Ekonomik Kriz ve 5 Nisan Kararları, Krizin Etkileri
Türkiye'nin karşılaştığı başlıca ekonomik krizler 1958, 1980 ve
1994 krizleridir. Bu krizlerin sonuçlan ise, döviz
darboğazı ile birlikte, aylık/yıllık enflasyon
hızının giderek artmasıdır. Döviz darboğazı
genellikle döviz fiyatlarının yıllarca düşük
tutulmasından, enflasyonun giderek artması ise kamu
(Devlet, KİT'ler, Belediyeler, BİT'ler, Fonlar ve
Sosyal Güvenlik Kurumlan) harcamalarının kontrol
altına almamasına ilaveten, devletin yeteri kadar
vergi toplayamamasından kaynaklanmaktadır.
Türk ekonomisinin 1988'den bu yana ne
kadar bozulduğunu görebilmek için Tablo-I'deki
rakamların değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
1983-1988 döneminde GSMH'daki (büyüme hızındaki)
artış hızı ortalama %5.6'dır. Oysa 1989'dan 1993'e
yıllık büyüme hızlarında büyük dalgalanmalar ortaya
çıkmıştır. Bunun esas sebebi ise sabit sermaye
yatırımlarındaki (bütün sektörlerdeki toplam
yatırımlardaki) yıllık dalgalanmalardır. Bu
dalgalanmaların en önemli sebebi ise 7-8 yıldan beri
imalat sanayi yatırımlarının çok düşük düzeylerde
seyretmesidir
1990, 1992 ve 1993 yıllarında tüketim harcamalarının
ve ihracatı göre yıllık ithalat artışlarının çok
yüksek düzeylerde seyretmesi ise Türkiye'nin, dışa
ve ihracata dönük bir sanayileşme stratejisi yerine,
tüketim ve ithalata dayalı bir büyüme modelini
seçmesine yol açmıştır. Böyle bir modelin ise uzun
süre sürmesi mümkün değildi.
Bu modelin temel dayanağı ise 1988'in son çeyreğinden I99l'in
ortasına kadar ve 1993 yılında döviz fiyatlarının
%35-45 dolayında düşük tutulmasıdır. 1990 başında
TL'nin tam konvertibilitesine zamanından önce
geçilmesi ile yabancı sermaye girişi çıkışlarına
sonsuz bir serbesti getirilmiş, faiz ve kur
farklarından faydalanarak döviz cinsinden aşırı
gelir elde etmek için, Türkiye'ye akan sıcak para
(çok kısa vadeli dövizler) girişleri Türkiye'de
döviz fiyatlarındaki artışların baskı altında
tutulmasına yol açtığı gibi, bu politika
Türkiye'den Batı alemine en az 5-6 milyar dolarlık
bir kaynak transferine yol açmıştır.
Döviz fiyatlarının düşük tutulmasının Türk ekonomisine yaptığı
olumsuz etkiler bu kadarla da kalmamıştır. Mesela,
döviz fiyatlarının %40 düşük tutulmasının
anlamı;
- Yerli malı yerine ithal malı satın alan tüketicilere devlet ve
millet kesesinden %40 sübvansiyon verme,
- Yabancılara ise Türk piyasasında %40 teşvik ve haksız rekabet
üstünlüğü sağlama,
- Yerli sanayicilere de içerde ara malı, makine ve teçhizat üretme
yerine bu mamulleri dış piyasadan almayı %40
oranında teşvik etmek ve dolayısıyla sanayileşmeyi
ve istihdam artışını frenlemek,
- Bankalara ise sıcak para alışverişleri sayesinde kolayca aşırı
kâr sağlamaktan başka bir şey değildir.
Peki, bütün bu olumsuzluklara rağmen bu tür bir
politika niçin uygulandı? Çünkü, ucuz döviz
politikası terlemeden para kazanan büyük
ithalatçıların, içe dönük üretim yapan bazı büyük
sanayicilerin (ucuz dövizli ithal girdisi
maliyetleri düşürdüğü için), tüketicilerin,
bankacıların ve dolayısıyla bu baskı gruplarına
şirin görünmek isteyen politikacıların
menfaatlerine de uygun düşüyordu.
Tablo-1 Türkiye'de iç ve Dış Ekonomik Gelişmeler, 1983-1994 ve Mali
Kriz
|
1983-1988 Ortalaması |
1989 |
1990 |
1991 |
1992 |
1993 |
1994* |
|
GSMH Büy. Hızı (% Artış) |
5.6 |
1.9 |
9.2 |
0.5 |
5.9 |
6.8 |
-5 |
Sabit Ser. Yatırımı (% Artış) |
5.5 |
-1.1 |
13.0 |
0.2 |
3.6 |
4.9 |
-6 |
Tüketim Harcamaları (% |
5.4 |
4.0 |
11.5 |
1.9 |
8.6 |
13.3 |
-5 |
İthalat (% Artış) |
9.0 |
10.2 |
41.2 |
-5.6 |
8.7 |
28.8 |
-20 |
İhracat (% Artış) |
13.5 |
-0.3 |
11.5 |
4.9 |
8.2 |
4.3 |
12 |
ihracat/ithalat %si) |
69.8 |
73.6 |
58.1 |
64.6 |
64.3 |
52.1 |
72 |
Dış Ticaret Dengesi (Milyar $) |
-3.5 |
4.2 |
-9.3 |
-7.5 |
-8.2 |
-14.1 |
-7 |
Cari işlemler Dengesi (Milyar |
-1.0 |
1.0 |
-2.6 |
0.3 |
-0.9 |
-6.4 |
1 |
Dış Borç Stoku (Milyar $) |
29.6 |
41.8 |
49.0 |
50.5 |
55.6 |
67.4 |
65 |
Toptan Eş. Fiyatları (% Artış) |
42.2 |
64.0 |
52.3 |
55.3 |
62.1 |
58.4 |
140 |
Tüketici Fiyatları (% Artış) |
45.0 |
69.6 |
60.3 |
66.0 |
70.1 |
66.1 |
120 |
Kamu Harcamaları/GSMH |
32.0 |
35.6 |
38.2 |
40.0 |
40.9 |
43.6 |
42 |
KKBC/GSMH(%'si) |
-6.0 |
-7.2 |
-10.2 |
-14.5 |
-14.9 |
-16.3 |
-12 |
Bütçe Açığı/GSMH'(%'si) |
-3.8 |
-4.5 |
-4.2 |
-7.4 |
-6.1 |
-9.2 |
-7 |
iç Borç Stoku (Trilyon TL) |
12.0 |
14.9 |
57.2 |
93.6 |
194.2 |
356.6 |
760 |
İç Borç Stoku (% Artış) |
39.7 |
47.3 |
36.4 |
63.8 |
94.2 |
85.1 |
100 |
İç Borç Servisi/Vergi |
39.7 |
57.7 |
45.6 |
60.5 |
72.5 |
104.0 |
120 |
Personel Gid Vergi Gel.(%*si) |
34.1 |
49.0 |
58.3 |
62.6 |
66.3 |
62.9 |
60 |
Kamu'da Reel Ocr.(% Artış) |
-13.0 |
38.8 |
29.4 |
45.5 |
6.3 |
9.6 |
5 |
İDTlerde istihdam |
15.6 |
20.2 |
24.4 |
47.1 |
46.1 |
47.1 |
50 |
(*) Yazarın tahmini |
Ucuz döviz politikası, ihracatçılar ve ihracata dönük sanayiciler
ile turizmciler ve tarım kesimi hariç, kısa vadede
herkese cazip gelmesine rağmen, bu politikanın orta
ve uzun vadede Türk ekonomisine yaptığı ve yapacağı
tahribatlar konusunda sadece 1990-1991 döneminde
Türkiye ve Türkiye iktisat Gazetelerinde en az 15
makale yazdım, maalesef dinleyen olmadı (Bakınız E.
Çarıkçı Aralık-1991).
Ekonomi sosyal bir bilimdir kanunlar er geç hükmünü
icra eder demiştik. Nitekim, Ocak 1994 ortasında
patlak veren döviz krizi bunun en güzel örneğidir.
Çünkü, Tabloda görüldüğü gibi, ucuz döviz politikası
sonucu, ihracatın ithalatı karşılama oranı
(ihracat/ithalat) 1989'da %73.6'dan 1993'te %52.1'e
düşmüş; 1992'den 1993'e dış ticaret açığı
(İthalat-ihracat) ise 8.2 milyar dolardan 14.1
milyar dolara yükselmiş; Türkiye'nin ihracat, işçi
dövizleri, turizm ve taşımacılıktan elde ettiği
döviz gelirlerini de hesaba kattıktan sonraki
toplam döviz gider ve gelirlerinin farkı olan cari
işlemler dengesi açığı da, yine 1992'den 1993'e 940
milyon dolardan 6.4 milyar dolara fırlamıştır.
Türkiye, bu döviz açıklarını, kendi alın teri ile kazandığı
dövizlerle değil, kısa vadeli dış borçlanmadan
oluşan sıcak para girişleri ile kapattığı ve Türk
bankacılık sisteminin 5 milyar dolar seviyesinde bir
açık pozisyona ulaşması, ilaveten Merkez Bankası net
döviz rezervlerinin hızla gerilemesinden dolayı
Ocak 1994 başında Türkiye'nin dış kredibilite
notunun düşürülmesine yol açtı.
Neticede, acık döviz pozisyonlarını kapatmak için telaşa düşen
bankaların ve spekülatif kazanç peşinde koşanların
dövize hücumu sonucu birkaç hafta içinde döviz
fiyatlarında %100'ün üzerinde bir patlama oldu.
Fakat, eninde sonunda kaçınılmaz olan bu hadise
döviz fiyatlarını gerçek değerine oturttuğu için,
1993'te %28.8'lik bir artış gösteren ithalat'da bu
yıl sonunda, büyüme hızının negatife düşmesinin de
etkisiyle, %20'lik bir azalış, İhracattaki artış
hızının da %4.3'ten %12 dolayına sıçraması ve
neticede, 1994 sonunda dış ticaret ve cari işlemler
dengelerinde de çok olumlu gelişmeler
beklenmektedir.
Nitekim, Ocak-Temmuz 1994 döneminde, geçen yılın aynı dönemine
göre, Türkiye'nin ihracatındaki artış hızı %10.13'e
ulaşmış, ithalatı ise %23 gerilemiştir. Ayrıca,
Ocak-Temmuz 1993 döneminde %47.9'a gerilemiş olan
ihracatın ithalatı karşılama oranı bu yılın aynı
döneminde %74.2'ye yükselmiştir.
Türkiye'de 1988'den 1993'e yıllık enflasyon hızlan %60-70 dolayında
istikrarlı bir şekilde seyretmiştir! Bu bir dünya
rekorudur. Çünkü enflasyon denen bu illetin 1-2 yıl
içinde hızlanması gerekirdi. Bizde ise 6 yıl sonra
hızla tırmanarak 1994 enflasyonunun %120 dolayında
gerçekleşmesi beklenmektedir.
Türkiye'de enflasyonun esas kaynağı kamu
harcamalarının kontrol altına alınamaması ve buna
paralel olarak vergi gelirlerinin
artırılamaması-dır. Nitekim, Türkiye 1983-1988
döneminde toplam üretiminin (GSMH'nın) %32'sini kamu
kesimine tahsis ettiği halde (Kamu Harcamaları/GSMH),
bu oran son üç yılda %40'ı aşmıştır. Sovyetler
Birliği, ekonomik açıdan, %90 devletçi olduğu için
battı ve siyasi yönden dağıldı. Öyle ise Türk
ekonomisinin de %40'ının battığını söyleyebiliriz.
Çare, özelleştirmenin en kısa zamanda
gerçekleştirilerek bu oranın %20 dolayına
indirilmesidir.
KKBG
= Kamu Kesimi Borçlanma Gereğidir. 1983-1988 döneminden 1991 ve
1993'e, sırasıyla;
- KKBG/GSMH oranı %6'dan %14.5 ve %16.3'e,
- Bütçe açığı/GSMH oranı %3.8'den %7.4 ve %9.2'ye,
- İç borç stokundaki artışlar ise %66'dan %64 ve %85'e sıçramış,
- Neticede, iç borç. ana para geri ödemeleri ile faiz
ödemelerinden oluşan İç Borç Servisi/Vergi Gelirleri
oranı, yine sırasıyla, %39.7'den %60.5 ve 1993'te de
%104'e fırlamıştır.
Demek ki Devletin vergi gelirleri sadece iç borç ana para ve faiz
ödemelerine yetmemektedir. Devletin ne işçisine, ne
memuruna ödeyecek tek kuruş vergi geliri yoktur.
Milli savunmaya, milli eğitime, sağlık hizmetlerine
ödenecek bir vergi geliri yoktur. Devlet bu
hizmetlere iç ve dış borçlanmalarla para bulmaya,
borç taksitlerini de borçlanmaya devam ederek
finanse etmeğe çalışmaktadır.
Devletin bu duruma düşmesinin ve yukarıda belirtilen mali oranların
giderek kötüleşmesinin en önemli sebebi ise Kamu
kesimindeki aşın istihdam ve 1991 toplu sözleşme
döneminde bu isçilere verilen gereksiz aşın ücret
artışlarıdır. Nitekim, 1983-1988 döneminde devletin
vergi gelirinin sadece %34'ü personel giderlerine
yeterken, bu oran 1991'den itibaren %61'i aşmıştır.
Kamu'da reel ücretlerin (enflasyonun üzerindeki ücret artışlarının)
1983-1988 döneminde ortalama %13 azalmasını telafi
etmek için 1989 yılında büyük bir ücret artışı
verilmesi kaçınılmaz olmuş ve neticede reel
ücretler 1989 yılında %38.8, 1990'da %29.4'lük
artırılmış, böylece işçilerimizin geçmişteki satın
alma gücü kayıpları telafi edilmiştir.
Oysa, erken seçim dolayısıyla bu artışın 1991
yılında reel ücret artışının %45.5'e çıkarılması
devletin mali gücünü dinamitlemiştir. Nitekim,
yukarıda belirtilen mali oranların (dengelerin)
1991 yılında bozulmasına ilaveten, IDTlerde (sadece
işletmeci KİT'lerde) istihdam giderleri (ücret ve
maaş ödemeleri) toplam satış hasılatının 1983-1988
döneminde ortalama %15.6'sı iken, bu oran 1990'dan
1991'e ikiye katlanarak %47'ye fırlamış ve takip
eden yıllarda da bu oranın altına inmemiştir.
Ancak, Türk ekonomisinin esas sorunu birçok işletmeci KİT'de satış
hasılatının çok üzerinde bir personel gideri
ödenmesi ve bununda Devlet Bütçesine büyük bir yük
getirmesidir. Mesela, Zonguldak Kömür İşletme-leri'nde
10 bin kişi yerine 30 bin kişinin çalıştırılması,
aşırı ücretler ve teknolojik gerilik sonucu bu
kuruluşun 1993'teki satış hasılatı sadece I trilyon
TL, personel gideri de 9 trilyon TL, neticede zarar
ise 8 trilyon liradır. Devlet bu zarar iç piyasadan
borçlanarak karşıladığı için gerçek zarar ise 14
trilyon liradır. Netice, 1993 yılında 30 bin kömür
isçisinin devlet ve saçı bitmedik yetimlere olan
yükü 14 trilyon lira iken, yine 1993'te 3.5 milyon
esnaf ve sanatkarlarımıza verilebilen düşük faizli
kredi tutarı ise sadece 1.5 trilyon liradır (T.
Çiller, 15 Mart 1994, s.26, Kriz Durumu).
5 Nisan Kararları, Finans Krizi
1988-1993 döneminde hiçbir hükümet orta vadeli bir istikrar
programını ve uzun vadeli tutarlı bir iktisat
politikası prensiplerini uygulamaya koyamadığı için
Türkiye'de ekonomik dengeler iyice rayından
çıkmıştır. Nihayet, 1994 başında bıçak kemiğe
dayandığı veya deniz bittiği için 5 Nisan kararları
uygulamaya kondu.
5 Nisan Kararları
iki bölümden oluşuyor, "İstikrar Programı" ve
"Yapısal Düzenlemeler". İstikrar Programı da
kamu kesimi gelirlerini artırıcı ve kamu
harcamalarının kısıtlanması tedbirlerinden oluşuyor.
Gelir artırıcı uygulamalar kamunun ürettiği
mal ve hizmetlere yapılan zamlar, petrol ürünleri ve
Tekel ürünlerine yapılmış olan zamlar ile, bir
defaya mahsus olmak üzere konmuş olan "Net Aktif
Vergisi" ve "Ekonomik Denge Vergisi"
uygulamalarından ibarettir. Harcama kısıcı
politikalar ise, Bütçe harcamalarından tasarruf
edilmek amacıyla kamuda taşıt kullanımı
sınırlandırılmış, taşıt alımları, lojman, sosyal
tesis ve hizmet binaların yatırımları
durdurulmuştur.
Devletin elinde bulunan sosyal tesis, kamp ve
lojmanların önce kira bedelleri ile faydalanma
bedelleri artırılmış, bilahare de bu tesislerin
çoğunun 1-2 yıl içinde satılması için bir yasa
çıkartılmış ancak bu yasanın uygulamaya konması Sn.
Cumhurbaşkanımız S. Demirel tarafından veto
edilmiştir.
İstikrar programının üçüncü ayından itibaren para ve döviz
piyasalarında ve Bütçe'deki mali dengelerin
sağlanmasında, aylık enflasyon hızının aşağı
çekilmesinde. Merkez Bankası net döviz rezervlerinin
artırılmasında ve dış ekonomik gelişmelerde
beklenenin üzerinde başarılar elde edilmiştir.
Fakat, 5 Nisan kararlarının ikinci ayağı olan, başta
özelleştirme olmak üzere, yapısal düzenlemeler
konusunda bir başarı sağlayamazsak elde edilen
basarılar geçici olmağa mahkumdur.
Ancak, bu başarının bedeli çok ağır ödenmiştir. Kamu yatırımları
büyük ölçüde durmuş, memurlara sadece ayda 200 bin
liralık bir zam verilerek maaşlar fiilen
dondurulmuş, yılın ilk altı ayında, büyüme hızı %-4
gerilemiş, çalışanların %7'si işini kaybetmiş, özel
sektörün sınai üretiminde %-8.1 gerileme olmuştur
Burada fedakarlıkta bulunmayan tek zümre ise kamuda
çalışan 600 bin dolayındaki sendikalı işçilerdir.
Tekelci Sendikalar ve Ücret Anarşisi
Tekrar seçilebilmek uğruna kamu kesiminde aşın istihdamın ortaya
çıkmasına politikacılar, ücretlerin astronomik
düzeye fırlamasına da sendikacılar sebep olduğu
için kamu kesimi ve devlet bütçesi felç olmuştur.
Kamu oyu desteği bulamayan ve sorumsuz sendika
liderlerinin tehditlerine boyun eğen Hükümet, kamuda
çalışan işçilerin, sadece 1994'ün ikinci yansında
%60 dolayındaki enflasyon farklarını 6 ay gecikmeli
bono ile ödenmesine karar vermek zorunda kalmıştır.
Bu ek zammın faturası 50.8 trilyon liradır. Hükümet sendikalı
işçiler için 15 Kasım 1994'de 3.7 trilyon lira. 15
Aralık 1994'de 18.1 trilyon lira. 15 Ocak 1995'de I
trilyon lira, 20 Şubat 1995'de 24.4 trilyon lira. 15
Mart 1995'de I trilyon lira, 15 Nisan 1995'de 300
milyar lira ve 15 Mayıs 1995'de de 2.3 trilyon lira
ödeme de bulunacaktır. Bu ödemelerin yaklaşık 33
trilyon lirası isçinin eline geçecektir. (Kamu
kesimindeki işçi ücretleri hakkında daha fazla
bilgi İçin, Bakınız E. Çarıkçı, 1996, 22 No.'lu
makale).
Böylece, küçük esnaf ve sanatkârları da büyük bir
sıkıntıya sokarak elde edilecek ek vergiden gelecek
olan 70 trilyon liranın %70'i sadece 600
bin kişiye peşkeş çekilmiş olacak ve bu işçilerimiz
18 milyon çalışanın sırtından geçinerek refah
içinde yaşamağa devam edeceklerdir. Neticede
ortalama memur maaşı (Prof., Subay, doktor,
mühendis v.s.) dahil kamudaki ortalama isçi
ücretinin yaklaşık üçte-birine inmiş oldu (Bakınız,
Kamu işveren sendikası raporları, Aralık 1994 ve
Mart 1995 ve 6 No.'lu makale).
Kamu kesiminde bir kişinin yerine üç kişi çalıştığı halde, bu
kesimde çalışan ücretleri astronomik rakamlara
ulaştıran sendika liderlerinin Anayasa suçu
işlemelerine daha ne kadar göz yumacağız? Çünkü,
Anayasamızda aynı işe eşit ücret prensibi vardır.
Memur statüsünde çalışan bir müstahdemin, bir
şoförün maaşı 3-4 milyon lira iken, aynı işi yapan
sendikalı isçilerin 7-8 misli aylık net ücret
geliri (ikramiyeler ve diğer ödemeler dahil, elde
etmeleri, bir genel müdürün, bir profesörün
maaşlarını ikiye katlamaları Anayasa suçu değil
midir? Lise ve üniversite mezunların yaklaşık
yarısının asgari ücretle bile iş bulamadığı bir
ülkede bu durum bir ücret anarşisi değil midir?
Devlet kamuda 600 bin sendikalı işçiye bu yıl 290 trilyon lira
öderken, 1.6 milyonu aşan memuruna sadece 270
trilyon lira ödemektedir. Eğer işçilere memur
maaşları kadar ücret geliri verilseydi yaklaşık 200
trilyon tasarruf edilir, Devlet Bütçesi açığı, KİT
açıkları, Belediyelerin bütçe açıklan rahatlıkla
sıfırlanırdı.
Hükümetten ve Parlamentodan Beklediklerimiz ve Sonuç: Yaşanan Kriz
Sayın Parlamenterler, serbest pazar ekonomisi ve gerçek
demokrasilerde hak ve hürriyetler sınırsız ve
sonsuz değildir. Herkesin ve her kesimin hak ve
hürriyetleri diğer kişi ve kesimlerin hak ve
hürriyetlerinin sınırında biter. Bu durumun
gerçekleştirilmesinde devletin düzenleme ve denetim
görevi vardır. Türkiye'de birçok kesimde haksız
rekabeti önlemek için aşağıdaki yasaları bir an önce
çıkartmak zorundasınız,
1. "Adil Ücret Yasası" bir an önce çıkartılmalıdır.
Bu yasa ile kamu kesimindeki sendikalı işçilerin
ücret artışlarında düşük ücretlere yıllık %70-80,
yüksek ücretlere yıllık %10-20 dolayında ücret zammı
(kademeli bir ücret sistemi) en az iki yıl
uygulanmalıdır. Kamu kesiminde aşırı istihdam
süreceğine göre, bu kesimdeki işçi ücret artıslarına,
asgari ücretin 5-6 mislini aşamaz, şeklinde, bir
tavan getirilmelidir. Bu oran özel sektörde 6
mislini asamaz seklinde düzenlenmelidir. Ayrıca
Sendika Konfederasyonları bire indirilmelidir.
2. Özelleştirmeden elde edilen gelirlerin %50'si devletin iç borç
ana para geri ödemelerine, %25'i İDT'lerin
teknolojilerini yenilemelerine, geri kalanı da
Küçük ve Orta Boy İşletmeler (KOBİ'ler) ve
ihracatçılara ucuz kredi şeklinde tahsis
edilmelidir.
Bu yılın ikinci yarısı itibariyle sadece KİTlerin zararlarının
devlete günlük yükü 250 milyar lira, yıllık 90
trilyon lira olduğuna göre, devlet işçi
ücretlerinin çoğunu bile borçlanarak ödediğine göre
özelleştirme gelirlerinin bir bölümünün iç borç ana
para geri ödemelerine tahsisi tek çıkar yol gibi
görünmektedir. Aksi halde devletin yıllık iç borç
stoku artışı pek yakında %100'ü aşacak, bu durum ise
bütçe gelirlerini ipotek altına alacaktır.
3. Bankacılık sistemine bir çeki düzen verilmelidir. Türkiye'de
mevduat faizleri ile Hazine Bonosu faizleri
arasında her zaman 30-40 puanlık bir fark vardır.
Bankalar hiç terlemeden ve. üretimin finansmanına
yeterince katkıda bulunmadan aşın kârlar elde
etmektedirler. Kamu bankaları bir an önce
özelleştirmelidir.
Türkiye'de toplam banka kredilerinin en az %10'unun KOBİ'lere
tahsisini öngören bir kanun çıkartılmalıdır. Çünkü,
Türkiye'de toplam kredilerin sadece %3.4'ü
KOBİ'lere tahsis edildiği halde, bu oranlar Güney
Kore'de %46.8, Japonya'da %50, Almanya'da %35,
Hindistan da bile %15.3'tür.
4. Medya terörünü önleme yasası çıkartılmalıdır.
Medya için dünyanın her yerinde kötü haber iyi
haberdir. Bizde ise yalan haber iyi haber haline
gelmektedir. Bizde insanlara çamur atma ve haksız
yere suçlama hürriyeti vardır ve cezası ise 5-10
milyon lira ile en fazla 1-2 yüz milyon liradır.
Suçlamayı yapan basın ve yayın kurulusu
temsilcileri bunu ispatlamakla yükümlü tutulmalı ve
delillerle ispatlayamadığı takdirde en az 5 milyar
lira para cezasına çarptı-rılmalıdır. Aksi halde,
özellikle özelleştirmede hiç bir kamu görevlisinin
başarılı bir şekilde icraat yapması mümkün
değildir.
5. Yıllardır sürüncemede kalan ve halen Meclis gündeminde bulunan
haksız rekabeti önleyici yasalar bir an önce
çıkartılmalıdır. Bunlar;
- Kayıt dışı ekonomiyi vergilendirme kanunu,
- Patent yasası
- Türk Patent Enstitüsü'nün kurulması yasası
- Haksız rekabeti önleme yasası gibi kanun taşanlarıdır.
Sayın Parlamenterlerimiz, iktidar ile, muhalefetiyle bir araya
gelerek ve büyük bir vatanseverlik örneği göstererek
yukarıda sözünü ettiğimiz yasalar, en geç bir yıl
sonra yapılacak, erken seçimden önce elbirliğiyle
çıkartın ki bu millet sizlere şükranla yad etsin.
Üstelik en az %70'iniz tekrar Parlamentoya
giremeyeceğinize göre kaybedecek fazla bir şeyiniz
de yok.
Bu yasalar devletimizin küçülmesine ve asli görevlerine dönmesine
fakat devletimizin güçlenmesine yol açacaktır. Güçlü
devlet, ekonominin her sahasında olan devlet değil,
fırsat eşitliğini sağlayan, haksız rekabeti ortadan
kaldırmak için koymuş olduğu yasalardaki
müeyyideleri harfiyen uygulayan devlettir.
Güçlü devlet piyasa ekonomisinin uygulanmasında kontrol ve
denetimi yapabilen devlettir. Güçlü devlet
yetkileri sınırlı ve kesin ve uygulamada taviz
vermeyen devlettir. Türkiye'nin en büyük eksiği de
budur.
Not (1996):
5 Nisan kararlarının döviz krizini aşma, nisbi bir mali
istikrar sağlama gibi kısa vadeli hedeflerinde
büyük bir basan sağlanmıştır. Fakat, esas mesele
yapısal düzenlemeler ve KİT'lerin ve kamu bankala-n'nın
özelleştirilmesinde başarı sağlamaktır.
Nitekim KİT'ler 1994 yılında yaklaşık 100 trilyon lira zarar
ettiler. Bu zararın %75'i veya 75 trilyon lirası
sadece 4 KİT'ten kaynaklanmaktadır. 1994 yılında
TDÇİ 20.8 trilyon lira. TTK 14.7 trilyon. TCDD 27
trilyon ve Sümer Holding 27 trilyon lira zarar
etmiştir. 5 Nisan kararları ile TTK'nin
kapatılmasına. Sümer Holdingin en kısa zamanda
özelleştirilmesine karar verildiği halde bu konuda
politik sebeplerden dolayı bir arpa boyu ilerleme
sağlanamamıştır.
KİT'lerde gerekli reformlar ve özelleştirmeler
yapılamadığı taktirde bu kuruluşların zararları
giderek artacaktır. Çünkü, Yüksek Denetleme Kurulu
Raporuna göre 31.12.1993 tarihi itibariyle KITlerde
672 bin personel (280 bin memur, 392 bin İşçi)
çalışmakta ve KİTlerde Personel Giderleri/Satış
Hasılatı oranı %29.3, Personel Gideri/Üretim
Maliyeti Oranı %52.6 ve yaratılan Katma Değer
(işletmenin Milli Gelir'e yıllık katkısı) içerisinde
personel giderlerinin payı da %66.6'dır.
Diğer taraftan yukarıda adı geçen ve KİT
zararlarının %75'ini oluşturan dört KİT'teki
personel gideri bu kuruluşlarda yaratılan katma
değerin en az 3-5 mislidir. Dünyanın hiç bir
ülkesinde böyle bir ekonomik sorumsuzluk ve rezalet
yoktur.
Kaynak: Prof. Dr. Emin Çarıkcı
|