Ekonomik Kriz ve Güven Bunalımı
Giriş
Ülkemiz cumhuriyet tarihinin en derin ekonomik krizi
ile karşı karşıyadır. İçinde bulunduğumuz hal,
krizden de öte bir bunalımı ifade etmektedir.
Türkiye'nin hiç de hak etmediği bu krizin kaynağı
birike gelen yapısal sorunların yanında, tamamen
basiretsiz bir yönetim anlayışıdır. Bu sebepten kriz
tamamen iç kaynaklıdır ve herhangi bir dış
konjonktür söz konusu değildir.
Dünyanın neresine bakarsanız bakın, çok belli
istisnalar hariç, son 10 yıl içinde ciddi ekonomik
büyüme trendleri yakalanmıştır. ABD 'den Meksika'ya,
Avrupa Birliği ülkelerinden Uzak Doğu Asya
ülkelerine kadar dikkat çekici gelişmeler realize
edilmiştir. Bunun neticesi olarak bu ülkelerdeki
fert başına milli gelirlerde de önemli artışlar
kaydedilmiş ve dolayısıyla refah ve zenginlik
artmıştır.www.ekodialog.com
"Ne
yazık ki, dünyadaki tüm bu olumlu gelişmelere karşın
ülkemizin son 10 yılı tamamen bir kayıp olmuştur.
inişli çıkışlı ekonomik performanslardan sonra son
4 yıl içerisinde Türk ekonomisi kararsız,
basiretsiz ve beceriksiz bir siyasi yönetim elinde
bugün içinde bulunduğumuz hiç de hak edilmeyen bir
duruma düşmüştür. Öyle ki küçülme 1999 yılında %6,1
gibi bir fakirleşmeye yol açarken, 2001 yılında bu
küçülme -%8,5 gibi toplumsal yapıyı tehdit edici bir
noktaya gelmiştir. 2. Dünya Harbi'nden bu yana en
büyük ekonomik küçülmeyi, yani fakirleşmeyi ortaya
çıkartan nedenleri şöyle özetleyebiliriz:
Krizin Ortaya Çıkışı
Türk ekonomisinin yaşadığı temel sorun yapısaldır.
Sorunun temelinde üretim eksikliği ve verimlilik
sorunu yatmaktadır. Ama ekonomi-politik açısından
baktığımızda uygulanan makro ekonomi
politikalarıyla birlikte güven unsurunun da etkisini
görmek mümkündür. Ekonominin yapısal sorunları bu
yazının konusu değildir. Bundan dolayı, siyasi
iktidara olan güvenin tamamen kaybolmasına sebep
olan Kasım ve Şubat ayında tekrar eden krizleri
tetikleyen temel nedenlere kısaca bakmakta fayda
vardır:
1. Kasım ayında meydana gelen, fakat daha sinyalleri
2000 yılının Temmuz ayından itibaren alınmaya
başlanan krizi tetikleyen temel neden birazda sunni
olarak yaratılan likidite sorunu olmuştur. Cari
açığın yüksek olması nedeniyle yurt dışından
Türkiye'ye gelen kısa vadeli portföy yatırımlarının
Ağustos ayından itibaren tedirginleşmeye
başladıkları ve Kasım ayına geldiklerinde ise sadece
gecelik piyasalarda işlem gördükleri bir gerçektir.
Kasım ayında özellikle Merkez Bankası'nınIMF'ye
verdiği Net iç Varlıkları sabit tutma sözü
nedeniyle piyasayı fonlamaması var olan ekonomik
sorunun krize dönüşmesine sebep olmuştur.
2. Kasım ayında finans piyasalarında başlayan
tedirginlik o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır ki,
Kasım'dan sonra büyük portföy yatırımları sadece
gecelik piyasalarda kalmışlar ve önemli ölçüde de
krizden hemen önce ucuz fiyatlardan döviz alarak
sistemden çıkmışlardır. Emisyon hacmini Merkez
Bankası Net Dış Varlıkları'na endeksleyen Merkez
Bankasının, sistem dışına çıkan döviz nedeniyle,
piyasaları fonlamaması faiz oranlarının yüksek
seyretmesine neden olmuştur.
3. Nihayet, 2001 yılının Şubat ayına gelindiğinde
cumhurbaşkanı ile başbakan arasındaki sorumsuzca
yapılan siyasi çatışmanın neticeleri zaten
teyakkuzda olan piyasaları aniden tetiklemiştir.
Bankaların yurt içi ve yurt dışı yükümlülüklerini
yerine getirme gayreti ve IMF direktifleri
doğrultusunda Merkez Bankası'nın bankaları
zamanında fonlamaması nedeniyle günlük %20'lere,
yıllık %7500'lere varan faiz ödemeleri sonunda
sistemin tamamen çökmesiyle neticelenmiştir.
Ülkeyi son iki buçuk yıldır yöneten fakat esas
çatısı dört sene önce kurulmuş olan bugünkü hükümete
olan güvenin tamamen kaybolmasına yol açan sabit kur
politikası, aslında 1999 yılının Aralık ayında
Merkez Bankası'nın 1 Dolar+0,77 EURO'dan oluşan bir
döviz sepetini tanımlamasıyla başladı. Hükümet, bu
döviz sepetinin Türk Lirası karşısındaki bu değer
artışını 1 Ocak 2000-31 Aralık 2002 tarihleri
arasında üç yıllık süre için belirlenen . bir
programa bağladı.
Bu program kapsamında 1 Ocak 2000 den 30 Haziran
2001 tarihine kadarki 18 aylık dönemde döviz
sepetinin Türk Lirası olarak değeri gün gün tespit
edildi. 30 Haziran 2001 'den 31 Aralık 2002'ye
kadarki 18 aylık dönemde ise döviz sepetinin
değerinin genişliği gittikçe genişleyen bir bant
içinde seyretmesi öngörüldü. Bu bandın başlangıç
noktası ile alt ve üst sınırlarını belirleyen
eğrilerin detaylı tanımları yapıldı.
O zamanki makul seviyelere ulaşmış olan döviz
rezevleri ile IMF'nin bu programa vermeyi öngördüğü
teknik ve fınansman destek, programın
uygulanabilirliği konusunda hükümete cesaret
veriyordu.
Hükümet kendisini bu programla o kadar bağladı ki,
9 Aralık 1999 tarihinde dönemin Merkez Bankası
Başkanı Gazi Erçel ile Ekonomiden Sorumlu Devlet
Bakanı Recep Önal, yazılı bir taahhütname ile, bu
kur programını açıkladılar.
Söz konusu bu üç yıllık kur programı, bir hedef
olarak değil, bir tahmin olarak değil ve hatta bir
plan olarak ta değil, bir devlet taahhüdü
olarak açıklandı. Taahhütnamenin altında hükümet
adına ilk defa bir Bakan ve Merkez Bankası
Başkanı'nın imzası vardı. www.ekodialog.com
Günü gününe ısrarla uygulanan bu program, yaklaşık
14 ay sonra, yukarda açıklanan ikinci krizle 21
Şubat 2001 tarihinde terk edildi. Devlet, böylece
ısrarla savunduğu döviz kurları ile ilgili
taahhüdünü bozdu. Döviz kurlarıyla ilgili her türlü
kontrolü kaybettiğini kabullendi. Kısa süreli aşırı
dalgalanmaları önlemeye yönelik müdahaleler dışında
döviz kurlarına artık hükmedemeyeceğini açıklayarak
dalgalı kur sistemine geçti.
Güvenin Yok Oluşu
Bir kişiye veya bir kuruma olan güven, o
kişinin veya kurumun taahhütlerini tam ve zamanında
yerine getirmesiyle oluşur. Yerine getirilen
taahhütlerin sayısı ne kadar çoksa ve bu taahhütler
ne kadar uzun zamandan bu yana yerine getiriliyorsa,
oluşan güvende o kadar büyük olur.
Gelişmiş ülkelerde, tüm kurumlar içinde en çok
güven duyulan kurum devlettir. Devletin devamlılığı
temel bir ilke olarak kabul edildiği için,
hükümetler değişse bile devlet taahhüdlerinin yerine
getirileceği bilinir. Bu nedenle, devletin
borçlanmasındaki risk primi, o ülkenin en düşük risk
primi olarak değerlendirilir. Böylece devlet, o
ülkenin en düşük maliyet ile borçlanabilen kurumu
olur.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları,
herhangi bir ülkeye kredi notu verirken, devle6 o
ülkenin en çok güvenilen ve böylece de en yüksek
kredi notu almaya layık kurumu olarak görürler. Bir
ülkede hiçbir kuruluş, o ülkenin devletinden daha
yüksek notuna sahip olamaz.
Türkiye'de devletin döviz taahhüdünü bozması, devlet
olan güveni çok büyük ölçüde sarsmıştır. Piyasalar,
bugün dövizle ilgili taahhüdünü bozan devletin
gelecek dönemler de tahvil ve bono ödemeleriyle
ilgili taahhüdlerini de bozabileceği endişesine
kapılmıştır. Artan riskler neticesinde devletin
borçlanma maliyetlerde çok artmış ve borçların
döndürülebilirliği tartışılmaya başlamıştır
Devletin dövizle ilgili taahhüdüne güvenen pek çok
sanayici ve tüccar, döviz bazında borçlanmaya
başlamış, yatırımlarını yaparken dövizdeki
artışların Merkez Bankası'nın programına uygun
seyredeceğine inanmıştır. 21 Şubat'ta alınan
kararlar neticesinde döviz bazında borçlanan, pek
çok iş adamı büyük zararlara uğramış, 30-40 yıldır
biriktirdiklerini bir gece de kaybedenler olmuştur.
Sonuç
Tamamen Hükümetin beceriksiz ve basiretsiz
politikaları ve yerinde inisiyatif kullanıp kriz
yönetimini yapamaması yüzünden ülke altından
kalkılması zor kayıplara girmiş ve Türk halkı adeta
yaşamıyor gibi yaşamaya mahkum edilmiştir. Sadece
halkın ve müteşebbislerin değil dış dünyanın da
hükümete olan güveni tamamen yok olmuştur. Krizlerin
sorumlu taraflarından birisi olan IMF'nin 1. Baş
Yardımcısı Fisher sorumluluğunun gereğini yerine
getirerek görevinden ayrılmıştır. Ne yazık ki
Türkiye'den her hangi bir sorumlunun böyle onurlu
bir davranış içinde bulunduğu görülmemiştir. Bu
sebeptendir ki mevcut iktidarın bütün bu olanlardan
sonra tekrar güven kazanması mümkün olmayacaktır. Bu
ise ekonomide iyileşmeyi daha da geciktirecektir. www.ekodialog.com
Kaynak: Abdullah Gül
|