|
Devletin Lanetini Kim Üstlenecek?
Doç. Dr. Ahmet Turan Alkan
Düşünce tarihinin en haysiyedi
anarşistlerinden Henry David Thoreau,
"Basitleştiriniz, basitleştiriniz ve
basitleştiriniz!" ikazında bulunurken, modern
zamanların bilgi anlayışını hem tenkid ediyor, hem
de dalgasını geçiyordu. Hakikatte "bilim" namına
karşısında perestiş ettiğimiz bütün sistematik
bilgi birikimi, çok basit, anlaşılır ve insanı bir
anafikire kadar irca edilebilir; ne var ki "bilgi
toplumu" efsanesi çıktığından beri bilim kendisini
besleyen bütün basit ve insanı süreçleri, sanal
uzmanlık labirentlerine sevk edilerek kendi
tabiatının dışına sürüklenmiş ve kutsallık
tütsüleriyle zahiri bir ilah mertebesine
yükseltilerek bir zulüm vasıtası haline
getirilmiştir.
İktisat, o kadar basite irca edilebilir bir disiplin
ki, iktisat adına enstitüler, kürsüler, fakülteler
kurulmasını, vagon katarlan dolusu neşriyat
yapılmasını, başka sahalarda pekala daha başarılı
olabilecek binlerce zeki ve entelektüel insanın
ömrünü "iktisat" disiplinine adamasını doğrusu pek
garip buluyorum: İktisatın temel esprisi, lumpen
edebiyatın diliyle "ne kadar ekmek, o kadar köfte"
olarak tercüme edilebiir. İktisatın beynelmilel bir
vakıa olması, ekmekle köfte arasındaki oranın
beynelmilel standardarla korunmuş olmasında
yatıyor. Her vasati aile reisinin, mahalle
bakkalının, hatta kaldırımda simit satan çocukların
bile şaşmaz bir insiyakle sezdikleri, "ne kadar
ekmek, o kadar köfte" esprisinden koca bir bilim
dalı çıkarmakla yetinmeyip, başına "iktisat" veya
sonuna" iktisadı" ilavesiyle heybetinden dizbağı
çözdürecek mehabette yan disiplinler inşa etmek,
elbette alabildiğine "modem" bir keyfiyettir.
Basitleştirmek, hafife almak
manasında okunmamalıdır zira basit, kolaydan
farklıdır: "basit", bir şeyin "efradım cami,
ağyarını mani" haliyle tecelli etmesidir: bu haliyle
insani, yani mana bakımından ergonomik bir nitelik
taşıdığı için basit şeyler, anlaşılabilir
şeylerdir: nitekim Terence, "Ben insanım ve insanı
olan hiçbir şey bana yabancı değildir" derken bunu
kasdetmekteydi.
Basitleştirmek, kolay da değildir, çünkü karmaşık
bir yapıyı basite irca etmek ehliyet ister: tersi
de kabildir: Basit olanı karmaşık hale getirmek dahi
"tahsil ile mümkün", zahmede tertiplenmiş saçmalık"
nevinden bir marifettir. Bir bilgi algılama tarzı
olarak "irfan" kaffi1aşığı basite irca etme sürecini
anlatır, "bilim" ise tersini.
Devlet ve İktisat İlişkileri de Sekülerleştirilmeli
mi?
Herşeye rağmen bilim adamlarının
"ekmek-köfte" arasındaki makul orantıyı acımasızca
ihlal edecek derecede geniş bir hayalhanesine sahip
olduklarını sanmıyorum; bu "onur" olsa olsa siyaset
adamlarına ait bulunsa gerektir. Tümevarım veya
tümdengelim'in kısır döngülerinde sonu gelmez
ampirik mesailer vermekten sair işlere vakit
bulamayan bilim adamlarının farz edelim ki bir kilo
köfte ile beş yüz ekmek tüketilebileceği gibi
fantezik kurgulara takat yetiremeyecekleri
ortadadır. Doğrusu bu ya, devlet dediğimiz siyasi
cihazın iktisadi işlerle tayin edildiği o gün, dünya
tarihi için "kara bir gün"dür denilse yeridir. Ne
var ki siyaset, ta başından beri bütçe üzerindeki
vazgeçilmez hükümranlık anlamı ile içiçe geçerek
tarif edilegeldiğinden bu vakıa neredeyse "eşyanın
tabiatı" hükmü haline gelmiş bulunuyor. Belki de
esas mesele burada: "Devletin iktisadi fonksiyonu
olmalı mıdır?" sualini didiklemek, iktisadın kendisi
hakkında konuşmaktan daha anlamlı olabilir. Devletin
din işlerine karışması, modern siyaset teorilerinde
nasıl neftyağı ile şekerin ayrı kaplarda muhafaza
edilmesi türünden bir kanne teşkil ediyor ve
tartışma dışı kabul ediliyorsa devletin iktisadi
işlere karışmasını da aynı mantık! tutarlılıkla
münakaşa etmek, belki de iktisatın ilmi namusunu
muhafaza etmek için yegane şart olarak görünebilir.
Bu fikrin ne kadar tahripkar, yıkıcı ve hatta modern
siyasi terminolojimizle ifade edildiğinde "yıkıcı"
görünebileceğini kabul ediyorum. Bütçe üzerindeki
hükümranlık haklarından vazgeçen bir devlet, netice
itibariyle "Hint Horozunu Sevenler Derneği" kadar
caydırıcılık gösterebileceğinden işbu yaklaşım,
devlet tarafından ne kadar lanetlense
"anlaşılabilir" boyutlar taşıyor.
Devlet ve Şirket
Devlet elbette bir "şirket" değildir; siyasi
kültürümüzün hakim kodları doğrultusunda devletle
şirket arasında benzetme kurmanın ne kadar nefret
uyandırabileceğini tahmin ediyorum ama bazen "fictiv"
zihin egzersizleri yapmak, durumu bütün basitliği
ile kavramak bakımından faydalıdır. Şirketler
ticarı faaliyetle iştigal eden kar amaçlı
kuruluşlardır ve bu yüzden "köfte-ekmek" dengesini
canları gibi gözetirler. Hiçbir şirket, artık
bünyevi bir maraz halini almış batık bilançoların
sonraki kuşaklar tarafından tesviyesini bekleyerek
günü kuı1armaya çalışamaz. Şirketlerde yönetim
değişebilir ama bütçe ve bilanço hassasiyeti
değişemez çünkü bu hassasiyet ortadan kalktığında
"şirket" sona erer.
Devlet, kar değil kudret ve hükümranlık amacına
yönelmiş olmasına rağmen iktisadi fonksiyonundan
tamamen vazgeçmez; evvela devletin gündelik işlerini
yürüten kamu ajanlarının geçimini sağlamak, bu
meyanda temel görev olarak kabul ettiği güvenlik,
yargı, eğitim hizmetlerini sürdürmek için iktisadi
kaynak kullanmaya mecburdur. Devlet bu kaynağı,
vergi salarak toplar. Vergi salmak ve tahsil etmek,
dünya tarihinde istisnası görülmedik şartla devlet
olmanın alametidir. Güvenlik, adalet ve eğitim gibi
hizmetlerden istifade etmek, fert nazarında vergi
ile tediye olunan bir hizmet türüdür. Ne var ki
devlet, devletten başka hiçbir kuruma devredilemez
fonksiyonlarının yanısıra, kendi gücünü
pekiştirecek ve varlığını genişletecek her türlü
iktisadi faaliyette bulunmayı zamanla uhdesine
almıştır. Devlet açısından vatandaşlar tarafından
finanse edilmiş bir hizmeti yerine getirmek,
"mehabet-i devlet" fıkrini zedeleyen basit bir iş
sözleşmesi gibi anlaşılıyor olsa gerektir.
Devletin iktisadi teşebbüslere girişmesinin teorik
mahzurları bir yana, bu kuruluşların
geometrik diziyle artan bir yoğunlukla zarar etmesi
karşısında devletin bulabildiği tek yol, zararın
kamu bütçesinden karşılanmasından ibaret
kalmıştır.
Devlet elbette şirket değildir ama bir şirket gibi
davranmaya başladığında, her şirketin itaat ettiği
basit kurallara uyması beklenir. Özellikle Türkiye
söz konusu olduğunda devletin, asli fonksiyonları
yanında işportacılık da dahil her sektöre müteşebbis
sıfatıyla iştaha atılması, devletçi seçkinler
nazarında pek önemsenmiyorsa da iktisatçılar
tarafından "felaket" olarak nitelendiriliyor.
Mesele, efsanevi KİT zararlarından ibaret değil
elbette; devlet, aç gözlü müteşebbis hırsıyla
Türkiye'nin iktisadi hayatına "hantallığını"
koyarken sadece devlet bütçesi üzerindeki
hükümranlığını tenkidlerden uzaklaştırmakla
kalmıyor, Türkiye'de kamu hazinesi, kamu maliyesi
gibi ciddi kavramlara sürfealist bir anlam
kazandırarak, varlık sebebini tartışmaya açıyor: Ne
kadar yüce değerlerle takdis edilirse edilsin yama
tutmayan ve neredeyse konkordata ilan edecek
derekeye inen bir kamu hazinesi, "mehabet-i devlet"
sırflllı tutmaya müsait bir yapı göstermez.
bilir ki; Üstelik aynı devlet ritmik
aralıklarla vergi cezalarını, banka borçlarını
affediyor, gerçek ihtiyacının kat be kat üstünde bir
nüfusu açık işsizlikten kurtararak himaye ediyor,
dünyanın en "yorgun" sosyal güvenlik rejimini sun'i
tenefüsle yaşatıyor ve bu görüntüsüyle adeta "rızk
dağıtan", rızkın tek mercii imiş gibi bir görüntü
vermeye özeniyor.
Türkiye' de basit ve anlaşılır iktisadi tabloları
Picasso eskizlerine çeviren güç, Türk ekonomisinin
en güçlü aktöründen, yani devletin bizatihi
kendisinden başkası değildir; Türkiye'de en büyük
işveren devlettir ve Türkiye'nin en büyük şirketleri
yine devlete aittir. Özel sektör açısından
bakıldığında bu durum, "haksız rekabet" denilen
kavramın daniskasını teşkil ediyor zira zarar eden
kamu şirketlerinin zararını devlet, yine kamuya yani
herkese ait vergilerden oluşturulan kamu
hazinesinden karşılıyor veya aynı hazineyi kefil
göstererek Türk halkını "dış" borçlandırıyor. Haksız
rekabetten ötürü zarara uğrayan dişli firmaları
daha fazla öfkelendirmemek için, bazı özel teşebbüs
erbabına şu veya bu yollardan kaynak aktarması ise
çarpık tabloyu daha da bulanık hale getirmekten
başka işe yaramıyor.
Bu
akıldışı bir iktisat politikasıdır ve aslında bu
cümle de "iktisat politikası" tabirine yazık
edilmektedir. Devlet, sağlam iktisadi kaynak
üretmekte başarısızlığı kerrat ile müsellem iken
ısrarla "iktisadi alan"a ağırlığını koyarak kendi
meşruiyetini tehlikeye atıyor; buna mukabil göze
aldığı riski iktisadi kaynakları "bilimdışı"
usullerle tevzii ederek dengelemeye çalıyor; tabii
kağıt Üstünde "vatandaş" statüsünde sayılan
milyonlarca kitleyi marjinalleştirmek pahasına!
Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir Ama Bazen!
Devletin Laneti Kimin Üstüne?
Uzaktan bakıldığında TÜrk ekonomisinin üzerinde
olanca ağırlığı ile abandığı farkedilen devletin,
bir anlamda ümitsizce "Tanrı" rolÜ oynamaya
heveslendiği bile sezilebilir. Halk arasında
"Almadan vermek Allah'a mahsustur" sözÜyle ifade
edilen bu "fictiv" durum, devleti "bilimdışı" bir
mevkie mıhlıyor. Bu satırların yazarına göre devlet
Türkiye'de kaynağı bir hikmet-i hükümete dayanarak
vergi tahsilinde gayet nazlı davranıyor ki ben bu
nükteyi, "teba"yı vatandaş statüsünden uzak tutması
veya "ilah"ın kulları ile arasındaki mesafeyi
koruması endişesiyle açıklayabiliyorum. Adil ve
basit bir nizamı tatbik edilerek kamu hizmetlerinin
finansmanına bilinçli olarak ortak edilmeyen tebanın
devleti bir "baba" olarak görmesinden daha
anlaşılır ne ola Türkiye' de iktisadi tabloların,
dünya normallerine dönmesi, "dahi kurtarıcı, Üstün
insan, harika çocuk" gerektirmeyen basit ve sade
aklı işlemlere bağlıdır; bu basit adımların ilki,
devletin iktisadi alandan çekilerek minimal
sınırlarına rücu etmesi, "rezzak" tavırlarından
vazgeçmesi ve kendisine ait asli alanlarda
fonksiyonlarını mükemmelen icra etmesidir. Bundan
sonra alınması gereken tedbirleri, lisans
seviyesinde iktisat eğitimi almış her talebeden
öğrenmek mümkündür; ne var ki, aynı zamanda kamu
hazinesini daraltacak ve devletin "rezzak" sıfatını
haleldar edecek bu ilk ve basit adımın atılması,
yazıldığı kadar kolay değildir ve bu adımların bir
an evvel tahakkuk ettirilmesi için gösterilecek
gayretler, başta "yıkıcılık" olmak üzere devlet
literatüründe mevcut en kabili ithamlarla
lanetlenecektir.
|