Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Devlet ve Özel Kesim İlişkileri 

Türkiye'de Devlet-Özel kesim ilişkilerini tarihsel süreç içerisinde incelediğimizde, imparatorluk döneminde ekonomik faaliyetler üzerinde uygulanan kontrolcu Devlet yaklaşımının,Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra yürütülen Devletçilik anlayışı ile yönlendirici bir biçimde devam ettiği görülür. Devlet bu dönemde, özel kesimin güçlendirilmesi için destekleyici bir eğilim içerisinde bulunmakla birlikte, ekonomik gücüde elinde tutan bir kurum olarak özel kesimle ilişkilerinde belirleyici ve hükmedici taraf konumunda yer almıştır. Tarımda ve sanayide küçük işlet­melerin hakim durumda olduğu böylesine zayıf bir doku üzerindeki Devlet'in, her alanda varlığını hissettirmesi kuşkusuz kaçınılmaz bir sonuç­tur. Bu yapı içerisinde yönetilenlerin tümü, kendilerini; Devletin dikte ettiği kararlara uymak zorunda hissetmiş, taleplerini dile getirmekten çekinen bir tutum sergilemek durumunda kalmışlardır.

 Devletçilik faaliyetlerinin de katkısıyla zamanla serpilip gelişen özel kesim, 1950'lerden sonra siyasi şartların getirdiği yeni avantajları da değerlendirerek, yöneticiler nezdinde talepler dile getirebilen, siyasi karar­ları etkileyen bir güç kazanmıştır. Bununla beraber ekonomik olanakların merkezi idare tarafından dağıtılmaya devam edildiği sonraki yıllarda da, Devlet karşısındaki nisbi edilginliğini sürdürmüşlerdir. Bu durum ekonomik birimlerin, kendi kendini yönetebilme ve gerçek çözüm öneri ve taleplerini dile getirebilme gücünü kırmış; bu alandaki enerjinin tam kul­lanımını engellemiştir. Siyasete yakın duran işadamlarının kollanması; ekonomik kaynakları kullanan kişilerin tesadüfi başarılarının, başarısızlıklarının ve zaman zaman da rüşvet olaylarının sergilendiği bir ekonomik tablo ortaya çıkarmıştır. Piyasa koşullarına uyumlu ve rekabete dayanıklı işletmelerin gelişmesi bu dönemlerde yönetsel destek görmemiş, bu birimlerin daha büyük açılım sağlaması gözardı edilmiştir. İş çevrelerinin yöneticiye ulaşma ve sorunlarını çözümleme hızı, siyasi bir aracıya bağımlı kılındığı için ekonominin gerektirdiği dinamizmden toplum olarak yoksun kalınmış, memur atamalarında liyakat ilkesine yer verilmemesi, kamunun etkili bir önderlik kurmasını engellemiş, idari mevzu­at karmaşası ekonomiyi zorlayan bir etki ortaya çıkarmıştır.

 İş dünyası ile bürokrasi arasındaki zamanı kavrayış farklılığı kendisini her alanda hissettirmiş, ekonominin çarkı bu farklılığın etkisiyle oldukça ağır dönmüştür. Bürokrasinin zaman ve idari usul kodifıkasyonuna yönelmeyerek, keyfi bir tutum içerisinde bulunmasına bağlı olarak, siyasi otoriteye yakın olan işadamları dışında kalan büyük orandaki işletme sahipleri edilgenliklerini sürdürmüş, örgütlenme yoluyla yeterli etkinlik ortaya koyamamıştır.

 Ekonominin daha etkin ve verimli bir biçimde işler hale getirilebilme­si için kuşkusuz özel sektörümüzün de özelleştirilmesi ve rekabet gücüne kavuşturulması gereği vardır. Zira, özel sektörün de ekonomiye çok ciddi yükler yüklediği ve kaynak israfının bu kesimde de ciddi boyutlarda olduğu artık herkesçe kabul edilmekte ve bunu düzeltecek önlemlerin de ayrıca ve süratle alınması önerilmektedir.

 Bütün bunlara karşın, esas itibariyle kamu yönetiminden kaynaklanan ve yukarıda değinilen eksikliklerin giderilmesi halinde, devlet-özel kesim ilişkilerinin daha düzenli, özel sektörün daha rekabetçi ve ekonominin daha verimli bir düzeye gelmesi mümkündür. 

Öte yandan, değinilen bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye ekonomisi içerisinde genellikle teşvik ve destek görmüş büyük işletmelerin yanı sıra, imalat sanayi içindeki payı %40'ı bulan 200 bin küçük ve orta ölçekli işlet­menin gelişmesini sürdürdüğü ve ülke ihracatından %8 oranında pay aldığı görülmektedir. Kapasite kullanım oram düşük, teknolojileri eski, standart üretim uygulamasına geçemeyen, düşük kalitede ve pahalıya ürettiği malı ucuza satan bu kesimin, çözülmesi gerekli çok büyük sorunları bulunmasına rağmen, genel kredi hacminin yalnızca %3-4'ünü kullanarak bu günlere ulaşmış olmaları, üzerinde durulması gereken önemli bir nok­tadır. Genel imalat sanayi içerisindeki payı oldukça yüksek olan bu ke­simin, ciddi bir destek görmeden varlıklarını sürdürebilmiş olmaları gerçekten dikkat çekicidir. Düzenli bir kamu-özel kesim ilişkisi içerisinde, gelişme potansiyeli oldukça yüksek olan bu kesimin sorunlarının gide­rilmesi ve desteklenmesi halinde, üretim ve ihracat kapasitesinin hızla arta­cağı kuşkusuzdur. Bu bağlamda;

 Mevcut vergi  mevzuatının yeniden düzenlenmesi, vergi yönünden teşvik tedbirleri geliştirilmesi ve vergi oranlarının düşürülmesi, kazanç üzerinden alınan vergilerde özellikle büyük işletmelerin yararlandırıldığı vergi istisna ve muafiyetlerinden küçük ve orta işletmelerin de yararlandırılması, Gümrük Birliğine giriş aşamasında bu işletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri için büyük sanayi ile entegrasyonunun gerçek­leştirilmesi, modern teknoloji kullanma yeteneklerinin arttırılması, makina parkı yenileme, kalite, firma birleşmeleri gibi konularda alt projelerin hazırlanması, bilgi ve kalifiye eleman eksikliğini giderecek eğitim pro­gramlarının uygulamaya konulması ile bütün bu desteklere uygun araştırma-geliştirme, yeniden örgütlenme çalışmalarının yapılması ve finansman programına dayalı olarak kredi kullanım oranlarının artırılması, gerekmektedir. 

Ayrıca, ülkemizde devletin, pazarın olumsuzluklarını gidermek üzere ekonomik alana müdahale etmesi de, herkesçe kabul edilen bir zorunluluk­tur. Türkiye'de devlet, özellikle eğitim ve sağlık alanını tümüyle pazara terk edemez. Bu alanlar pazar ekonomisine kapatılmadan devlet, halkının eğitimini sağlamak ve sağlığını korumak amacıyla hizmet üretmeye devam etmek zorundadır. Bunun yapılmaması, toplumun önemli bir kesiminin dışlanması sonucunu doğurur, toplumsal bağları zayıflatır ve toplumsal barışı bozar. 

Öte yandan devlet, sosyal güvenlik kurumlarının ayakta kalmasını sağlayacak önlemleri de almak durumundadır. Devlet, sosyal güvenlik kurumlarının krizden kurtulması için gerekli desteği sağlamalı ancak, sosyal güvenlik şemsiyesi, "edilgen yurttaş" rahatlığı yaratacak bir genişliğe ulaşarak yurttaşın dinamizmini yok etmemelidir.

 Devletin Teşvik ve Destek Uygulamaları

 Devletin teşvik ve destek uygulamaları, Avrupa Gümrük Birliğine gir­ilmesinden sonra nitelik ve yön değiştirmiştir. Gümrük Birliğine dahil ülke girişimcileri arasındaki rekabetin ortak koşullarda yapılabilmesi için diğer hukuksal alt yapı alanlarında olduğu gibi teşvik uygulamalarında da uyum öngörülmüştür.

 Bu bağlamda, ülkemizin teşvik ve destek politikalarında da öngörülen değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Yeni teşvik düzeni; AR-GE, ÇEVRE, KOBİ bazındaki özendirmeleri uygun görmekte ayrıca, bölgesel gelişmişlik farklılıkları nedeniyle çeşitli özendirme politikaları uygula­malarına da izin vermektedir. 

Avrupa Birliği taahhütlerimiz nedeniyle teşvik ve destek politikalarının belirlenen çerçeve içerisinde uygulanma gereği vardır. Bölgesel gelişmişlik farklarının gerektirdiği durumlarda teşvik ve destek araçlarına başvurmaya olanak veren bu düzenlemeler, ülkemiz için gerçekçi ve gereklidir. Bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi (en azından yumuşatılması) için kamu fonları harekete geçirilmeli ve Bölgesel Kalkınma Programları uygulamaya konulmalıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki geri kalmışlık, bu bölgelere yapılacak her türlü yatırımın da teşvik ve desteklen­mesini gerekli kılmaktadır. 

Avrupa Birliği taahhütlerimizin de olanak verdiği bölgesel teşvik ve desteklerle ilgili uygun hukuksal alt yapı düzenlemeleri, süratle gerçekleştirilmeli ve hazırlanacak bölgesel teşvik programları zaman geçirilmeksizin uygulamaya konulmalıdır. 

Devletin Küçültülmesi 

Devletin kamusal ' hizmetlerle ilgili görevlerinin yeniden değerlendirilmesi, teşkilat yapısının küçültülerek fonksiyonel hale geti­rilmesi, halka dönük yönetim anlayışının yerleştirilmesi gereği, önemini bugün de muhafaza etmektedir. 

Dünya ekonomisindeki küreselleşme süreci, toplumun değişik kesim­lerinin çeşitli konularda uzlaşmalarım sağlayacak kurumlara olan ihtiyacını ve kaynak tahsisinin artan ölçüde piyasa mekanizmasına bırakılmasını, gündeme getirmektedir. 

Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasında, devletin hangi faaliyetleri doğrudan yürüteceğine veya yürütmeye devam edeceğine, hangi faaliyetler açısından ise gözetici, destekleyici, yol gösterici veya sadece izleyici rol üstleneceğine karar verilerek kamu hizmetlerinin yeniden değerlendirilmesi, görevler ile teşkilat arasında uyumun sağlan­ması, hizmet etkinliğinin artırılması, ücret adaletinin sağlanması, katılımcılık ve halka dönük bir yönetim anlayışının yerleştirilmesi önem kazanmaktadır. 

Verimsiz ve pahalı devlet yapılanması ve işleyişi; kamu kaynaklarının özel yararlar için istismarının önlenmesi de sağlanarak, tasarruf ve etkinlik ilkeleri çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir.

 Devletin rolü, küreselleşme ve entegrasyon politikaları çerçevesinde yeniden tanımlanarak tüm kamu kurum ve kuruluşları üstlendikleri görevle uyumlu bir örgüt yapısına kavuşturulmalıdır.

Bu yaklaşım kuşkusuz, rekabeti ilahlaştıran, pazarın mutlak erdemini kabul eden, sosyal bir boyutu olmayan, bilinen "Asgari Devlet" yaklaşımı değildir. Aksine ekonomide verimliliğin ve maliyet yapısının rekabet ede­bilir düzeylere getirilebilmesi için devletin ve devlet işletmelerinin etkin ve verimli çalışmalarının sağlanarak ekonomi üzerindeki yüklerinin azaltılmasını ve üretilen mal ve hizmetlerin kalitesinin yükseltilmesini amaçlayan, küçük ama etkin ve demokrat bir devlet anlayışıdır. Bu anlayışa göre, pazarın üretim ve dağıtımda etkili olamadığı, koşul, zaman ve mekanlarda devlet, kuşkusuz etkin rol oynayacak, özellikle ileri teknoloji üretmek ve bölgesel dengesizlikleri gidermek amacıyla gerekirse yatırım yapacak ve her türlü fonksiyonu üstlenecektir. 

Devlet İşletmeciliği 

Devlet işletmeleri bir dönem Türkiye’de önemli roller oynamışlardır. Bu işletmeler olmasaydı Türkiye bugün bulunduğu noktaya gelemez, sanayisini kesinlikle oluşturamazdı. Özellikle 1930'larda devlet işletmeleri ekonominin gelişmesinde alternatifi olmayan görevler ifa etmişlerdir. 

Kuşkusuz artık dünyamız, 1930'ların dünyası değildir. Küreselleşme denilen olay, rekabetteki kısıtları kaldırmış ve yoğun rekabeti, ekonominin en önemli fonksiyonu konumuna getirmiştir. Rekabet; fiyatta, kalitede ve süratte rekabettir. Artık üretimin fiyat ve kalite bakımından başkaları düzeyinde yapılması yeterli değildir, başkaları kadar da hızlı yapılması gereklidir. 

Devlet işletmeleri, bilinen bürokratik yapıları nedeniyle sürat reka­betinde dezavantajlı bir konumdadırlar. Bürokratik yapılarda, ekonomik kıstasların yerini başka değişkenlerin alması her zaman yüksek bir olasılıktır. 

Nitekim, Devletin ekonomik alanda ticari esaslara göre faaliyet göster­mek üzere kurduğu iktisadi işletmelerin de bugün pek çok sorunla karşı karşıya bulunduğu bilinmektedir. Devlet işletmeleri hangi nedenlerle kurulmuş olurlarsa olsunlar, arkalarında nasıl bir yasal-tarihsel miras taşıyorlarsa taşısınlar, eğer kaynakların dağılımına ve etkin kullanımına engel oluşturuyorlarsa ve bu anlamda topluma bir maliyetleri varsa mutla­ka düzeltilmeleri ve/veya özelleştirilmeleri gerekir. Devlet işletmelerine Atatürk heykelleri gibi bakılamaz. Atatürk heykellerinin topluma maliyet­leri sıfırdır. Oysa kıt kaynakları bu şekilde israf eden devlet işletmelerinin topluma çok ciddi maliyetleri vardır.

Özelleştirme çalışmalarının önem kazanması, kamu işletmelerinin bir gün nasıl olsa özelleştirilecekleri yaklaşımıyla göz ardı edilmelerine neden olmuştur. Bu işletmelere, zaten yetersiz olduğu gerekçesiyle kamu kay­naklarından tahsis yapılmaması yeğlenmekte, bir gün özelleştirileceği yaklaşımıyla bakım ve onarım harcamaları dışında başkaca bir harcama (idame-yenileme-modernizasyon) da yapılmamaktadır. 

Devletin bu yaklaşımı, kamu işletmelerinin çağın gereklerine uyum konusunda gereğini yapamamaları sonucunu doğurmaktadır. Böylece işlet­meler, her geçen gün üretim teknolojileri yönünden gerilemekte, rekabet güçleri azaldığı içinde de karlılık-verimlilik oranları düşmektedir.

Sürecin devam etmesi halinde; kamu işletmelerinin rekabet güçlerini büyük ölçüde yitirmeleri bir yana, birer hurdalık haline gelmeleri dahi ihti­mal dahilinde bulunmaktadır. Böylesi bir bakış açısı salt kamu çıkarları yönünden dahi kabul edilemez. 

Bu konudaki fonksiyonel yaklaşım, devlet işletmelerinin verimlilik­lerinin arttırılması olduğuna göre, teknolojik yenilikleri hızla takibi mümkün kılacak bir yabancı ortak da bu bağlamda düşünülmelidir. Kaldıki, bir yandan kamu işletmelerinin rekabet güçleri muhafaza edil­meye çalışılırken, diğer yandan özelleştirme çalışmalarının yürütülmesi de mümkündür. 

Verimlilik ve özelleştirme konusu birbiriyle yakın ilişkilidir. Özelleştirme, kamu işletmelerinin verimliliğini artırıcı bir araç olarak düşünülmelidir. Kamu işletmelerinin hurda değeriyle değil, ekonomiye katma değer sağlayabilecek işletme değeriyle özelleştirilebilmesi için de bu işletmelerin ihtiyaç duyduğu modernizasyon yatırımlarının doğrudan veya uygun ortaklar bulunarak birlikte, mutlaka yapılması gereklidir. 

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın böylesi çok yönlü bir yaklaşım, kamu iktisadi kuruluşlarına temel bakış olmalıdır. 

Özelleştirme 

Dünya'da üç tür özelleştirme çabası vardır. Özelleştirmeyi finansman aracı olarak gören Latin Amerika modeli, özelleştirmeyi ekonominin sis­tematik bir dönüşümü için araç olarak kullanan Doğu Avrupa modeli ve özelleştirmeyi etkinlik ekseni üzerine oturtmuş olan Batı Avrupa modeli. 

Bizdeki özelleştirme girişimleri daha çok makro amaçlı ve özel olarak da kamu finansman açıklarını dengelemek için yapılmakta ve Latin Amerika tipi özelleştirmeye benzer görünmektedir.

Ülkemizde, kamu finansman dengesinin sağlanması, kamu borç stoku­nun düşürülmesi, bütçe açıklarının kapatılması için önemli araçlardan biri olarak görülen kamu iktisadi varlıklarının özelleştirilmesi uygulamaları, çok ağır bir şekilde yürütülmektedir. Bizde 10 yıldır uygulanan özelleştirme laubali, alaturka bir özelleştirmedir. Bugünkü kurumsal yapı içerisinde bu çalışmaların etkin ve süratli bir şekilde yürütülebilirle olanağıda yoktur. 

Özelleştirme, çok ciddi ve tutarlı bir kamu reform projesi çerçevesinde uygulanabilecek ekonomik politikalar bütününün önemli bir enstrümanıdır. 

Özelleştirme kuşkusuz başlı başına bir amaç değildir. Amaç Türkiye'nin, rekabet gücü daha yüksek ve rasyonel bir ekonomik yapıya nasıl ulaşabileceğidir. 

Özelleştirme bir mülkiyet ve karlılık sorunu değil, etkinlik sorunudur. Özelleştirme bir sihirli değnek değil, kaynakların daha etkin kullanımını, maliyet tasarrufunu ve verim artışını sağlayacak yapısal bir değişme olarak düşünülmelidir. Yani özelleştirme, kaynak kullanımında etkinlik ve ver­imlilik eksenine oturtulmalıdır. Avrupa Birliği ile entegrasyon sürecinde, rekabet gücümüzün artırılması yönünden özelleştirme, daha da bir önem kazanmaktadır. 

Özelleştirme faaliyetlerinin kamuoyunu rahatsız etmeyecek ölçüde şeffaf bir yöntemle yürütülmesi de kuşkusuz gereklidir. Kamu çıkarının korunması, toplumu tatmin eden dürüst ve açık satış yöntemleriyle özelleştirme çalışmalarının sonuçlandırılması zorunluluğu vardır. Özelleştirme uygulamalarının başarısı açısından, özelleştirmenin gerekliliği ve amaçları konusunda kamuoyu oluşturulmalı ve kamuoyunun aydınlatılması çalışmalarına özel önem verilerek uygulamalar açıklık ilkesi doğrultusunda yürütülmelidir. Ayrıca özelleştirme sonucunda ortaya çıkabilecek sosyal sorunların çözümüne öncelik verilmeli, özel önem taşıyan bölgeler ve sektörler için önlemler geliştirilmelidir. 

Bu amaçla oluşturulan Özelleştirme İdaresinin bugün, mali değeri son derece düşük bir kısım kamu varlıklarının özelleştirilme çalışmalarıyla meşgul edilmesi, gerçekte mesai ve zaman kaybıdır. Bu kurumun bir ihti­sas mercii olarak, muhammen bedeli belli bir miktarın üzerinde olan özelleştirme faaliyetleriyle ilgilenmesi, belirlenen rakamın altında kalan özelleştirme işlemlerinin ise ilgili kuruluşlarca doğrudan sonuçlandırılması özelleştirme çalışmalarına sürat ve başarı kazandıracaktır. Gerçektende, Özelleştirme idaresi bugün Resmi Gazeteden izlenebildiği kadarıyla 30-40 Milyar TL değerinde gayrimenkullerin satışı ile ilgilenmektedir. 

Böylesi parakende özelleştirme çalışmalarıyla ulaşılabilecek önemli bir hedef olamaz. 5-7 Milyar $ değerindeki PETKİM, 13-19 Milyar $ değerindeki TELECOM'un özelleştirilmesi dururken, Özelleştirme İdaresinin 30-40 Milyarlık satışlarla ilgilenmesi tutarlı ve kabul edilebilir değildir.

Özelleştirme İdaresi; uluslararası ihale dahil, karmaşık satış yöntem­lerinin uygulanmasını gerektiren, örneğin; 30-50 Milyon $'ın üzerindeki özelleştirme çalışmalarıyla ilgilenmeli, bu rakamsal düzeyin altındaki özelleştirme çalışmaları ilgili kurumlarca ve/veya Özelleştirme İdaresinin gözetiminde doğrudan yürütülmelidir. Böylece hem Özelleştirme idaresin­deki uzman kadrolar önemli özelleştirme çalışmalarında belirli bir etkin­lik/verimlilik anlayışıyla kullanılmış olacak, hemde özelleştirme faaliyet­leri sürat ve derinlik kazanacaktır. 

Özelleştirme sonrasında piyasalarda ortaya çıkabilecek tekelleşmeleri ve aksaklıkları önleyici tedbirler de ayrıca ve önemle ele alınmalı, ser­mayenin tabana yayılması ilkesi de bu bağlamda, özenle göz önünde bulun­durulmalıdır. Burada, çoğu iktisatçıların hemfikir oldukları; "özel tekelin, devlet tekelinden pek çok bakımdan daha kötü olduğu ve özellikle piyasa mekanizmasının işlerliğini engelleyici girişimlerinin daha yaygın ve etkin sonuçlar verdiği" gerçeği de gözardı edilmemelidir.
 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005