|
Dünya Bankacılık Piyasasında Değişimler ve Krize Etkisi
Finans tarihi boyunca para ve sermaye piyasalarında
bankacılığın pek çok çeşidi boy gösterdi. Hala da
birçok çeşidi var. Toptancı bankacılık (wholesale
banking), tüccar bankacılık (merchant banking),
bireysel bankacılık (private banking), ticari
bankacılık (commercial banking), perakende
bankacılık (retail banking), evrensel
bankacılık (universal banking), yatırım
bankacılığı (investment banking) kıyı
bankacılığı (offshore banking) vb... Para
piyasalarındaki ticari ban-kacılık ile sermaye
piyasalarında faaliyet gösteren yatırım bankacılığı
arasındaki en sert ayrım ise ABD’de bulunur. ABD bu
sert ayrımı ise 1929 Büyük Bunalımı’na borçludur.
2007-2008 krizi ve arkasından gelen küresel
durgunluk belki de bankacılıkta yeni bazı
değişimlere yol açacaktır. Bunun nitelik olmasa da
nicelik ya da sıralama açısından bir örneği
şimdiden görüldü ve bazı karşıt iddialara yol açsa
da dünyanın en büyük ilk on bankasının 1. sırasına
bir Çinli banka yerleşti.
Ancak bu değişimlere gelmeden önce dünyadaki
bankacılık stillerine çok kısaca göz atalım. Dünyada
genel olarak üç çeşit ulusal bankacılık sistemi
gözlemleniyor. Birincisi ABD’deki yatırım bankaları
ile ticari bankalar arasında son 20 yılda kısmen
bulanıklaşsa da kesin bir ayrım bulunan ülkeler.
İkincisi Kıta Avrupa’sı ülkeleri, en çok da Almanya
ile özdeşleşmiş evrensel bankalar. Bu bankalar her
tür işlemi, ticari bankacılık, toptancı bankacılık,
yatırım bankacılığı yapabiliyor. Ve bu yüzden
örneğin Deutsche Bank örneğindeki gibi devasa
boyutlara erişebiliyor. 2007-2008 krizi hangi tür
bankacılığın daha verimli, krize daha dayanıklı
olduğu yolunda tartışmaları yeniden alevledi. (O’Driscoll,
2009: 168) Üçüncü tür ise İngiliz stili evrensel
bankacılıktır. Bu tür bankalar tıpkı Alman
bankaları gibi menkul değer yüklenimlerine (undervvriting)
girebilirler. Fakat Alman sisteminden farklı olarak
İngiliz sisteminde bankaların sanayi firmalarını
hisse almak yoluyla kontrollerine daha az rastlanır.
Bankaların sigorta şirketleriyle bir arada oluşları
daha az görülür ve farklı birimler oluşturup öyle
işlemler yapmak (ABD sistemi gibi) daha yaygındır.
İngiliz sistemi Kanada ve Avustralya gibi eski
dominyonlarda da geçerli iken ABD sistemi bariz
farklarla da olsa Japon bankacılığını etkilemiştir.
Şu farkla ki Japon bankaları tıpkı kıta
Avrupa’sındakiler gibi sanayi şirketlerinin büyük
miktarda hisselerini ellerinde bulundurmaktadır. (Mishkin,
1992: 294)
Yıllar içinde bu üç bankacılık tipi arasındaki
ayrımlar bulanıklaşmıştır. Önce sermaye ve para
piyasalarındaki ayrımlar giderek silinmekte bu
piyasalarda iç içe geçen araçlar ortaya çıkmakta,
piyasaların birbiriyle ilişkileri artmakta ve
hızlanmaktadır. Bir taraftan kıta Avrupa
bankacılığı özellikle çeşitli yatırım fonları ve
araçların gelişiyle ABD uygulamalarına uyum
sağlamakta; diğer yandan 1980’den beri ABD’de iki
tür bankacılığın temelini oluşturan 1929 bakiyesi
Glass-Seagall Yasa-sı’nın altı sürekli oyularak
ticari bankacılığın da sermaye piyasası işlemleri
yapmasına bazen göz yumulmakta bazen de açıkça izin
verilme yoluna gidilmektedir. Para piyasası fonları
ve kredi kartları gibi uygulamalar esasen menkul
değer şirketlerinin de kimi para piyasası
dolayısıyla banka işlemlerine dahil olmaları
olanağını da ver-miştir. ABD bankacılığının tuhaf
bir yönü de giderek ortadan kalkmaktadır. ABD
bankaları federal sistem temelinde
örgütlendiklerinden eyalet bankaları bir çok
durumda eyaletler arası şube açamaz konumdaydı.
Böylece ABD’de sayıları binleri bulan ve ABD çapına
göre küçük sayılabilecek bir banka topluluğu
doğmuştur. Bir kaç dev bankanın varlığına rağmen ABD
bankaları uluslararası büyük bankalar li-ginde ABD
finans piyasalarının dünya çapındaki büyüklük ve
önemine uygun bir yer kapamazlar. Ancak 1980’lerden
beri gerek Latin Amerika borç krize ve S&L’lar
krizi, sonrasındaki irili ufaklı krizler sonucu
nedeniyle binleri bulan sayıdaki bankanın bat-ması
finans sektöründe dünyada zaten yaşanan sermaye
yoğunlaşmasının ABD’de daha da hızlı bir seyir
izlemesine neden olmaktadır. ( IFSL, 2008a: 6)
1980’ler başında bankacılığın dünya çapındaki büyük
sorunlarına daha önce değinmiştik. 1980’ler ise
finansal serbestleşme ve deregülasyon yöntemleriyle
yatırım bankacılığı için dünya çapında işlerini
genişletmek olanağı tanıdı. O yıllarda az-gelişmiş
ülkelerin hükümetler arası yardım almasının önü
büyük ölçüde kesilerek hemen tümüyle 19. yüzyıl
sonundaki gibi ülke tahvilleri çıkararak
uluslararası ser-maye piyasalarından fon sağlama
yoluna yönlendirildiler. Toplam borçlar içinde banka
kredilerinin payı azaldı menkul değerlerin payı
çoğaldı. (Alp, 2000: 139) Bu tür uygulamalar da
böylesi işlemlere aracılık eden yatırım bankalarına
büyük iş ola-nakları açtı. Ayrıca 1980’lerde ABD’de
tıpkı 1960’larda olduğu gibi sanayi şirketleri
arasında büyük birleşmeler, ele geçirmeler yaşanmaya
başladı. Ancak bu kez böy-lesi işlemler sermaye
piyasası kurumlarının ve özellikle yatırım
bankalarının aktif katılımı hatta itmesiyle
gerçekleşiyordu. Yatırım bankaları işte o birleşme
dalgası ve sonrasında gelişen olaylarla olaylı bir
biçimde ABD bankacılık sektörünün dev ku-rumları
arasında sayılmaya başladılar.12
Soonuçları bizi bugüne getiren, hem ABD’deki hem de
dünyadaki sermaye piyasası ve para piyasaları
evriminin en önemli halkası hatta harekete geçirici
gücü işte bu yatırım bankaları özellikle de 5 büyük
yatırım bankası oldu. Onların kriz nedeniyle
aldıkları ağır hasar belki de işte bu nedenle bir
dönemin bitip yenisinin başladığının işaretini
veriyor.
1990’lar ve 2000’ler ticari bankacılık açısından da
önemli farklılıklar yarattı. Özellikle 1990’larda
çeşitli satın almalarla dünya bankacılık sektöründe
hatırı sayılır
bir yoğunlaşma yaşandı. Bu yoğunlaşma sonucu 1998/9
döneminde dünyanın en büyük 10 bankası toplam banka
varlıklarının %14’ünü oluştururken 2006/07
döneminde bu oran %19’a çıktı. İlk 50’nin hissesine
bakacak olursak bu oran %60’ı geçi-yor. Geriye kalan
950 hatırı sayılır derecede büyük bankanın bile payı
ancak %39’u buluyor. (IFSL, 2008a: 6) Üstelik bunlar
en büyük 1000 banka listesi geride kalan hiç de
küçük sayılmayacak varlıklara hükmeden daha binlerce
banka var dünya üzerin-de. Bankacılıkta 90’larda
yaşanan bir önemli değişme de yine sıralamalarda
oldu. 1980’lerde “Japonya sadece dünyanın en büyük
bankalarına sahip değil aynı zamanda dünyanın en
büyük menkul değer aracı firmalarına da sahiptir.
Bunların en ufağı Yamaichi bile ABD’nin en büyük
yatırım bankası Merrill Lynch’ten beş kat daha
büyüktür. (Mishkin, 1992: 289) 1992’den bu yana çok
şey değişti. Japonlar en büyük bankalarda birincilik
sıralarını çoktan kaptırdılar. 2007 yılında ilk 10
listesinde biri 6. diğeri 10. sırada sadece iki
Japon bankası var. Buna karşılık iki tane Çin
bankası girmiş sıralamaya. ABD bankaları ilk iki
sıralamayı 2007’de almışlar ama Gerek Bank of
America gerek Citigroup eşikaltı ve sonraki kredi
krizinde büyük darbe yedi. İncelediğimiz dönemde
bankacılık, özellikle de yatırım bankacılığı
sektörünün ayakta durmasına yol açan karların asıl
kaynağı M&A’lar, yani yeni şirket satın alma ve
birleşmeleri olduğunu görmekteyiz. Burada dışarıdan
bakan birisi pekala böylesi birleşme ve satın
almaların o sektörlerde, ekonomi politik
kitaplarında anlatıldığı türden sermayenin
yoğunlaşma eğilimi nedeniyle gerçekleşen, olağan
birleşmeler olduğunu düşünebilir. Belki bunlar işin
temelindeki asıl nedendir. Yine de özellikle
ABD’deki 1950-60’lardaki şirket birleşmeler ile
1980’lerin ortalarından itibaren başlayan M&A’lar
arasında önemli bir nitelik farkı bulunmaktadır. İlk
kez 1980’ler sonrası bu tür birleşmelerde asıl etken
şirketin kendi sektörü içinde payını büyütmesi,
ölçek ekonomisine ulaşıp daha karlı olması, mevcut
veya olası bir rakipten kurtulması değil, bizatihi
borsada spekülatif kar elde etme amacı olmuştur. Bu
üstelik sadece bor-sa aracı kurum veya yatırım
bankaları için veya bu işe dışarıdan giren ‘şirket
yağmacıları’ adı verilen ve işi şirket ele geçirmek
olan belli borsa-sermayesi grupları için değil hatta
o birleşmeyi/satın almayı amaçlayan sanayi şirketi
sahipleri, yöneticileri için bile böyle olmuştur.
Kimilerine göre 2007 yılında patlayan kriz eşikaltı
morgıçlara dayalı menkul değerler olmasa da
patlayacaktı. Menkulleştirilmiş Amerikan eşikaltı
morgıçlarında uğranılan büyük zararlar tabii ki
krizi tetikledi. Fakat onlar sebep olmasaydı da
piyasayla ya da bir başka finansal ürünle ilgili
problemler kaçınılmaz olarak aynı sonuca
götürecekti. Bir iddiaya göre temel problem dünya
çapında, riskin düşük fiyatlandı-rılmış olmasıydı.
Önceki bir kaç yıl içindeki tarihi (historic)
seviyelere yakınlaşmış yavaş yavaş oluşmuş bir
anomali... 2007 Haziran’ında ABD’de CCC-dereceli çöp
bonolar, örneğin 10 yıllık son derece güvenilir ABD
Hazine bonolarından sadece 4 yüzdelik puan daha
yüksekti. Halbuki, Ekim 2002’de bu ikisi arasındaki
yüzdelik pu-an farkı 23’tü. (Greenspan, 2008: 508)
Greenspan’ın ‘yanlış fiyatlandırma’ iddiası
tartışmalıdır. Çünkü bütün genişleme dönemlerinde
aşırı güven doğal olarak risklerin daha az,
getirilerin daha kesin algılanmasını sağlar. Ama bu
aşırı güveni sağlayan da, piyasaların belli tür araç
ve mekanizmalarla yukarıya doğru aralıksız seyridir.
Yani çökmediği müddetçe bu iki süreç birbirini
besler. Morgıçlara dayalı menkulleş-tirmeler
piyasayı yukarıya çektiği müddetçe kendi güven
unsurunu kendileri üretiyor demekti.
|