|
Bir Dünya Devleti ve Yönetimine Doğru Küreselleşme
Evrenselci toplum düşüncesinin çok eskilere
dayandığı kabul edilir. Düşünürlerin çoğunluğu
toplumsal konularda fikir ileri sürerken kendi
bulundukları yeri ve zamanı odak noktası almış ve
bunu bütün insanlığa yayarak genelleme eğiliminde
olmuşlardır. Platon, Sokrates'i konuşturarak yazmış
olduğu Devlet isimli kitabında öne
sürdüğü bütün düşüncelerini, içinde yaşadığı kent
devletinden hareketle evrensel geçerlilikte
doğrular olarak ortaya koymuştur. Aristoteles ise
toplumsal konularda ileri sürdüğü düşüncelerini
bütün toplumlar için öngörerek Politika adlı
eserinde yazmıştır. Bu iki düşünürümüz Eski Yunan
toplumunun birer üyesi olarak yaşamalarına rağmen
düşüncede evrenselci iddialar dile getirmişlerdir.
Fikirleriyle bütün insanlığı kapsayabileceklerini
düşünmüşlerdir. Olması gerekenleri iddia etmeleri
bakamından özellikle Platon'un Devlet'i düşünce
tarihinin ilk ütopyası olarak kabul edilir. Bu
çalışmaların zaten en önemli özelliği spekülatif
ürünler olmaları ve birer sosyolojik eser
olmamalarıdır.
Orta Çağın Tanrı Devleti ideali de evrenselci bir
ütopya olarak kabul edilebilir. Zaten Orta Çağda
karşımıza çıkan büyük semavi dinlerin iddiaları
(Yahudilik kısmen hariç) evrensel bir insanlık
ideali oluşturmaktır. Özellikle Hıristiyanlığın
Orta Çağdaki iddiası teokratik bir Tanrı Devleti'ni
yeryüzünde tesis etmek ve bütün insanlığı bunun
çatısı altında toplamaktır. Bu iddia büyük oranda
bir ütopya'dır. Yeni Çağ ise ütopik dünya
devletlerinin insan aklına dayalı kurgusal olarak en
çok rağbet ettiği bir dönem olmuştur. Zaten
modernleşme ile birlikte ele alınması gereken yeni
çağın en önemli özelliklerinden birisi akılcı bir
dünya kurmaktır. Bu dönemin Descartes'in başını
çektiği spekülatif felsefesi ve Orta Çağ
karanlığından kurtulma kararlılığı yeni dünyalar
kurgulamalarına yol açmıştır. Francis Bacon Yeni
Atlantis adlı eserinde bunun ilk örneğini vermiştir.
Ardından ismiyle aynı anlamı taşıyan bir kurgu
toplum modeli de Thomas More'un Ütopya adlı
çalışması gelmiştir. Bir diğer önemli örnek ise Cam-panella'nın
Güneş Ülkesi olmuştur. Adı geçen bu ütopik toplum
modelleri ve benzerleri kendi toplumlarından ve
düşüncelerinden hareketle bütün insanlığı kapsayacak
bütüncü - evrenselci iddialar dile getirmişlerdir.
Bir anlamda küresel bir insanlık modeli
öngörmüşlerdir. Leibniz gibi bazı filozoflar ise
insanlık alemindeki farklılığın temel taşı olan dil
problemini matematik ve felsefe açısından sakıncalı
görerek ortak bir dil kurulması noktasında görüşler
öne sürmüşlerdir. Matematik ve mantık dilinin
evrensel düzenin ortak dili olabileceğini iddia eden
Leibniz, evrenselci bir dünyanın kurulabileceğine
veya kurulması gerektiğine inanmıştır.
Tek dünya devleti ve hükümeti kurma konusunda
gerçekleşmesi tartışmalı birçok ütopik düşünce
üretildiği görülmektedir. Bir dünya devleti fikrini
çok eskilere kadar götürenler vardır: Alexander
Demandt 3450 yıl geride Pharaoh Thutmosis IU'de,
Friedrich Berber 4350 yıl geride Sargon of Akkad'da
izini bulduğunu iddia eder. (Treanor 2001: l) Kökeni
nereye dayandırılırsa dayandırılsın böyle bir
küreselleşme eğilimi kendi kurallarını ve
kurumlarını üreterek devam etmekte olduğu iddiaları
Soğuk Savaş'm sona erdiği tarihten itibaren artmış
ve somut adımların atılmasına fırsat bulmuştur.
Özellikle bilişim teknolojileri alanındaki hızlı ve
etkili gelişmeler dünyayı eski halinden çıkarmış,
tek merkezden kontrol edilebilir bir sosyo-ekonomik
sürece doğru yöneltmiştir. Ekonominin ulus-ötesi
şirketlerin küresel boyutta faaliyetlerini
desteklemesi, hammadde kaynaklarının ve finansman
akışının elektronik ortamda yönlendirilebilmesi,
iletişim sektöründe uydu ve kablosuz aktarımların
etkili olmasıyla birlikte "tek dünya devleti"
hayali taşıyan çevreleri çok heyecanlandırdığı bir
gerçektir. Bu anlamda somut örnek oluşturabilecek
bir iş alanı telekomünikasyondur. 19. yüzyılın en
büyük sermaye sahiplerinden Roths-child Hanedanı'nın
telekomünikasyon alanında dünyada tekelleşme ve
bütünleşmeyi sağlamaya doğru gittiği konusunda
ciddi iddialar vardır. Tek Dünya Devleti'ni kurma
iddiasında olanların telekomünikasyon sistemine
hakim olmadan bunu gerçekleştirmeleri mümkün
görülmemektedir. (Öksüz 2002: 1)
Tek dünya devleti aynı zamanda dünyada yaşayan
farklı toplumlara mensup insanların aralarındaki
farklılıkları azaltarak homojenleşmesine ve
kendilerini dünya toplumunun bir parçası olmalarını
hissetmelerine bağlıdır. Yerkürede yaşayan insanlar
artık kendilerini dünya vatandaşı olarak görecekler
ve kendi toplumlarının milliyetçiliğini değil,
dünya milliyetçiliği yapacaklardır. Küreselleşme
projesinin ön görülerinden birisi de budur.
Küreselleşmeye gerçekleşmesi beklenen bir ütopya
olarak bakan çevreler bunu açık olarak dile
getirmektedirler. Küreselleşme sürecinde ulus
devletlerin zayıflayacağını ve zamanla ortadan
kalkacağını iddia ederek, bunların yerine küresel
boyutta organizasyonlar sürdürecek olan
kuruluşların geçeceğini ve biraz daha ilerisinin
dünya devleti olacağını varsaymaktadırlar. Time
dergisinde Strobe Tal-bot (2002: 70) bu iddiayı
önümüzdeki yüz yıl için adeta kehanette bulunarak
dile getirmiştir. Buna göre "önümüzdeki 100 yılda
bizim bildiğimiz "Ulus Devletçiliğin" modası
geçecek ve tüm devletler tek bir küresel otoriteyi
kabul edecekler. Böylece 20. yüzyıl ortalarında
benimsenen hedef "Dünya Vatandaşlığı" da
gerçekleştirilmiş olacak. Ulusal egemenlik, ve
bağımsızlık gibi kavramlar yeni dünya düzenine
yakışmayan, ağdalı, abartılı kavramlar olacak. Bütün
devletler aslında birer sosyal düzenlemeden
ibarettir ve gerçekte tüm devletler geçici ve yapay
oluşumlardır."
Küreselleşme devletine doğru bir devlet dönüşümünü
kendisine önce makale sonra kitap konusu olarak
seçen Martin Shaw, (http://www.martinshaw.org)
küreselleşme sürecinde devletin ortadan
kalkmayacağını, fakat şekil değiştireceğini iddia
eder. Bu iddiasını küreselleşmenin ilk safhası
olarak gördüğü on beşinci yüzyıl sonrası dünya
devletlerinin bugüne kadar geçirdiği
dönüşümlere dayandırır. Küreselleşmenin ilk
safhalarındaki eski imparatorluk devletleri
(İspanya ve Portekiz gibi) zaten modern anlamda
milli devletler değildi. Sonraki küreselleşme
safhaları, Özellikle on dokuzuncu yüzyıl ile
yirminci yüzyıl başlarındaki emperyal (İngiltere ve
Fransa gibi) devletlerin ise milli özellikleri ön
plana çıkmaya başlamıştır. Fakat yine de İngiliz
imparatorluğu gibi millet egemenliğine dayalı
olması bakımından milli devletin basit nosyonunu
tamamen yanıltan yüksek derecede kompleks bir devlet
yapısı karşımızda yer almaktadır. Rusya'nın
Sovyetler Birliği olarak örgütlenmesi ve tarihi
emperyal Avrupa devletleri dışında 1914'ten 1989'a
kadar 'üçüncü dünya' olarak adlandırılan kısımda
milli devlet formu basit biçimde egemen olmuştur.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında emperyal
devletlerin kolonileri durumundaki toplulukların
bağımsızlıklarını kazanarak küçük milli devletler
halinde ortaya çıkmaları yirminci yüzyılı adeta
milli devletler safhası haline getirmiştir. Bu milli
devlet formunun evrenselleşmesine karşın, çoğu
milli devletlerin zayıf, küçük, problemli olmaları
ve uzun süre otonomilerini koruyabilecek güçten
mahrum olmaları ortaya bir paradoks çıkarmaktadır.
Bir tarafta zayıf ve güçsüz milli devletler
çoğalırken, diğer tarafta zaten eskiden beri güçlü
olan devletlerin birlik ve bloklar oluşturmalarıyla
problemli bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu sebepten
son küreselleşme safhasında bu milli devlet
biçiminin zayıfladığı gözlenmektedir. (Shaw 2001:
2-4)
Soğuk Savaş sonrası ve bilişim devriminin
hızlandırdığı yeni ekonomi döneminde yaygınlaşan
küreselleşme, özellikle ekonomi alanında çok uluslu
ve devletler üstü şirketlerin üstlendiği rollerin
etkisiyle milli devletlerin gücünü ve önemini
zayıflattı. Martin Shaw'a göre, milli
devlet için sonun başlangıcı gerçekte İkinci Dünya
Savaşında başlamıştı. 'Süper güçlerin' zaferi yeni
bir dünya gücü Birleşik Devletler, ve bir bölgesel
güç, Sovyetler Birliği-yalnızca tarihi Avrupa
imparatorluğunun çöküşüne değil fakat aynı zamanda
milli devletin ölümüne yol açmıştır. (Shaw 2001: 4)
Yazar bu dönemde kutuplaşmanın iki tarafı da bloklar
olarak bütünleşmeye ittiğini ve dünya ile ilgili
önemli kararları artık Birleşmiş Milletlerin üstle-nebildiğinden
yola çıkarak milli devlet formunun evrensel bir
siyasal gerçeklik olmadığı sonucuna varmaktadır.
Özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin bu dönemde
fonksiyonunu ve dünyadaki rolünü artırmasıyla
sınırlarının dışında bütün dünyada belli oranda
hegemonya oluşturmasını sağlamıştır. Bu durum
Amerika öncülüğünde küresel organizasyonların
güçlerinin artmasına yardımcı olmuştur. Batılı
devletlerin biçimlerinde ve rollerinde bu bakımdan
önemli dönüşümler olmuştur.
Milli devletlerin zayıflaması ve ortadan kalkması
yoluyla dünyada global bir yönetim kurulup
kurulamayacağı bu bağlamda önemli bir tartışma
konusudur. Küreselleşmeyi bir ideoloji ve
gerçekleştirilmesi düşlenen bir ütopya olarak kabul
eden kesimler bir dünya devleti ve hükümeti
kurulabileceğine de inanmakta ve bunun tasarımını
yapmaktadırlar. Amerika ve Batının öncülüğünde
devletler üstü kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları,
uluslar arası organizasyonlar ve benzeri
girişimlerin devletlerin dışında yönetim erki olarak
rol oynayabileceği düşünülmektedir.
Uluslararasılaşmış bir askeri ve siyasi güç milli
devletlerin üstünde dünyayı ilgilendiren konularda
devreye girebilecektir. Amerika'nın dünya üzerinde
yapacağı müdahalelerde uluslar arası kuruluşları
kullanması buna örnektir. Bu çerçevede küresel bir
dünya toplumu kurulmasıyla beraber küresel bir
devlet ve küresel bir yönetim öngörülmektedir.
Dünya eğer tek kutuplu yeni dünya sisteminin
öngördüğü şekilde bir entegrasyona gidecek ve
dünyada yaşayan insanlar kendilerini milli
bağlarından kurtararak dünya vatandaşı olarak
görmeye başlarlarsa yeni yaklaşımlar ortaya
çıkacaktır. Bir dünya federasyonu kurulması
sonucunda, insanların artık dünya milliyetçiliği
yapmaları gerektiğini dile getiren 'normatif
küreselcilik' akımının bu konuda radikal fikirleri
vardır. İdeoloji ve hareket olarak normatif
küreselcilik, global bir otoriteyle yeryüzünün
siyasi birliğinin çeşitli biçimlerde
sağlanabileceğini, küresel federalizm veya
konfederalizm gibi yöntemlerle küçük devletlerin
üstünde düzenleyici bir organizasyonun
oluşturulabileceği iddialarını dile getirir. Küresel
Yönetim Komisyonu (The Commission on Global
Governance) siyasi bir örgütlenmeden çok bugünkü
devletler sisteminin sağlıklı çalışabilmesi için
öngörülen küresel bir kurumdur. Normatif globalizm
için çok yaygın siyasi destek (başlıca İngilizce
konuşan ülkeler) One-WorldOnline grubunun
üyelerinden gelir. Akademik dünyada normatif
globalizmin en kapsamlı örnekleri Da-vid Held'in 'Democracy
and the Global Order', Lynn Mil-ler'in 'Global Order:
Values and Power in International Politics' ve
Richard Falk'un 'On Hutnane Governance' isimli
eserlerinde görülür. (Treanor200l: 2)
Küreselleşmenin bu yorumu bütünleşen insanlık
aleminin bu temel üzerinde milliyetçilik yapmasını
gerekli görür. Her bir fert dünya toplumunun bir
parçası olarak kendini düşünmeli ve kimliğini buna
göre tanımlamalıdır.
Normatif küreselciliğin dayandığı temeller arasında
dünya barışının bütün insanlık alemini kapsayacak
şekilde gerçekleşeceğini öngören aydınlanma
düşünürlerinden Kant ve Bentham vardır. Bentham ve
Kant gibi normatif küreselleşmenin klasik iddiaları
'insanlar arası barış' veya 'küresel barış' dır.
Bunun basit biçimsel nesnesi bir değil fakat birçok
muhtemel barış şartı olmasıdır. Bu bakımdan hiçbir
tekil şart bunu haklılaştıramaz. Bu dünya barışının
sağlanabilmesinin yolu, dünyanın üst seviyede bir
teşkilatlanma ile yönetilmesinden geçer. Dünya
farklı din, kültür ve devlete sahip birimlerin
birbiriyle mücadelesine ve savaşına çok şahit
olmuştur. Bunu önlemenin yolu olarak ihtiyaç
duyulan organizasyonların en önemlisi Birleşmiş
Milletler teşkilatının kurulması olmuştur.
Birleşmiş Milletler tamimiyle milli devletlerin
üyeliğinde organize edilmiş, milliyetçilikleri
içinde barındıran bir teşkilattır. Bunun dışında
Avrupa Birliği gibi bütünleşmeye yönelik farklı
organizasyonlar da vardır. (Treanor 2001: 12) Bunlar
dünya devleti kurulması yolunda tartışılması ve
örnek model alınması gereken konular olarak
sunulmaktadır. Dünya milliyetçiliğinin dayandığı
temel, Bir millet milliyetçidir, Birleşmiş
Milletlere üye 180 millet milliyetçidir, milletler
federasyonu milliyetçiliktir, 'internationalism'
milliyetçiliktir ve Birleşmiş milletler
milliyetçidir. O zaman milliyetçiliğin bütün
insanlık düzeyine ve tek dünya devleti
organizasyonuna taşınması söz konusudur.
Dünyanın siyasal olarak ortak bir dünya hükümetine
doğru gittiğini iddia edenlerin dayandıkları
noktalardan birisi, milli devletler arası
problemlerin çözümünde fonksiyonel olacağı
düşünülerek kurulan Birleşmiş Milletler
teşkilatıdır. On dokuzuncu yüzyıl kapitalizminin
büyük oranda dünyayı etkisi altına aldığı ve küresel
bir kontrol sağladığı iddiaları genel kabul
görmektedir. Sanayi devriminin beşiği konumundaki
emperyalist İngiliz İmparatorluğu bu dönemin egemen
gücüdür. İngilizler koloni haline getirdiği çok
sayıda ülke ile birlikte dünyanın zenginliklerini
de kontrolü altında tutmaya özen göstermiştir, on
dokuzuncu yüzyıl aynı zamanda milli devletlerin de
bağımsızlıklarını kazanmaya başladığı bir
milliyetçilik
yüzyılıdır. Uluslar arası arenada otonom birimler
olan egemen ulus-devletlerin saf anarşik düzeni
olmaktan çıkması için, birtakım düzenlemelere
ihtiyaç duyulmuştur. Bu düzenleme ihtiyacını bir
ölçüde parada altın standardının varlığı, daha da
önemlisi Büyük Britanya'nin siyasal ve ekonomik
hegemonyası karşılamıştır. Yirminci yüzyılın
başlarında bu hegemonyanın zayıflaması İkinci Dünya
Savaşı sonrasına kadar sürekli siyasal ve ekonomik
bunalımlar yaşayan bir dünyanın ortaya çıkmasına
neden olmuştur. (Tekeli; İlkin 2002: 4) İkinci Dünya
Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler teşkilatının
kurulması ile bu düzenleme dünyanın bütününü
kapsayacak şekilde daha rasyonel temeller üzerinde
geliştirildi.
Dünya yirminci yüzyılın başında yaşadığı dünya
savaşının ardından ikinci büyük savaşın çıkmasını,
önleyememiştir. Bunun sıkıntısını ve felaketini
büyük ıkayıplar vererek ödemiş olan devletler İkinci
Dünya Savaşı'nın başlarında, 12 Haziran 1941'de
Londra'da imzalanan ve "hem savaşta, hem barışta,
bir arada ve öteki özgür halklarla birlikte
çalışmayı" öngören bir Bildirge ile 'Birleşmiş
Milletlerin kuruluşuna uzanan yolda ilk adımı
atmışlardır. 14 Ağustos 1941'de ABD Başkanı
Franklin koosevelt ile İngiltere'Başbakanı Wilson
Churchill, barış ve güvenliğin korunmasına yönelik
uluslararası işbirliği için bir ilkeler dizisi
önerdi ve Atlantik Şartı olarak bunu imza altına
aldılar. Bundan sonra 1 Ocak 1942 günü, Mihver
ülkelerine karşı savaşmakta olan 26 ülkenin
temsilcileri "Birleşmiş Milletler Bildirgesi"ni
imzalayarak Atlantik Şartı'na desteklerini ilan
ettiler. Bildirge, "Birleşmiş Milletler" teriminin
ilk kez kullanıldığı belge oldu. 25 Nisan 1945'de
aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 50 ülkenin
temsilcileri San Francisco'da bir araya gelerek 111
maddeden oluşan Antlaşma'ya son şeklini verdiler.
Antlaşma, 25 Haziran 1945'te oybirliği ile kabul
edildi ve ertesi gün
imzalandı. 24 Ekim 1945 de Güvenlik Konseyi'nin beş
daimi üyesinin yanı sıra imza sahibi öteki
devletlerin çoğunluğunun da onaylamasıyla Antlaşma
yürürlüğe girdi ve Birleşmiş Milletler kuruldu, (http://www.un.org.tr/
Unictr/
bm_kisaca.htm)
Birleşmiş milletlerin amaçları: Uluslararası dostça
ilişkiler geliştirmek; ekonomik, sosyal kültürel
alanlarda uluslararası işbirliğini sağlamak,
üyelerin dış siyasetlerini uyumlaştıran bir merkez
olmak, şeklinde sıralanmaktadır. Buna bağlı olarak,
üyeler, herhangi bir devletin ülke bütünlüğüne ve
siyasal bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmaktan
veya tehditten kaçınacaklardır; Birleşmiş Milletler
örgütünün girişimlerini destekleyecekler ve
kendisine karşı zorlayıcı önlemler alınmış bir
devlete yardım etmekten kaçınacaklardır; örgüte üye
olmayanlar da barış ve güvenliğin gerektirdiği
ölçüde Anlaşma ilkelerine uygun davranmak zorunda
bırakılacaklardır, Birleşmiş Milletler örgütü, bir
devletin milli yetki alanına giren işlere
karışmayacaktır (Gün 2000:2). Birleşmiş milletlerin
bu ilkeler doğrultusunda faaliyetlerini
sürdürebilmesi için birtakım alt kuruluşları
kurulmuştur. Birleşmiş Milletler'in başlıca 6 organı
Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal
Konsey, Vesayet Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı
ve Sekreterya olarak belirlenmiştir. Bunların
dışında Birleşmiş Milletlere bağlı olarak kurulan ve
çeşitli alanlarda faaliyet sürdüren uluslar arası
örgütlerin sayısı artmıştır. Bunlar arasında: Dünya
Sağlık Örgütü (WHO), Uluslar arası Para Fonu (IMF),
Dünya Bankası (WB), Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF),
Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO), Gıda ve Tarım
Örgütü (FAO), önemlileri olarak sayılabilir.
Birleşmiş milletlerin dışında dünya çapında etkili
örgütlenmelerden birisi de hiç şüphesiz Avrupa
Birliği şeklindeki milli devletlerin ekonomik ve
siyasi olarak
bütünleşme girişimidir. Bu
girişimin tarihine kısaca bakacak olursak yine
İkinci Dünya Savaşı sürecine bakmamız gerekir. Savaş
sonrasında Sovyet tehdidine karşı askeri savunma
amaçlı olarak ABD Öncülüğündeki Batılı devletlerin
bazısı, 17 Mart 1948'de Brüksel'de "Beşli Pakt"
imzalanmıştır. Batı Avrupa Birliği (BAB) olarak
bilinen bu antlaşma hem AB'nin, hem de NATO'nun
habercisi olur. Daha sonra birleşik savunma
sisteminin genişletilmesi için diğer devletlerin
başvurması üzerine 4 Nisan 1949'da "Kuzey Atlantik
Antlaşması" imzalanarak, NATO kurulmuştur. (Armaoğlu
1995: 448). Askeri amaçların dışında Batı Avrupa'da
güvenlik arayışlarının yanı sıra hammadde
kaynaklarını kullanma ve güçlenme amacıyla yeni bir
işbirliği projesi geliştirilmiştir. Bu amaçla 9
Mayıs 1950 tarihinde Fransız Dışişleri Bakanı Robert
SCHUMAN, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun
kurulması yönündeki ilk girişimi başlatmıştır.
Avrupa ülkelerine yapılan çağrıda, savaş sanayiinin
ana maddeleri olan kömür ve çeliğin üretim ve
kullanımının uluslar-üstü bir organın
sorumluluğunda yönetilmesi öngörülmüştür. Avrupa
Kömür ve Çelik Topluluğu'nun kurulmasından sonra
AET olarak bilinen Avrupa ekonomik Topluluğu, 1957
yılında altı Batı Avrupa Devleti (Almanya, Fransa,
Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya) arasında
imzalanan 'Roma Antlaşması' ile kurulmuştur. AET'nin
nihai hedefi Avrupa'nın siyasal bütünlüğe ulaşması
olarak ortaya konmuştur
1985 yılında Tek Avrupa Senedi kabul edilmiş, 1987
yılı ortasında uygulamaya girmiştir. Avrupa
pazarının bütünleşerek tek pazar haline gelmesi
sürecinin 1992 yılında tamamlanması öngörülmüştür.
1989 yılında Sosyalist Blok'un çözülmesinden ve
Soğuk Savaşın ortadan kalkmasından sonra, hem
kendisini tanımlamak bakımından, hem de kendi
gücüyle uyumlu uluslararası yeni
siyasal roller edinme
açısından yeni arayışlar içine girilmiştir. Bu
ihtiyaçlar AT'nin gelişimi bakımından üçüncü aşamayı
oluşturan Maastricht Antlaşması'nın yapılmasını
getirmiştir. (Merih 2002a: 3)
Antlaşmalar ve Zirveler aracılığı ile oluşturulan
Avrupa Birliği olgusu, Merih'e göre henüz hukuksal
yapısı açısından kararlı ve tutarlı bir konumda
değildir. Hükü-metlerarası (Intergovernmental)
yapıdan giderek Devlet-ler-üstü (Supranational) bir
yapıya dönüşmekte ve tarihte daha önce denenmemiş
türden bir Federal Yönetim biçimini yansıtmaktadır.
Bu Federal yapının Ulus-Devlet karşısındaki hukuki
durumu ve geçerliliği henüz netliğe
kavuşturulabilmiş değildir. Bir Avrupa Anayasası
oluşturulması ve buna dayanan Avrupa Birleşik
Devletleri kurulması çalışmaları sürdürülmektedir.
Bundan sonraki zirvede, Avrupa Birliği'ni oluşturan
ve değişime uğrayan çeşitli Antlaşmaların
birleştirilerek, anayasa etkisi taşıyacak tek bir
Antlaşmanın oluşturulması ve bir Avrupa Birleşik
Devletleri aşamasına geçilmesi öngörülmektedir.
(Merih 2002b: 13) Küreselleşen dünyada Avrupa
Birliği'nin ekonomik ve siyasi bütünleşmeye doğru
gitmesi mevcut milli devletler üzerinde kurulu olan
dünya sistemini büyük ölçüde etkilemektedir.
Avrupa'nın Birleşik Devlet haline getirilmesi
küreselleşmeye bir tepki olarak da
yorumlanmaktadır. Bir taraftan milli devletlerin
üstünde onları kapsayan bir örgütlenme, bir taraftan
da tek süper gücün ekonomik ve siyasi hegemonyasına
karşı farklı bir düzenleme söz konusudur. (Went
2001: 4)
|