Ekonomİnİn Bugünü, SorunlarI, Çözümü ve Geleceğİ

Ekonominin bugünü nasıl diye sorulduğunda, normal olarak gündeme kısa ve orta dönemli konjonktürel dalgalanmalar geliyor. Halbuki ekonominin bugününü tartışırken konuya iki yönden yaklaşmakta yarar vardır:

1)      Ekonominin bugünkü potansiyeli, gücü nedir?

2)      Ekonomik, iç ve dış konjonktürel dalgalanmaların etkisinde bugün mevcut potansiyeli ve gücü nasıl kullanabilmektedir? 

Türk ekonomisinde "silkinme hareketi" 1950'lerde başladı. 1950'lerde Türk ekonomisi kapalı aile ekonomisinin kabuğunu kırdı. Yolların yapılması, elektriğin köye girmesi, köylüyü şehire taşıdı. Şehir pazarına ulaştırdı. 1960'larda Türkiye planlı ekonomi deneyimini yaşadı. Planlı ekonomi şartlarında dış kaynak kullanımı öğrenildi. Dünya Bankası IMF ve Avrupa Kredi Kuruluşları ile (OECD Konsorsiyumu ile) tanıştı. 

1970'li yıllar teşvik tedbirleriyle özel sektörün yatırımı öğrendiği, yatırıma başladığı yıllardır. 

1980'li yıllarda ise Türkiye ihracatı öğrendi. Döviz kazanmayı öğrendi. Türkiye dışa açıldı. Serbest piyasa ekonomisi denilen şeyi belledi. Döviz sorununu çözdü. 

1990'lı yıllar ise iç politik çalkantılarla geçmişe göre pek önemli yeniklere imkan ver­medi ise de, özel sektörün dış kredi kaynakla­rına doğrudan ulaşması, ihracat imkanlarını geliştirmesi bakımından gene de önemli ilerlemelere sahne oldu. 

Şimdi giriyoruz 2000'li yıllara. 2000'li yıllara girerken Türkiye'nin potansiyeline ve gücüne bakalım:

1) Türkiye' de sanayi kesiminde önemli bir kapasite mevcut. Bu kapasite iç talebi karşılamanın ötesinde dış pa­zara dönük bir kapasite.

2) Başlangıçta Türk üreticisi, devletin zorlaması ile ihracat yapardı. Bugün Türk müteşebbisi ihracat pazarını, zengin ve büyüyen bir pazar olarak görüp, ihracat pazarına dönük yatırım yapıyor. Bir çok tesis dünya kali­tesinde dünya fiyatı ile üretim yapacak güçte kurulmuş tesis.

3) Türk müteşebbisi, artık ezbere yatı­rım ve üretim yapmıyor. Dünyadaki en ileri teknolojiyi bulup, ülkeye getirme imkanına sahip. Türk müteşeb­bisi sadece yatırım ve üretimde bece­ri sahibi olmadı. Dış pazar bulmada, dış pazara satmada da başarılı oldu.

4) Türkiye'de özel sektörün yatırım, üretim ve ihracat faaliyetlerini des­tekleyecek alt yapı büyük ölçüde ta­mamlandı. Müesseseleşme bakımın­dan da bu böyledir. Finans kuruluş­ları, bankacılık sistemi, leasing, fac­toring gibi hizmet kuruluşları, sigorta sistemi, borsa ile sistem bütünleşti.

5) Türk sanayii bugün kendi ayakları üzerinde durabiliyor. Devletin deste­ği olmayan, devletin teşvik desteği vermediği zaman bile, varlığını sürdürebiliyor.

6) Anadolu'dan "müteşebbis kaynıyor". Bu müteşebbislerin küçük ve orta boy teşebbüsleri ileri teknolojide, dünya fiyatı ile dış pazar için yatırımı ve Üretimi sürdürüyor. Anadolu'dan kaynayan müteşebbise bu ülke dar geliyor. Asya içerlerine, Rusya içerlerine, Avrupa içerlerine gidip oralarda iş açıyorlar. 

Bunları görmeden, bu potansiyeli bu gücü tespit etmeden dünya ve Ülke konjonktürünün etkisinde ortaya çıkan zorlukları tartışırsak yanlış yapmış oluruz. gücü ve potansiyeli bilelim ki, bunun ile sorunları çözüp çözeme­yeceğimizi sağlıklı bir biçimde tartışabilelim. 

Türk ekonomisinin gücüne ve potansiyeline karşılık bazı yapısal sorunlar var. Bunları konjonktürsel sorunlardan ayırmak gerekir

1) Yatırımlarda ve üretimde büyümeyi sürdürebilmek için batı pazarlarına muhtacız. Batı pazarına sınırsız girme şansımız olmalı. Bu işe Avrupa Birliği hareketine katılmamızı zorun­lu kılıyor.

2) Özel sektör yatırımlarında milli stra­teji belirlemedeki ihmalimiz sonun­da, belli sektörlerin ağırlığı gereğinin Üzerinde arttı. Tekstil, otomatik, de­mir çelik sektörlerinin hem istihdam hem Üretim bakımından gereğinden fazla ve hatalı büyümesi konjonktürsel sorunlara neden oluyor.

3) İhracatta mal çeşitliliğine gidemedik. Marka geliştiremedik. tek­nolojiye dayalı özel Ürünlerde pazar hakimiyetini kurma şansımız olama­dı. Bu nedenle gelişmekte olan ülke­ler ile rekabet de zorlanıyoruz.

4) Kaynak sorunumuz var. Hızlı kalkınma ve gelişme için yabancı kaynak kullanmak zorundayız. Bu konuda birçok sınırlamalar elimizi kolumuzu bağlıyor. 

Ekonomideki sorunları doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen ekonomi dışı sorunları da satır başlarıyla belirtmekte yarar var: 

1) Türkiye' de eğitim sistemini çağdaş hale getiremediğimiz için eğitimde devamlı sorunlarla karşılaşıyoruz. Çok iyi yetişmiş kadrolar var ama, bizim arayışımız, tüm gençlerimizin iyi yetişmesi.

2) Geçmişin hızlı nüfus artışının etkisini yaşıyoruz. Her yıl bir milyon insana iş bulma gibi ağır sorumluluğumuz var.

3) Hızlı göç şehirlerde çarpık şehirleş­meye yol açtı. Şehirleşmenin ağır fa­turası var.

4) Tarım kesiminde, pazarda para eden Ürüne geçemedik. Politik nedenlerle sürdürülen destekleme politikaları sonucu para etmeyen, satılmayan ürünler ekonomiye yük getirirken, tarım kesimindekiler fakirlik çemberini kıramıyor.

5) Gelir dağılımındaki çarpıklığı düzel­tebilecek hızlı ekonomik gelişmeyi sağlayamıyoruz.

6) İç politikadaki çalkantılar nedeniyle halkın uzun süreli bekleyişlerinde güven unsuru yok oldu. İstikrar bek­leyişleri sürüyor.

7) Bütçe açıklarını kapatamadık. Harca­maları kısamadık. Devleti küçültemedik. Bürokraside etkinliği artıra­madık. Özelleştirmede geri kaldık. 

Bu tablo içinde Türkiye’nin güncel so­runlarını ikiye ayırabiliriz: 

1)      Kamu finansman açığına bağlı enflasyon.

2)      Dışarıdaki konjonktürsel dalgalanmaların da etkisinde, içerideki politikalara bağlı konjonktürel dalgalanma, iç piyasadaki durgunluk, kalkınma hızının yavaşlaması. 

Asya ve Avrupa Ülkelerinde bir kon­jonktürel kriz ortaya çıktı. Türkiye bu krizi baş­ta önemsemedi. Krizin vurduğu Ülkeler durumlarını düzeltirken Türkiye 1999'larda krizin etkisi altında kavrulmaya başladı. Şanssızlık şurada ki, 1999 yılı. 1998'lerde başlayan "enf­lasyon ile mücadele" için firene basma operas­yonunun etkisinin ortaya çıktığı ilk yıl özelliği­ni taşıyordu. Enflasyonla mücadele programı­nın etkisinde yavaşlayan ekonomi buna ek olarak dış krizin yükü de binince ezildi. Piya­sayı ferahlatmak için, enflasyonla mücadele için başlatılan uygulamalardan hemen vazgeç­mek düşünülemez.

Önemli olan dışarıda oluşan krizin zararlı rüzgarlarının önüne set çekip, içeride enflasyonla mücadeleden vazgeçmeden piyasayı harekete geçirecek tedbirlerin alınmasıdır.  

Enflasyon ve fakirlik Türkiye'nin kaderi olamaz. 

1) Türkiye'nin aynı pistde koşmak istediği Ülkelerde enflasyon yıllık yüzde 5 oranının. altında seyrediyor. Türkiye yirmi yıldır yüzde 70'lerde dolanı­yor.

2) Türkiye'nin aynı minderde güreş tutmak istediği ülkelerde kişi başına milli gelir en az 15 bin dolar iken Türkiye 3 bin dolarlarda dolanıyor 

Önce enflasyonu aşağıya çekmeye sonra da üretimi artırarak kalkınmayı hızlandırma­ya ve halkın refahını yükseltmeye mecburuz. 

Enflasyonun sebebinin kamunun finansman açıkları olduğu artık herkes tarafından kabul ediliyor. Kamunun finansman açığını kısmanın yolu ise, kamu harcamalarını azaltmak. 

Türkiye bu konuda maalesef yıllardır adım atamıyor. Açığı kapatmak için vergi gelir­lerini artırma çabaları sonuç verse de görülü­yor ki, harcamalar gelirden daha hızlı artıyor. Türkiye bu kısır döngüyü kırmak zorunda. 

Kişi başına geliri artırmanın yolunun üretim artışından geçtiğini de halkımıza anlatacağız. Anlatacağız ki halkımız refahın artırılmasını başkalarından beklemesin, halk ne kadar çok üretir ise o kadar refaha kavuşacağını anlasın. 

Tabii ki burada tartışılacak olan, halkı üretime sevketmede ve Üretenin önünü açmada devlete düşen sorumluluktur.

Politik bakımdan sağlanacak istikrar ve buna bağlı olarak tesis edilecek huzurun, yatırımların artmasında, dolayısıyla üretimin önü­nün açılmasında büyük etken olduğu unutulmamalıdır. 

Burada bir başka konu daha gündeme gelmektedir.

Biz Türkiye olarak yolun başında iken, yatırım yapalım da ne yaparsak yapalım, ürete­lim de ne üretirsek üretelim diye düşünüyor­duk. Halbuki günümüzde anlaşıldı ki, yatırım ve üretim yaparken pazarı düşünmek zorundayız. Talebi olan malı üretmez isek satamayız. Hem kaynaklarımız boşa sarf olmuş olur, hem de refah ararken fakirliğe mahkum oluruz. İşte fazla üretip denize döktüğümüz çay ve fındık, işte fazla kapasite nedeniyle satamadığımız ip­lik ve dokuma bunun en açık örnekleri. 

Ben bir müteşebbis olarak, bir Türk sanayicisi olarak Türkiye'nin önünü açık görüyorum. 

Türkiye bu potansiyel ve güç ile, olduğu yerde duramaz. Bu potansiyel ve güç gelişmeyi engelleyen duvarları yıkıp geçer. Önemli olan bu potansiyel ve gücün bilinçli kullanıl­ması, kaynak ve zaman kaybına uğramadan gelişmenin sağlanması. 

Burada büyüme ile kalkınma arasındaki farkı bilelim. ki çocuk düşününüz. İkisi de aynı gün doğsun. Birine hiç bakılmasın, öbürü sağlıklı beslensin ve iyi yetiştirilsin, bu çocukların ikiside büyük. Bakılmayan çocuk, hastalıklı olsada, sakat kalsa da, ölmediği sürece büyümeyi sürdürür. Ama esas olan bu değildir. Sağlıklı büyüme gelişmedir. İyi besin alan böyle büyür. Güçlü kuvvetli olur. Rakiplerini koşu pistinde geçer, güreş minderinde yener. İşte bu biçim. Türkiye’yi kendi haline bıraksanız, bu haliyle büyür ama sağlıksız büyür. Halbuki bilinçli şekilde yönlendirirsek Türkiye coşar, koşar. Biz coşan koşan bir Türkiye İstiyoruz. 

    Kaynak: Sakıp Sabancı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005