Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Dünya Bankacılık Piyasasında Değişimler ve Krize Etkisi

Finans tarihi boyunca para ve sermaye piyasalarında bankacılığın pek çok çe­şidi boy gösterdi. Hala da birçok çeşidi var. Toptancı bankacılık (wholesale banking), tüccar bankacılık (merchant banking), bireysel bankacılık (private banking), ticari bankacılık (commercial banking), perakende bankacılık (retail banking), evrensel bankacılık (universal banking), yatırım bankacılığı (investment banking) kıyı bankacılığı (offshore banking) vb... Para piyasalarındaki ticari ban-kacılık ile sermaye piyasalarında faaliyet gösteren yatırım bankacılığı arasındaki en sert ayrım ise ABD’de bulunur. ABD bu sert ayrımı ise 1929 Büyük Bunalımı’na borçludur. 2007-2008 krizi ve arkasından gelen küresel durgunluk belki de bankacı­lıkta yeni bazı değişimlere yol açacaktır. Bunun nitelik olmasa da nicelik ya da sıra­lama açısından bir örneği şimdiden görüldü ve bazı karşıt iddialara yol açsa da dün­yanın en büyük ilk on bankasının 1. sırasına bir Çinli banka yerleşti.

Ancak bu değişimlere gelmeden önce dünyadaki bankacılık stillerine çok kısaca göz atalım. Dünyada genel olarak üç çeşit ulusal bankacılık sistemi gözlemleniyor. Birincisi ABD’deki yatırım bankaları ile ticari bankalar arasında son 20 yılda kısmen bulanıklaşsa da kesin bir ayrım bulunan ülkeler. İkincisi Kıta Avrupa’sı ülkeleri, en çok da Almanya ile özdeşleşmiş evrensel bankalar. Bu bankalar her tür işlemi, ticari bankacılık, toptancı bankacılık, yatırım bankacılığı yapabiliyor. Ve bu yüzden örne­ğin Deutsche Bank örneğindeki gibi devasa boyutlara erişebiliyor. 2007-2008 krizi hangi tür bankacılığın daha verimli, krize daha dayanıklı olduğu yolunda tartışmaları yeniden alevledi. (O’Driscoll, 2009: 168) Üçüncü tür ise İngiliz stili evrensel bankacı­lıktır. Bu tür bankalar tıpkı Alman bankaları gibi menkul değer yüklenimlerine (undervvriting) girebilirler. Fakat Alman sisteminden farklı olarak İngiliz sisteminde bankaların sanayi firmalarını hisse almak yoluyla kontrollerine daha az rastlanır. Bankaların sigorta şirketleriyle bir arada oluşları daha az görülür ve farklı birimler oluşturup öyle işlemler yapmak (ABD sistemi gibi) daha yaygındır. İngiliz sistemi Kanada ve Avustralya gibi eski dominyonlarda da geçerli iken ABD sistemi bariz farklarla da olsa Japon bankacılığını etkilemiştir. Şu farkla ki Japon bankaları tıpkı kıta Avrupa’sındakiler gibi sanayi şirketlerinin büyük miktarda hisselerini ellerinde bulundurmaktadır. (Mishkin, 1992: 294)

Yıllar içinde bu üç bankacılık tipi arasındaki ayrımlar bulanıklaşmıştır. Önce sermaye ve para piyasalarındaki ayrımlar giderek silinmekte bu piyasalarda iç içe geçen araçlar ortaya çıkmakta, piyasaların birbiriyle ilişkileri artmakta ve hızlanmak­tadır. Bir taraftan kıta Avrupa bankacılığı özellikle çeşitli yatırım fonları ve araçların gelişiyle ABD uygulamalarına uyum sağlamakta; diğer yandan 1980’den beri ABD’de iki tür bankacılığın temelini oluşturan 1929 bakiyesi Glass-Seagall Yasa-sı’nın altı sürekli oyularak ticari bankacılığın da sermaye piyasası işlemleri yapması­na bazen göz yumulmakta bazen de açıkça izin verilme yoluna gidilmektedir. Para piyasası fonları ve kredi kartları gibi uygulamalar esasen menkul değer şirketlerinin de kimi para piyasası dolayısıyla banka işlemlerine dahil olmaları olanağını da ver-miştir. ABD bankacılığının tuhaf bir yönü de giderek ortadan kalkmaktadır. ABD bankaları federal sistem temelinde örgütlendiklerinden eyalet bankaları bir çok du­rumda eyaletler arası şube açamaz konumdaydı. Böylece ABD’de sayıları binleri bulan ve ABD çapına göre küçük sayılabilecek bir banka topluluğu doğmuştur. Bir kaç dev bankanın varlığına rağmen ABD bankaları uluslararası büyük bankalar li-ginde ABD finans piyasalarının dünya çapındaki büyüklük ve önemine uygun bir yer kapamazlar. Ancak 1980’lerden beri gerek Latin Amerika borç krize ve S&L’lar krizi, sonrasındaki irili ufaklı krizler sonucu nedeniyle binleri bulan sayıdaki bankanın bat-ması finans sektöründe dünyada zaten yaşanan sermaye yoğunlaşmasının ABD’de daha da hızlı bir seyir izlemesine neden olmaktadır. ( IFSL, 2008a: 6)

1980’ler başında bankacılığın dünya çapındaki büyük sorunlarına daha önce değinmiştik. 1980’ler ise finansal serbestleşme ve deregülasyon yöntemleriyle yatı­rım bankacılığı için dünya çapında işlerini genişletmek olanağı tanıdı. O yıllarda az-gelişmiş ülkelerin hükümetler arası yardım almasının önü büyük ölçüde kesilerek hemen tümüyle 19. yüzyıl sonundaki gibi ülke tahvilleri çıkararak uluslararası ser-maye piyasalarından fon sağlama yoluna yönlendirildiler. Toplam borçlar içinde banka kredilerinin payı azaldı menkul değerlerin payı çoğaldı. (Alp, 2000: 139) Bu tür uygulamalar da böylesi işlemlere aracılık eden yatırım bankalarına büyük iş ola-nakları açtı. Ayrıca 1980’lerde ABD’de tıpkı 1960’larda olduğu gibi sanayi şirketleri arasında büyük birleşmeler, ele geçirmeler yaşanmaya başladı. Ancak bu kez böy-lesi işlemler sermaye piyasası kurumlarının ve özellikle yatırım bankalarının aktif katılımı hatta itmesiyle gerçekleşiyordu. Yatırım bankaları işte o birleşme dalgası ve sonrasında gelişen olaylarla olaylı bir biçimde ABD bankacılık sektörünün dev ku-rumları arasında sayılmaya başladılar.12 Soonuçları bizi bugüne getiren, hem ABD’deki hem de dünyadaki sermaye piyasası ve para piyasaları evriminin en önemli halkası hatta harekete geçirici gücü işte bu yatırım bankaları özellikle de 5 büyük yatırım bankası oldu. Onların kriz nedeniyle aldıkları ağır hasar belki de işte bu nedenle bir dönemin bitip yenisinin başladığının işaretini veriyor.

1990’lar ve 2000’ler ticari bankacılık açısından da önemli farklılıklar yarattı. Özellikle 1990’larda çeşitli satın almalarla dünya bankacılık sektöründe hatırı sayılır

bir yoğunlaşma yaşandı. Bu yoğunlaşma sonucu 1998/9 döneminde dünyanın en büyük 10 bankası toplam banka varlıklarının %14’ünü oluştururken 2006/07 döne­minde bu oran %19’a çıktı. İlk 50’nin hissesine bakacak olursak bu oran %60’ı geçi-yor. Geriye kalan 950 hatırı sayılır derecede büyük bankanın bile payı ancak %39’u buluyor. (IFSL, 2008a: 6) Üstelik bunlar en büyük 1000 banka listesi geride kalan hiç de küçük sayılmayacak varlıklara hükmeden daha binlerce banka var dünya üzerin-de. Bankacılıkta 90’larda yaşanan bir önemli değişme de yine sıralamalarda oldu. 1980’lerde “Japonya sadece dünyanın en büyük bankalarına sahip değil aynı za­manda dünyanın en büyük menkul değer aracı firmalarına da sahiptir. Bunların en ufağı Yamaichi bile ABD’nin en büyük yatırım bankası Merrill Lynch’ten beş kat daha büyüktür. (Mishkin, 1992: 289) 1992’den bu yana çok şey değişti. Japonlar en büyük bankalarda birincilik sıralarını çoktan kaptırdılar. 2007 yılında ilk 10 listesinde biri 6. diğeri 10. sırada sadece iki Japon bankası var. Buna karşılık iki tane Çin bankası girmiş sıralamaya. ABD bankaları ilk iki sıralamayı 2007’de almışlar ama Gerek Bank of America gerek Citigroup eşikaltı ve sonraki kredi krizinde büyük darbe yedi. İncelediğimiz dönemde bankacılık, özellikle de yatırım bankacılığı sektörünün ayakta durmasına yol açan karların asıl kaynağı M&A’lar, yani yeni şirket satın alma ve birleşmeleri olduğunu görmekteyiz. Burada dışarıdan bakan birisi pekala böylesi birleşme ve satın almaların o sektörlerde, ekonomi politik kitaplarında anlatıldığı türden sermayenin yoğunlaşma eğilimi nedeniyle gerçekleşen, olağan birleşmeler olduğunu düşünebilir. Belki bunlar işin temelindeki asıl nedendir. Yine de özellikle ABD’deki 1950-60’lardaki şirket birleşmeler ile 1980’lerin ortalarından itibaren başla­yan M&A’lar arasında önemli bir nitelik farkı bulunmaktadır. İlk kez 1980’ler sonrası bu tür birleşmelerde asıl etken şirketin kendi sektörü içinde payını büyütmesi, ölçek ekonomisine ulaşıp daha karlı olması, mevcut veya olası bir rakipten kurtulması de­ğil, bizatihi borsada spekülatif kar elde etme amacı olmuştur. Bu üstelik sadece bor-sa aracı kurum veya yatırım bankaları için veya bu işe dışarıdan giren ‘şirket yağ­macıları’ adı verilen ve işi şirket ele geçirmek olan belli borsa-sermayesi grupları için değil hatta o birleşmeyi/satın almayı amaçlayan sanayi şirketi sahipleri, yöneticileri için bile böyle olmuştur.

Kimilerine göre 2007 yılında patlayan kriz eşikaltı morgıçlara dayalı menkul de­ğerler olmasa da patlayacaktı. Menkulleştirilmiş Amerikan eşikaltı morgıçlarında uğranılan büyük zararlar tabii ki krizi tetikledi. Fakat onlar sebep olmasaydı da piya­sayla ya da bir başka finansal ürünle ilgili problemler kaçınılmaz olarak aynı sonuca götürecekti. Bir iddiaya göre temel problem dünya çapında, riskin düşük fiyatlandı-rılmış olmasıydı. Önceki bir kaç yıl içindeki tarihi (historic) seviyelere yakınlaşmış yavaş yavaş oluşmuş bir anomali... 2007 Haziran’ında ABD’de CCC-dereceli çöp bonolar, örneğin 10 yıllık son derece güvenilir ABD Hazine bonolarından sadece 4 yüzdelik puan daha yüksekti. Halbuki, Ekim 2002’de bu ikisi arasındaki yüzdelik pu-an farkı 23’tü. (Greenspan, 2008: 508) Greenspan’ın ‘yanlış fiyatlandırma’ iddiası tartışmalıdır. Çünkü bütün genişleme dönemlerinde aşırı güven doğal olarak risklerin daha az, getirilerin daha kesin algılanmasını sağlar. Ama bu aşırı güveni sağlayan da, piyasaların belli tür araç ve mekanizmalarla yukarıya doğru aralıksız seyridir. Yani çökmediği müddetçe bu iki süreç birbirini besler. Morgıçlara dayalı menkulleş-tirmeler piyasayı yukarıya çektiği müddetçe kendi güven unsurunu kendileri üretiyor demekti.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005