Devlet ve Özel Kesim İlişkileri
Türkiye'de Devlet-Özel kesim ilişkilerini tarihsel
süreç içerisinde incelediğimizde, imparatorluk
döneminde ekonomik faaliyetler üzerinde uygulanan
kontrolcu Devlet yaklaşımının,Cumhuriyetin ilk
yıllarından sonra yürütülen Devletçilik anlayışı ile
yönlendirici bir biçimde devam ettiği görülür.
Devlet bu dönemde, özel kesimin güçlendirilmesi için
destekleyici bir eğilim içerisinde bulunmakla
birlikte, ekonomik gücüde elinde tutan bir kurum
olarak özel kesimle ilişkilerinde belirleyici ve
hükmedici taraf konumunda yer almıştır. Tarımda ve
sanayide küçük işletmelerin hakim durumda olduğu
böylesine zayıf bir doku üzerindeki Devlet'in, her
alanda varlığını hissettirmesi kuşkusuz kaçınılmaz
bir sonuçtur. Bu yapı içerisinde yönetilenlerin
tümü, kendilerini; Devletin dikte ettiği kararlara
uymak zorunda hissetmiş, taleplerini dile
getirmekten çekinen bir tutum sergilemek durumunda
kalmışlardır.
Devletçilik faaliyetlerinin de katkısıyla zamanla
serpilip gelişen özel kesim, 1950'lerden sonra
siyasi şartların getirdiği yeni avantajları da
değerlendirerek, yöneticiler nezdinde talepler dile
getirebilen, siyasi kararları etkileyen bir güç
kazanmıştır. Bununla beraber ekonomik olanakların
merkezi idare tarafından dağıtılmaya devam edildiği
sonraki yıllarda da, Devlet karşısındaki nisbi
edilginliğini sürdürmüşlerdir. Bu durum ekonomik
birimlerin, kendi kendini yönetebilme ve gerçek
çözüm öneri ve taleplerini dile getirebilme gücünü
kırmış; bu alandaki enerjinin tam kullanımını
engellemiştir. Siyasete yakın duran işadamlarının
kollanması; ekonomik kaynakları kullanan kişilerin
tesadüfi başarılarının, başarısızlıklarının ve zaman
zaman da rüşvet olaylarının sergilendiği bir
ekonomik tablo ortaya çıkarmıştır. Piyasa
koşullarına uyumlu ve rekabete dayanıklı
işletmelerin gelişmesi bu dönemlerde yönetsel destek
görmemiş, bu birimlerin daha büyük açılım sağlaması
gözardı edilmiştir. İş çevrelerinin yöneticiye
ulaşma ve sorunlarını çözümleme hızı, siyasi bir
aracıya bağımlı kılındığı için ekonominin
gerektirdiği dinamizmden toplum olarak yoksun
kalınmış, memur atamalarında liyakat ilkesine yer
verilmemesi, kamunun etkili bir önderlik kurmasını
engellemiş, idari mevzuat karmaşası ekonomiyi
zorlayan bir etki ortaya çıkarmıştır.
İş dünyası ile bürokrasi arasındaki zamanı kavrayış
farklılığı kendisini her alanda hissettirmiş,
ekonominin çarkı bu farklılığın etkisiyle oldukça
ağır dönmüştür. Bürokrasinin zaman ve idari usul
kodifıkasyonuna yönelmeyerek, keyfi bir tutum
içerisinde bulunmasına bağlı olarak, siyasi
otoriteye yakın olan işadamları dışında kalan büyük
orandaki işletme sahipleri edilgenliklerini
sürdürmüş, örgütlenme yoluyla yeterli etkinlik
ortaya koyamamıştır.
Ekonominin daha etkin ve verimli bir biçimde işler
hale getirilebilmesi için kuşkusuz özel
sektörümüzün de özelleştirilmesi ve rekabet gücüne
kavuşturulması gereği vardır. Zira, özel sektörün de
ekonomiye çok ciddi yükler yüklediği ve kaynak
israfının bu kesimde de ciddi boyutlarda olduğu
artık herkesçe kabul edilmekte ve bunu düzeltecek
önlemlerin de ayrıca ve süratle alınması
önerilmektedir.
Bütün bunlara karşın, esas itibariyle kamu
yönetiminden kaynaklanan ve yukarıda değinilen
eksikliklerin giderilmesi halinde, devlet-özel kesim
ilişkilerinin daha düzenli, özel sektörün daha
rekabetçi ve ekonominin daha verimli bir düzeye
gelmesi mümkündür.
Öte yandan, değinilen bu olumsuzluklara rağmen,
Türkiye ekonomisi içerisinde genellikle teşvik ve
destek görmüş büyük işletmelerin yanı sıra, imalat
sanayi içindeki payı %40'ı bulan 200 bin küçük ve
orta ölçekli işletmenin gelişmesini sürdürdüğü ve
ülke ihracatından %8 oranında pay aldığı
görülmektedir. Kapasite kullanım oram düşük,
teknolojileri eski, standart üretim uygulamasına
geçemeyen, düşük kalitede ve pahalıya ürettiği malı
ucuza satan bu kesimin, çözülmesi gerekli çok büyük
sorunları bulunmasına rağmen, genel kredi hacminin
yalnızca %3-4'ünü kullanarak bu günlere ulaşmış
olmaları, üzerinde durulması gereken önemli bir
noktadır. Genel imalat sanayi içerisindeki payı
oldukça yüksek olan bu kesimin, ciddi bir destek
görmeden varlıklarını sürdürebilmiş olmaları
gerçekten dikkat çekicidir. Düzenli bir kamu-özel
kesim ilişkisi içerisinde, gelişme potansiyeli
oldukça yüksek olan bu kesimin sorunlarının
giderilmesi ve desteklenmesi halinde, üretim ve
ihracat kapasitesinin hızla artacağı kuşkusuzdur.
Bu bağlamda;
Mevcut
vergi mevzuatının yeniden düzenlenmesi, vergi
yönünden teşvik tedbirleri geliştirilmesi ve vergi
oranlarının düşürülmesi, kazanç üzerinden alınan
vergilerde özellikle büyük işletmelerin
yararlandırıldığı vergi istisna ve muafiyetlerinden
küçük ve orta işletmelerin de yararlandırılması,
Gümrük Birliğine giriş aşamasında bu işletmelerin
varlıklarını sürdürebilmeleri için büyük sanayi ile
entegrasyonunun gerçekleştirilmesi, modern
teknoloji kullanma yeteneklerinin arttırılması,
makina parkı yenileme, kalite, firma birleşmeleri
gibi konularda alt projelerin hazırlanması, bilgi ve
kalifiye eleman eksikliğini giderecek eğitim
programlarının uygulamaya konulması ile bütün bu
desteklere uygun araştırma-geliştirme, yeniden
örgütlenme çalışmalarının yapılması ve finansman
programına dayalı olarak kredi kullanım oranlarının
artırılması, gerekmektedir.
Ayrıca, ülkemizde devletin, pazarın olumsuzluklarını
gidermek üzere ekonomik alana müdahale etmesi de,
herkesçe kabul edilen bir zorunluluktur. Türkiye'de
devlet, özellikle eğitim ve sağlık alanını tümüyle
pazara terk edemez. Bu alanlar pazar ekonomisine
kapatılmadan devlet, halkının eğitimini sağlamak ve
sağlığını korumak amacıyla hizmet üretmeye devam
etmek zorundadır. Bunun yapılmaması, toplumun önemli
bir kesiminin dışlanması sonucunu doğurur, toplumsal
bağları zayıflatır ve toplumsal barışı bozar.
Öte yandan devlet, sosyal güvenlik kurumlarının
ayakta kalmasını sağlayacak önlemleri de almak
durumundadır. Devlet, sosyal güvenlik kurumlarının
krizden kurtulması için gerekli desteği sağlamalı
ancak, sosyal güvenlik şemsiyesi, "edilgen yurttaş"
rahatlığı yaratacak bir genişliğe ulaşarak yurttaşın
dinamizmini yok etmemelidir.
Devletin Teşvik ve Destek Uygulamaları
Devletin teşvik ve destek uygulamaları, Avrupa
Gümrük Birliğine girilmesinden sonra nitelik ve yön
değiştirmiştir. Gümrük Birliğine dahil ülke
girişimcileri arasındaki rekabetin ortak koşullarda
yapılabilmesi için diğer hukuksal alt yapı
alanlarında olduğu gibi teşvik uygulamalarında da
uyum öngörülmüştür.
Bu bağlamda, ülkemizin teşvik ve destek
politikalarında da öngörülen değişiklikler
gerçekleştirilmiştir. Yeni teşvik düzeni; AR-GE,
ÇEVRE, KOBİ bazındaki özendirmeleri uygun görmekte
ayrıca, bölgesel gelişmişlik farklılıkları nedeniyle
çeşitli özendirme politikaları uygulamalarına da
izin vermektedir.
Avrupa Birliği taahhütlerimiz nedeniyle teşvik ve
destek politikalarının belirlenen çerçeve içerisinde
uygulanma gereği vardır. Bölgesel gelişmişlik
farklarının gerektirdiği durumlarda teşvik ve destek
araçlarına başvurmaya olanak veren bu düzenlemeler,
ülkemiz için gerçekçi ve gereklidir. Bölgesel
eşitsizliklerin giderilmesi (en azından
yumuşatılması) için kamu fonları harekete
geçirilmeli ve Bölgesel Kalkınma Programları
uygulamaya konulmalıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgesindeki geri kalmışlık, bu bölgelere yapılacak
her türlü yatırımın da teşvik ve desteklenmesini
gerekli kılmaktadır.
Avrupa Birliği taahhütlerimizin de olanak verdiği
bölgesel teşvik ve desteklerle ilgili uygun hukuksal
alt yapı düzenlemeleri, süratle gerçekleştirilmeli
ve hazırlanacak bölgesel teşvik programları zaman
geçirilmeksizin uygulamaya konulmalıdır.
Devletin Küçültülmesi
Devletin kamusal ' hizmetlerle ilgili görevlerinin
yeniden değerlendirilmesi, teşkilat yapısının
küçültülerek fonksiyonel hale getirilmesi, halka
dönük yönetim anlayışının yerleştirilmesi gereği,
önemini bugün de muhafaza etmektedir.
Dünya ekonomisindeki küreselleşme süreci, toplumun
değişik kesimlerinin çeşitli konularda uzlaşmalarım
sağlayacak kurumlara olan ihtiyacını ve kaynak
tahsisinin artan ölçüde piyasa mekanizmasına
bırakılmasını, gündeme getirmektedir.
Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasında,
devletin hangi faaliyetleri doğrudan yürüteceğine
veya yürütmeye devam edeceğine, hangi faaliyetler
açısından ise gözetici, destekleyici, yol gösterici
veya sadece izleyici rol üstleneceğine karar
verilerek kamu hizmetlerinin yeniden
değerlendirilmesi, görevler ile teşkilat arasında
uyumun sağlanması, hizmet etkinliğinin artırılması,
ücret adaletinin sağlanması, katılımcılık ve halka
dönük bir yönetim anlayışının yerleştirilmesi önem
kazanmaktadır.
Verimsiz ve pahalı devlet yapılanması ve işleyişi;
kamu kaynaklarının özel yararlar için istismarının
önlenmesi de sağlanarak, tasarruf ve etkinlik
ilkeleri çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir.
Devletin rolü, küreselleşme ve entegrasyon
politikaları çerçevesinde yeniden tanımlanarak tüm
kamu kurum ve kuruluşları üstlendikleri görevle
uyumlu bir örgüt yapısına kavuşturulmalıdır.
Bu yaklaşım kuşkusuz, rekabeti ilahlaştıran, pazarın
mutlak erdemini kabul eden, sosyal bir boyutu
olmayan, bilinen "Asgari Devlet" yaklaşımı değildir.
Aksine ekonomide verimliliğin ve maliyet yapısının
rekabet edebilir düzeylere getirilebilmesi için
devletin ve devlet işletmelerinin etkin ve verimli
çalışmalarının sağlanarak ekonomi üzerindeki
yüklerinin azaltılmasını ve üretilen mal ve
hizmetlerin kalitesinin yükseltilmesini amaçlayan,
küçük ama etkin ve demokrat bir devlet anlayışıdır.
Bu anlayışa göre, pazarın üretim ve dağıtımda etkili
olamadığı, koşul, zaman ve mekanlarda devlet,
kuşkusuz etkin rol oynayacak, özellikle ileri
teknoloji üretmek ve bölgesel dengesizlikleri
gidermek amacıyla gerekirse yatırım yapacak ve her
türlü fonksiyonu üstlenecektir.
Devlet İşletmeciliği
Devlet işletmeleri bir dönem Türkiye’de önemli
roller oynamışlardır. Bu işletmeler olmasaydı
Türkiye bugün bulunduğu noktaya gelemez, sanayisini
kesinlikle oluşturamazdı. Özellikle 1930'larda
devlet işletmeleri ekonominin gelişmesinde
alternatifi olmayan görevler ifa etmişlerdir.
Kuşkusuz artık dünyamız, 1930'ların dünyası
değildir. Küreselleşme denilen olay, rekabetteki
kısıtları kaldırmış ve yoğun rekabeti, ekonominin en
önemli fonksiyonu konumuna getirmiştir. Rekabet;
fiyatta, kalitede ve süratte rekabettir. Artık
üretimin fiyat ve kalite bakımından başkaları
düzeyinde yapılması yeterli değildir, başkaları
kadar da hızlı yapılması gereklidir.
Devlet işletmeleri, bilinen bürokratik yapıları
nedeniyle sürat rekabetinde dezavantajlı bir
konumdadırlar. Bürokratik yapılarda, ekonomik
kıstasların yerini başka değişkenlerin alması her
zaman yüksek bir olasılıktır.
Nitekim, Devletin ekonomik alanda ticari esaslara
göre faaliyet göstermek üzere kurduğu iktisadi
işletmelerin de bugün pek çok sorunla karşı karşıya
bulunduğu bilinmektedir. Devlet işletmeleri hangi
nedenlerle kurulmuş olurlarsa olsunlar, arkalarında
nasıl bir yasal-tarihsel miras taşıyorlarsa
taşısınlar, eğer kaynakların dağılımına ve etkin
kullanımına engel oluşturuyorlarsa ve bu anlamda
topluma bir maliyetleri varsa mutlaka
düzeltilmeleri ve/veya özelleştirilmeleri gerekir.
Devlet işletmelerine Atatürk heykelleri gibi
bakılamaz. Atatürk heykellerinin topluma
maliyetleri sıfırdır. Oysa kıt kaynakları bu
şekilde israf eden devlet işletmelerinin topluma çok
ciddi maliyetleri vardır.
Özelleştirme çalışmalarının önem kazanması, kamu
işletmelerinin bir gün nasıl olsa
özelleştirilecekleri yaklaşımıyla göz ardı
edilmelerine neden olmuştur. Bu işletmelere, zaten
yetersiz olduğu gerekçesiyle kamu kaynaklarından
tahsis yapılmaması yeğlenmekte, bir gün
özelleştirileceği yaklaşımıyla bakım ve onarım
harcamaları dışında başkaca bir harcama
(idame-yenileme-modernizasyon) da yapılmamaktadır.
Devletin bu yaklaşımı, kamu işletmelerinin çağın
gereklerine uyum konusunda gereğini yapamamaları
sonucunu doğurmaktadır. Böylece işletmeler, her
geçen gün üretim teknolojileri yönünden gerilemekte,
rekabet güçleri azaldığı içinde de
karlılık-verimlilik oranları düşmektedir.
Sürecin devam etmesi halinde; kamu işletmelerinin
rekabet güçlerini büyük ölçüde yitirmeleri bir yana,
birer hurdalık haline gelmeleri dahi ihtimal
dahilinde bulunmaktadır. Böylesi bir bakış açısı
salt kamu çıkarları yönünden dahi kabul edilemez.
Bu konudaki fonksiyonel yaklaşım, devlet
işletmelerinin verimliliklerinin arttırılması
olduğuna göre, teknolojik yenilikleri hızla takibi
mümkün kılacak bir yabancı ortak da bu bağlamda
düşünülmelidir. Kaldıki, bir yandan kamu
işletmelerinin rekabet güçleri muhafaza edilmeye
çalışılırken, diğer yandan özelleştirme
çalışmalarının yürütülmesi de mümkündür.
Verimlilik ve özelleştirme konusu birbiriyle yakın
ilişkilidir. Özelleştirme, kamu işletmelerinin
verimliliğini artırıcı bir araç olarak
düşünülmelidir. Kamu işletmelerinin hurda değeriyle
değil, ekonomiye katma değer sağlayabilecek işletme
değeriyle özelleştirilebilmesi için de bu
işletmelerin ihtiyaç duyduğu modernizasyon
yatırımlarının doğrudan veya uygun ortaklar
bulunarak birlikte, mutlaka yapılması gereklidir.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın böylesi çok yönlü
bir yaklaşım, kamu iktisadi kuruluşlarına temel
bakış olmalıdır.
Özelleştirme
Dünya'da üç tür özelleştirme çabası vardır.
Özelleştirmeyi finansman aracı olarak gören Latin
Amerika modeli, özelleştirmeyi ekonominin
sistematik bir dönüşümü için araç olarak kullanan
Doğu Avrupa modeli ve özelleştirmeyi etkinlik ekseni
üzerine oturtmuş olan Batı Avrupa modeli.
Bizdeki özelleştirme girişimleri daha çok makro
amaçlı ve özel olarak da kamu finansman açıklarını
dengelemek için yapılmakta ve Latin Amerika tipi
özelleştirmeye benzer görünmektedir.
Ülkemizde, kamu finansman dengesinin sağlanması,
kamu borç stokunun düşürülmesi, bütçe açıklarının
kapatılması için önemli araçlardan biri olarak
görülen kamu iktisadi varlıklarının özelleştirilmesi
uygulamaları, çok ağır bir şekilde yürütülmektedir.
Bizde 10 yıldır uygulanan özelleştirme laubali,
alaturka bir özelleştirmedir. Bugünkü kurumsal yapı
içerisinde bu çalışmaların etkin ve süratli bir
şekilde yürütülebilirle olanağıda yoktur.
Özelleştirme, çok ciddi ve tutarlı bir kamu reform
projesi çerçevesinde uygulanabilecek ekonomik
politikalar bütününün önemli bir enstrümanıdır.
Özelleştirme kuşkusuz başlı başına bir amaç
değildir. Amaç Türkiye'nin, rekabet gücü daha yüksek
ve rasyonel bir ekonomik yapıya nasıl
ulaşabileceğidir.
Özelleştirme bir mülkiyet ve karlılık sorunu değil,
etkinlik sorunudur. Özelleştirme bir sihirli değnek
değil, kaynakların daha etkin kullanımını, maliyet
tasarrufunu ve verim artışını sağlayacak yapısal bir
değişme olarak düşünülmelidir. Yani özelleştirme,
kaynak kullanımında etkinlik ve verimlilik eksenine
oturtulmalıdır. Avrupa Birliği ile entegrasyon
sürecinde, rekabet gücümüzün artırılması yönünden
özelleştirme, daha da bir önem kazanmaktadır.
Özelleştirme faaliyetlerinin kamuoyunu rahatsız
etmeyecek ölçüde şeffaf bir yöntemle yürütülmesi de
kuşkusuz gereklidir. Kamu çıkarının korunması,
toplumu tatmin eden dürüst ve açık satış
yöntemleriyle özelleştirme çalışmalarının
sonuçlandırılması zorunluluğu vardır. Özelleştirme
uygulamalarının başarısı açısından, özelleştirmenin
gerekliliği ve amaçları konusunda kamuoyu
oluşturulmalı ve kamuoyunun aydınlatılması
çalışmalarına özel önem verilerek uygulamalar
açıklık ilkesi doğrultusunda yürütülmelidir. Ayrıca
özelleştirme sonucunda ortaya çıkabilecek sosyal
sorunların çözümüne öncelik verilmeli, özel önem
taşıyan bölgeler ve sektörler için önlemler
geliştirilmelidir.
Bu amaçla oluşturulan Özelleştirme İdaresinin bugün,
mali değeri son derece düşük bir kısım kamu
varlıklarının özelleştirilme çalışmalarıyla meşgul
edilmesi, gerçekte mesai ve zaman kaybıdır. Bu
kurumun bir ihtisas mercii olarak, muhammen bedeli
belli bir miktarın üzerinde olan özelleştirme
faaliyetleriyle ilgilenmesi, belirlenen rakamın
altında kalan özelleştirme işlemlerinin ise ilgili
kuruluşlarca doğrudan sonuçlandırılması özelleştirme
çalışmalarına sürat ve başarı kazandıracaktır.
Gerçektende, Özelleştirme idaresi bugün Resmi
Gazeteden izlenebildiği kadarıyla 30-40 Milyar TL
değerinde gayrimenkullerin satışı ile
ilgilenmektedir.
Böylesi parakende özelleştirme çalışmalarıyla
ulaşılabilecek önemli bir hedef olamaz. 5-7 Milyar $
değerindeki PETKİM, 13-19 Milyar $ değerindeki
TELECOM'un özelleştirilmesi dururken, Özelleştirme
İdaresinin 30-40 Milyarlık satışlarla ilgilenmesi
tutarlı ve kabul edilebilir değildir.
Özelleştirme İdaresi; uluslararası ihale dahil,
karmaşık satış yöntemlerinin uygulanmasını
gerektiren, örneğin; 30-50 Milyon $'ın üzerindeki
özelleştirme çalışmalarıyla ilgilenmeli, bu rakamsal
düzeyin altındaki özelleştirme çalışmaları ilgili
kurumlarca ve/veya Özelleştirme İdaresinin
gözetiminde doğrudan yürütülmelidir. Böylece hem
Özelleştirme idaresindeki uzman kadrolar önemli
özelleştirme çalışmalarında belirli bir
etkinlik/verimlilik anlayışıyla kullanılmış olacak,
hemde özelleştirme faaliyetleri sürat ve derinlik
kazanacaktır.
Özelleştirme sonrasında piyasalarda ortaya
çıkabilecek tekelleşmeleri ve aksaklıkları önleyici
tedbirler de ayrıca ve önemle ele alınmalı,
sermayenin tabana yayılması ilkesi de bu bağlamda,
özenle göz önünde bulundurulmalıdır. Burada, çoğu
iktisatçıların hemfikir oldukları; "özel tekelin,
devlet tekelinden pek çok bakımdan daha kötü olduğu
ve özellikle piyasa mekanizmasının işlerliğini
engelleyici girişimlerinin daha yaygın ve etkin
sonuçlar verdiği" gerçeği de gözardı edilmemelidir.
|