Demokrasi İçin Yenilenme İradesi
Şeref Malkoç
Modern toplumların çağdaş hukuk normlarını
uygulamada ve giderek karmaşıkla-şan yönetme ve
yönetilme problemlerini gidermede kullandıkları en
etkin enstrüman demokrasidir. Özellikle, ikici
Dünya Savaşı sonrası daha çok taraftar bulan ve
daha kapsamlı uygulanma imkanı bulan demokrasinin
farklı coğrafya ve medeniyetlerde farklı gelişimler
sergilediği de bilinmektedir. 20. yüzyılın bu
yönetim biçimi, hukuk devleti kavramı ve kuvvetler
ayrılığı ilkesinin gelişmesiyle devlet yönetiminde
vazgeçilmez bir fonksiyon üstlenmiş; ortaya bütün
ülkeler için hukukun üstünlüğüne dayalı modern
demokrasi konsepti çıkmıştır. Nitekim, yüzyılın son
döneminde bir ülkenin sadece seçim, parlamento ve
benzeri kurumlara sahip olmasının gerçek demokrasi
anlamına gelmeyeceği dahası, hukuksal temeli
bulunmayan unsurların modern yönetim diliyle
demokratik değer taşımayacağı kabul edilmektedir.
Bu temel kriter, gerçek demokrasinin karşısında
tehlike olarak beliren ""şekli demokrasinin
tanımlanması için fonksiyonel bir anlam
taşımaktadır. Anti-demokratik bir/hukuk ve
bürokratik sistemle birlikte işleyen bir
seçim sistemi "şekli demokrasi"nin belirgin
örneğidir. Özellikle, demokrasiyle 50'li yıllarda
tanışan ülkelerle, soğuk savaş sonrası bazı
denemeler bu gruba girmektedir. Türkiye'nin de 50
sonrası yaşadığı üç askeri darbe deneyimi ve anıları
henüz oldukça taze olan 28 Şubat süreci ile aynı
gruba girdiğini söylemek zor olmayacaktır. Müdahale
mantığı ve alışkanlığı, beraberinde rejimin
demokrasi dışı güçler sayesinde ayakta durduğu
kanaatin!, yani, san diktan yansıyan iradenin sadece
bu güçlerle uzlaştığı müddetçe reel bir değer
taşıdığı fikrini de empoze etmektedir, Bu fikrin
dayanak noktası da demokrasi ya da bilinen müdahale
deyimiyle "demokrasinin rayına oturtulması"
olmaktadır.
Bir Referans Olarak Demokrasi
Türkiye tecrübesi, yer yer "şekli demokrasi" yer
yer de "yönetemeyen demokrasi" deyimiyle uygunluk
göstermekte; sonuçta ortaya salt halk iradesinin
demokrasiyi oluşturmak için yeterli olmadığı gerçeği
çıkmaktadır. Bu o denli belirgindir ki, son genel
seçimlerden birinci olarak çıkmış olan Refah
Partisi, bir yıllık iktidar deneyiminin hemen
ardından anayasal takibata alınmış ve
kapatılabilmiştir. Demokratik usûllerle yükselen
bir kariyere sahip olduğu açıkça bilinmesine ve
'demokrasiye karşı' tek bir suç işlememiş olmasına
rağmen Refah Partisi, demokrasi düşmanlığı ile
suçlanmış ve aslında kamuoyunca bilinen kapatma
nedenlerine karşın gerçek neden "demokrasi
düşmanlığı" ile kamufle edilme yoluna gidilmiştir.
Bu da, gerçekte var olmasa ya da eksik olsa bile
demokrasinin bütün ülkelerde en geçerli savunma
yöntemi olduğunu göstermektedir. Demokrasiyi
referans almak o kadar geçerli bir yöntemdir ki,
siyasi partilerin kapatılmasını açıklamak için bile
yine demokrasiye müracaat edilmektedir. Refah
Partisi'nin kapatılmasının kamuoyuna
yansıtılmasında kullanılan en belirgin gerekçe bu
partinin demokrasiyi katledeceği varsayımıdır. Bu
yaklaşımın anlamı gerçekte Türkiye Cumhuriyeti'nin "demokra-tikleşmesi"
yani ülkenin demokratik bir Cumhuriyet haline
gelmesi problemin de gözardı edilmesidir.
Demokrasinin Evrensel "Olmazsa Olmazları
Cumhuriyetin modern ve "yöneten" demokrasi hüviyeti
kazanması kaçınılmaz bir ih-livaç olarak
belirmiştir. Bunun için de hukukun üstünlüğü çatısı
altında temei insan haklarından olan ifade
özgürlüğünün temini kaçınılmazdır. Bu hak, Avrupa
insan Haklan Sözleşmesi'nde şöyle düzenlenmiştir:
"1- Herkes ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak kanaat
taşıma ve resmi makamlarca karşılamaksızın ve ülke
sınırlarına bakılmaksızın bilgi ve fikirlerin
alınıp yayılması özgürlüğünü de içerir...
2- Kullanılması ödev ve sorumluluklar içeren bu
özgürlükler, demokratik bir toplumda gerekli olan,
ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü ve kamu
güvenliği, kamu düzeninin ko-nınmâsı veya suçun
önlenmesi, genel sağlık ya da ahlakın korunması,
başkalarının ün ve haklarının korunması, gizli
bilgilerin açıklanmasının engellenmesi ya da
yargının otorite ve tarafsızlığının sağlanması
amacıyla kanunla konulan kural, şart kısıtlama ve
cezalarla bağlanabilir."
Yine aynı sözleşme "örgütlenme hakkı"nı da
düzenlemektedir ki, bu hakkın da demokrasinin
kurumsallaşması için vazgeçilmez olduğu açıktır.
Evrensel örgütlenme hakkı şöyle ifade ediliyor:
"Herkes menfaatlerini korumak için sendika kurma ve
onlara katılma hakkı dahil, barışçıl toplanma ve
örgütlenme özgürlüğüne sahiptir..."
ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü,
demokrasinin varlığının delili olarak kabul
edilebilecek iki önemli haktır. Tek başına seçim ya
da beraberinde parlamentonun oluşma ve hatta kanun
yapma hakkına sahip olması
demokrasinin varlığı için yeterli değildir.
Nitekim, AİHM "ifade özgürlüğü" ile "demokratik
toplum" arasındaki ilişkiye vurgu yapmaktadır:
"ifade özgürlüğü demokratik toplumun hayati
temellerinden birisi olup, bu toplumun ilerlemesi ve
her insanın gelişmesi için gerekli temel
şartlardandır. O sadece 'lehte', 'gücendirmeyen'
veya 'tarafsız' bilgi ve düşünceler için değil aynı
zamanda devleti veya belli top-ium Kesimini
gücendiren, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve
düşünceler için de geçerlidir. Bütün bunlar
'demokratik toplum'un vazgeçilmez unsurları olan
çoğulculuk, hoşgörü ve müsamahanın gerekleridir."
Bir Kıyaslama İmkanı
Bu yaklaşım, ifade özgürlüğünün sınırlarını tayin
ettiği ve genişlettiği gibi Türkiye için de kapsamlı
bir mukayese imkanı ortaya çıkarmaktadır. Sadece
sakıncasız düşünceler için değil, gerektiğinde
statükoyu ve siyasal sistemi eleştirebilme hakkı,
sistemi ifade yoluyla 'rahatsız' edebilmek için de
ifade hakkı kullanılabilmelidir. Düşüncenin
sınırlanması ve örgütlenmenin baskı altına alınması
başka bir delil aranmaksızın demokrasinin "şekli"
olduğunu ve aslında bu haliyle bir baskı aracı
olarak kullanılabileceğini kabul etmek demektir. Bu
ise, soğuk savaş öncesi ve sonrası
demokratikleşemeyen devlet yapılarının
başvurdukları en kolaycı yöntemdir. Nitekim,
modern dünya tarafından demokratikleşme baskısı
altında tutulan "diktatoryal" devletlerin bu
baskıları yatıştırmak için serbest seçim sözü
vermeleri ya da bunu bir şekilde gerçekleştirmeleri
tesadüf değildir. Ancak, çoğu kez bu adımın ardından
beklenen hukuksal ve sosyal adımlar gelmemekte
"gerçek demokrasi"ye geçiş mümkün olamamaktadır.
Hukuka ve vatandaşlarının birarada
yaşayabilecekleri temel değerlerin korama altına
alan değerlere dayan-mayan devletler, doğal olarak
millet iradesinin yansımasına da izin vermemektedir.
Modern düşüncenin kuralı bellidir: Devlet,
vatandaşlarına ifade ve örgütlenme
Hakkını
verdiği müddetçe demokratik bir yapılanmaya
kavuşabilecek, vatandaşlar da bu hakları özgürce
kullanabildikleri zaman demokratik bir toplumun
fertleri olabileceklerdir.
Yenilenme İradesi
Toplumlar tecrübelerinden aldıkları derslerle
ilerleme ve ancak bu şekilde tarihin 'menfi'
tekerrürüne mani olma imkanına sahiptirler. Üç
askeri darbe, ara rejim denemeleri ve siyasi parti
kapatmaları... Bütün bunlar, Türkiye'nin ve
demokrasinin acılarla ve zaman kayıplarıyla elde
ettiği pahalı tecrübelerdir. Yaşanan son dramatik
tecrübe, Refah Partisi'nin hukuk dışı yöntemlerle
kapatılması, hukukun siyasallaştırılarak demokrasi
üzerinde bir baskı aracı haline getirilmesidir.
Demokrasiye yönelik bu darbe de öncekiler gibi
ülkenin temel dinamiklerinin ve tarihsel
gelişiminin gerçekleşmesine mani olamayacaktır.
Aslolan toplumun yenilenme iradesini özgürce ifade
etmeye devam etmesi, bunun için; yani, demokrasi
için yine demokratik yöntemleri kullanmaya ısrarla
devam etmesidir. Bütün bu acı tecrübeler karşısında
düşünce tarihinin kaydettiği bir değişmez gerçeğin
varlığı unutulmamalıdır. Demokratik ve sivil
yöntemlerle yapılan vurgular sonuçta birer
demokratik faktör olarak baskın çıkma özelliğine
sahiptirler.
Ve şimdi, bu vurguya en fazla Türk demokrasisi
ihtiyaç duymaktadır. Bu, her alanda bir yenilenme
iradesinin sivil toplum marifetiyle kamusal alana
egemen olması ve devletin demokratikleşemeyen
ünitelerini dönüştürmesidir.
Hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem,
farklılıklarını barış içinde yaşatabilen bir
toplumla anlam kazanabilir. Türkiye'nin temel
problemi haradadır ve esasen yumuşak karnı da budur.
Ancak bu altyapı, üzerine, ifade ve örgütlenme
özgürlüğünün hakim kılındığı bir toplumsal yapı,
devleti de demokratik istikamette dönüştürecektir.
Hukuku veri olarak alan siyasal sistem ise bütün
evrensel demokratik değerlerin teminatıdır. Siyasi
partiler, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü,
örgütlenme hakkı, sivil toplum örgüsü ve nihayet
kuvvetler ayrılığı prensibi üzerine oturtulmuş bir
yapı demokrasinin vazgeçilmez değişik unsurlarını
ifade etmektedir. Hepsinin birarada temini
kaçınılmaz . bir zorunluluktur. Ve Türk toplumunun
çözmeye mahkum olduğu sosyo-politik bir problemdir.
Hem devlet hem de toplum siyasal envanterini
çıkarma becerisi ve cesaretini ortaya koyduğu
taktirde sonuç kaçınılmaz olarak şekli demokrasinin
gerçek demokrasiye dönüşmesi olacaktır.
|