Ekonomik Gidişat ve Kararlar Üzerine
5 Nisan kararlarının sonuçları sanki alınıyor. Kamu
açığı küçülüyor, fiyat artış hızı geriliyor, döviz
fiyatı fırlamıyor. Bu sonuçları 5 Nisan kararları
ile uyumlu gözüküyor. Ama bu görüntü ne gerçekçi ne
de devamlı olma niteliği taşımaktadır. Şimdi bugün
bu aldatıcı görüntünün biraz ayrıntılarına girelim.
Kamu açığı gerçekten küçülüyor ama
neyin pahasına! Devlet maaş, faiz ve Güneydoğu
dışında hemen tüm harcamaları kısmış ya da kesmiş
durumdadır. Bu kesintiler geçicidir. Bu tasarruflar
sadece geçici değil, fakat ilerki dönem
harcamalarını da artırıcı niteliktedir. Kısacası
devlet, harcamalarını sadece ertelemekle kalmamakta,
fakat ileriye çok daha fazla yük yıkmaktadır.
Devlet personeli erimektedir. Enflâsyon karşısında
komik kalan maaş artışlarının anlamı, kamu
personelinin nicelik olarak değil, fakat nitelik
olarak erimesidir. İleride bunun telafisi çok büyük
maliyetlere neden olacaktır. Kaldı ki, niteliksiz
personelin devlette ve ekonomide yapacağı tahribat
ise, belki de hiç telâfi edilemeyecektir.
Kamu gelirlerine gelince, ek vergilerle belirli bir
artışın sağlanabileceği açıktır. Ancak vergi veren
kesimin bu denli zorlanmasının ileride nelere
malolacağı kolayca kestirilemez.
Ekonominin neredeyse durma noktasına getirildiği bir
aşamada ithalat daralacağından dış ticaret açığında
bir düzelme görülebilir. İç tasarruf sahiplerine üç
aylık net % 50 getiri sağlandığında, döviz fiyatı
doğal olarak kıpırdamaz.
Bu kriz özelleştirmecilerin de
fevkalade işine yaradı. Artık sosyal patlama
sınırına getirilmiş olan toplum, kendi öz
varlıklarını yabancılara sembolik fiyatlarla
devredilmesine direnemeyecektir. Bu bir satış
değildir, bu bir özelleştirme değildir. Bu bir
hibedir, devirdir. Milli ya da ulusçu olmayı bir
tarafa bırakalım, bu politikaları hiçbir iktisadi
gerekçe ile açıklamak olanaklı değildir. Çünkü tüm
bu uygulamalar iktisat mantığına terstir.
Madenler ve kömür ocakları özelleştirme, daha
doğrusu yabancılaştırma rampasındadır. Örneğin Soma
ocaklarına şöyle bir bakalım. Buradaki maden,
diyelim ki, Türkiye'ye 100 yıl gidecek. Bu ocağı
yabancılara sattığımızda ne olacak? Sorun, sadece
işsizlik falan değildir. Sorunun boyutları bundan
çok daha büyük ve vahimdir. Yabancılar bu ocağı
belki de 20-30 yılda tüketecektir. Bu ocağı
yabancılaştırarak bugün bir miktar döviz
kazanacağız, ama 100 yıllık madenimiz 20-30 yılda
tükenecek. Bir kısmı, belki de yurtdışına satılacak.
Tüm kârlar, döviz olarak yurtdışına çıkartılacak.
Ocağın doğal ömrünün daha kısa sürede tüketildiğine
mi, bu hızlı tüketme karşısında sağlanan kârların
ülkede kalmadığına mı, ortaya çıkan işsizlik ve
sosyo-ekonomik sorunlara mı yanalım! Bütün bu
maliyetler karşılığında şimdi bir miktar döviz
geliri elde edeceğiz. Onu da nerede harcayacağımız
belli değil. Sonra ne yapacağız?
Bir ülkede bu politikalara ön ayak olan ve onu
uygulayanlar nasıl iç huzuru ile yaşarlar, bunu
bilemem, ama bu politikalar karşısında nasıl sessiz
kalınır, işte bunu anlamak zor. Yapılanlar hep
yüzeysel, göstermelik ve ilerki dönem kaynaklardan
beslenmektedir. Diyelim ki, bugün bu paraları
aldık, bu kemerleri böylece sıktık, peki yarın ne
yapacağız. Herkesin aynı şiddette kemer sıkması adil
değildir. Adil olan, önce iri kemerlilerin dar
kemerliler düzeyine inmesidir. Gerisini sonra
düşünürüz.
Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi
Maliye Bölümü
|