|
Ekonomide Yük Paylaşımında Tarafsız Devletin
Adaleti
Türkiye'nin kredi notunun düşürülmesinin fınans
piyasalarında neden olduğu şiddetli dalgalanma,
bünyenin dış şoklara ne denli açık ve duyarlı
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Böyle duyarlı
bir bünye ne bir günde, ne de bir yılda
oluşturulabilir. Bu, geçmiş politikaların hazin
sonucudur. Bu nedenle, kredi notumuzu düşüren
kurumlara kızmak yerine, onların hükümlerini kabul
etmek değil, ama olayı bir güzelce anlamaya çalışmak
gerekmektedir.
Olay nedir? Olay aşiret ruhlu bir
topluma hakim siyasetçilerin, 1980'lerden itibaren
vergi almaktan vazgeçip, bir yandan borçlanarak,
diğer yandan da para basarak, hem ekonomiye para
pompalamak, hem de fınans kaynaklarının belirli
güçlerin elinde toplanmasına neden olmasıdır. Bu
güçler, devleti haraca bağlayarak, rantiye sahibi
oldular. Ekonominin büyüme hızına ulaşan ve hemen
hemen bu hızın üzerinde bir oranda faiz ödemesi ile
karşı karşıya kalan devlet, birincil bütçe açığı
vermeye başladı.
Ekonomi, rantiye sınıfına yaptığı aktarımlarla
oluşturduğu açığı, "kamu açığı"na dönüştürürken,
bankalar yolu ile de özel tüketim açıklarım önce
teşvik, sonra da finanse etti. Banka kesiminin
dahiyane buluşu VDMK gibi araçlar, bu açığı daha da
körükledi. Tüm bu önlemler tasarrufu attırmadı, tam
ters, azalttı. Tasarruf oranı, ekonominin 2 cent'e
muhtaç olduğu dönemde % 18'lerde iken, bugün % 15'e
gerilemiş bulunmaktadır.
Ekonominin bu açığının bir şekilde kapanması
gerekmektedir. Açığın şimdiki kapatılma yöntemi,
enflâsyondur. Enflasyon, nakit değerler üzerine
salınan bir tür vergidir. Ne var ki, güçlü finans
çevreleri bu vergiyi istememektedir ve bundan kaçış
yolu aramaktadır.
Bu yollar; borsa, repo, döviz, altın, döviz endeksli
mevduat hesaplan vb. olmaktadır. Güçlü çevreler, bu
alanların olağan vergilerle kapsanmasına karşı
çıktıkları gibi, enflâsyon gibi olağandışı vergilere
karşı da kendilerini koruyabilmektedirler.
Türkiye'nin kredi notunun düşürülmesi ile ekonominin
ilâve dış faiz yükü altına girme korkusu içinde olan
finans çevreler, önce borsayı yükseltti.
Profesyonellerin bu oyununa gelenler, güçlülere
aktarım yaptı. Tam bu esnada, aynı güçlü çevreler,
döviz fiyatını yükseltti ve ondan da kârlı çıktı.
İş, döviz piyasasına vurunca, döviz kaçışı ve
enflâsyon korkusu ile devlet, faizleri yükselterek
müdahele etti. Bu müdahele iki açıdan devlete
avantaj sağladı. Bir defa, kâğıt ve döviz
piyasalarındaki anormal dalgalanmalardan ürkenlere,
biraz yükseltilmiş faizle hazine bonosu sunan
devlet, o insanlara güvenli bir liman sağlarken,
kendisi de faizleri daha da yükseltmekten kurtulmuş
oldu, İkincisi, döviz değerinin en üst noktasında,
döviz arzını artırarak dövize müdahele etmek,
politikanın maliyetini hafifletmek anlamına
gelmektedir. Ancak, böyle bir politikanın en zayıf
noktası, ekonomiden hızlı bir döviz çıkışı riski
taşıyor, olmasıdır. Kararların bu şekilde
alınmasında, Merkez Bankası kaynaklarının rol
oynadığı anlaşılmaktadır.
İşin bir başka yönü de, finans grubu bir bütün
olarak, kendi servetinin satın alma gücünü korurken,
yükü, emek gücüne ve ancak ufak ödentiler halinde
gelire sahip olabilen gruplar üzerine yıkmasıdır.
Nihai görüntü şöyledir: Büyük finans çevreler hiçbir
kayba uğramamıştır, hatta bir miktar kâra dahi
geçmiştir. Küçük finans çevreleri bir miktar zarara
uğramıştır. Faizleri artırmak durumunda olan devlet,
vergi yükümlülerine yük yıkarak, kısmî zarara
uğramıştır. Ekonomide faiz ve fiyat artışlarına
bağlı olarak, tasarruf yapamayan gruplar mutlak
zarara uğramıştır.
Devletin yansız olduğu ileri sürülen, bozuk bir
piyasa yapısında, devlet güçlülerin yanındadır!
Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi
Maliye Bölümü
|