Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Devletin Lanetini Kim Üstlenecek?

Doç. Dr. Ahmet Turan Alkan 

Düşünce tarihinin en haysiyedi anarşist­lerinden Henry David Thoreau, "Basitleştiriniz, basitleştiriniz ve basitleştiriniz!" ikazında bulu­nurken, modern zamanların bilgi anlayışını hem tenkid ediyor, hem de dalgasını geçiyor­du. Hakikatte "bilim" namına karşısında peres­tiş ettiğimiz bütün sistematik bilgi birikimi, çok basit, anlaşılır ve insanı bir anafikire kadar irca edilebilir; ne var ki "bilgi toplumu" efsanesi çıktığından beri bilim kendisini besleyen bü­tün basit ve insanı süreçleri, sanal uzmanlık la­birentlerine sevk edilerek kendi tabiatının dışı­na sürüklenmiş ve kutsallık tütsüleriyle zahiri bir ilah mertebesine yükseltilerek bir zulüm vasıtası haline getirilmiştir. 

İktisat, o kadar basite irca edilebilir bir disiplin ki, iktisat adına enstitüler, kürsüler, fa­külteler kurulmasını, vagon katarlan dolusu neşriyat yapılmasını, başka sahalarda pekala daha başarılı olabilecek binlerce zeki ve ente­lektüel insanın ömrünü "iktisat" disiplinine adamasını doğrusu pek garip buluyorum: İkti­satın temel esprisi, lumpen edebiyatın diliyle "ne kadar ekmek, o kadar köfte" olarak tercü­me edilebiir. İktisatın beynelmilel bir vakıa ol­ması, ekmekle köfte arasındaki oranın beynel­milel standardarla korunmuş olmasında yatı­yor. Her vasati aile reisinin, mahalle bakkalı­nın, hatta kaldırımda simit satan çocukların bi­le şaşmaz bir insiyakle sezdikleri, "ne kadar ekmek, o kadar köfte" esprisinden koca bir bi­lim dalı çıkarmakla yetinmeyip, başına "iktisat" veya sonuna" iktisadı" ilavesiyle heybetin­den dizbağı çözdürecek mehabette yan disip­linler inşa etmek, elbette alabildiğine "mo­dem" bir keyfiyettir. 

Basitleştirmek, hafife almak manasında okunmamalıdır zira basit, kolaydan farklıdır: "basit", bir şeyin "efradım cami, ağyarını mani" haliyle tecelli etmesidir: bu haliyle insani, yani mana bakımından ergonomik bir nitelik taşıdı­ğı için basit şeyler, anlaşılabilir şeylerdir: nite­kim Terence, "Ben insanım ve insanı olan hiç­bir şey bana yabancı değildir" derken bunu kasdetmekteydi.

Basitleştirmek, kolay da değildir, çünkü karmaşık bir yapıyı basite irca etmek ehliyet is­ter: tersi de kabildir: Basit olanı karmaşık hale getirmek dahi "tahsil ile mümkün", zahmede tertiplenmiş saçmalık" nevinden bir marifettir. Bir bilgi algılama tarzı olarak "irfan" kaffi1aşığı basite irca etme sürecini anlatır, "bilim" ise ter­sini. 

Devlet ve İktisat İlişkileri de Sekülerleştirilmeli mi? 

Herşeye rağmen bilim adamlarının "ek­mek-köfte" arasındaki makul orantıyı acıma­sızca ihlal edecek derecede geniş bir hayalha­nesine sahip olduklarını sanmıyorum; bu "onur" olsa olsa siyaset adamlarına ait bulunsa gerektir. Tümevarım veya tümdengelim'in kısır döngülerinde sonu gelmez ampirik mesailer vermekten sair işlere vakit bulamayan bilim adamlarının farz edelim ki bir kilo köfte ile beş­ yüz ekmek tüketilebileceği gibi fantezik kurgulara takat yetiremeyecekleri ortadadır. Doğrusu bu ya, devlet dediğimiz siyasi cihazın iktisadi işlerle tayin edildiği o gün, dünya tarihi için "kara bir gün"dür denilse yeridir. Ne var ki siyaset, ta başından beri bütçe üzerindeki vaz­geçilmez hükümranlık anlamı ile içiçe geçerek tarif edilegeldiğinden bu vakıa neredeyse "eş­yanın tabiatı" hükmü haline gelmiş bulunuyor. Belki de esas mesele burada: "Devletin iktisadi fonksiyonu olmalı mıdır?" sualini didiklemek, iktisadın kendisi hakkında konuşmaktan daha anlamlı olabilir. Devletin din işlerine karışma­sı, modern siyaset teorilerinde nasıl neftyağı ile şekerin ayrı kaplarda muhafaza edilmesi tü­ründen bir kanne teşkil ediyor ve tartışma dışı kabul ediliyorsa devletin iktisadi işlere karış­masını da aynı mantık! tutarlılıkla münakaşa etmek, belki de iktisatın ilmi namusunu muha­faza etmek için yegane şart olarak görünebilir. Bu fikrin ne kadar tahripkar, yıkıcı ve hatta modern siyasi terminolojimizle ifade edildiğin­de "yıkıcı" görünebileceğini kabul ediyorum. Bütçe üzerindeki hükümranlık haklarından vazgeçen bir devlet, netice itibariyle "Hint Ho­rozunu Sevenler Derneği" kadar caydırıcılık gösterebileceğinden işbu yaklaşım, devlet ta­rafından ne kadar lanetlense "anlaşılabilir" bo­yutlar taşıyor. 

Devlet ve Şirket 

Devlet elbette bir "şirket" değildir; siya­si kültürümüzün hakim kodları doğrultusunda devletle şirket arasında benzetme kurmanın ne kadar nefret uyandırabileceğini tahmin ediyorum ama bazen "fictiv" zihin egzersizleri yapmak, durumu bütün basitliği ile kavramak ba­kımından faydalıdır. Şirketler ticarı faaliyetle iştigal eden kar amaçlı kuruluşlardır ve bu yüz­den "köfte-ekmek" dengesini canları gibi gö­zetirler. Hiçbir şirket, artık bünyevi bir maraz halini almış batık bilançoların sonraki kuşaklar tarafından tesviyesini bekleyerek günü kuı1ar­maya çalışamaz. Şirketlerde yönetim değişebi­lir ama bütçe ve bilanço hassasiyeti değişemez çünkü bu hassasiyet ortadan kalktığında "şir­ket" sona erer. 

Devlet, kar değil kudret ve hükümranlık amacına yönelmiş olmasına rağmen iktisadi fonksiyonundan tamamen vazgeçmez; evvela devletin gündelik işlerini yürüten kamu ajanla­rının geçimini sağlamak, bu meyanda temel görev olarak kabul ettiği güvenlik, yargı, eği­tim hizmetlerini sürdürmek için iktisadi kay­nak kullanmaya mecburdur. Devlet bu kayna­ğı, vergi salarak toplar. Vergi salmak ve tahsil etmek, dünya tarihinde istisnası görülmedik şartla devlet olmanın alametidir. Güvenlik, adalet ve eğitim gibi hizmetlerden istifade et­mek, fert nazarında vergi ile tediye olunan bir hizmet türüdür. Ne var ki devlet, devletten başka hiçbir kuruma devredilemez fonksiyon­larının yanısıra, kendi gücünü pekiştirecek ve varlığını genişletecek her türlü iktisadi faaliyet­te bulunmayı zamanla uhdesine almıştır. Dev­let açısından vatandaşlar tarafından finanse edilmiş bir hizmeti yerine getirmek, "mehabet-i devlet" fıkrini zedeleyen basit bir iş sözleşmesi gibi anlaşılıyor olsa gerektir.

Devletin iktisadi teşebbüslere girişmesinin teorik mahzurları bir yana, bu kuruluşların

geometrik diziyle artan bir yoğunlukla zarar et­mesi karşısında devletin bulabildiği tek yol, za­rarın kamu bütçesinden karşılanmasından iba­ret kalmıştır. 

Devlet elbette şirket değildir ama bir şir­ket gibi davranmaya başladığında, her şirketin itaat ettiği basit kurallara uyması beklenir. Özellikle Türkiye söz konusu olduğunda devletin, asli fonksiyonları yanında işportacılık da dahil her sektöre müteşebbis sıfatıyla iştaha atılması, devletçi seçkinler nazarında pek önemsenmiyorsa da iktisatçılar tarafından "fe­laket" olarak nitelendiriliyor.

Mesele, efsanevi KİT zararlarından iba­ret değil elbette; devlet, aç gözlü müteşebbis hırsıyla Türkiye'nin iktisadi hayatına "hantallı­ğını" koyarken sadece devlet bütçesi üzerinde­ki hükümranlığını tenkidlerden uzaklaştırmak­la kalmıyor, Türkiye'de kamu hazinesi, kamu maliyesi gibi ciddi kavramlara sürfealist bir an­lam kazandırarak, varlık sebebini tartışmaya açıyor: Ne kadar yüce değerlerle takdis edilir­se edilsin yama tutmayan ve neredeyse kon­kordata ilan edecek derekeye inen bir kamu hazinesi, "mehabet-i devlet" sırflllı tutmaya müsait bir yapı göstermez. 

bilir ki; Üstelik aynı devlet ritmik aralıklarla vergi cezalarını, banka borçlarını affediyor, gerçek ihtiyacının kat be kat üstünde bir nüfu­su açık işsizlikten kurtararak himaye ediyor, dünyanın en "yorgun" sosyal güvenlik rejimini sun'i tenefüsle yaşatıyor ve bu görüntüsüyle adeta "rızk dağıtan", rızkın tek mercii imiş gibi bir görüntü vermeye özeniyor. 

Türkiye' de basit ve anlaşılır iktisadi tab­loları Picasso eskizlerine çeviren güç, Türk ekonomisinin en güçlü aktöründen, yani dev­letin bizatihi kendisinden başkası değildir; Türkiye'de en büyük işveren devlettir ve Türkiye'nin en büyük şirketleri yine devlete aittir. Özel sektör açısından bakıldığında bu durum, "haksız rekabet" denilen kavramın daniskasını teşkil ediyor zira zarar eden kamu şirketlerinin zararını devlet, yine kamuya yani herkese ait vergilerden oluşturulan kamu hazinesinden karşılıyor veya aynı hazineyi kefil göstererek Türk halkını "dış" borçlandırıyor. Haksız reka­betten ötürü zarara uğrayan dişli firmaları daha fazla öfkelendirmemek için, bazı özel teşebbüs erbabına şu veya bu yollardan kaynak aktar­ması ise çarpık tabloyu daha da bulanık hale getirmekten başka işe yaramıyor. 

Bu akıldışı bir iktisat politikasıdır ve as­lında bu cümle de "iktisat politikası" tabirine yazık edilmektedir. Devlet, sağlam iktisadi kaynak üretmekte başarısızlığı kerrat ile mü­sellem iken ısrarla "iktisadi alan"a ağırlığını ko­yarak kendi meşruiyetini tehlikeye atıyor; bu­na mukabil göze aldığı riski iktisadi kaynakla­rı "bilimdışı" usullerle tevzii ederek dengele­meye çalıyor; tabii kağıt Üstünde "vatandaş" statüsünde sayılan milyonlarca kitleyi marjinal­leştirmek pahasına! 

Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir Ama Bazen! 

Devletin Laneti Kimin Üstüne? 

Uzaktan bakıldığında TÜrk ekonomisi­nin üzerinde olanca ağırlığı ile abandığı farke­dilen devletin, bir anlamda ümitsizce "Tanrı" rolÜ oynamaya heveslendiği bile sezilebilir. Halk arasında "Almadan vermek Allah'a mah­sustur" sözÜyle ifade edilen bu "fictiv" durum, devleti "bilimdışı" bir mevkie mıhlıyor. Bu sa­tırların yazarına göre devlet Türkiye'de kaynağı  bir hikmet-i hükümete daya­narak vergi tahsilinde gayet nazlı davranıyor ki ben bu nükteyi, "teba"yı vatandaş statüsünden uzak tutması veya "ilah"ın kulları ile arasındaki mesafeyi koruması endişesiyle açıklayabiliyo­rum. Adil ve basit bir nizamı tatbik edilerek kamu hizmetlerinin finansmanına bilinçli olarak ortak edilmeyen tebanın devleti bir "ba­ba" olarak görmesinden daha anlaşılır ne ola­ Türkiye' de iktisadi tabloların, dünya normallerine dönmesi, "dahi kurtarıcı, Üstün in­san, harika çocuk" gerektirmeyen basit ve sade aklı işlemlere bağlıdır; bu basit adımların ilki, devletin iktisadi alandan çekilerek minimal sı­nırlarına rücu etmesi, "rezzak" tavırlarından vazgeçmesi ve kendisine ait asli alanlarda fonk­siyonlarını mükemmelen icra etmesidir. Bun­dan sonra alınması gereken tedbirleri, lisans se­viyesinde iktisat eğitimi almış her talebeden öğ­renmek mümkündür; ne var ki, aynı zamanda kamu hazinesini daraltacak ve devletin "rezzak" sıfatını haleldar edecek bu ilk ve basit adı­mın atılması, yazıldığı kadar kolay değildir ve bu adımların bir an evvel tahakkuk ettirilmesi için gösterilecek gayretler, başta "yıkıcılık" ol­mak üzere devlet literatüründe mevcut en ka­bili ithamlarla lanetlenecektir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005