Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekonomik Krizlerin Nedenleri Ve Çözümlerine Yönelik Farklı Yaklaşımlar

Ekonomik krizlerin sebeplerini açıklamaya çalışan görüşlerin tümüne kriz teorisi bir başka ifade ile krizlerin teorik manada izahı denmektedir. Bu doğrultuda, 1895 yılında alman yazar Bergman'ın yaptığı bir çalışma 280 teorinin bunalımları açıklamak üzere ortaya konduğunu göstermektedir. O tarihten buyana, bu sayının bir hayli   artmış   olduğu   düşünülünce,   tam  manası  ile   kriz  teorilerinin  bir  krizi   olduğunu

söylemek şaşırtıcı olmayacaktır. Dolayısıyla teorilerin çokluğu konunun iyi ve ayrıntılı olarak açıklanabilmesine mani teşkil etmektedir. Bu çokluğun izahı iki temel sebeple açıklanabilecektir. Her kriz sebepleri açısından farklılıklar arz ettiği gibi çözüm reçetelerinde de farklılıklar göstermektedir. Bunun yanı sıra, iktisatçıların ekonominin işleyişi ile ilgili yaklaşımları arasındaki farklılıklardan dolayı her birinin kriz karşısında yaptıkları değerlendirmeler ve önerdikleri çözümler de farklı olabilmektedir.

Yukarıda yapılan açıklamalar göz önüne alındığında, literatürdeki tüm kriz yaklaşımlarının ele alınarak işlenebilmesi mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla burada, iki temel ayrışmadan yola çıkılarak konunun özünde birbirinden ayrılan yaklaşımların kökenindeki varsayımlar ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Bu yaklaşımlardan birincisi olan bunalımı dışsal etkenlere bağlayan teorik yaklaşımlar, Liberal (Klasik) yaklaşım, Keynezyen yaklaşım ve devamında yeni Neo-Liberal (Neoklasik) yaklaşımlar şeklinde ele alınmaktadır. Sonrasında bunalımı içsel etkenlere bağlayan yaklaşımlar "diğer" yaklaşımlar başlığı altında ortaya konmaktadır.

Tarihsel boyuttan yoksun olarak ve sistemin işleyişinin organik sonuçlarını görmezden gelen Liberal ve Neo-Liberal yaklaşımda, krizler kötü yönetim veya sair ekonomi dışı nedenlere bağlanmakta bir anlamda yok sayılmaktadır. Keynes'le Birlikte bu durum değişmekte, gelişen akım içinde ise kriz kavramı, biraz daha sistematik bir olgu olarak ele alınmaya başlanmakta ve krizleri aşmanın tek yolu olarak da sosyal politikalar önerilmektedir.

Liberal Yaklaşım

Liberal iktisatçılarda kriz kavramının oldukça önemsiz olduğu müşahede edilebilmektedir. Liberal iktisat görüşüne göre ekonomi rasyonel dengelerini daima kendi kendine kurma kudretine sahiptir. Gerçekte Liberallerin tezlerini oluştururken daima uzun dönemi dikkate aldığı görülmektedir. Onlar da Kısa dönemde ekonomide bazı dengesizlikler olabileceğini kabul etmektedirler. Ancak bu dengesizliklerin üzerinde fazla durmamakta, bunların zamanla aşılacağına inanmaktadırlar.

Adam Smith ile birlikte ortaya çıkan Liberaller, temelini doğal düzenden almakta ve J. B. Say'ın Mahreçler Yasasına dayanmakta olan otomatik genel denge yaklaşımını benimsemektedirler. Say'ın Mahreçler Yasası'na göre, her arz kendi talebini yaratır yaklaşımından dolayı sanayileşmenin sının yoktur. Dolayısıyla da Liberaller için üretim fazlasından oluşan genel bir bunalım söz konusu olmamaktadır. Ekonomide kısmi bir tıkanma olsa bile, piyasanın beklentilerini fiyat mekanizması aracılığıyla süratle yansıtan sinyaller, üretim ve tüketim arasında dengenin yeniden kurulmasına imkân sağlamaktadırlar.

Ekonomik bunalımların kaza sonucu ortaya çıkan anormal bir oluşum olarak algılamakta olan Liberaller, önemli bir sorun olarak kar oranlarının üretimin sürekli artışını gerçekleştirecek düzeyde kalmasının sağlanabilmesini görmektedirler. Zira Liberal okul içinde, iyimserlikle nitelenen A. Smith'de dâhil olmak üzere, bütün Liberallerde, ekonominin gelişme sürecinin sonunda, kar haddinin azalacağı görüşü yer almaktadır. Bu sistemde normal olarak hiçbir dengesizlik veya fortiori hiçbir kriz yaşanmasının mümkün olmayacağını matematiksel olarak gösteren genel kuram anlayışındadırlar Liberaller.

1929 krizini İngiliz Lionel Robbins ve Fransız Jacques Ruef gibi liberal iktisatçıların    kuramları,     tümüyle    tesadüfi    etkenlere    dayanan,     serbest    piyasanın istemesindeki   engeller   ortadan  kalkması  dâhilinde   kendiliğinden  çözülecek  bir  durum olarak değerlendirmektedirler.

Keynesyen Yaklaşım

Keynesyen iktisadi düşüncede ekonomi, Liberal anlayışta olduğu gibi denge kavramı üzerine değil, sistematik dengesizlikler üzerine kuruludur. Keynesyen anlayışa göre bu durum istisnai bir olgu olmayıp, oldukça sık karşılaşılabilecek bir durumdur. Bu durumda ise, toplam talebi etkileyici aktif eylemlerle ekonominin bu tip durumlara girmesini önlemek ya da böyle bir durumdan en kısa sürede çıkmasını sağlamak görevi devlete verilmektedir. Keynesyenler izleyen kısımda ele alacağımız Neo-Liberal iktisatçıların aksine, devletin ekonomiye müdahalelerini krizlerin sebebi olarak görmemektedirler. Tam tersine, devletin müdahalesinin eksikliği krizlere yol açmaktadır. Keynes gözlerini uzun dönemden ziyade kısa dönem ve kısa dönemde ortaya çıkan sorunlara çevirmektedir. Sadece uzun dönemle ilgilenilmesini anlamsız bulmakta, bunun sebebini bilinen popüler ifadesi ile uzun dönemde hepimiz ölüyüz şeklinde ifade etmektedir.

Sismondi, kapitalist sistemde doğal uyumun varlığını ve tam istihdamın otomatik olarak kurulacağı fikrini kabul etmemektedir. Üretim faaliyetinin kesintisiz sürebilmesini üretimle tüketim arasında gerçekleşecek bir dengeye bağlamaktadır. Sismondi'nin bu fikirlerini J. A. Hobson, Foster ve Catching geliştirmişlerdir. Bunlara göre, aşın tasarruf devresel dalgalanmaların ana nedenidir. Ekonomide yaratılan gelirin büyük bir kısmı varlıklı kesim tarafından tasarruf edilmekte iken, ancak küçük bir kesimin tüketim mallarına yönelmesi depresyona neden olmaktadır. Lord Landerdale, R. Maltus ve Sismondi tarafindan ileri sürülen bu fikirlere daha sonra, J. A. Hobson, W. T. Foster, E. Lederer tarafindan daha bilimsel bir nitelik kazandınldığı görülmektedir. Nihayet   Keynes,    bu    eski   teorileri   değişik   biçimde   yeniden   güncelleştiren   isim olmuştur.  Keynes'e  göre,   devletin istikrarlaştırıcı bir unsur olarak dâhil olmadığı bir ekonomik sistemde, etkili ölçekte krizlerin beklenmesi de kaçınılmaz olmaktadır.

Keynes'in krizle ilgili yaklaşımı bazı çıkarımları da beraberinde getirmektedir; ekonomik sistemi yukarı ve aşağı çeken güçleri anlamak, krizlerin süresi ve şiddeti açısından önem arz etmektedir. Daha önceden belirtildiği gibi krizler, ekonomik koşullardaki ani ve şiddetli değişimler anlamına geldiğinden, analizlerde beklentiler, çok önemli bir yer edinmektedir. Keynes'e göre, iktisadi dalgalanmanın temel nedenleri; tüketim eğilimindeki, likidite tercihindeki ve sermayenin marjinal etkinliğindeki dalgalanmaları göstermektedir. Başka bir ifadeyle, bu üç bileşen Keynes'in bahsettiği sistemi yukarı ve aşağı çeken güçleri oluşturmaktadır.

Keynes'in ekonomik kriz yaklaşımında eksik istihdam dengesi devlet müdahalesinin olmayışından kaynaklandığından, devletin ekonomiye müdahale etmesiyle birlikte, tam istihdama yönelme söz konusu olabilmektedir. Keynes, kapitalist sistemin yaşadığı bunalımın nedenini talep yetersizliğine bağlayarak, Laissez-Faire ilkesinden ödün vermek suretiyle devletin ekonomide etkin rol oynamasını önermekle birlikte sistemin ancak devlet müdahalesiyle ayakta kalabilmesinin sağlanabileceğini öngörmektedir.

Keynes sonrası Keynesyen iktisadi düşünceyi takip eden iktisadi yaklaşımlar kendi aralarında Geleneksel Keynesçilik, Dengesizlik Keynesçiliği, Post Keynesçilik ve Yeni Keynesçilik gibi farklı kollara ayrıldığı görülmektedir. Post Keynesyenlerin kriz yaklaşımı Ortodoks görüşü yansıtan geleneksel kriz yaklaşımlarının sınırlarını aşmakta ve çok daha genel bir yaklaşım getirmektedir. Post Keynesyenlere göre, krizi yaratan sürecin alt yapısını oluşturan etken, Keynesyen politikalardan Neo-Liberal politikalara doğru olan yöneliştir.

Yeni Keynesyenler, sistemde makro dengeyi sağlayacak otomatik mekanizmalar bulunmadığını dolayısıyla da devlet müdahalesinin zorunlu olduğu görüşünü savunmaktadırlar. Hükümet, ekonomik istikran sağlamak için öncelikle maliye ve para politikaları ile aktif rol oynamalıdır. Devletin uygulayacağı aktif politikalarla ekonomik gelişme sağlıklı bir yol izleyebilecektir. Yeni Keynesyen modelde dalgalanmaların nedeni olarak istikrarsız olan toplam talep görülmektedir. Toplam talepteki düşme reel milli gelir düzeyini de düşürmektedir. Bu gelişmede yatırımların, çarpan ve hızlandıran etkisi dolayısıyla özel bir konumu var olduğu vurgulanmaktadır.

Keynes modelinde, yatırım çoğaltanı üzerine kısaca değinecek olur isek, yatırımdaki bugünkü bir artışın, yarın geliri kaç misli artıracağını gösteren katsayıya yatırım çoğaltanı denildiği bilinmektedir. Burada tasarruf eğilimi büyüdükçe çoğaltanın değeri yükselmektedir. Bu bilgiler ışığında, tüketim eğiliminin büyük olduğu duraklama döneminde, küçük bir yatırım bile milli geliri hızla artırabilmesi söz konusudur. Keynes'e göre, kriz yatırım çoğaltanının zayıflamasından yani tüketim eğiliminin düşmesinden de doğabilmektedir. Bu durumda Keynes, iş adamları ekonominin kötü zamanlarında yatırımdan kaçınmaları durumunda ekonomide ortaya çıkması muhtemel durgunluğun düzeltilebilmesi açısından devlet müdahalesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Ekonomik krizler karşısında devlet müdahalesinin gerekliliğine inanan ve krizlerin kendi kendine geçmesini beklemek, kendi haline bırakmak yaklaşımına karşı olan görüşe göre; kriz ile birlikte sistemdeki çılgın yatırımların ekonomiden çekilip çıkarılması gerekiyorsa da krizin yayılma etkisi nedeniyle, ekonomiye lüzumlu ve sıhhatli yatırımlar da batabilmektedir. Bu yatırımların yatırımcıları ayakta kalabilmeleri için lüzumlu krediyi kriz esnasında bulamamakta ve hiç hak etmedikleri halde diğerleri ile beraber batmaları söz konusu olmaktadır. Ekonomik tarihi süreçte göstermiştir ki bütün ekonomik krizlerde büyük faiz oranlan vermeye razı olunsa bile borç para bulma imkânı   çok   zorlaşmakta,    hatta   imkânsız   hale   gelmektedir.    Krizlerin   kendi   haline bırakılarak tedavi edilmeleri hemen hemen hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Bunun nedeni birileri daima müdahale etmek ve krizi şöyle veya böyle durdurmak istemişlerdir. Bu müdahalelerin söz konusu olmamaları durumunda kriz kendi kendine geçecek ama belki de çok daha uzun sürecek, daha derin maliyetlere yol açacaktır.

Neoliberal Yaklaşım

1970'lerde ve 1980'lerin başında popüler ekonomik bakış açısı olarak ortaya çıkan M. Friedman'ın öncülüğündeki monetarizm, arz yönlü iktisat ve daha çok akademik çevrelerde önemli yer almış olan rasyonel bekleyişler okulu adı altında gündeme gelen yaklaşımlar yeni liberalizm olarak isimlendirilen akımın kendine has yönleri olan farklı versiyonlarını oluşturmaktadır. Bu versiyonların aykırılıklarına rağmen, tek bir nehrin kollan haline getiren ortak yanlara sahip oldukları görülmektedir. Bunların başında da ekonomik sorunların piyasa mekanizmasının serbest işleyişine konulan engellerin bir ürünü olduğu görüşü gelmektedir. Yine aynı şekilde Yeni Liberal akım, ekonomik dalgalanmaların piyasa sisteminin işleyişinden bağımsız olan, dışsal etkenlerin piyasaları etkilemesinin doğal sonucu olarak ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Bu durum da ilgili versiyonların buluştuğu ortak noktalardan birini ifade etmektedir.

Liberal iktisatçılardan Hayek, kapitalizmi bir denge sistemi olarak görmekte ve devletin ve özel bankaların bu sisteme devresel olarak yaptığı müdahaleleri ve kredi hacmindeki  aşın  genişlemeleri  bu  sistemdeki  krizlerin/bunalımların nedeni olarak ifade etmektedir. Friedman da, piyasalar devlet kontrolü olmaksızın, kendi kendilerine kontrole bırakılmaları halinde normal bir hız ile iyiye doğru ilerleyeceğini düşünmektedir. Bu düşünce Friedman'ı - dolayısıyla Yeni Liberal anlayışını -Keynesçi düşüncelerden ayırmaktadır; daha öncesinde belirtildiği gibi Keynes'e göre işadamlarının ekonominin kritik devrinde yatırımdan kaçınmaları halinde bu kaçınma bir ekonomik durgunluk yaratması söz konusu olacaktır. Keynes bu durumda devlet müdahalesi öngörmektedir.

Monetaristler hükümetlerce izlenecek istikrar politikalarının yararsızlığına inanmaktadırlar. Onlar, işsizliği azaltma gerekçesiyle ekonomideki toplam talep ile oynayan hükümet müdahalelerini istikran bozan esas etken olarak görmektedirler. Ekonomide bir işsizlik varsa, bu işsizlik iş değiştirmeler, iş beğenmemeler gibi nedenlerden kaynaklandığı varsayılan doğal işsizliktir. Monetaristlere göre, reel ekonomi istikrarlıdır. Onlara göre, elbette ki reel olgulardan kaynaklanan şoklar da ekonomiyi etkilemektedir. Ancak bunların önemi azdır96. Yine Monetarist anlayışa göre, devlet müdahalesi sadece gereksiz değil aynı zamanda zararlıdır. İstikrarsızlıklar, beceriksiz ve hatalı para ve maliye politikalarından kaynaklanmaktadır bu anlayışa göre. Ekonomiye müdahaleler serbest piyasanın verimli işleyişini bozmakta ve istikrarsızlık yaratmaktadır. İyi niyetli dahi olsa uygulanacak olan para ve maliye politikası, kendiliğinden düzelecek istikrarsızlığı ağırlaştırmaktadır.

Yeni Liberal anlayışın bünyesindeki Yeni Klasik iktisadın en çarpıcı karakteristiği olan Rasyonel Beklentilerin, Yeni Klasik modellerin en önemli varsayımı olduğu söylenmektedir. Rasyonel Beklentiler Teorisine göre iktisat politikası uygulamaları ve uygulamaların yaratacağı etkiler bireylerin rasyonel davranışları nedeniyle beklenen sonuçlan yaratmaktan uzak kalmaktadırlar. Bu nedenle aktif iktisat politikaları yerine istikrarlı politikalar kullanılmasını önermektedirler. Bu teoriye göre devlet,   sadece oyunun   kurallarını  belirlemekle   yetinmeli,   bireylerde  kararlarının  olası sonuçlarını   önceden  kestirebilmelidirler.   Eğer  politika   değişikliği  kaçınılmaz bir  durum ise bunlar yavaş yavaş uygulamaya geçirilmesinin gerekliliğini benimsemektedirler.

Yeni Liberal anlayışının stagflasyon olgusunun ortaya çıkması ve Keynesyen politikaların bu anlamda yetersiz kabul edilmesinden sonra gündeme geldiği görülmektedir. Bu anlayışa göre, sendikalar, sosyal güvenlik fonları, devlet müdahalesi, vergileme sistemi, korumacılık gibi uygulamalar piyasalarda dengenin bozulmasına neden olmaktadır. Sermayenin azalan kar oranlarını yükseltecek koşulların yaratılmasını sağlamak, bunalım döneminde uygulanan Yeni Liberal iktisat politikalarının temel amacı olmaktadır. Liberal anlayışa göre, yatırım, üretim ve istihdamı düşüren bir arz şoku bunalıma neden olduğu varsayıldığından, maliyetleri düşürmek, karları yükseltecek önlemler almak gerekmektedir. İlk olarak ABD ve İngiltere'de uygulanan anti enflasyonist ve anti sendikal politikalar ilk aşamada durgunluğu derinleştiren, iflasları arttıran, değersizleşme sürecini işleten, bunalıma direnebilen daha verimli sermayelerin ayakta kalabildiği bir sonucu ortaya koymuştur. Bu durumda sermaye birikiminin güçlendiğini varsayan liberal politikaların, işsizliğin artarak, yapısal bir sorun haline dönüşmesinde rol oynadıkları görülmektedir".

Ekonomik krizlerde paniğin kendi haline bırakılması durumunda tedavi edileceği kanısında olan Yeni Liberal anlayış, ateşin sönüp bitmesini beklemek gerektiği düşüncesini ortaya koymaktadır. Paniğin kendi kendini tedavi etmesi iddiası iki ayrı görüş ile savunulmaktadır. Birinci görüşe göre, piyasayı etki altında bırakan panik ve kriz yine piyasanın kendisi taralından yaratılmıştır. Dolayısıyla bunun cezasının da piyasa taralından çekilmesi gerekmektedir. Bu görüşte olanlara göre nasıl bir tropikal firtınada, firtınadan sonra havanın temizleneceği ve daha iyi bir havanın geleceğinin beklendiği gibi, krizden sonra da ekonominin daha sıhhatli, daha güvenilir hale gelmesi söz konusu olacaktır. Bu konuda en önemli iddia 1929 yılında Amerika Maliye Bakanı Andrew Mellon taralından dile getirilmiştir. Mellon'a göre serbest piyasada kriz anında hükümet konuya müdahale etmemelidir. Halk eğer enflasyonist bir çılgınlığın   içine   girmişse   bundan   tamamen   kurtulabilmesi   için   enflasyonist   durumun çökmesi gerekmektedir. Mellon panik ve krizi o kadar kötü bir şey olarak algılamamaktadır. Sistemdeki çürümüş unsurları temizleyerek sisteme faydası bile dokunabilmektedir. Böyle bir krizden sonra halk pahalı, masraflı yaşama alışkanlıklarını bırakarak enflasyonist durumu ortadan kaldıracaktır. Kriz neticesinde kıymetlerin ayarlanacağı, müteşebbis kimselerin daha az ehliyetli kimselerden enkazı devralarak daha iyi götürecekleri savunulmaktadır.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında varılabilecek bir yargı olarak, meydana gelecek bir ekonomik krizin oluşturacağı sosyal ve ekonomik yıkımın maliyetlerinin Yeni Liberal anlayış tarafından bilinçli ya da bilinçsiz göz ardı edildiğini, önemsenmediğini söylemek mümkün görünmektedir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005