|
Dünya’nın Kalesi Neresidir?
Arapça "Kala" kelimesinden dilimize geçen, Kale;
Düşmanın gelmesi beklenebilen yollar üzerinde,
askeri önem taşıyan şehirlerde, geçit ve dar
boğazlarda güvenliği sağlamak için yapılan kalın
duvarlı, burçlu, mazgallı yapılara denir. Kaleler,
bir milletin daima en güvenli yerlerini oluşturmuş
ve en sağlam kaleye sahip olan ülkelerin ömrü daha
uzun olmuştur. Tarihte, uzun ömürlü devletlerin
sahip oldukları kaleler ile yeryüzünde etki
sahaları arasında doğrudan bir bağlantı
bulunmaktadır.
Kaleler, devletlerin can damarlarıdır. Diğer
devletler tarafından istilaları esnasında, sağlam
ve metin kaleler, sahibi olduğu devletin daima
hayat sigortası olmuştur. Ne var ki, patlamalı
silahların ve özellikle uzun menzilli ve uzaktan
kumandalı modern silahların icadıyla birlikte,
kaleler artık bugün birer tarihi eser olarak
turistlerin ziyaretine muhtaç birer yapı haline
düşmüşlerdir.
Bugün dünyanuı hangi ülkesine gitseniz, o ülkenin
talihini hatırlatan, kimisi yıkık-dökük kale
yıkıntılarını görmek mümkündür. Bunların çoğu,
turizm amaçlı restore edilmişlerdir. Ancak
zamanında çok önemli bu yapılar, bugün asıl amacını
yitirmiş olmanın ezikliği içindedirler.
İnsanoğlunun yapay olarak oluşturduğu bu kaleler
önemini yitirirken, Siyasî Coğrafya ile uğraşan
bilim adamları; yeryüzünde doğal olarak kale
görevini üstlenebilecek ve tüm saldırılara karşı
koyabilecek, bir arazi parçası aramaya
yönelmişlerdir. Bu konuda İngiliz Siyaset Bilimcisi
ve Coğrafyacı Halford Mackinder
(1861-1947),ayrıntılı olarak araştırma yapmış ve
araştırmalarını "Kara Hakimiyet Teorisi" adı altında
toplamıştır.
Mackinder, 1904 yılındaki görüşlerinde; Asya'da Obi
ile Lena nehirleri arasında kalan Sibirya bölgesini
"Dünya Kalesi" veya "Heartland (Dünyanın Kalbi)"
olarak nitelendirmiştir. Ancak bu görüşünü daha
sonraki yıllarda üç kez değiştirmiş ve en son
görüşünü 1943 yılında açıklamıştır. Mackinder son
görüşünde ise, Dünya kalesini, Sibirya'nın batısına
yani Doğu Avrupa düzlüklerine doğru genişletmiştir.
Obi nehrinden Doğu Avrupa düzlüklerine kadar olan
geniş alan, Mackinder'e göre, "Dünyanın Kalesi"
olarak ilan edilmiştir. Ve Mackinder şunu ilave
etmiştir; "Dünya kalesini elinde bulunduran bir
millet, Dünya'ya hakim olur."
Bu görüş doğru mudur? Gerçekten Doğu Avrupa ve
Sibirya düzlükleri, dünyanın kalesi midirler?
Hayır. Çünkü bu topraklar kale özelliği
taşımamaktadır. Herşeyden önce bu bölge, iklim
bakımından insan yaşaması için çok elverişsiz bir
bölgedir. Coğrafî şartlar, tarım ve hayvancılığı
kısıtlamaktadır. Öte yandan, bu bölgenin çevresi
kale duvarları gibi yüksek dağlarla çevrili
değildir.
Günümüzde Avrupalı Siyasî Coğrafya Bilim adamları,
Avrupa kıtasını Dünyanın kalesi veya kalbi olarak
nitelendirmekte ve bu doğrultuda çeşitli hakimiyet
teorileri geliştirmektedirler. Avrupa Birliği, işte
bu teorilerin ortaya çıkarmış olduğu siyasî bir
oluşumdur. Ne var ki, Avrupa kıtası bir bütün
olarak, bir kale olmakdan çok uzaktır. Çünkü çevresi
oldukça girintili çıkıntılıdır. Düşman rahatlıkla,
kıtanın taa ortalarına kadar, her yönden rahatlıkla
girebilir.
Bir bölgenin kale olabilmesi için, çevresinin yüksek
dağlarla çevrili olması, ikliminin insan yaşamı
için elverişli olması, içinde barındırdığı
insanların temel ihtiyaçlarını uzun süre
giderebilecek bir potansiyele sahip olması gerekir.
İşte bu özelliklerde bir kara parçası aranırsa,
dünya üzerinde sadece bir yerde bulunur. O da
ANADOLU YARIMADASI'dır.
Anadolu yarımadası; Asya, Avrupa ve Afrika eski kara
kütlelerinin bitişme noktasında yeralmaktadır.
Yanmada, kuzeyden Karadeniz dağları, güneyden Toros
sıra dağlan ile çevrili bulunmakta ve bu sıradağlar
yarımdanın batısında ve doğusunda yüksek dağlarla
bitişmektedir. Yüksekten kuş bakışı bakıldığında,
sözkonusu bu dağlar, âdeta doğal bir kalenin
duvarlarını andırmaktadır. Yine Anadolu yarımadası,
ortalama yükselti bakımından (1132 m.), dünyanın en
yüksek kıtası olan Asya kıtası ortalama
yükseltisinden (1010 m.) daha yüksek-tir.Orta
bölümünde ise, Konya Ovası yeralmaktadır. İşte bu
ova, içinde bulundurduğu tüm insanları uzun süre
besleyebilecek düzeyde tarım ürünleri yetiştirme
kapasitesine sahip bulunmaktadır. İklim bakımından
ise, insan yaşamı için en elverişli şartlar hüküm
sürmektedir. Kısacası "Küçük Asya (Minör Asia)" adı
verilen Anadolu yarımadası, doğal olarak bir kalede
aranabilecek tüm şartlara haiz bir toprak parçasını
oluşturmaktadır.
Dünya kalesini teşkil eden Anadolu yarımadası,
geçmişte bu özelliğinden dolayı, M.Ö. 2.yüzyılın
ortalarından bugüne, üç büyük İmparatorluğun (Roma,
Bizans ve Osmanlı) merkezini yani kalbini
oluşturmuştur. Sözkonusu bu İmparatorlukların uzun
ömürlü olmasında, Anadolu yarımadasının kale olma
özelliği büyük rol oynamıştır.
Bugün için, dünyanın kalesini oluşturan Anadolu
Yarımadası üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti
yeralmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde
bulunduğu toprağın değerini bilmelidir. Bu ülkeyi
yönetenler, geçmişte olduğu gibi, bu kutsal
toprakların hakkını vermelidirler. Geçmişte olduğu
gibi, gelecekte de, Anadolu yarımadası, Müslüman
Türk Medeniyeti'nin kalesi olmak için sabırsızlıkla
beklemektedir. Dünyanın kalesi veya kalbi olan
Anadolu yarımadası, Dünya Hakimiyeti için tüm
hazırlıklarını sürdürmektedir. Artık bahar selleri,
yeni bir doğuşun, yeni bir şahlanışın ve yeni bir
medeniyetin müjdecisidirler.
Doç. Dr. Ramazan OZEY
|