MEVCUT EKONOMİK SİSTEMDE TIKANIKLIKLAR
1929
ekonomik bunalımının ve İkinci Dünya Savaşı'nın
getirdiği olumsuz koşulların ortadan
kaldırılabilmesi için Kapitalist Liberal sistemin
uluslar arası örgütlenmelere giderek bir dizi
ekonomik kuruluş oluşturduğu biliniyor. Kapitalist
dünyanın ortak ekonomik sorunlarının
çözümlenmesinde çalışmalar yapmak amacıyla
oluşturulan bu kuruluşlar zamanla nitelik
değiştirmiş ve bugün Kapitalist Ekonomik Sistemin
kökleşip yaygınlaşması için önlemler üretip
uygulayan kuruluşlar haline dönüşmüştür.
Ülkemizin uluslar arası ekonomik
kuruluşlarla olan ilişkileri oldukça eski tarihlere
dayanmakla birlikte, bu kuruluşların ekonomimiz
üzerine doğrudan etkin müdahalelerinin başlangıcını
stand by düzenlemeleri oluşturur.
Bilindiği üzere, IMF'nin ödemeler dengesi darboğazı
ile karşılaşan ülkelere kendi kaynaklarından verdiği
koşullu destek, stand by olarak ifade edilmektedir.
Yine bilinmektedir ki, bir ülkenin IMF ile stand by
düzenlemesi yapabilmesi bir istikrar programı
hazırlamasını ve bu programın IMF yönetim kurulunca
onaylanmasını gerektirmektedir.
Para, kredi, kamu maliyesi, ödemeler dengesi gibi
konularda bir yığın ekonomik önlemi içeren bu
istikrar politikalarının IMF'nin öngördüğü çerçeve
içerisinde hazırlanması, stand by kredilerinden
yararlanılabilmesinin temel koşuludur.
İşte 14 Ocak 1980 İstikrar Programı, IMF'nin
başlangıçta stand by kredileri için öngördüğü
ekonomik önlemlerin çok daha geniş bir çerçeve ve
makro planda uygulanmasından başka bir şey değildir.
Kökü dışarıda olan bu ekonomik istikrar programının
uygulanma gerekliliği bugün stand by kredilerinden
yararlanma amacını çoktan aşmış ve sürdürülmesi
zorunlu bir genel ekonomik politika haline
dönüşmüştür.
Böylece, başlangıç nedenini IMF reçetelerinden alan
program bugün kapitalist dünyanın uluslar arası
kuruluşlarının yakın denetiminde yürütülen dinamik
bir ekonomik önlemler paketi niteliğini almıştır.
İçerisinde bulunduğumuz günlerde, ekonomik
çevrelerde, 1980 ekonomik istikrar politikalarının
yaratıcısı IMF'nin ve onunla iç içe çalışan bir
yığın uluslararası kuruluşun, bu istikrar
politikasının uygulanmasına paralel olarak
gerçekleştirilmesini öngördükleri üçlü bir önlemler
paketinden daha söz edilmeye başlanmıştır.
Ülkemizde, sermaye piyasasının oluşturulması
suretiyle küçük tasarrufların güçlü holdingler
etrafında toplanmasını böylece, geniş halk
yığınlarının özel mülk ve sermaye kavramlarıyla
özdeşleşmesinin sağlanarak kapitalist ekonomik
sistemin kökleşmesini amaçlayan bu üçlü önlemler
paketi;
— Sermaye Piyasası Kurulu'nun kurulup çalışmaya
başlamasıyla halka açık anonim şirketlerde toplanan
halk tasarruflarının güvenceye kavuşturulması,
— Menkul Kıymetler Borsalarının ihdası suretiyle
sermaye piyasasının canlandırılması,
— Serbest Dış Denetim (Auditing) kuruluşları
oluşturularak sermayenin kendi kendisini
denetlemesine imkan verilmesi ve böylece Devlet
Denetiminin asgariye indirilerek sermaye
şirketlerinin kurumlaşmasının sağlanması,
şeklinde ifade edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, IMF'nin bu önlemler
paketi 24 Ocak 1980 tarihinden bu yana sürdürülen
yoğun çabalara karşın bugüne kadar işlerliğe
kavuşturulamamıştır.
Sermaye Piyasası Kurulu'nun oluşumundaki yanlışlığa,
bu kurulun çalışmalarındaki başarısızlık da
eklenince, küçük halk tasarruflarının güvenceye
kavuşturulması gerçekleştirilememiş, uygulamadan
geriye, bürokrasiyi artırıcı masraflı bir kuruluş
kalmıştır.
Halka açık anonim şirketlerin gazetelerde yayımlanan
tüm duyurularının başlangıç bölümlerinde yer alan
"Bu iznin Sermaye Piyasası Kurulu'nca verilmiş
olması bu işlemlerden doğacak zararın tekeffülü
anlamına gelmez" ibaresi, Sermaye Piyasası
Kurulu'nun küçük tasarruf sahiplerinin güvencesi
açısından somut pek bir şey getirmediğine güzel bir
kanıttır.
Nitekim bu kurulla ve getirdiği düzenlemelerle
sermaye piyasasının reorganize edilmesinin mümkün
olmayacağının anlaşılmasıyladır ki, Türk Ticaret
Kanunu'nda değişiklikler yapılması gerektiği
tartışmaya açılmıştır. Yakın bir gelecekte, Türk
Ticaret Kanunu sistematiği içerisinde bu alanda yeni
bir organizasyona gidilmesi beklenilmelidir.
Menkul Kıymet Borsalarının ihdası suretiyle sermaye
piyasalarının canlandırılması konusunda da başarılı
olunamamıştır. Büyük gürültülerle açılan İstanbul
Menkul Kıymetler borsası'nda Devlet Tahvili ve
Hazine Bonosu dışında işlem gören özel sektör menkul
kıymetleri son derece düşük düzeylerde seyretmekte,
borsaya yapılan alım satım tescilleri genellikle
fiktif nitelikteki işlemlerden oluşmaktadır. Bu
konuda seçilen model de evlere şenliktir. Menkul
Kıymetler Borsalarının kapitalist dünyada bir risk
borsası olduğu gerçeği göz ardı edilmiştir. Bu
borsanın da mevcut şekliyle fazla gelişemeyeceğini
söylemek kehanet değildir. Yakında bu modelin terk
edilerek yeni bir modelin uygulamaya konulacağı
görülecektir.
IMF'nin, ülkemizde kapitalist üretim ilişkilerinin
kökleşip yaygınlaştırılması için önerdiği üçüncü
önlem, serbest dış denetim kuruluşlarının
oluşumudur. Vergi Usul Kanunu'na eklenen geçici bir
maddeyle oluşturulması öngörülen bu kuruluşların
amacı şirketlerin devlet eliyle değil, bu amaçla
kurulmuş diğer şirketler tarafından denetlenmesidir.
Öyle ki, bu denetim şirketlerinin düzenleyip
onaylayacakları bilanço ve kar zarar cetvelleri
gerek vergi tarhiyatında gerekse sair resmi
ilişkilerde, ayrıca incelemeye alınmaksızın doğru
olarak kabul edilecek ve buna göre işlem
yapılacaktır.
Amaç bellidir. Ülkemizi Kapitalist Liberal dünyanın
bağımlı ve asli bir üyesi konumuna getirmek.
Uluslararası ekonomik kuruluşların bugünkü varlık
nedenleri de bütünüyle bu amaca yönelmiş
bulunmaktadır. Azgelişmiş ülkelere artık eskiden
olduğu gibi koşulsuz kredi verilmemektedir. Para
verilirken bunların kullanım alanları da mutlaka
belirlenmekte veya kredinin verilmesi belirli kurum
ve sistemlerin oluşturulması koşuluna
dayandırılmaktadır. Böylece kapitalist kurum ve
sistemlerin kökleşmesi sağlanarak, halkın
değerlerinin kapitalist dünyanın değerleriyle
bütünleştirilmesine çalışılmaktadır.
Bu çalışmaların ülkemizdeki görüntüsü, uluslararası
ekonomik kuruluşlar açısından pek başarılı
görünmemekle birlikte yine de ciddiye alınması
gereken önem ve boyutlara ulaşmış kabul edilebilir.
Başarısızlık, uluslar arası ekonomik kuruluşların
çalışmalarının yetersizliğinden değil kapitalist
ekonomik politikaların ülkemizdeki uygulayıcılarının
beceriksizliklerinden kaynaklanmaktadır.
|