Dış Politika ve Savunma
Dr. Veysel Gani, Eğitimci
Giriş
Fertlerin ve toplumların birbiri üzerine üstünlük
kurma istek ve gayretleri insanın yaratılması ile
birlikte başlamıştır. Tarz ve şiddetleri
farklılıklar gösterse de, insanlar ve toplumlar
üstünlük kurmak ve hakimiyetlerini devam ettirmek
isterler.
Bölge ve dünya hakimiyetine ulaşma isteği birçok
kavim ve liderin tutkusu olmuş, bu hakimiyete
ulaşabilmek maksadı ile de çok çeşitli
fedakarlıklara katlanılmıştır. Yıllar süren mücadele
ve harplerin temelinde bu hakimiyet istekleri
yatmaktadır. Politika ve ittifaklarla ulaşılmak
istenen nihai hedefe varılamazsa, o takdirde harpler
kaçınılmaz hale gelmektedir.
Fertlerin olduğu kadar toplumların da hedef ve
menfaatleri sözkonusudur. Bu hedef ve menfaatlere
varmak için gösterilen gayretlerin bütünü
politikaları oluşturur. Politikalar ise, eldeki
mevcut imkan ve kabiliyetlerin hedef ve menfaatlere
ulaşma istikametinde planlı, verimli ve devamlı
olarak kullanılma faaliyetleridir.Dış politika,
ülke ve toplumların dünya üzerindeki coğrafi
konumları ile milli hedef ve menfaatlerinin
çakıştırılma işlemidir. Bu ba-kımdan ülke
coğrafyaları dış politikayı belirle-yen en önemli
unsur durumundadır. Bölge ve dünya hakimiyetine
giden yol ülke coğrafyala-rından geçmektedir.
Coğrafya ve politika ayrıl-maz bir bütündür.
Politikaları belirleyen diğer bir unsur ise
demografik yapıdır. Aktif ve dinamik dış
politikaların hareket gücü nüfus kaynaklarından
doğmaktadır. Ülke ve toplumların sosyo-eko-nomik
yapıları ise en az askeri güçleri kadar politikaları
belirleyen unsurlar durumundadır.
Bütün bu hususları ülke ve toplumumuz irin ele
alarak Türk Dıs Politikaları ve Savunmamız
açısından, incelemeye çalışalım.
Coğrafi Politika
Ülkelerin coğrafi konumlan, arazi yapıları, iklim
ve tabii kaynakları izlenecek milletlerarası
politikaların belirleyici unsurlarıdır. Ada devleti,
kıta devleti, kara devleti olmak gibi farklılıklar
o ülke ve toplumun iç ve dış politikalarını
etkiler.
Konuya Türkiye açısından bakıldığında, ülkemiz
jeopolitik konumuyla büyük manevra sahalarına sahip
Asya-Avrupa ve bir ölçüde Afrika kıtalarına ulaşma
yollarını elinde tutmaktadır. Diğer bir ifade ile
Türkiye sadece elinde bulundurduğu Trakya ve Anadolu
topraklarında değil, bu toprakların tabii uzantısı
durumundaki Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu
topraklan üzerinde de etki sahibidir. Bu etki
sadece coğrafyanın Türkiye'ye sağladığı bir avantaj
olup, bu topraklara yıllarca hakim olmanın hak ve
menfaatleri bunun dışındadır.
Türkiye bir taraftan Kafkaslar yolu ile Hazar
Denizi'ne, diğer taraftan da Balkanlar ile Adriyatik
Denizi'ne erişebilecek mükemmel bir coğrafya
üzerinde yer almaktadır. Fırat ve Dicle nehirleri
ile tabii olarak Körfez'e de ulaşmaktadır. Türk Dış
Politikası'nı bakanlık koridorları yerine dünya
haritasında belirleme gayretlerinin oluşması
halinde, karar mercileri sahip olduğumuz imkan ve
kabiliyetleri daha kolay görebileceklerdir.
Sadece jeopolitik açıdan bu ölçüde talihli olan
Türkiye'nin bölgedeki nüfus kaynakları açısından
hiçbir ülke ve topluma nasip olmayacak imkanları
mevcuttur. Bu imkanların başında Birinci Cihan
Savaşı sonunda çizilen
hudutların dışında kalan Türk varlığı gelmektedir.
Misak-ı Milli Hudutları 1914-1918 yılları arasında
muhafazası gerekli bir milli hedefti. Ancak aradan
geçen bir asırlık süre bu milli hedefi Balkanlar ve
Kafkaslara taşımalıydı. Maalesef hadiseler
dışişlerimizi de aşan bir sürat ve fevkaladelikle
gelişmiş, Türkiye bu gelişmeler karşısında
hazırlıksız yakalanmıştır.
Altmış milyonluk Türk nüfusa ilave olarak sadece
çevre ülkelerde mevcut otuz milyon Türk varlığı da
kaale alındığında; yüz milyonluk bir nüfus gücü
Türk Dış Politikası'nın manevra sahasını oluşturması
gerekirken bu imkan her vesile ile değerlendirme
dışı bırakılmıştır.
Çevre ülkelerdeki Türk varlığına ilave olarak kuşak
ülkelerde ve merkezi Asya'daki Türk varlığı da
gözönüne alındığında Türkiye kendiliğinden (ilave
bir gayret sarfetmeden) bölgede güç oluşturmaktadır.
Bu güç karar beyinlerimiz dışında bütün dünya
tarafından bilinmekte ve önleyici tedbirler
alınmaktadır.
Jeopolitik yapı ve nüfusa ilave olarak özellikle
güney bölgemizde yer alan İslam Alemi ile kurulacak
olumlu münasebetler, mevcut güce güç katarak Türk
Dış Politikala-n'na hareket alanları sağlayacak,
milli hedef ve menfaatlerimize ulaşma gayretlerimize
destek olacaktır.
Bütün bu olumlu şartlar ve imkanlar karşısında Türk
Dış Politikası'nın gerek Avrupa ve gerekse dünya
devletleri arasında arzu edilen yere gelemediği
görülmektedir. Bu başarısızlığın çeşitli sebepleri
olmakla birlikte en önemli olanı bilgi ve
enformasyon kaynak eksikliğidir. Sadece dünyada
değil, bölgemizde bile cereyan eden hadiseleri dış
kaynaklardan izleyen ve buna göre hareket tarzları
belirleyen politik karar beyinleri ülke ve
toplumumuzun hedef ve menfaatlerini koruyamamakta,
çok defa hatalı kararlarla dış mihraklara imkan
hazırlamaktadırlar.
Sosyo-Ekonomik Politikalar
Her asırda medeniyetler kurmuş, çeşitli din, dil ve
ırklara mensup insanları yönetmedeki köklü devlet
geleneği ile Türkiye istemese de bölgede ve dünyada
söz sahibidir. Kısa görüşlü, günlük politikalarla
zaman israf edenler bu gerçekleri görmek
zorundadırlar.
Türkiye değişen ve gelişen şartlar muvacehesinde
hakikaten büyük atılımlar gerçekleştirmiş bir
ölçüde kendi kendin'- yeter hale gelmiştir. Ancak
katedilen mesafeler yeterli olmamış, gelişme arzu
edilen veya bekle nen düzeye varamamıştır. Bunun
çeşitli sebepleri mevcut olmakla birlikte en önemli
sebep iç istikrarın sağlanamamasıdır.
Özellikle 1980-90 döneminde katedilen mesafe oldukça
tatmin edici olmasına rağmen, sosyal yapıdaki
bölünmeler ve maddeye aşırı değer vermek, manevi
hasletleri zedeleyerek kültürel boşluklar
doğurmuştur. Kültürel yapıdaki bu boşluk giderek
tehdit halini almış ve mütecanis Türk Milleti
bölünme ile yüzyüze kalmıştır.
Yirmibirinci asra beş kala Türkiye madde ve mana
arasında bocalar hale gelmiştir. Neticede ise milli
güç unsurlarından biri olan ekonomi, giderek güç
olmaktan çıkmıştır. Bunda çevremizde cereyan eden
hadiselerin Türkiye'ye yüklediği sorumlulukların da
büyük payı olmuştur. İran-Irak Savaşı, Azerbaycan
kargaşası, Bosna-Hersek'te yaşanan soykı-nm bunlara
misal teşkil etmektedir. Şu veya bu oranlarda
yapılan maddi yardımlara ilave olarak milletimize
yüklediği manevi sorumluluk da istikrarsızlık
sebepleri arasında sayılabilir.
Türkiye'nin arka bahçeleri sayılabilecek Balkanlar,
Kafkaslar ve Ortadoğu'daki istikrarsızlıklar ister
istemez ülke ve milletimizi etkilemiştir. Avrupa
Topluluğu da dahil olmak üzere birçok ülke ve
toplum birleşerek güç teşkil etmeye çalışırken,
ülkemizdeki bölünme gayretlerini sadece insan
hakları ölçüsünde izah etmek mümkün değildir. Bu
isteklerin tamamı Türkiye'yi bölgede güç olmaktan
alıkoyacak oyunların ve gayretlerin bir parçasıdır.
Türk Dış Politikası'nın insiyatif kazanabilmesi
ancak iç istikrarın temini ile mümkün olacaktır.
Bunu sağlayamayan bir ülkenin diğer avantajlardan
istifade edebilmesi oldukça zordur.
Bu açıklamalar ışığında; Cenab-ı Hakkın Türk
Milleti'ne sağladığı imkan ve kabiliyetlerin heba
edildiğini söylemek, bizi bugünlere getiren
yönetimlere saygısızlık olmayaıl ilenilen >. ve
toplumlar bu problemleri çözümleyebili-yorsa, bizim
de çareler üreterek en kısa zamanda gücümüzün
gerektirdiği aktif bir politikaya geçiş yapmamız
şarttır.
Sadece "Yurtta Sulh Cihanda" Sulh diyerek cihana
sulhu getirmemiz mümkün olamaz; kaldı ki yurda sulhu
getirme konusunda 1960-1980 ve günümüzdeki
gelişmelerle ne ölçüde gerçekleştirebildiğimiz de
ortadadır. Yurtta sulhun oluşturulması ancak ve
yalnız milletin arzu ve isteklerine uymakla mümkün
olur. Millete rağmen devlet olmak ve millete rağmen
hizmet sunmak mümkün değildir. Millet-le
bütünleşecek istikrar politikaları sağlanmadıkça,
her türlü maddi ve manevi tedbirler yetersiz
kalacaktır. 1924, 196l ve 1982 Anayasalarına doğan
tepkilerin temelinde "millete rağmen hizmet"
anlayışı yattığından tartışmalar sürüp gitmekte ve
iç politika dışa galip gelmektedir. Bu zaaf
sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti birkaç istisna
dışında uluslararası akdi hukuktan doğan hak ve
menfaatlerini bile savunamaz hale gelmiştir.
Netice
Bölge ve dünya hakimiyetine gidecek yollara sahip,
birçok imkanları kendisine bahşedilen bir millet,
sadece karar beyinlerinin yetersizliği sebebi ile
iki asırdan beri gölge boksu yapmaktadır.
Milli hedef ve politikaları belirlenmemiş, bu hedef
ve politikaları gerçekleştirmeyi hedef edinen bir
nüfusu oluşturamamış, neticede kararsızlık ve
bocalama içerisinde kalmış bir milletin, istikbalini
tayin gücü kendiliğinden kaybolmaktadır.
Mevcut imkan ve kabiliyetlerimizden en verimli
şekilde istifade edebilecek iç ve dış yapılanma
kaçınılmazdır. Bu yapılanmanın temelini milli
kültür ve milli güç unsurları oluşturmalıdır. Gayri
milli olan bütün kurum, kuruluş ve icraata son
verilerek yirmibirinci yüzyıla güçlü, dinamik ve
kararlı bir politika ve yapılanma ile Besmele
çekilmesi zaruret halini almıştır.
|