|
Gerçekten Olanaklar Bu Kadar Mı?
Bir
yönetim "sistemi olarak demokrasi, basit bir
çoğunluk sistemi değildir. Çoğunluk, zaten her
alanda kendi istediğini yaptırabileceğinden dolayı,
bu grubun isteğinin gerçekleştirilebilmesi için
idareye dahi" gereksinme yoktur, hele demokrasiye
hiç yoktur! Çoğunluk sisteminin adı, orman
yasasıdır. Oranın da kendine göre kuralları vardır,
ama bu kuralları adale gücü belirler, akıl gücü
değil. Bundan dolayı, orman yasaları içinde
yaşayanların medeniyetleri yoktur; taş devri, maden
devri, teknoloji devri yaşamamışlardır. Çünkü böyle
değişimleri yapmaya güçleri yoktur. Böyle
değişimleri adele değil, beyin yapar.
Demokrasi, bir adeleye dayalı güç sistemi değildir.
Bir çoğulculuk sistemidir Çoğulculuk, topluma çok
çeşitli alternatifler sunmak, seçişte zenginlik
sağlayabilmek için yararlı ve gereklidir. Yoksa,
toplum tek yönlü bir gidiş izler. Böyle bir tek
yönlülük belirli kesimlere avantaj sağlayabilir,
ama tüm toplum için, hatta kısa dönemde avantajlı
olan kesimler için de uzun dönemde bir kısır döngü
oluşturur.
Her toplumda, her konuda çok farklı görüş ve
düşünceler olabilir. Ancak bunların bir kısmının
örgütlü olup, sesini duyurabilmesi, buna karşılık
diğerlerinin parça-bölük olması ve siyasal,
platformda sesini duyuramaması, temelde var olan
çoğulculuğu etkili yapamamakta ve eylem düzeyine
taşıyamamaktadır. Böyle bir toplumdaki orman yasası,
hiç kuşkusuz, adeleye değil de sermayeye
dayanmaktadır. Bu durumda demokrasinin çok ciddi bir
ayağı çökmüş olmakta ve bundan da tüm toplum zarar
görmektedir.
Son memur zamları, Türkiye'nin çoğulculuktan ve
hatta demokrasiden ne derece uzak olduğunun açık
bir göstergesidir. Memur zamlarının yöntem ve
tutarını burada hiç tartışmak istemiyorum. Zira
böyle bir tartışma iki açıdan fevkalade sakattır.
Bir defa, Türkiye'de grupların örgütleniş biçim ve
dereceleri bilindikten sonra, bunun ortaya
koyabileceği sonuç da açıktır. İkinci nokta ise,
hedef saptırmamak açısından önemlidir. Katsayıları,
yüksek ya da düşük diye tartışmak, iktisada alet
düzeyinde bakanların hep yaptığı gibi, sığ ve
verimsiz alanlarda oyalanmaktır. Böyle bir hedef
saptırmanın kimin yararına, kimin zararına olacağı
ise açıktır. Yine aynı mantıkla, günümüz iktisat
eğitiminin bu denli dar ve teknik düzeye
indirgenmesinin neye hizmet ettiği de açıktır.
Hedef saptırmasının yapılmamış olduğu durumda
göreceğimiz şey şu olacak idi: Rakama falan gerek
kalmadan, maaş artışlarının kâr ve faiz
artışlarından yüksek olamayacağı açıktır. Çünkü,
ikinci grup gelir elde edenler örgütlenmişlerdir.
Hem de bu grup, en üst düzeyde örgütlenmiştir!
Birinci grup ise, örgütlenmemiştir. Bu saptama,
hiçbir rakama bakmadan, bize bugünkü tabloya verir.
Kışın ya da yazın ortasında, kapalı bir yerde, hatta
konunun uzmanı olmayan bir kimsenin yapacağı hava
tahmini ne kadar doğru olursa, bu da 6 kadar
doğrudur.
Bu durumda şu nokta açıklık kazanmaktadır ki;
hakların alınışı, örgütlü mücadeleye dayanır. Aksi
takdirde, daime ülkesini kendisinin önüne koyduğunu
söyleyenler tarafından, gerçekten ülkesini kendi
önüne koyan garipler bulunur. Ama böylece iki yöne
doğru çekilen ülke tahrip olur. Bu, Türkiye'de de
böyle oluyor: Kamu kesimi eriyor; insan-gücü
niteliksizleşiyor, hizmet düzeyi bozuluyor. Eğer bu
hizmetlere ihtiyacımız yoksa, o zaman hiç para
ayırmayalım. Eğer ihtiyacımız varsa, ayırmamız
gereken para, kaynakların elverdiği kadar değil,
hizmetin gerektirdiği kadar olmalıdır. Zira,
kaynakların elverdiği kadar mantığı geçerli
değildir. Çünkü, bunu aşmanın yolu vardır. Memura
enflasyon kadar düzeltme yapıyorsak, diğer gelir
kategorilerinin de enflasyonu aşan boyutunu
vergilendirmeliyiz. Ancak böyle bir önlem alındıktan
sonradır ki, halkın önüne çıkıp, "olanaklar bu
kadar" diyebiliriz. Aksi takdirde "yapabildiğim bu
kadar" demek daha ahlaksal olur!
Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi
Maliye Bölümü
|