SON KRİZİN EKONOMİK VE
TOPLUMSAL SONUÇLARI: Negatif Büyüme, İşsizlik ve Yoksulluk
ÖZET
Bu
çalışmada son kriz olarak nitelenmiş olan 2000 Kasım ve 2001
Şubatında patlak veren krizlerin ikisi birden irdelenmeye
çalışılmıştır. Ancak bu yapılırken temel yaklaşım açısından
krizin niteliği ve nedenlerinin doğru algılanmasının önemli
olduğu ve günlük piyasa haberlerinin ötesinde orta ve uzun
dönemli bir çözümlemenin esas olduğu vurgulanmıştır.
Bu nedenle
ekonomik göstergeler alışılmışın dışında, yazar tarafından "medyatik
göstergeler" ve "diğer önemli göstergeler" olarak ikiye
ayrılmıştır, "döviz kuru" ile "borsa endeksi" gibi günlük ve
güncel (popüler) göstergelerden daha çok orta ve uzun dönemli
eğilimleri yansıtan "üretim (büyüme) trendi" "verimlilik,"
"istihdam-işsizlik" ile "refah ya da yoksullaşma" gibi
göstergelerin incelenmesinin önemi ve zorunluluğuna işaret
etmiştir. Zira, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin orta ve
uzun dönem temel hedef olması gerektiği dolayısıyla enflasyonla
mücadeleye ilişkin kısa dönemli politikalarla uzun dönemli
sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirilebilecek yapısal önlemler
ve politikaların uzlaştırılması ve birlikte uygulanmasının önemi
ve zorunluluğu vurgulanmıştır.
İstikrarsızlığın göstergesi olarak Enflasyon ve işsizliğin yan
ısıra ekonomik büyümenin ve refah seviyesinin göstergesi olarak
da GSMH ve kişi başına GSMH verileri kullanarak tarihsel bir
perspektif içerisinde orta ve uzun dönemli eğilimler
irdelenmeye: bu arada, 1994 krizi ile son krizin ilişkisi ortaya
konmaya çalışılmıştır.www.ekodialog.com
Anahtar
Sözcükler:
Medyatik
(Ekonomik) Göstergeler, Ekonomik Kriz, Enflasyon, İşsizlik,
Sürdürülebilir Ekonomik Büyüme, Kaynak Sorunu
ABSTRACT
His paper
deals with the last economic Crises in Turkey. In order to find
out both real causes and the impact of the crises one should
make medium and loun-tenn analysis instaed of examining some
daily and popular indicators (which is cal1ed by the author for
the [ırst time as mediatic indicators) such as "exchange rates"
and "stock-exchange".
There is no
doubt that Economic stability is an important goal bul
sustainable econo- .
mic growth
should also be the major goal for a developing (or semi-industrial)
country, such as Turkey. As matter of fact, the undergoing
programme namely "Transition to a strong Economy" mainly based
on the measures against "inflation" and Budget Deficit;
therefore high unemployment fate and negatiye growth fate has
been ignored.
Key
Words: Popular (mediatic) economic Indicatofs, Economic
Crises, Inflation,
Unemployment, Sustainable Economic Growth
EKONOMİK İSTİKRAR
Bilindiği
üzere ekonominin genel dengesi yani iç ve dış ekonomik istikrar
ancak üç koşulun (veya durumun) eşanlı olarak gerçekleşmesi
halinde mümkündür; sırasıyla, fiyatlar genel düzeyinde istikrar,
tam istihdam ve dış ödemeler dengesi.
Ülkemizde,
bunlar arasında kamuoyu tarafından da en çok bilinen ve
tartışılan fiyat istikrarsızlığı (enflasyon) olmakla birlikte,
aynı zamanda işsizlik ile noksan istihdam ve dış ödemeler
sorunları da yaşanmaktadır.
ENFLASYON
Son krize kadar, zaman zaman kısa
süreli olmakla beraber, yüksek oranlara (%100 ve üzerine) çıkmış
ve hiperenflasyona neden olabileceği endişesini doğuran artış
eğilimleri göstermiş; zaman zaman da tam tersine üstesinden
gelinebilecek bir sorun olarak algılanmasına neden olan nispeten
düşük oranlara (%30'lara) indirilebilmiş olmasına karşın,
enflasyon sorunu Ülkemizde 1970'Ierin ortalarından başlayarak
yeni "milenium'a" kadar çeyrek yüzyılı aşkın bir süre varlığını
sürdürmüştür
Bu süreç,
başlangıçta "1973 petrol krizi" olarak nitelenen uluslararası
petrol (fiyatları) sorunu ve onun yansıması olarak
algılanmıştır. Bu uluslararası krizi izleyen yıllar literatürde
Türkiye'nin "ID.Enflasyon Dönemi" olarak nitelendirilmiştir.
Enflasyon kronik bir hal almış ve genelde yüksek oranlarda
seyretmiştir. Enflasyonu tetikleyen petrol krizi olsa bile
çeyrek yüzyılı aşkın uzun bir süre devam etmesini başka
nedenlerde aramak gerekir.
Nitekim,
yaklaşık 20 yıl sonra, 1994 krizinde, enflasyon oranlan %125.5
ve %149.6 gibi rekor düzeylere ulaşmıştır. 1994 krizinden sonra
uygulanan istikrar programı ve enflasyonu düşürme çabalan sonucu
gerçekten, 1995 yılında kriz öncesi enflasyon oranlarına yakın
bir orana (%76 ve 65.5) indirilebilmiş ama bu düşme eğilimi
devam ettirilememiş aksine 1996'dan itibaren yine tırmanma
eğilimi ortaya çıkmıştır. Enflasyon oranlarında (gerek TÜFE'de
gerekse TEFE'de ) tablo ve grafiklerde de görüldüğü üzere,
uzunca bir süre ayın yönde, özellikle de, düşüş yönünde bir
eğilimin sürdürülememesi enflasyonist baskıların kaynağının salt
1970'lerdeki petrol krizi ile açıklanamayacağı gibi geçici
başka dış şoklarla da açıklanamaz. Bu durumun Türk Ekonomisinin
yapısal sorunlarıyla yakından ilintili olduğunun altını çizmek
gerekir.www.ekodialog.com
TABLO 1 - AYLAR İTİBARİ İLE YILLIK ENFLASYON ORANLARI |
|
|
|
|
|
|
(1997 -2002) |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tefe
|
|
|
|
|
|
|
Tüfe
|
|
|
|
Aylar |
|
1997 |
1998 |
1999 |
2001 |
2001 |
2002 |
|
1997 |
1998 |
1999 |
2000 |
2001 |
2002 |
ocak |
|
78.0 |
92.5 |
50,0 |
66,4 |
28.3 |
92.0 |
|
75.7 |
101.6 |
65.9 |
68,9 |
35.9 |
73.2 |
Soba! |
|
78.6 |
89,6 |
48.3 |
67.5 |
26.5 |
91.8 |
|
77.7 |
99.3 |
63.9 |
69.7 |
33.4 |
73.1 |
Mart |
|
77.0 |
86,0 |
48.2 |
66.1 |
35.1 |
77.5 |
|
77.3 |
97.2 |
63.5 |
67,9 |
37.5 |
65,1 |
Nisan |
|
72.8 |
83.3 |
50.0 |
61.5 |
50.9 |
58.0 |
|
77.2 |
93.6 |
63.9 |
63.8 |
48.3 |
52.7 |
Mayıs |
|
74.6 |
79.9 |
50.0 |
59.2 |
57.7 |
49.3 |
|
77.5 |
91.4 |
63.0 |
62.7 |
52..4 |
46.2 |
Haziran |
|
75.7 |
76.7 |
50.3 |
56.8 |
61.8 |
41,8 |
|
78.0 |
90.6 |
64.3 |
58.6 |
56,1 |
42.6 |
Temmuz |
|
80.7 |
72.1 |
52.4 |
523 |
65,4 |
|
|
85.1 |
85.3 |
65,0 |
562 |
56.3 |
|
Ağustos |
|
83.4 |
67.4 |
53.7 |
48.9 |
69.6 |
|
|
87.1 |
81.4 |
65.4 |
53.2 |
57.5 |
|
Eylül |
|
85.4 |
65.9 |
54.4 |
43.9 |
74.7 |
|
|
89.9 |
80.4 |
64.3 |
49.0 |
61.8 |
|
Ekim |
|
87.5 |
65.0 |
55.2 |
41.4 |
81.4 |
|
|
93.2 |
76.6 |
64.7 |
44.4 |
66,5 |
|
Kasım |
|
88.4 |
58.6 |
56.3 |
39.1 |
84.5 |
|
|
95.8 |
72.8 |
64.6 |
43.8 |
67.3 |
|
Aralık |
|
91.0 |
54.3 |
62.9 |
32.7 |
88.6 |
|
|
99.1 |
69.7 |
68.8 |
39.0 |
68.5 |
|
Kaynak: DİE |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
1994
krizinden sonra uygulanan istikrar paketi ya da politikaları
geçici olarak etkili olmuşsa da gerek tasarruf önlemleri gerekse
öteki istikrar önlemleri kalıcı biçimde yaşama geçirilememiş ve
enflasyon da yeniden azdırılmıştır.
Esasen, 1994 krizi sonrasında
yakalanan fırsat siyasal istikrarsızlık nedeniyle
kullanılamamıştır. Gerek kamu finansman politikalarının gerekse
genelde ekonomide, özelde bankacılık sektöründe gereken
reformlar veya yeniden yapılanma gerçekleştirilmemiştir.
Gerçekten de bu kaçırılan fırsat ve popülist yaklaşımların
sürdürülmesi son krizin de önemli nedenlerinden biridir.
Yeniden ve
bir başka açıdan uzun dönem enflasyon eğilimleri irdelenecek
olursa Cumhuriyet Döneminin onar yıllık alt dönemlere ayrılması
uygun olacaktır. www.ekodialog.com
Örneğin,
TEFE yıllık artış oranlarındaki 1943 de %74.0 ve 1946'da %104.4
gibi çok yüksek artışlara karşın, hemen izleyen yıllarda,
1944'de %22.8 ve 1945'de %-54.1 yani önemli oranlarda deflasyon
ya da genel fiyat düzeyinde artış yerine azalış kaydedilmiştir.
Bu da ciddi boyutta bir ekonomik istikrarsızlık anlamına
gelmektedir.
Bir başka
nokta ise sanki her on yılda bir, TEFE artışlarının eşik ya da
basamak atlamış olduğunu söylemek mümkündür. Ancak 1970-1979,
1980-1989 ve 1990-2000 dönemlerinde eskiye göre aşılan
eşik/basamak katlanarak yükselmiştir. Sonuçta, 1960-1969
dönemindeki ortalama yıllık %5.0 gibi nispeten çok düşük bir
orandan, 1990-2000 döneminde ortalama yıllık %65.1 gibi orana
çıkmış, yani 13 kat veya % 1300 daha yüksek bir basamağa
atlanmıştır
İŞSİZLİK
Genellikle
tüm ülkelerde, ilgili kurumların hazırladığı çalışma hayatına
ilişkin özellikle de işsizlik konusundaki resmi istatistikler
tartışma konusu edilebilir.
Ancak,
tanım ve hesaplama yöntemindeki (Bilimsel) farklılıklar ve
yetersizliklerin yanı sıra ülkemizde, çalışma istatistiklerinin
yeterlilik ve doğruluk açısından ciddi zaafı olduğu ve bu konuda
1980-2000 döneminde de önemli bir ilerleme kaydedilmediği bir
gerçektir. Özellikle, işsizlik verilerinin gerçekleri
yansıtmaktan çok uzak olmasının önemli bir nedeni ülkemizde,
"İşsizlik Sigortasının" bu dönemde de bulunmayışıdır. İşsiz
kalanların belli bir süre de olsa herhangi bir mali destek ya da
telafi edici ücret ödemesinden yararlanmak için kayıt olması söz
konusu olmadığından işgücü piyasasına yeni katılanlar gibi İşten
çıkarılanlar da resmi bir beyanda bulunma gereği duymamaktadır.
Bu nedenle istihdam-işsizlik verilerinin yansıttığından çok daha
fazla kişinin işsiz olduğu genel kabul görmüş bir görüştür.
Tüm bu
eleştirilere karşın, mutlak olarak işsiz sayısı veya oranlarına
güvenilmese bile, belli eğilimleri ve zaman içerisinde bu
eğilimlerdeki değişmeleri ya da sapmaları gözlemleyebilmek ve
hesaplayabilmek (bilimsel olarak) olanaklıdır.
Ülkemizdeki
son krizlerin nedeni doğrudan dış şoklar ve Dünya ekonomisi
genelinde yaşanan krizler (Uzakdoğu/Güney Asya Krizine Rusya
Krizin yanı sıra ABD ekonomisi, Japonya ekonomisi ve AB
ekonomilerinde yaşanan durgunluk ve daralma) olmamakta beraber
bunların aynı zamana rastlaması da bir talihsizliktir. Gerçekten
de özellikle Japonya'da ve AB/OECD ülkelerinde daha önce
karşılaşılmayan ve hükümetleri tedirgin edip harekete geçiren
ekonomik durgunluk (daralma) ve dolayısıyla yüksek işsizlik
oranları görülmüştür.
1999
yılında yine 1994 gibi toplam işsizlik oranında ciddi bir
yükselme yaşanmıştır. Ancak, son kriz bağlamında gerçekte,
toplam işsizlik oranlarının(2) gösterdiği eğilimler kadar,
işsizliğin bileşiminde ya da yapısında ortaya çıkan değişmeler
de dikkati çekmekte ve önem taşımaktadır.
Son krizde
ilk ve çok derinden etkilenen, Bankacılık ve Finans piyasaları
olduğu için, bu sektörde çalışanlardan binlerce kişi işten
çıkarılmıştır. Bu Türk ekonomisinde ve mali sektörde yaşanan en
derin, yaygın ve uzun kriz olmuştur. Bankalar Birliğinin
verilerine göre 40.000 banka çalışanı işsiz kalmıştır. Daha
sonra, mali sektörü reel sektör izledi; Kapanan veya küçülen
şirketler ve dolayısıyla reel sektördeki daralma sonucu ortaya
çıkan işsizlik ilave edilince son krizde işsizlik ciddi
boyutlara ulaşmıştır. Ayrıca bunların önemli bir bölümü
eğitimli ve yüksek nitelikli işgücü olarak nitelendirilebilecek
kişilerden oluşmaktadır.
Bankacılık sistemi 1999 yılında, gerek banka sayısı (81) gerekse
istihdam hacmi (Yada çalışan sayısı 173.988) bakımından en
yüksek düzeye ulaşmıştı. İki yıl içerisinde, 2001 yılı sonu
itibariyle banka sayısı 61'e ve istihdam hacmi de 137.495'e
düşerek sektörde çarpıcı bir küçülme kaydedilmiştir
Söz konusu
iki yıllık dönemde çalışan sayısındaki yaklaşık 36.500 kişi olan
azalma aslında işten çıkarılan veya çıkan ve sonuçta işsiz kalan
sayısından daha az olduğu açıktır; Zira bu dönemde sektörde
faaliyetine devan eden 61 banka mutlaka belli sayıda kişiyi işe
almıştır. Bu sayı da 36.500 rakamına ilave edilerek bu sektörde
iki yılda işten çıkarılan/işsiz kalanlara ilişkin daha gerçekçi
sayılar elde edilebilir.
Sonuç
olarak, 1999-2001 döneminde bankacılık sektöründe istihdamdaki
yıllık azalma oranları 2000 sonu itibariyle %2.1, 2001 yılı sonu
itibariyle 2000 yılına göre %19.3 olmuştur. Kriz döneminde Banka
ve Finans sektöründe istihdam edilenlerin yaklaşık %25 gibi
önemli bir kısmı işten çıkarılmış veya işten çıkmak durumunda
bırakılmıştır.www.ekodialog.com
Öte yandan
DİE'nin hane halkı işgücü anket sonuçlarına göre 2001 sonu
itibariyle kurumsal olmayan toplam sivil nüfus 65 milyon iken
bunun yaklaşık %61'i kentlerde yaşamaktadır. 15 ve daha yukarı
yaştaki yani çalışabilir yaştaki nüfus ise 45.7 milyon olarak
belirlenmiştir. Bunun ancak %49'u yani 22.3 milyonu toplam
işgücünü-işgücü arzını oluşturmaktadır.
NEGATİF EKONOMİK
BÜYÜME
Milli
hasıla (GSMH) ve Milli Gelir (MG) düzeyleri veya kişi başına
GSMH ve MG düzeylerinin genellikle gerek ulusal gerekse
uluslararası değerlendirmelerde eksiliklerine rağmen temel
kriter veya ölçüt olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu
göstergedeki yıllık artış sırasıyla ekonominin nicel
gelişmesini büyümesini ve toplumun refah düzeyindeki artışı (ya
da azalışı) yansıttığı kabul edilmektedir. Bu nedenle de GSMH
veya MG deki yıllık artış oranının kimi zaman aradaki nüanslar
bile dikkate alınmadan birden çok kavramla ifade edildiği
görülmektedir; "Ekonomik Büyüme" , "Ekonomik Gelişme" ve hatta
Devlet Planlama Teşkilatının plan ve programlarında kullandığı
gibi "Kalkınma Hızı" bunların başlıcalarıdır.
Özellikle
"Kalkınma Hızı" kavramının kullanılması ciddi yanılmalara ve
yanlışlara yol açabilmektedir. Zira, ekonominin sadece nicel ya
da rakamsal büyümesi olan GSMH veya MG artışı kalkınma gibi
ekonominin ve toplumun tüm kesimlerinde köklü ve sürekli
değişim ve dolayısıyla gelişim anlamına gelen bir süreci
yansıtmaktan çok uzaktır.
Bu
çalışmada tanımı gereği kısa dönemli bir sorun olan "kriz" ile
sadece "büyüme" üzerinde durulduğu bir kez daha vurgulanmalıdır.
Ancak, burada hemen, Kriz ve Büyüme ile Kalkınmanın önündeki
temel engelin ortak olduğu ve bunun da halen "Kaynak Sorunu"
olduğu belirtilmelidir.
Kaynak
yaratma ve kaynakların etkin ve verimli kullanılması bağlamında
Türk ekonomisinde karşılaşılan ciddi darboğazlar halen devam
etmektedir. Bir yandan kamu finansmanı, çevrilebilirliği büyük
risk taşır hale gelen ağır borç yükünden kurtulamamış; Öte
yandan, özel reel sektörün ve özel bankacılık kesiminin de
benzer durumla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.
1924'den
2001 yılına kadar Cumhuriyet tarihinin tamamında sabit
fiyatlarla GSMH ve kişi başına GSMH’ DE meydana gelen yıllık
artışlar verilmiştir. Bu verilere göre ekonomik büyüme (reel
GSMH artış) oranları Cumhuriyet döneminin tamamında çok fazla
salınım göstermektedir.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde (1924- 1945 arasında) büyüme
oranlarının tersine dönme ya da negatif büyüme yıllarının
yoğunlukta olduğu yani ciddi boyutta dalgalı (istikrarsız) bir
seyir izlediği görülmektedir.
Örneğin,
1926 yılında %18.2 reel GSMH artışına karşın izleyen yılda
(1927'de) %12.8 gibi çok büyük oranda düşüş ya da küçülme
olmuştur. Ya da 1932 yılındaki %-3 oranını (küçülmeyi), 1933
yılı %23.2 gibi çok yüksek bir büyüme oranı izlemiştir; öte
yandan yine bu dönemde 1940, 1941, 1943, 1944 ve 1945 yılları
hep negatif büyüme ya da küçülme yılları olmuştur. Daha sonra
1946'dan itibaren 1960'lara kadar nispeten daha düzenli büyüme
seyri görülmekte; ancak, 1955-1961 döneminde büyüme oranlarının
önceki döneme göre daha mütevazı olduğu dikkati çekmektedir.
1962-1 döneminde, planlı kalkınma yıllarında, pozitif büyüme
devam etmekle kalmamış, büyüme oranları ortalaması bu dönemde
önceki döneme göre daha yüksek olmuştur.
Ancak,
1970'lerin ortalarından (hatta 1973'den) itibaren 1980'lerin
başına kadar hem dönem ortalaması düşmüş hem de yıldan yıla çok
çarpıcı değişmeler gözlenmiştir. Esasen 1979 krizi ve (1980) 24
Ocak ekonomik modeli ile çok radikal bir dönüşümün başlatıldığı
yeni bir döneme girilmiştir.
Cumhuriyet döneminin reçel büyüme oranların tarihsel bir
özetinden sonra şimdi konumuz olan son kriz ve öncesini
irdelemek yararlı olacaktır.
1988 ve
1989 yıllarında %1.5 ve %1.6 ile dönemin en düşük büyüme oranlan
ile 1990'lann başına gelinmiştir. 1991 yılında çok daha düşük,
sıfıra yakın (%0.3) bir büyüme ve nihayet 1994 krizinde ciddi
bir negatif büyüme oranı (%-6.1) kaydedilmiştir
1999'a
kadar görünüşte pozitif bir trend yakalanmış ve küçümsenemeyecek
oranlarda yıllık reel GSMH artışı sağlanmıştır. Ancak 1999 'da
ekonomide yine çok ciddi bir daralma ile yani %-6.1 negatif
büyüme ile karşılaşılmıştır. Ekonomi 2000'de toparlanmış görünüp
%6.3 pozitif büyüme kaydetmiş ama izleyen yılda (2001'de %-9,4)
daha büyük oranda bir küçülmeye mahkum olmuştur.
Ekonomik
büyümenin göstergesi olan yıllık reel GSMH artışının yanısıra
kabaca refah düzeyinin bir göstergesi olarak kabul edilen Kişi
Başına GSMH'deki yıllık değişim oranlan dikkate alındığında daha
olumsuz yargılara varılabilir
Zira
özellikle 1980'lerden sonra 1950'li ve 1960'lı yıllara göre
nüfus artış oranında nispeten düşmeler olmuştur. Ancak buna
rağmen Kişi Başına GSMH az önce işaret ettiğimiz yıllarda
artacağına azalarak genelde yoksullaşmaya yol açmıştır,
Sırasıyla 1988, 1989, 1991, 1994, 1999 ve 2001 yıllarında %0.7,
%0.6, %1.6, %7.8, %7.3 ve %1.1 oranlarında kişi başına gelir
düzeyinde düşme olmuştur. Yani son 12 yılın 6 yılında gelir
düzeyi artacağına azalmıştır
Bu rakamlar
sürekli büyüme ile gelir artışım, gerçekleştiremediğimizi,
istikrarsızlığı, göstermesi bakımından önemlidir. Ancak daha
önemli bir husus tüm bu istikrarsız gidişin temel nedenin
"kaynak sorunu" olduğunu göz ardı etmemektir.
Kaynak
sorununun dönemsel olmadığı, 1980'lere kadar dış borç ağırlıklı
daha sonra ise iç borçlanma ağırlıklı kaynak sağlama politikalar
sonucu borç servis yükünün her yıl ivme kazanarak Çarpıcı
biçimde artış gösterdiği anlaşılmaktadır.
Son krizde,
önce "enflasyonla mücadele" program daha sonra (Kemal
Derviş'in15 Mayıs 2001 'de açıkladığı) "Güçlü Ekonomiye Geçiş"
programı olarak nitelendirilen, önlemler paketinin ikisinin de
gerçekte "istikrar sağlamaya yönelik paketler" olduğu
bilinmektedir. Ancak, ikincisinin ismindeki farklılık aslında
daha köklü ve belki yapısal önlemler çağrıştırmaktadır. Nitekim,
bizzat "Güçlü Ekonomiye Geçiş" programın açıklanan temel hedefi
"sürdürülemez boyutlara varmış olan kamu borçlarına yol açan
borç dinamiğinin ortadan kaldırılarak Türk Ekonomisinin dış
yardıma muhtaç olmayan bir yapıya kavuşturulması olarak
belirtilmiştir. Yani, kamu finansman açığı sorunu ile kaynak
sorununun çözümü öncelikli ve temel hedef alınmıştır. Ama burada
kamu finansmanı politikasının ve borçlanma politikasının artık
eskisi gibi devam ettirilemeyeceği vurgulanarak köklü, radikal
ve kalıcı(yapısal) önlemler ve düzenlemeler gündeme
getirilmiştir.
SONUÇ
"Son Kriz"
konjoktürel ya da dönemsel bir sorun değildir. Etkilerinin de
uzun süreli olacağım görebilmek lazımdır. 1994 'deki kriz ve
banka iflaslan gerçekte önemli bir uyan ve aynı zamanda önemli
bir fırsattı. Ancak, bu değerlendirilemedi ve köklü, yapısal ya
da ciddi, uzun dönemli, önlem alınmadı, yasal ve kurumsal
düzenleme yapılmadı. Esasen son krize kadar Bankacılık
Sektörünün sorunları ve genelde 1994 krizi donduruldu
denilebilir. Gerek Hükümetler (Kamu Otoritesi) ve gerekse
Bankacılık kesimi sorunlar görmezlikten geldiler, hatalara göz
yumdular. Bir yandan kamu otoritesi tarafından ciddi etkili
denetim yapılmaz ve önlem a1ınmazken örneğin, Bankaların açık
(döviz) pozisyonları ve sermaye yeterlilik rasyolarındaki
olumsuzluktan kritik noktalara geldiği göz ardı edinilmeye
çalışılmıştır. Öte yandan Bankalar da, bankacılık yapmak yerine
büyük ölçüde Hazinenin finansman ihtiyacını karşılayarak, Devlet
İç Borçlanma senetlerinden yüksek faiz geliri elde etmeye devam
etmişlerdir. 1999'a gelindiğinde sorun1ann göz ardı
edilemeyecek düzeyde yaygınlık ve derinlik kazandığı ortaya
Çıkmıştır.
Kaynak
sorununu da sadece dönemsel kaynak yetersizliği olarak algılamak
yanlış olur. Kaynak sorunu kaynakların yetersizliği kadar
dağılımı ve kullanımının verimli ve etkin olmayışı olarak
algılanmalıdır.
Daha da
önemlisi, bu tablo en Çarpıcı biçimde IMF tarafından T.c.
Hükümetinin önüne konmuştur. Kamu Bankaların başta olmak üzere
kamu kurum ve kuruluşlarının yeniden yapılanması, şeffaflık ve
bağımsız denetim kurumların oluşturulması, bankacılık sektörünün
zayıf banka1ardan temizlenip yeniden yapılandırılması. IMF ye
Dünya Bankasının fidansal desteğine muhtaç olan hükümete ön
koşul olarak ileri sürülmüştür.
Enflasyona
karşı alınacak önlemler ve genelde istikrar politikalar
"tasarruf' ağırlıklı olup ciddi fedakarlık gerektirmektir.
Türkiye'de uygulanan istikrar politikalarda da Hükümetler
tarafından hep ilk yapılan, "genel ve katma bütçeli idareleri ve
döner sermaye işletmelerini" de içine alan kamu kesimine
yönelik: bir tasarruf kararnamesi çıkarıp, tüm kurum ve
kuruluşlardan harcamalarını kısıp tasarruf önlemlerine
uymalarını istemektir. Hatta bu önlemlerde zaman zaman aşırıya
kaçılmıştır. Buna ilave olarak bir de 1990'larda (özellikle
1990'ların ortalarından itibaren) siyasal istikrarsızlık.
doruğa çıktığı için, sık hükümet değişiklikleri yaşanmıştır. Bir
yıl bile iktidarda kalamayan koalisyon (hükümetleri) olmuştur.
Her gelen hükümetin ilk işi yeni bir tasarruf kararnamesi
çıkarıp uygulamaya kaynak olmuştu. Böyle olunca bu dönemde kamu
kesimindeki kurum ve kuruluşları bırakın yatırım yapmayı orta ve
uzun dönemli plan ve program yapması olanağı bile olmamıştır.
Örneğin, Devlet Üniversiteleri bile en köhne verimsiz kamu
kuruluşlarına benzemeye başlamıştır.www.ekodialog.com
Burada
önemli olan nokta "istikrar fedakarlık gerektirir" gerçeği ve
herkesin bunun bilincinde olması zorunluluğudur. Esasen her
hükümet de bunu slogan haline getirmiş ve toplumdan sürekli
fedakarlık talep etmiştir. Ancak. Ülkemizde istikrar
politikaların ve fedakarlık talepleri sürekli tekrarlanan ve bir
türlü sonu gelmeyen bir nitelik: kazanmıştır. Oysa.
istikrarsızlık tanımı gereği kısa dönemli bir sorun olup
tedavisinin de çok uzun sürmemesi gerekir. Ayrıca, kemer sıkması
ya da fedakarlık etmesi gereken hep belirli ve ayın kesimler
olmuştur.
Kısaca,
sadece büyümeye odaklanıp öncelik verildiğinde ekonominin
dengeleri alt üst edilebilir; ya da tam tersi şimdilerde
ülkemizde olduğu gibi enflasyona odaklanıp büyümeyi ikinci plana
atma ekonomideki daralma, işsizlik ve yoksulluk ciddi
"(potansiyel) toplumsal sorunlara ve beklenmeyen radikal
toplumsal değişim veya dönüşümlere neden olabilecek uç
noktalara dayanabilir.
Özellikle,
"Güçlü Ekonomiye Geçiş" programı ve önceki istikrar paketi
olumlu sonuç verdi mi? Bu soruya hem evet, hem hayır cevabı
verilebilir.
Öncelikle,
Bankacılık sektörü halen yerle bir edilmiş bir görüntü
vermektedir. Bankaların reçel sektörü "fonlama mekanizması"
iflas etmiş görünüyor. Belki de Bankaların "kredi" kadar reel
sektörün "kredi talebi" de ciddi bir azalma göstermiştir.
Kaynak:
Prof. Dr.
Ertan OKTAY
|