Ekonomik Krizlerde Sıkça Karşılaşılan Durumlar
Ekonomik
krizlerin yaşandığı dönemlerde bir takım unsurlar
vardır ki, bu unsurların sıklıkla ortaya çıktığı
düşünülmektedir. Bunların başında krizlerin
yayılması, bir başka anlatımı ile sıçraması veya
bulaşması gelmektedir. Finansal serbesti, sermaye
kontrollerinin yokluğu, küreselleşme olarak da
belirtilebilecek etkenler krizlerin yayılmasını
sağlayan, hızlandıran etkenler olmaktadır. Yaşanan
krizlerin ülkelerin iç dinamiklerinin yapısal ve
birikim farklılıklarından dolayı çözüme yönelik
belirli tek bir programın her ülke ve koşul için söz
konusu olamayacağı da krizlerde sıkça karşılaşılan
bir durum olmaktadır. Ekonomik krizlerde Keynesyen
politikaların gündeme gelmesi, popüler deyimi ile -
Keynes 'i yardıma çağırmak - beklenmekte ve
gerçekleşmekte iken krizin aşılmasını takip eden
kriz sonrası dönemde yine bilinen deyimi ile -
bırakınız yapsınlar - anlayışına geri dönülmesi söz
konusu olmaktadır. Bu durum da krizlerde sıkça
karşılaşılan durum olma özelliğini göstermektedir.
Krizlerin yayılması yani sıçraması ya da bulaşması,
herhangi bir sektördeki krizin, diğer sektörlere
yayılması olarak ele alınabileceği gibi, ekonomik
krizlerin bir ülkeden, - özellikle aynı bölgede olan
- diğer ülkelere sıçraması olarak da
tanımlanmaktadır. Ticari, mali ve uluslararası bilgi
alışverişine dayanan sıkı ve yoğun ilişkilerin
krizlerin bulaşması sorununu artırdığı
bilinmektedir44. Genellikle dünya
ekonomisinde egemen - lider - konumda olan merkez
ülkelerden birinde baş gösteren ekonomik krizler
dünya ölçeğinde genelleşerek - yayılarak -
uluslararası ekonomik bunalıma dönüşmektedirler.
Krizlerin sektörel yayılmasına örnek olarak 2008 ABD
krizinden bahsedecek olur isek, ABD'de baş gösteren
finansal krizin ABD reel sektörünü de menfi
etkilemeye başlamış olduğunu söylememiz mümkün
olacaktır. Yine devamında krizin başka ülkelere
sıçraması da ABD krizinde görülmüş, ABD'deki gerek
finansal kriz gerek reel ekonomideki resesyon Avrupa
ülkelerinde ve Japonya'da da finansal krize ve
resesyona yol açmıştır.
Sermaye
hareketlerinin serbestleştiği bir dünya sisteminde
krizlerin küreselleşmesi çok daha kolay ve hızlı
olmaktadır.47. Dünya ülkeleri arasında
üretimde ve finansal faaliyetlerde ortaya çıkan
küreselleşme akımı sebebiyle birbiriyle sıkı
etkileşim içerisinde bulunan ülkeler dış yansıma
yani - bir tür negatif dışsallık48
-sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu
dışsal etki, ekonomik ilişkilerinizin yoğun olduğu
ülkelerde meydana gelen ekonomik problemlerin kendi
ülkenize sıçramasını ifade etmektedir.
Bu
doğrultuda 2008 ABD ekonomik krizini ele alarak
örneklendirecek olur isek, bu kriz, şiddeti
açısından 1929 Büyük Bunalım ile
karşılaştırılmıştır. Aynı zamanda bu iki krizin
gerçekleştikleri koşullar açısından birbirinden çok
farklı olduğu bilinmektedir. Büyük Bunalım döneminde
ülkeler arasındaki sermaye hareketleri kontrol
altında iken, bugün ise ancak birkaç ülkenin sermaye
hareketlerine kontrol uyguladığı görülmektedir. Yine
bugün ülkeler arasındaki ticaret hacmi de çok daha
yüksek seviyelerdedir. Bunun sonucunda bugün farklı
ülkelerin ekonomileri birbirlerinden çok daha yüksek
düzeyde etkilenmektedirler. Bu iki neden, dünya
ekonomisinin yaklaşık dörtte birini
oluşturan ABD'de çıkacak bir krizin
bulaşıcı etkilerinden diğer ülkelerin
kaçınamayacaklarını göstermektedir. Nitekim ABD
ekonomisinde 2007 yılında eşikaltı borç konut -
subprime mortgage - piyasasında başlamış olan
ekonomik kriz, banka biançolanndaki zehirli
atıkların karlı yatıranlardan aynlamaması
neticesinde 2008 yılında derinleşmiş ve dalga dalga
da diğer ülkelere yayılmıştır. Bu anlamda ABD'de
çıkabilecek bir krizin, hele G7 ülkelerine de
sıçraması halinde ise, dünyanın geri kalanını
etkilememesi mümkün görünmemektedir. Burada Çin'in
tek başına dünya GMH'sinin yüzde 11'ine yakın bir
bölümünü üretiyor olmasını düşünebiliriz. Fakat
üretimin çoğunu ABD ve Avrupa Birliği (AB)
ülkelerine satıyor olmasından dolayı, onlarda
yaşanacak bir talep daralmasının Çin'i etkilememesi
söz konusu olamayacaktır. Yukarıda da açıklandığı
gibi sermaye hareketlerinin serbest olduğu
küreselleşmenin yarattığı bulaşıcı ortamla
birleşince bu görünüm dünyanın genel krizlere
nedenli açık bir biçim aldığını bize sunmaktadır.
Ekonomik
krizlerin yayılması, sıçraması yani bulaşması birkaç
şeküde görülmektedir. Bunlar gelişmekte olan
ülkelerden gelişmiş ülkelere olan sıçrama şeklinde
olabileceği gibi GOÜ'lerden yine GOÜ'lere olan
bulaşma şeklinde de gerçekleşebilmektedir. Krizin
meydana geldiği ülkedeki gelişmelerin diğer
ülkelerin piyasalarındaki beklentileri değiştirmesi,
piyasa da oluşacak sürüyü taktip et (Follow the herd)
psikolojisinin değişik ülkelerden ve değişik
piyasalardan yatırımcıları yönlendirmesi-etkilemesi,
uluslararası ödeme sistemi kanalıyla krizlerin
yayılması, bulaşması yani sıçraması gibi yollarla
yayılma sorunu ortaya çıkabilmektedir.
Ekonomik
krizlerin yayılması etkisinin ortaya çıkışı, kamu
sektörü krizi ise farklı özel sektör krizi ise
farklı olabilmektedir. Bir ülke ya da bölge de kamu
kesimi ağırlıklı bir kriz yaşanmışsa, onun
küreselleşmesi özel kesim ağırlıklı bir krize göre
daha zayıf bir olasılık olarak görünmektedir. Kamu
kesimi ağırlıklı bir kriz FMF fonları ve desteğiyle
çözümlenebilir nitelikte görünmekte iken, özel
sektör ağırlıklı bir krizin çözümünde, birde - daha
önce değinildiği gibi - bu kriz gelişmiş ülkelerden
birinden kaynaklanmışsa, birçok önlemin bir arada
alınması gerekmektedir.
Krizlerin ekonomik ve sosyal nedenleri, ülkelerin
kurumsal alt yapıları, tarihsel ve politik
gelişimleri ile yakından alakalı gelişmektedir. Bu
nedenle, krizler belirli bilinen nedenlerden çıkmış
olsalar bile, krize geliş nedenleri ülkeler arasında
çeşitlilik göstermektedir. Krizin nedenleri ve
sonuçlan hakkında bazı genellemeler yapmak yararlı
olmakla birlikte, ülkelere özgü farklılıkları da göz
ardı etmemek gerekmektedir. Bu bağlamda, krize
benzer özellikler ve problemler nedeniyle giren
ülkelerde tek tip istikrar programı uygulaması
tartışmalarına neden olmaktadır. Bu sebeple, her
ülkenin kendi sosyal ve ekonomik özelliklerinin,
tarihsel gelişiminin ve politik altyapısının
incelenmesi ve buna göre program hazırlanması
gerektiği gündeme getirilmektedir.
Kuralların gevşetilmesi yani deregülasyon modası hiç
kuşkusuz kapitalizmin özünü oluşturan piyasa
mekanizmasının her şeyi kendiliğinden düzelteceğine
olan inançtır. Kuralların varlığının şart olduğu
anlayışının krizlerle birlikte hâkim hale geldiği
görünmektedir. Bu gibi durumlarda yani krizlerin söz
konusu olduğu dönemlerde kurallar büyük olasılıkla
bir hayli ağırlaştırılmaktadır. Ama tıpkı geçmişte
olduğu gibi, işler derlenir derlenmez, piyasa
toparlanır toparlanmaz kuralların gevşetilmesi
düşüncesinin yeniden ön plana çıkması
beklenmektedir. Piyasanın, ekonomi ne zaman krize
girse Keynesyen ekonomi politikalarına sarıldığı ve
krizden çıktıktan sonra da onları terk etmeye
yöneldiği görülmektedir. Kapitalist sistem asıl
olarak serbest piyasa ekonomisini benimsemektedir.
Fakat çökme aşamasına geldiği 1930'larda Keynesyen
ekonomiye sarılarak kurtulmuş, sonraki krizlerin
çoğunda da yine aynı yöntemi kullanmıştır. 2006
yılının ortalarında yayılan "subprime mortgage"
kriziyle başlayan küresel krizde de yine Keynesyen
politikanın kurtarıcı olarak öne çıktığı
görülmektedir.
|