre üyeleri, memleketin
halini, ihtiyacını, milletin elem ve emellerini
yakından bilmektedir."
"...Tam bağımsızlığı sağlıyabilmek için yegâne
hakikî kuvvet, en kuvvetli temel, iktisadiyattır."
"...Yeni Türkiye Devleti, temellerini, süngüyle
değil, süngünün dahi dayandığı iktisatla
kuracaktır."
"...İktisat herşey demektir, her şeyde iktisat
vardır."
"...Kanunlarımıza riayet şartı ile ecnebi
sermayesine ihtiyacımız vardır. Memleketimiz
geniştir. Çok emek ve sermaye gerekir. Ecnebi
sermayesine lâzım gelen teminatı vermeğe hazırız.
Ecnebi sermayesi, bizim sermayemize ilâve edilsin ve
hem bizim, hem de onlar için faydalı neticeler
versin."
"...Yatınmlar, bütün ülkede dengeli yapılmalıdır.
Özel sektör desteklenmeli, teşvik edilmeli ve
denetlenmelidir. Özel kesimin yapmadığı yatırımlar
(alt yapı gibi) devlet yapmalıdır. Devlet,
Sümerbank gibi işletmeler de kurabilir. Burada özel
sektörle kıyasıya bir rekabete girişmek söz konusu
değildir. Devlet sa-çjece öncülük etmelidir. Daha
sonra bu tür yatırımlar ve tüketim maddeleri üreten
firmalar geliştikçe de yavaş yavaş halka
devredilmeli, hisseler halka satılmalıdır. Devlet,
bu satışlardan elde edilecek fonları, gelişmemiş
bölgelere aktarmalı ve o bölgelerin yatırımlarını
arttır-malıdır."
"...Ekonomik hayatın mekanizmaları birbirine
bağlıdır. Bu mekanizmalar birbirine bağlı olarak
çalışmazsa hükümet makinesi de, tam verimli
işleyemez."
Devlet bütçesi açık vermemelidir, yıl içinde ek
ödemelerle bütçe dengesi bozulma-malıdır.
Enflasyonsuz kalkınma demokratik düzen içinde
gerçekleştirilmelidir. Dengeli bir gelir dağılımı da
sağlanmalıdır. Halka ağır gelen ve sosyal adalete
uymayan vergi, rüsum ve
harçlar kaldınlmalı ve halkın gelir seviyesine göre
vergi alınması esası getirilmelidir."
"...Kılıçla memleket zaptedenler (padişahlar)
sonunda mevkilerini, sabanla memleket zaptedenlere
(çiftçiler) terk etmeğe mahkûmdur. Kılıç kullanan
kol yorulur ama saban kullanan kol, her gün daha çok
kuvvetlenir."
"...Ulusumuz, elde ettiğimiz büyük zaferlerden daha
önemli bir görev peşindedir. O zaferin kazanılması,
ulusumuzun iktisat alanındaki başansıyla mümkün
olacaktır. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve
donanmasından önce, iktisadını düşünmüş olmasın."
"...Tam özgürlük için millî hâkimiyet, iktisadî
hâkimiyet ile kuvvetlendirilmelidir. Askerî
zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisat
zaferleriyle taçlandmlamazlarsa elde edilen zaferler
sürüp gidemez, az sonra söner. Bu itibarla, en
kuvvetli ve en parlak zaferimizin dahi
sağlayabildiği ve daha sağlayabileceği yararlı
verimleri saptamak için iktisadî hayatımızın,
iktisadî egemenliğimizin sağlanması, pekiştirilmesi
ve genişletilmesi gerekir. Düşmanlara karşı en
kuvvetli silahımız, iktisat hayatındaki genişleme,
sağlamlık ve başarı olacaktır."
"...El emeğini, muhakkak fenni aletlerle telafi
etmek mecburiyetindeyiz. Şimendiferlere, yollara
muhtacız ve bunları şebeke haline getirmek
zorundayız. Çünkü, batının ve cihanın araçları
oldukça bunlara karşı merkepler ve kağm ile
yarışmağa çıkışmanın imkânı yoktur. Aynca
sanayiimizi de genişletmek ve arttırmak
mecburiyetindeyiz. Eğer sanayi konusunda yine
hoşgörülü olursak sanayi mallarında yine dış
ülkelere haraç veririz."
"...İktisat, iktisat diyoruz. Fakat arkadaşlar,
iktisat demek herşey demektir. Yaşamak için mutlu
olmak için, insanlığın var olması için ne
gerekiyorsa, bunların tümü demektir. Bütün bunlar
söylendiği kadar basit ve kolay olmayan şeylerdir.
Bunda başarılı olabilmek için memleketin
gerçeklerine uygun bir program üzerinde bütün
milletin birlik halinde çalışması gerekir."
İzmir İktisat Kongresinin açılış nutkundan alınan
bu satırlar üzerinde biraz dunılursa
büyük Atatürk'ün geleceği nasıl gördüğü, görüş ve
önerilerinin bugün bile güncelliğini nasıl
kaybetmediği kolayca anlaşılır. Bu çok önemli
iktisadî ve sosyal görüşler ve öneriler, özellikle
siyasal iktidarlar için de, ne kadar uyarıcı, ne
kadar yol gösterici ve ne kadar nasihat edici
niteliktedir.
Atatürk, Ülkenin birçok sorunu ile uğraşırken, bir
taraftan da iktisat bilimine merak sarmış ve çok
kısıtlı zamanında, biraz yukarda değindiğimiz üzere,
bugünü simgeleyen iktisadî sorunları sebep-netice
ilişkileriyle gözlerimizin önüne sermiştir. Aynı
şekilde, hem ülkenin, hem de ülkelerarası iktisadın
gittikçe artan önemini, daha o dönemlerde sezmesi,
liderliğin, büyüklüğün ve yaratıcı düşüncenin bir
sonucudur.
Atatürk, önce, tarım kesiminde reformlara başlıyor.
Çünkü, sermaye birikiminde büyük bir rol oynayan
milli gelirin, büyük bir bölümü tarım ürünlerinden
oluşuyordu. İkinci bir önemli nokta da sermayeyi,
tanmda elde edilen tasarruf alanları için kolayca
kaynak bulmaktı. Bu amaca varmak ve üretimi
özendirmek için de, 1925 yılında tarım ürünlerinden
alınan Aşar Verisi kaldırılmıştır. Ne var ki,
köylüyü büyük bir yük altında bırakan "Yol ve
Hayvan Vergisi" ise hafifletilmekle birlikte ancak
15 Mayıs 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti
zamanında kaldırılabilmiştir. Aşar Vergisi, bazı
sebeplerden ötürü % 10'dan, % 50'ye kadar çıkmıştı.
Bu yüzden Aşar Vergisi, köylüye büyük bir yük teşkil
ediyordu. Ayrıca, verimi ve üretimi arttırmak
amaciyle de krediler arttırılmış, gübre ve tohum
yardımı yapılmış ve sulama alanlan
genişletilmiştir.
Öte yandan, yukarda da açıklandığı gibi, Atatürk
ecnebi (yabancı) sermayeye büyük önem vermiş ve
başka ülkelere, kapıları açmıştır. Bu amaçla da
Sanayii Teşvik Kanunu çıkarılmıştır. Sanayii Teşvik
Kanunu, yabancı sermayeyi davet eden, iç yatırımları
kolaylaştıran ve hatta üretimin nasıl yapılması
gerektiğini amaç edinen bir kanundur. Gerçekten
ülkemizde, özel kesim hemen hemen yoktu, mevcut
firmalar da yetersizdi. Bunun sebebi ise sermaye
birikiminin az olması yanında, yer yer isyanların
baş göstermesi ve güven unsurunun sarsılmasıydı.
Tasarrufları arttırmak ve israfı önlemek amacıyla
"Yerli Mallar Haftası" oluşturulmuştu. Yerli mallar
haftası okuma kitaplarına bile geçmişti. O
sıralarda, kişisel gelirler çok düşük olduğu için
tasarruflar yetersizdi. Tasarruflar yetersiz olunca
da yatırımları arttırmak pek mümkün değildir. Bu
bakımdan yabancı sermayeye yönelme zorunlu hale
gelmiştir. Bununla birlikte, Atatürk sermaye
yüzünden, dış ülkelere büyük ölçüde boyun bükmeyi
de istemiyordu. Önce ülkenin kaynakları
belirlenmeli, üretime gidilmeli, sonra da tasarruf
yapılmalıdır. Tasarruf yapalım derken halk zor
durumda bırakılmamalıdır. Atatürk ilave ediyor:
"Bunca zaferler kazanan Türk Ulusu tasarruflar
sayesinde, sermaye birikimi savaşını da kazanır."
Bugün de, yabancı sermayenin gelmesi için ne türlü
fedakârlıklar yaptığımızı ve sermaye, ülkeden
çıkmasın diye nasıl ödünler verdiğimizi herkes
bilmektedir.
Sanayii Teşvik Kanunu, liberal bir iktisat
politikasının ürünüdür. Müdahaleci bir iktisat
politikası uygulansaydı o zaman yabancı sermayeyi
getirmek pek mümkün olmazdı. 1928 tarihli bu kanun
başlıca iki kolaylık daha getiriyordu;
a- Devletin, sanayi yatırımları yapacak Türk
üreticilerine bedava arazi verilmesi ve devlet
taşıma araçlarının (Demiryollan) sanayi
hammaddelerini ucuza taşıması.
Ne var ki, 1929 Dünya Depresyonu (Krizi) liberal
iktisat politikasının uygulanmasını sınırlamıştır.
« ABD'nde başlayan ve dalga dalga Avrupa'ya yayılan
1929 Dünya Krizi, dünya tarım ürün fiyatlarını yan
yarıya düşürünce Türkiye de ihracatını arttırabilmek
amaciyle, ihraç ürün fıyatlannı % 50 indirmiştir.
Meselâ, ihraç buğdayın kilo fiyatı 11 kuruştan 5-5
kuruşa düşürülmüştür. Böyle olunca, tarım kesiminin
gelirleri azalmağa başladı. O zaman, ön planda
değerli sayılan tarım ürünlerinin özendirilmesi,
köylülerin yeniden itibar kazanabilmeleri için
Atatürk şöyle diyordu: "Türkiye'nin sahibi ve
efendisi, gerçek üreticisi köylüdür. O halde,
herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete
hak kazanan ve lâyık olan da köylüdür. Bu sebeple,
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin izliyeceği
yol, bu temel amacın sağlaması yönünde olmalıdır."
"...Aynı şekilde, köylünün emeği
değerlendirilmelidir. Üretim yöntemleri
geliştirilmeli ve ürünlerin verimi yükseltilmelidir.
Çağdaş teknolojiye yer verilmelidir."
"...Tarım, kalkınmanın temelidir. Tarımda reformlar
yapılmalıdır. Her üreticiye uygun tarım düzeni
kurulmalıdır. Her bölgede tanm merkezleri, devlet
çiftlikleri açılmalıdır. Kaliteli ve ucuz ürün
üretilmelidir. Topraksız köylü bırakılmamalıdır."
Türkiye'yi de etkisi altın alan 1929 Dünya
Depresyonu liberal bir iktisat politikası yerine,
müdahaleci bir iktisat politikasının uygulanmasını
zorunlu kılınca Altı Ok'un biri de Devletçilik
olarak belirlenmiştir. Böylece Türkiye'de
devletçilik dönemi başlıyordu. Diğer beş ok ise;
Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik
ve înkılâpçılık'tır.
1930 yılından sonra, yine tanm kesimi üzerinde
durulmuş ve aşağıdaki önlemlerle tarımda önemli ve
büyük üretim kolaylıklan sağlanıyor:
a- Çiftçilere verilen krediler arttırılmıştır.
b-Tarım ürünlerinin taşınmasında uygulanan fiyatlar
veya maliyetler düşürülmüştür. Devlet Demiryolları
navlun fiyatları, % 50 civarında indirilmiştir.
c-Tarım politikası, çiftçilerin destekleneceği
biçimde geliştirilmiştir. Bugün buna "Destekleme
Alımlan ve Taban Fiyatlan Politikası" diyoruz.
Nitekim, Hükümet serbest piyasa fiyatının üstünde
buğday almıştır.
d- Hayvan vergisi oranı düşürülmüştür.
e-Bazı ürünleri özendirmek için hükümet çiftçilere
bedava gübre dağıtmıştır.
f- Devlet üretme çiftlikleri, bitki ve hayvan
yetiştirmede, üreticilere örnek ve yardımcı
olmuştur.
Bir diğer önemli ve dikkat çekici nokta da,
Atatürk'ün tarımdaki gelişmelerin, "tarım-sanayii
biçimi"ni alacağım ileri sürmesidir. Tarım sanayii
demek, sanayi kesime daha ağırlık vermekle birlikte,
tarım ve sanayi kesimlerini birlikte yürütmek,
dengelemek ve nihayet tanm ürünlerinin üretiminde
teknolojiye daha fazla yer vermek demektir. Üstelik,
ülkede üretilen hammaddelerin ülke sanayii ile
tüketim maddelerine dönüştürülmesi, dışa bağlılığı
azaltacaktır.
Atatürk: "Sanayiimizi de geliştirmek, ilerletmek
zorundayız," diyor. Niçin sanayileşme hedefi
güdülüyor? Bu sorunun cevabını aşağıdaki gibi
özetleyebiliriz:
1- Tarım ürünleri dışında, hemen hemen bütün sanayi
ürünlerinin ithal edilmesi, sanayileşme ile
ithalâtın ve dış ülkelere bağlılığın azalacağı
düşüncesi ön planda tutulmuştur.
2-Sanayileşmiş ülkelerin, sanayileşme-miş ülkelere
oranla hem askerî, hem de iktisadî bakımdan daha
güçlü olmalan.
3- Sanayileşmenin, diğer faaliyet alanlarını da
geliştirmesi ve onların ürünlerini değerlendirmesi.
4- Sanayileşmenin, ülkeyi daha hızlı bir şekilde
kalkındırması.
5- Sanayileşmenin, ithalâtı azalttığından
dolayı.döviz tasarrufu sağlaması.
6- Sanayileşmenin, ihracatı arttırması ve ülkeye
döviz kazandırması.
7- Sanayileşmenin, işsizliği azaltması.
8- Sanayileşmenin, emeğin verimini arttırması ve
ülke kaynaklannı daha iyi değerlendirmesi.
9-Sanayileşmenin, teknolojik gelişmeleri
hızlandırması.
Bu ve benzeri amaçların hedefe varabilmesi için
Devlet; Sümerbank, Etibank, Deniz-bank, Demir-Çelik
gibi Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) kurmuştur.
Bu kuruluşlar, önemli gelişmeler kaydetmiştir. Kamu
İktisadî Teşebbüslerinin yanında veya bağımsız özel
kesime de gerekli yardımlar yapılmıştır. Onlara
düşük faizle kredi sağlanmıştır. Böylece, bir karma
ekonomi modeli uygulanmıştır. Karma ekonomi modeli,
toplumun ihtiyaçlarını daha kısa sürede ve daha çok
karşılayabilmek ama-ciyle, iküsadî, sosyal ve
kültürel kalkınmaya dayanan ve özel kesime yer
veren bir modeldir.
Atatürk'ün devlet anlayışı, ise demok ratik bir
planlamaya dayanmaktadır. Çünkü, devletin
sanayileşmede kıt kaynakları daha verimli
kullanması ve özel kesimle veya tek başına yapacağı
yatırımlar arasında bir denge kurması
kaçınılmazdır. Nitekim, bu amaçla "Beş Yıllık Sanayi
Planları" hazırlanmıştır. Bu planlar aynı zamanda
az gelişmiş ülkelerin uygulayacağı ilk planlar
olacaktır. Hemen belirtelim ki, adı geçen planlar,
yol gösterici, üreticilere bilgi verici, üretimde
kolaylık sağlayıcı planlardır. Emredici, zorlayıcı
ve otoriter planlardan değildir.
Ülkemizde, İlk Beş Yıllık Sanayi Planı 1934 yılında
uygulanmış ve başarılı olmuş ama beş yıl değil üç
yıl yürürlükte kalmıştır. Bu yüzden, ikinci Beş
Yıllık Sanayi Planı, 1939'da uygulanacak yerde
1937'de uygulamaya konulmuştur. Ancak, gerek
Atatürk'ün 1938'de ölümü, gerek 1939'da İkinci Dünya
Savaşının başlaması, planın uygulanmasını
engellemiştir. Atatürk, ülkenin kalkınmasında büyük
rol oynayacağına inandığı planlann hazırlanmasını
ve uygulanmasını yakından izlemiştir.
Beş Yıllık Sanayi Planlarındaki bir amaç da, denk
bütçenin gerçekleşmesini sağlamaktır. Yani denk
bütçenin sağlanmasında güdülen en önemli amaç,
paranın iç değerini (enflâsyonun önlenmesi)
korumaktır.
Ayrıca denk bütçe ihracat ile ithalat arasında da
bir denge kurabilir. Yersiz harcamala-n, politik ve
isabetsiz yatınmlan önleyebiliriz. Denk bütçe
paranın dış değerini de koruyabilir. Üstelik halkın
devlete olan güvenini de arttırır.
Nihayet, devletçilik, Sümerbank'ın ucuza ürün
satması gibi, sosyal adaleti de içermekte,
zayıfları kuvvetliler karşısında korumaktadır.
Devletçilik, piyasaya müdahale etmek değildir.
Hiçbir zaman sömürgeciliğe ve emperyalizme
yönelmemiştir. Bakınız Atatürk ne diyor: "Kesin
zaruret olmadıkça, piyasalara müdahale edilmez.
Aslında hiçbir piyasa başıboş değildir."
Para politikasına gelince, bu politika ile Atatürk,
para arzı ile para talebi arasında denge kurulmasını
istemiştir. Dolayisiyle durup dururken açıktan para
basımı yolu ile para arzının artmasına taraftar
olmamıştır. Atatürk enflâsyona başvurmadan, ülkenin
kalkınmasını önermiştir. Gerçekten iyi bir para
politikası gelirlerle giderler, mal miktarı ile
para miktarı arasında bir dengenin kurulabilmesine
bağlıdır. Öte yandan, paranın iç değeri korunursa
dış değeri de istikrarda olabilir. Aynı şekilde,
paranın iç değeri düşerse (enflâsyon) paranın dış
değeri de (devalüasyon) düşer. Nitekim, Dü-yun-u
Umumiye borçlan yüzünden Türk lirasının değeri,
Sterling karşısında, Merkez Bankasının kurulduğu
yıla kadar (1930), düşmüştür.
1921'de 1 Sterling 605 kuruş 1930'da 1 Sterling 1032
kuruş 1938'de 1 Sterling 616 kuruş Görüldüğü
gibi, Türk lirası ancak 1938' de yeniden değer
kazanmıştır. Bunun en önemli sebebi, Atatürk'ün
enflasyonsuz kalkınma modelini uygulaması,
enflâsyonun büyük bir tehlike olarak bilinmesi,
1930'da Merkez Bankasının kurulması ve başanlı,
kararlı bir para politikasının uygulanmasıdır
Merkez Bankası kurulurken, yerli-ya-bancı bazı
yetkililerden eleştiriler gelmiştir. Şöyle ki:
1-Merkez Bankasının kurulması, 1929 Dünya
Depresyonundan dolayı, mevsimsizdir, anlamsızdır.
Çünkü, ABD'nde kriz nedeni ile binlerce banka
batmıştır.
2- Eğer Merkez Bankası kurulursa banknotların %
30'unun altın karşılığı bulunmalıdır.
3-Banknotlann % 10'u için döviz karşılığı
bulunmalıdır.
4- Dış ödemelerdeki açıklar kapanmadan Merkez
Bankası kurulmamalıdır.
5- Ülke ekonomisi güçlü bir hale getirilmelidir.
Başka bir deyişle, yatırımlar ve üretim
arttırılmalıdır.
Atatürk herşeye rağmen, 1930'da Türkiye Cumhuriyeti
Merkez Bankasını, 1715 sayılı bir kanunla anonim
şirket olarak kurmuştur. Sermayenin % 51'i devletin
olup bankanın hisse (pay) senetleri Türk
Bankalarına ve memurlara dağıtılmıştır. Atatürk
burada da, ülkeye sermaye getirecek olan yabancı
bankaların kurulmasına izin vermiştir.
Para politikası açısından ülkenin bağımsızlığını
Atatürk şöyle açıklıyordu: "Türk lirasının yabancı
paralar (döviz) karşısında değerini koruması,
uluslararası piyasalarda itibar kazanması, iç
fiyatlarda istikrar sağlanması, ödemeler
dengesindeki açıkların kapatılması ve dış borçların
zamanında ödenmesi bağımsızlıktan başka bir şey
değildir." Nitekim, 1930-1937 arasında dış ticaret
fazlası elde edilmiştir.
Atatürk burada bir noktaya daha parmak basıyor ve
diyor ki: "İhracat ile ithalat arasındaki dengenin
sağlanması yeterli değildir, aynı zamanda ülkeler
arasında görülen kalkınma farklarının da
giderilmesi veya azaltılması şarttır."
"...Kalkınma politikası ise, demokratik düzen
içinde, dengeli ve planlı karma ekonomiye
dayanmaktadır. Ekonomik hayat bir bütündür, bir
makro olayıdır. Ekonomik hayatın mekanizmaları
birbirine bağlıdır. Mekanizmalar birbirine bağlı
olarak işlemezse hükümet makinesi de tam verimli
çalışamaz. Hükümetin verimli çalışması sonunda
aşağıdaki ilginç sonuçlar karşımıza çıkar.
1. Dengeli ve emeğine göre bir gelir dağılımı
politikası uygulanamaz.
2. Enflasyonsuz kalkınma yoluna gidilemez.
3- Ödemeler Dengesi açıklan kapatılamaz.
4. Denk bütçe politikası gerçekleşemez.
Sonuç
Atatürk, Türk devletini ve Cumhuriyeti kurduktan
sonra, ülkenin gelişmesi ve kalkınması için nelerin
yapılması gerektiğini ve alınacak önlemleri gayet
açık, net ve kolay anlaşılabilir bir biçimde ifade
etmiştir. Genellikle tarihten ders almak istemeyen
ülkelerden biri olduğumuz için, ekonomiyi, mümkün
olduğu halde daha ileriye bir türlü götüremiyoruz.
Aradan çok uzun yıllann geçmesine rağmen,
Atatürk'ün görüşlerini aşamamışız. Aslında, bugün
daha ileriye doğru bir hamle yapmalıydık. Çünkü yeni
kuşak bizleri geçemezse o zaman ilerleme, gelişme ve
kalkınma gerçekleşemez. Her kuşak (nesil) birbirini
geçmek zorundadır.
Öte yandan, Atatürk, hukuk ve sosyal adalet
anlayışının da, toplumları birbirine bağ-lıyan,
kişilerin devlete olan güvenini büyük ölçüde
arttıran çok önemli iki faktör olduğunu
açıklamıştır. Nitekim Atatürk, "Adalet mülkün
temelidir," demiştir. Yani adalet devletin
temelidir.
İktisadi konular yanında, hukuka da yönelen
Atatürk; "Adliyesi, taraflı ve bağlı bir devlet
düşünülemez," diyerek, adaletin insan-lann
özgürlüğü, düşüncesi üzerinde nasıl etki
yapabileceğini dile getirmiş oluyordu.iktisadi
koşullar değişince, hukuk da reforma tabi
olmalıdır. Kanunlar toplumun ihtiyaçlarına göre
değiştirilmedir. Atatürk, hukukun üstünlüğünü
savunurken, biz hukuka politik bir çehre
kazandırıyoruz. Politika sadece ve sadece iktisat
bilimine uygulanmaktadır. Çünkü, her siyasi parti
kendine göre bir kalkınma politikası ile seçmenlerin
karşısına çıkmaktadır. Aynı şekilde her ülkenin
kendine özgü bir iktisat politikası vardır. Her
ülke bir politikayı iyi veya kötü uygulayabilir. Bu
ayrı bir konu. Ama bir hukuk politikası bir fizik
politikası düşünülemez. Aksi durumda, hukuka ve
devlete olan güven, bugün olduğu gibi azalır,
sarsılır.
Atatürk, niçin enflâsyona karşıdır. Çünkü enflâsyon
sosyal adaleti zedeler. Başka bir ifade ile,
enflâsyonda artan fiyatlar, toplumdaki her türlü
sınıfın gelirlerini aynı oranda etkiler. O zaman
sosyal adalet ortadan kalkar, ikinci önemli nokta da
enflâsyonun bir nevi, herkese uygulanan bir vergi
niteliğinde olmasıdır. Bu durumda da sosyal adalet
sarsılmaktadır. Kısaca, yeni çözüm yolları
üretemiyor-sak, hiç değilse Atatürk'ün önerilerine
ve görüşlerine saygı duyalım.
|