Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekonomik Kriz ve 5 Nisan Kararları, Krizin Etkileri 

Türkiye'nin karşılaştığı başlıca ekonomik krizler 1958, 1980 ve 1994 krizleridir. Bu krizlerin sonuçlan ise, döviz darboğazı ile birlikte, aylık/yıllık enflasyon hızının giderek artmasıdır. Döviz darboğazı genellikle döviz fi­yatlarının yıllarca düşük tutulmasından, enflasyonun giderek artması ise kamu (Devlet, KİT'ler, Belediyeler, BİT'ler, Fonlar ve Sosyal Güvenlik Ku­rumlan) harcamalarının kontrol altına almamasına ilaveten, devletin yeteri kadar vergi toplayamamasından kaynaklanmaktadır.

Türk ekonomisinin 1988'den bu yana ne kadar bozulduğunu görebil­mek için Tablo-I'deki rakamların değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. 1983-1988 döneminde GSMH'daki (büyüme hızındaki) artış hızı ortalama %5.6'dır. Oysa 1989'dan 1993'e yıllık büyüme hızlarında büyük dalgalan­malar ortaya çıkmıştır. Bunun esas sebebi ise sabit sermaye yatırımların­daki (bütün sektörlerdeki toplam yatırımlardaki) yıllık dalgalanmalardır. Bu dalgalanmaların en önemli sebebi ise 7-8 yıldan beri imalat sanayi yatırım­larının çok düşük düzeylerde seyretmesidir 

1990, 1992 ve 1993 yıllarında tüketim harcamalarının ve ihracatı gö­re yıllık ithalat artışlarının çok yüksek düzeylerde seyretmesi ise Türkiye'nin, dışa ve ihracata dönük bir sanayileşme stratejisi yerine, tüketim ve ithalata dayalı bir büyüme modelini seçmesine yol açmıştır. Böyle bir mo­delin ise uzun süre sürmesi mümkün değildi. 

Bu modelin temel dayanağı ise 1988'in son çeyreğinden I99l'in orta­sına kadar ve 1993 yılında döviz fiyatlarının %35-45 dolayında düşük tu­tulmasıdır. 1990 başında TL'nin tam konvertibilitesine zamanından önce geçilmesi ile yabancı sermaye girişi çıkışlarına sonsuz bir serbesti getiril­miş, faiz ve kur farklarından faydalanarak döviz cinsinden aşırı gelir elde etmek için, Türkiye'ye akan sıcak para (çok kısa vadeli dövizler) girişleri Türkiye'de döviz fiyatlarındaki artışların baskı altında tutulmasına yol açtı­ğı gibi, bu politika Türkiye'den Batı alemine en az 5-6 milyar dolarlık bir kaynak transferine yol açmıştır. 

Döviz fiyatlarının düşük tutulmasının Türk ekonomisine yaptığı olum­suz etkiler bu kadarla da kalmamıştır. Mesela, döviz fiyatlarının %40 dü­şük tutulmasının anlamı;

-  Yerli malı yerine ithal malı satın alan tüketicilere devlet ve millet ke­sesinden %40 sübvansiyon verme,

-  Yabancılara ise Türk piyasasında %40 teşvik ve haksız rekabet üs­tünlüğü sağlama,

-  Yerli sanayicilere de içerde ara malı, makine ve teçhizat üretme ye­rine bu mamulleri dış piyasadan almayı %40 oranında teşvik etmek ve dolayısıyla sanayileşmeyi ve istihdam artışını frenlemek,

-  Bankalara ise sıcak para alışverişleri sayesinde kolayca aşırı kâr sağlamaktan başka bir şey değildir.

Peki, bütün bu olumsuzluklara rağmen bu tür bir politika niçin uygu­landı? Çünkü, ucuz döviz politikası terlemeden para kazanan büyük itha­latçıların, içe dönük üretim yapan bazı büyük sanayicilerin (ucuz dövizli it­hal girdisi maliyetleri düşürdüğü için), tüketicilerin, bankacıların ve dolayı­sıyla bu baskı gruplarına şirin görünmek isteyen politikacıların menfaatle­rine de uygun düşüyordu. 

Tablo-1 Türkiye'de iç ve Dış Ekonomik Gelişmeler, 1983-1994 ve Mali Kriz 

 

1983-1988 Ortalaması

1989

1990

1991

1992

1993

1994*

 

 

GSMH Büy. Hızı (% Artış)

5.6

1.9

9.2

0.5

5.9

6.8

-5

Sabit Ser. Yatırımı (% Artış)

5.5

-1.1

13.0

0.2

3.6

4.9

-6

Tüketim Harcamaları (%

5.4

4.0

11.5

1.9

8.6

13.3

-5

İthalat (% Artış)

9.0

10.2

41.2

-5.6

8.7

28.8

-20

İhracat (% Artış)

13.5

-0.3

11.5

4.9

8.2

4.3

12

ihracat/ithalat %si)

69.8

73.6

58.1

64.6

64.3

52.1

72

Dış Ticaret Dengesi (Milyar $)

-3.5

4.2

-9.3

-7.5

-8.2

-14.1

-7

Cari işlemler Dengesi (Milyar

-1.0

1.0

-2.6

0.3

-0.9

-6.4

1

Dış Borç Stoku (Milyar $)

29.6

41.8

49.0

50.5

55.6

67.4

65

Toptan Eş. Fiyatları (% Artış)

42.2

64.0

52.3

55.3

62.1

58.4

140

Tüketici Fiyatları (% Artış)

45.0

69.6

60.3

66.0

70.1

66.1

120

Kamu Harcamaları/GSMH

32.0

35.6

38.2

40.0

40.9

43.6

42

KKBC/GSMH(%'si)

-6.0

-7.2

-10.2

-14.5

-14.9

-16.3

-12

Bütçe Açığı/GSMH'(%'si)

-3.8

-4.5

-4.2

-7.4

-6.1

-9.2

-7

iç Borç Stoku (Trilyon TL)

12.0

14.9

57.2

93.6

194.2

356.6

760

İç Borç Stoku (% Artış)

39.7

47.3

36.4

63.8

94.2

85.1

100

İç Borç Servisi/Vergi

39.7

57.7

45.6

60.5

72.5

104.0

120

Personel Gid Vergi Gel.(%*si)

34.1

49.0

58.3

62.6

66.3

62.9

60

Kamu'da Reel Ocr.(% Artış)

-13.0

38.8

29.4

45.5

6.3

9.6

5

İDTlerde istihdam

15.6

20.2

24.4

47.1

46.1

47.1

50

(*) Yazarın tahmini

Ucuz döviz politikası, ihracatçılar ve ihracata dönük sanayiciler ile tu­rizmciler ve tarım kesimi hariç, kısa vadede herkese cazip gelmesine rağ­men, bu politikanın orta ve uzun vadede Türk ekonomisine yaptığı ve ya­pacağı tahribatlar konusunda sadece 1990-1991 döneminde Türkiye ve Türkiye iktisat Gazetelerinde en az 15 makale yazdım, maalesef dinleyen olmadı (Bakınız E. Çarıkçı Aralık-1991).

Ekonomi sosyal bir bilimdir kanunlar er geç hükmünü icra eder de­miştik. Nitekim, Ocak 1994 ortasında patlak veren döviz krizi bunun en gü­zel örneğidir. Çünkü, Tabloda görüldüğü gibi, ucuz döviz politikası sonucu, ihracatın ithalatı karşılama oranı (ihracat/ithalat) 1989'da %73.6'dan 1993'te %52.1'e düşmüş; 1992'den 1993'e dış ticaret açığı (İthalat-ihracat) ise 8.2 milyar dolardan 14.1 milyar dolara yükselmiş; Türkiye'nin ihra­cat, işçi dövizleri, turizm ve taşımacılıktan elde ettiği döviz gelirlerini de he­saba kattıktan sonraki toplam döviz gider ve gelirlerinin farkı olan cari iş­lemler dengesi açığı da, yine 1992'den 1993'e 940 milyon dolardan 6.4 milyar dolara fırlamıştır. 

Türkiye, bu döviz açıklarını, kendi alın teri ile kazandığı dövizlerle de­ğil, kısa vadeli dış borçlanmadan oluşan sıcak para girişleri ile kapattığı ve Türk bankacılık sisteminin 5 milyar dolar seviyesinde bir açık pozisyona ulaşması, ilaveten Merkez Bankası net döviz rezervlerinin hızla gerileme­sinden dolayı Ocak 1994 başında Türkiye'nin dış kredibilite notunun düşü­rülmesine yol açtı. 

Neticede, acık döviz pozisyonlarını kapatmak için telaşa düşen ban­kaların ve spekülatif kazanç peşinde koşanların dövize hücumu sonucu birkaç hafta içinde döviz fiyatlarında %100'ün üzerinde bir patlama oldu. Fakat, eninde sonunda kaçınılmaz olan bu hadise döviz fiyatlarını gerçek değerine oturttuğu için, 1993'te %28.8'lik bir artış gösteren ithalat'da bu yıl sonunda, büyüme hızının negatife düşmesinin de etkisiyle, %20'lik bir azalış, İhracattaki artış hızının da %4.3'ten %12 dolayına sıçraması ve ne­ticede, 1994 sonunda dış ticaret ve cari işlemler dengelerinde de çok olumlu gelişmeler beklenmektedir. 

Nitekim, Ocak-Temmuz 1994 döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre, Türkiye'nin ihracatındaki artış hızı %10.13'e ulaşmış, ithalatı ise %23 gerilemiştir. Ayrıca, Ocak-Temmuz 1993 döneminde %47.9'a gerilemiş olan ihracatın ithalatı karşılama oranı bu yılın aynı döneminde %74.2'ye yükselmiştir. 

Türkiye'de 1988'den 1993'e yıllık enflasyon hızlan %60-70 dolayında istikrarlı bir şekilde seyretmiştir! Bu bir dünya rekorudur. Çünkü enflasyon denen bu illetin 1-2 yıl içinde hızlanması gerekirdi. Bizde ise 6 yıl sonra hızla tırmanarak 1994 enflasyonunun %120 dolayında gerçekleşmesi bek­lenmektedir.

Türkiye'de enflasyonun esas kaynağı kamu harcamalarının kontrol al­tına alınamaması ve buna paralel olarak vergi gelirlerinin artırılamaması-dır. Nitekim, Türkiye 1983-1988 döneminde toplam üretiminin (GSMH'nın) %32'sini kamu kesimine tahsis ettiği halde (Kamu Harcamaları/GSMH), bu oran son üç yılda %40'ı aşmıştır. Sovyetler Birliği, ekonomik açıdan, %90 devletçi olduğu için battı ve siyasi yönden dağıldı. Öyle ise Türk eko­nomisinin de %40'ının battığını söyleyebiliriz. Çare, özelleştirmenin en kı­sa zamanda gerçekleştirilerek bu oranın %20 dolayına indirilmesidir. 

KKBG = Kamu Kesimi Borçlanma Gereğidir. 1983-1988 döneminden 1991 ve 1993'e, sırasıyla;

-  KKBG/GSMH oranı %6'dan %14.5 ve %16.3'e,

-  Bütçe açığı/GSMH oranı %3.8'den %7.4 ve %9.2'ye,

-  İç borç stokundaki artışlar ise %66'dan %64 ve %85'e sıçramış,

-  Neticede, iç borç. ana para geri ödemeleri ile faiz ödemelerinden oluşan İç Borç Servisi/Vergi Gelirleri oranı, yine sırasıyla, %39.7'den %60.5 ve 1993'te de %104'e fırlamıştır.

Demek ki Devletin vergi gelirleri sadece iç borç ana para ve faiz öde­melerine yetmemektedir. Devletin ne işçisine, ne memuruna ödeyecek tek kuruş vergi geliri yoktur. Milli savunmaya, milli eğitime, sağlık hizmetlerine ödenecek bir vergi geliri yoktur. Devlet bu hizmetlere iç ve dış borçlanma­larla para bulmaya, borç taksitlerini de borçlanmaya devam ederek finan­se etmeğe çalışmaktadır.

Devletin bu duruma düşmesinin ve yukarıda belirtilen mali oranların giderek kötüleşmesinin en önemli sebebi ise Kamu kesimindeki aşın istih­dam ve 1991 toplu sözleşme döneminde bu isçilere verilen gereksiz aşın ücret artışlarıdır. Nitekim, 1983-1988 döneminde devletin vergi gelirinin sadece %34'ü personel giderlerine yeterken, bu oran 1991'den itibaren %61'i aşmıştır. 

Kamu'da reel ücretlerin (enflasyonun üzerindeki ücret artışlarının) 1983-1988 döneminde ortalama %13 azalmasını telafi etmek için 1989 yı­lında büyük bir ücret artışı verilmesi kaçınılmaz olmuş ve neticede reel üc­retler 1989 yılında %38.8, 1990'da %29.4'lük artırılmış, böylece işçilerimi­zin geçmişteki satın alma gücü kayıpları telafi edilmiştir. 

Oysa, erken seçim dolayısıyla bu artışın 1991 yılında reel ücret artışı­nın %45.5'e çıkarılması devletin mali gücünü dinamitlemiştir. Nitekim, yu­karıda belirtilen mali oranların (dengelerin) 1991 yılında bozulmasına ilaveten, IDTlerde (sadece işletmeci KİT'lerde) istihdam giderleri (ücret ve maaş ödemeleri) toplam satış hasılatının 1983-1988 döneminde ortalama %15.6'sı iken, bu oran 1990'dan 1991'e ikiye katlanarak %47'ye fırlamış ve takip eden yıllarda da bu oranın altına inmemiştir. 

Ancak, Türk ekonomisinin esas sorunu birçok işletmeci KİT'de satış hasılatının çok üzerinde bir personel gideri ödenmesi ve bununda Devlet Bütçesine büyük bir yük getirmesidir. Mesela, Zonguldak Kömür İşletme-leri'nde 10 bin kişi yerine 30 bin kişinin çalıştırılması, aşırı ücretler ve tek­nolojik gerilik sonucu bu kuruluşun 1993'teki satış hasılatı sadece I trilyon TL, personel gideri de 9 trilyon TL, neticede zarar ise 8 trilyon liradır. Dev­let bu zarar iç piyasadan borçlanarak karşıladığı için gerçek zarar ise 14 trilyon liradır. Netice, 1993 yılında 30 bin kömür isçisinin devlet ve saçı bit­medik yetimlere olan yükü 14 trilyon lira iken, yine 1993'te 3.5 milyon es­naf ve sanatkarlarımıza verilebilen düşük faizli kredi tutarı ise sadece 1.5 trilyon liradır (T. Çiller, 15 Mart 1994, s.26, Kriz Durumu). 

5 Nisan Kararları, Finans Krizi 

1988-1993 döneminde hiçbir hükümet orta vadeli bir istikrar progra­mını ve uzun vadeli tutarlı bir iktisat politikası prensiplerini uygulamaya ko­yamadığı için Türkiye'de ekonomik dengeler iyice rayından çıkmıştır. Niha­yet, 1994 başında bıçak kemiğe dayandığı veya deniz bittiği için 5 Nisan kararları uygulamaya kondu. 

5 Nisan Kararları iki bölümden oluşuyor, "İstikrar Programı" ve "Yapısal Düzenlemeler". İstikrar Programı da kamu kesimi gelirlerini ar­tırıcı ve kamu harcamalarının kısıtlanması tedbirlerinden oluşuyor. Gelir artırıcı uygulamalar kamunun ürettiği mal ve hizmetlere yapılan zamlar, petrol ürünleri ve Tekel ürünlerine yapılmış olan zamlar ile, bir defaya mahsus olmak üzere konmuş olan "Net Aktif Vergisi" ve "Ekonomik Denge Vergisi" uygulamalarından ibarettir. Harcama kısıcı politikalar ise, Bütçe harcamalarından tasarruf edilmek amacıyla kamuda taşıt kulla­nımı sınırlandırılmış, taşıt alımları, lojman, sosyal tesis ve hizmet binaların yatırımları durdurulmuştur. 

Devletin elinde bulunan sosyal tesis, kamp ve lojmanların önce kira bedelleri ile faydalanma bedelleri artırılmış, bilahare de bu tesislerin çoğunun 1-2 yıl içinde satılması için bir yasa çıkartılmış ancak bu yasanın uy­gulamaya konması Sn. Cumhurbaşkanımız S. Demirel tarafından veto edilmiştir. 

İstikrar programının üçüncü ayından itibaren para ve döviz piyasala­rında ve Bütçe'deki mali dengelerin sağlanmasında, aylık enflasyon hızı­nın aşağı çekilmesinde. Merkez Bankası net döviz rezervlerinin artırılma­sında ve dış ekonomik gelişmelerde beklenenin üzerinde başarılar elde edilmiştir. Fakat, 5 Nisan kararlarının ikinci ayağı olan, başta özelleştirme olmak üzere, yapısal düzenlemeler konusunda bir başarı sağlayamazsak elde edilen basarılar geçici olmağa mahkumdur. 

Ancak, bu başarının bedeli çok ağır ödenmiştir. Kamu yatırımları bü­yük ölçüde durmuş, memurlara sadece ayda 200 bin liralık bir zam verile­rek maaşlar fiilen dondurulmuş, yılın ilk altı ayında, büyüme hızı %-4 geri­lemiş, çalışanların %7'si işini kaybetmiş, özel sektörün sınai üretiminde %-8.1 gerileme olmuştur Burada fedakarlıkta bulunmayan tek zümre ise ka­muda çalışan 600 bin dolayındaki sendikalı işçilerdir. 

Tekelci Sendikalar ve Ücret Anarşisi 

Tekrar seçilebilmek uğruna kamu kesiminde aşın istihdamın ortaya çıkmasına politikacılar, ücretlerin astronomik düzeye fırlamasına da sendi­kacılar sebep olduğu için kamu kesimi ve devlet bütçesi felç olmuştur. Ka­mu oyu desteği bulamayan ve sorumsuz sendika liderlerinin tehditlerine boyun eğen Hükümet, kamuda çalışan işçilerin, sadece 1994'ün ikinci yansında %60 dolayındaki enflasyon farklarını 6 ay gecikmeli bono ile ödenmesine karar vermek zorunda kalmıştır. 

Bu ek zammın faturası 50.8 trilyon liradır. Hükümet sendikalı işçiler için 15 Kasım 1994'de 3.7 trilyon lira. 15 Aralık 1994'de 18.1 trilyon lira. 15 Ocak 1995'de I trilyon lira, 20 Şubat 1995'de 24.4 trilyon lira. 15 Mart 1995'de I trilyon lira, 15 Nisan 1995'de 300 milyar lira ve 15 Mayıs 1995'de de 2.3 trilyon lira ödeme de bulunacaktır. Bu ödemelerin yaklaşık 33 tril­yon lirası isçinin eline geçecektir. (Kamu kesimindeki işçi ücretleri hakkın­da daha fazla bilgi İçin, Bakınız E. Çarıkçı, 1996, 22 No.'lu makale).

Böylece, küçük esnaf ve sanatkârları da büyük bir sıkıntıya sokarak elde edilecek ek vergiden gelecek olan 70 trilyon liranın %70'i sadece 600 bin kişiye peşkeş çekilmiş olacak ve bu işçilerimiz 18 milyon çalışanın sır­tından geçinerek refah içinde yaşamağa devam edeceklerdir. Neticede or­talama memur maaşı (Prof., Subay, doktor, mühendis v.s.) dahil kamuda­ki ortalama isçi ücretinin yaklaşık üçte-birine inmiş oldu (Bakınız, Kamu iş­veren sendikası raporları, Aralık 1994 ve Mart 1995 ve 6 No.'lu makale). 

Kamu kesiminde bir kişinin yerine üç kişi çalıştığı halde, bu kesimde çalışan ücretleri astronomik rakamlara ulaştıran sendika liderlerinin Ana­yasa suçu işlemelerine daha ne kadar göz yumacağız? Çünkü, Anayasa­mızda aynı işe eşit ücret prensibi vardır. Memur statüsünde çalışan bir müstahdemin, bir şoförün maaşı 3-4 milyon lira iken, aynı işi yapan sendi­kalı isçilerin 7-8 misli aylık net ücret geliri (ikramiyeler ve diğer ödemeler dahil, elde etmeleri, bir genel müdürün, bir profesörün maaşlarını ikiye kat­lamaları Anayasa suçu değil midir? Lise ve üniversite mezunların yaklaşık yarısının asgari ücretle bile iş bulamadığı bir ülkede bu durum bir ücret anarşisi değil midir? 

Devlet kamuda 600 bin sendikalı işçiye bu yıl 290 trilyon lira öderken, 1.6 milyonu aşan memuruna sadece 270 trilyon lira ödemektedir. Eğer iş­çilere memur maaşları kadar ücret geliri verilseydi yaklaşık 200 trilyon ta­sarruf edilir, Devlet Bütçesi açığı, KİT açıkları, Belediyelerin bütçe açıklan rahatlıkla sıfırlanırdı. 

Hükümetten ve Parlamentodan Beklediklerimiz ve Sonuç: Yaşanan Kriz 

Sayın Parlamenterler, serbest pazar ekonomisi ve gerçek demokrasi­lerde hak ve hürriyetler sınırsız ve sonsuz değildir. Herkesin ve her kesi­min hak ve hürriyetleri diğer kişi ve kesimlerin hak ve hürriyetlerinin sını­rında biter. Bu durumun gerçekleştirilmesinde devletin düzenleme ve de­netim görevi vardır. Türkiye'de birçok kesimde haksız rekabeti önlemek için aşağıdaki yasaları bir an önce çıkartmak zorundasınız, 

1. "Adil Ücret Yasası" bir an önce çıkartılmalıdır. Bu yasa ile kamu ke­simindeki sendikalı işçilerin ücret artışlarında düşük ücretlere yıllık %70-80, yüksek ücretlere yıllık %10-20 dolayında ücret zammı (kademeli bir ücret sistemi) en az iki yıl uygulanmalıdır. Kamu ke­siminde aşırı istihdam süreceğine göre, bu kesimdeki işçi ücret artıslarına, asgari ücretin 5-6 mislini aşamaz, şeklinde, bir tavan ge­tirilmelidir. Bu oran özel sektörde 6 mislini asamaz seklinde dü­zenlenmelidir. Ayrıca Sendika Konfederasyonları bire indirilmelidir. 

2.  Özelleştirmeden elde edilen gelirlerin %50'si devletin iç borç ana para geri ödemelerine, %25'i İDT'lerin teknolojilerini yenilemeleri­ne, geri kalanı da Küçük ve Orta Boy İşletmeler (KOBİ'ler) ve ihra­catçılara ucuz kredi şeklinde tahsis edilmelidir. 

Bu yılın ikinci yarısı itibariyle sadece KİTlerin zararlarının devlete günlük yükü 250 milyar lira, yıllık 90 trilyon lira olduğuna göre, dev­let işçi ücretlerinin çoğunu bile borçlanarak ödediğine göre özel­leştirme gelirlerinin bir bölümünün iç borç ana para geri ödemele­rine tahsisi tek çıkar yol gibi görünmektedir. Aksi halde devletin yıl­lık iç borç stoku artışı pek yakında %100'ü aşacak, bu durum ise bütçe gelirlerini ipotek altına alacaktır. 

3.   Bankacılık sistemine bir çeki düzen verilmelidir. Türkiye'de mevdu­at faizleri ile Hazine Bonosu faizleri arasında her zaman 30-40 pu­anlık bir fark vardır. Bankalar hiç terlemeden ve. üretimin finans­manına yeterince katkıda bulunmadan aşın kârlar elde etmektedir­ler. Kamu bankaları bir an önce özelleştirmelidir.

Türkiye'de toplam banka kredilerinin en az %10'unun KOBİ'lere tahsisini öngören bir kanun çıkartılmalıdır. Çünkü, Türkiye'de top­lam kredilerin sadece %3.4'ü KOBİ'lere tahsis edildiği halde, bu oranlar Güney Kore'de %46.8, Japonya'da %50, Almanya'da %35, Hindistan da bile %15.3'tür. 

4.   Medya terörünü önleme yasası çıkartılmalıdır. Medya için dünya­nın her yerinde kötü haber iyi haberdir. Bizde ise yalan haber iyi haber haline gelmektedir. Bizde insanlara çamur atma ve haksız yere suçlama hürriyeti vardır ve cezası ise 5-10 milyon lira ile en fazla 1-2 yüz milyon liradır. Suçlamayı yapan basın ve yayın kuru­lusu temsilcileri bunu ispatlamakla yükümlü tutulmalı ve delillerle ispatlayamadığı takdirde en az 5 milyar lira para cezasına çarptı-rılmalıdır. Aksi halde, özellikle özelleştirmede hiç bir kamu görevli­sinin başarılı bir şekilde icraat yapması mümkün değildir. 

5. Yıllardır sürüncemede kalan ve halen Meclis gündeminde bulunan haksız rekabeti önleyici yasalar bir an önce çıkartılmalıdır. Bunlar;

- Kayıt dışı ekonomiyi vergilendirme kanunu,

-  Patent yasası

- Türk Patent Enstitüsü'nün kurulması yasası

- Haksız rekabeti önleme yasası gibi kanun taşanlarıdır.

Sayın Parlamenterlerimiz, iktidar ile, muhalefetiyle bir araya gelerek ve büyük bir vatanseverlik örneği göstererek yukarıda sözünü ettiğimiz ya­salar, en geç bir yıl sonra yapılacak, erken seçimden önce elbirliğiyle çı­kartın ki bu millet sizlere şükranla yad etsin. Üstelik en az %70'iniz tekrar Parlamentoya giremeyeceğinize göre kaybedecek fazla bir şeyiniz de yok.

Bu yasalar devletimizin küçülmesine ve asli görevlerine dönmesine fakat devletimizin güçlenmesine yol açacaktır. Güçlü devlet, ekonominin her sahasında olan devlet değil, fırsat eşitliğini sağlayan, haksız rekabeti ortadan kaldırmak için koymuş olduğu yasalardaki müeyyideleri harfiyen uygulayan devlettir. 

Güçlü devlet piyasa ekonomisinin uygulanmasında kontrol ve deneti­mi yapabilen devlettir. Güçlü devlet yetkileri sınırlı ve kesin ve uygulama­da taviz vermeyen devlettir. Türkiye'nin en büyük eksiği de budur.

Not (1996): 5 Nisan kararlarının döviz krizini aşma, nisbi bir mali is­tikrar sağlama gibi kısa vadeli hedeflerinde büyük bir basan sağlanmıştır. Fakat, esas mesele yapısal düzenlemeler ve KİT'lerin ve kamu bankala-n'nın özelleştirilmesinde başarı sağlamaktır. 

Nitekim KİT'ler 1994 yılında yaklaşık 100 trilyon lira zarar ettiler. Bu zararın %75'i veya 75 trilyon lirası sadece 4 KİT'ten kaynaklanmaktadır. 1994 yılında TDÇİ 20.8 trilyon lira. TTK 14.7 trilyon. TCDD 27 trilyon ve Sümer Holding 27 trilyon lira zarar etmiştir. 5 Nisan kararları ile TTK'nin kapatılmasına. Sümer Holdingin en kısa zamanda özelleştirilmesine karar verildiği halde bu konuda politik sebeplerden dolayı bir arpa boyu ilerleme sağlanamamıştır. 

KİT'lerde gerekli reformlar ve özelleştirmeler yapılamadığı taktirde bu kuruluşların zararları giderek artacaktır. Çünkü, Yüksek Denetleme Kurulu Raporuna göre 31.12.1993 tarihi itibariyle KITlerde 672 bin personel (280 bin memur, 392 bin İşçi) çalışmakta ve KİTlerde Personel Giderle­ri/Satış Hasılatı oranı %29.3, Personel Gideri/Üretim Maliyeti Oranı %52.6 ve yaratılan Katma Değer (işletmenin Milli Gelir'e yıllık katkısı) içerisinde personel giderlerinin payı da %66.6'dır. 

Diğer taraftan yukarıda adı geçen ve KİT zararlarının %75'ini oluştu­ran dört KİT'teki personel gideri bu kuruluşlarda yaratılan katma değerin en az 3-5 mislidir. Dünyanın hiç bir ülkesinde böyle bir ekonomik sorum­suzluk ve rezalet yoktur. 

Kaynak: Prof. Dr. Emin Çarıkcı

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005