Endüstriyel Demokrasi Sürecinde Güncel
Değişimler
Prof. Dr. Murat Şeker
Endüstriyel Demokrasi denildiğinde, belli bir sınai
gelişmişlik düzeyine, bu düzeyin diğer kültürel
unsurları ile birlikte erişmiş olan ülkelerin
çalışma ilişkilerindeki karşılıklı dayanışma
olgusunu anlıyoruz. Diğer bir deyişle, Endüstriyel
Demokrasi kavramı, hem belli bir endüstriyel
gelişmişlik hem de özgür, demokratik bir siyasal
yaşam ve serbest piyasa ekonomisinin varlığını
gerektirir.
Bu tanımın içine giren ülkelerde, çalışma
ilişkilerinin günümüzdeki şeklini alması zor ve
çileli bir sürecin sonunda olmuştur.
Çağdaş anlamda çalışma ilişkilerinin üç faktöründen
söz edilir: işçi, işveren ve Devlet.
Sanayi devriminin başlannda çalışma ilişkileri
sadece işveren tarafından belirleniyordu.
Gerek fiilen bu tek yanlı belirleme süreci, gerekse
ilk ve tek örnek olmanın yarattığı belirsizlik,
sanayi devriminin başlangıç döneminde acımasız ve
verimsiz çalışma ilişkileri organizasyonu örneğini
sergilemiştir.
Süreç içinde, işçilerin de örgütlenerek sendikaları
kurdukları ve bunların federasyonlar ve
uluslararası sekreterlikler biçiminde bir-araya
geldikleri görülür. Gerçi bu örgütlenmelerde
değişik tarzlar görülmüştür. Sendika adı altında,
bağımsız çalışan zanaatkarların örgütlenmesinin de
söz konusu olabildiği hatırlanmalıdır. Vasıfsız
işçilerin de gerçek anlamda sendikalarda
örgütlenmesi zaman içinde gerçekleşebilmiştir.
Sendikalar, başlangıçta toplumlar ve kamu
otoriteleri tarafından yasallığın sınırında
örgütler, potansiyel suç merkezleri olarak
görülürken, zaman bunların toplumun temel taşları
olduklarım kanıtlamıştır.
Bütün bu süreç içinde, kamu otoriteleri meseleye
sadece asayiş açısından bakarlarken, zamanla farklı
arayışlar gerekli olmuştur. Bu arayış içinde Devlet,
üçüncü bir faktör olarak çalışma ilişkilerine taraf
olmuştur. Çalışma koşullarım, asgari ücreti, sosyal
güvenlik önlemlerini, Devlet, çalışma ilişkilerine
yeni düzenlemeleri ile getirmeye başlamıştır.
20. Yüzyılın ikinci yarısında, büyük savaşların son
bulduğu, uzun soluklu endüstriyel istikrarın söz
konusu olabildiği aşamada, çalışma ilişkilerinin,
Endüstriyel Demokrasi kavramına daha uyan bir
nitelik kazandığını görüyoruz. Artık, karşılıklı
dayanışma asıl, çalışma istisna sayılır olmuştur.
Taraflann karşılıklı uyumunun kötü niyet
sayılmadığı bir evreye ulaşılmıştır. Bu evrede,
işyerinden endüstri boyutuna kadar taraflann
katılımı söz konusudur.
Bu aşamada, endüstrinin gösterdiği gelişime de bir
göz atmak gereklidir. Endüstriyi kabaca tarım,
sanayi ve hizmetler olarak üç alanda görmek
adettendir. Sanayi devriminden önce toplumlarda
işgücünün %90'ın üzerindeki kesimi tarımda
çalışıyordu. Sanayileşen toplumlarda sanayi ve
hizmetler sektörleri gelişmeye başladı. 20.
Yüzyılın ilk yarısından sonra, gelişmiş ülkelerde
sanayideki işgücü oranı, daha önce ulaşmış olduğu
%40'lara yakın oranlardan, yeniden düşmeye
başladı
%20'ler
seviyesine indi. Türkiye gibi bazı gelişmekte olan
ülkelerde ise, daha alt düzeylerden kalkarak %20'ler
seviyesine çıkmıştır.
Öte yandan, hizmetler sektörü, istisnasız bütün
ülkelerde gelişerek bugün pek çok yerde istihdamın
sağlandığı başlıca sektör halini almıştır.
Tarım sektöründe ise verimlilik hızla artarken
istihdam aynı hızla düşmüştür. Bugün çok gelişmiş
ülkelerde tarımın istihdam içindeki payı %3
düzeyindedir. Gelişmiş ama tarımı önemli Fransa gibi
ülkelerde ancak %20'ler seviyesine çıkabilmektedir.
Çalışma yaşammda ortaya çıkan bu sek-törel gelişmeye
paralel olarak örgütlenme yapısında da bazı
değişiklikler gözlenmiştir. Sanayi işçisi veya bir
başka deyim ile "mavi yakalı" işçiler, çalışma
yaşamında kendilerini yaptıkları iş ile
özdeşleştirme eğilimi taşıyorlardı. Hizmetler
sektöründe çalışanlar veya "beyaz yakalı" işçiler
ise kendilerini çalıştıkları kunım ile
özdeşleştirmeye yeğlediler. Yani, bir sanayi işçisi,
kendisini, söz gelimi, makasçı, kaynakçı olarak
nitelerken, hizmetler sektöründe çalışan bir işçi,
şu veya bu bankanın, şirketin sekreteri, memuru,
operatörü olarak tanınmayı tercih ediyordu.
Bunun örgütlenmeye etkisi ise, hizmetler sektöründe
sendikalaşmanın düşük olarak ortaya çıkması
biçiminde olmuştur.
Hizmetler sektöründe sendikalaşmanın düşüklüğü gibi
özelliklerin yanı sıra, başka bazı dikkat çekici
özellikler de ortaya çıkmıştır. Gerçekten de,
hizmetler sektöründe işin organizasyonu, zaman
zaman çalışan işçinin niteliklerine çok bağımlı
olabilmektedir. Bu niteliğin çağdaş teknoloji ile
birleşmesi ile ortaya çok değişik çalışma
organizasyonları çıkmaktadır. "Kısmi zamanlı
çalışma"dan, "işyerine gelmeden çalışma" biçimlerine
kadar uzanan bu çalışma organizasyonları yelpazesi,
kimi yazarlar tarafından çağdaşlığın belirtisi
olarak kabul edilmektedir. Bu yazarlara göre, bu
esneklik, çalışma yaşamında yabancılaşmanın önünü
alacaktır.
Sanayi sektörü, yukarıda da belirtildiği gibi,
istihdam sağlamada öncülüğünü yitirmiştir. Ancak,
artan verimlilik oranlarına paralel olarak sınai
üretim, daha düşük oranda işçi ile de olsa, hızlı
artmıştır. Artık sınai ürünlerin içindeki işgücü
payı maliyetlerin daha düşük bir oranını
oluşturmaktadır. Buna paralel olarak da, sanayi
işçilerinin ücretlerinin düşük olması önemli bir
rekabet avantajı sağlamamaktadır.
Kalite, sanayide yeni bir verimlilik unsuru olarak
kendisini kabul ettirmiştir. Buna paralel olarak da,
çalışmanın organizasyonunda kaliteyi ön plana alan
düzenlemeler dikkati çekmektedir.
Bu düzenlemeler çeşitli biçimlerde çalışanların
aktif katkısını gerektirmektedir. Bu paralelde de,
Taylorizm adım verdiğimiz eski "üretim bandı"
sisteminin yerini "üretim halkaları" almaktadır.
Bu organizasyon biçiminde, çalışan, ürünün küçük bir
parçasından değil, tümünden sorumlu hale
gelebilmektedir. Bunun ise, yabancılaşmayı
giderebileceği öne sürülmektedir.
Kaliteyi öne alan ve doğal olarak çalışanların
katılımını gerektiren çalışma organizasyon
biçimlerine, biraz haksız olarak Neo-Korporatizm
denmektedir.
Bu haksızlığı daha iyi görebilmek için tarihe bir
göz atmak gereklidir:
Yüzyılımızın başlarında Marksizm ve Faşizm, kendi
çalışma ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamışlardı.
Marksizm, işyerinin en alt çalışma birimi ile ülke
ekonomisinin üst düzey yönetimini tamamen bir
hiyerarşik ilişki içine sokmakta idi. Sendikalar da
bu hiyerarşinin bir parçası olmaktaydı ve ister
istemez işçi, işveren ve devlet birbirine
karışıyordu. Bu oluşura içinde sendikalara, protokol
görevlerinin yanı sıra, işyerlerindeki park, kreş
gibi yan hizmetlerin görülmesi işleri düşürüyordu.
Faşizm ise, "korporatif" bir sistem geliştirmişti.
Bu sistemde işyerleri bir bütün kabul ediliyor,
işyerinin yöneticisinden en alt düzeyde işçisine
kadar herkesin, aynı üretim amacına bağlı olmaları
bekleniyordu. Bu bağlamda, fazla etkin olmasa bile,
iş güvencesi gibi bazı avantajlar söz konusu
olabiliyordu. Asıl amaç, toplumsal huzursuzlukları
bastırarak üretimin kesintisiz devamını sağlamaktı.
Korporatizmin "sürü güdüsünü" kullanan bu yapısı
ile, çağdaş kalite yönetiminin "bireysel katkı
güdüsünü", "Neo" başlığı ile de
olsa aynı tanım içine sokmak, bir isimlendirme
haksızlığıdır.
Ancak, adı ne olursa olsun, çağdaş sınai çalışma
organizasyonlarında bireyin katkısı ve katılım
önemli olmaktadır.
Hemen hatırlatalım ki, kaliteye yönelik bireysel
katkı işyeri organizasyonu içindeki katılım ile,
endüstri düzeyinde toplumsal korunma ayrı
şeylerdir. Kalite çemberleri sendikaların
alternatifi değil, ayrı platfonnların ayrı
kuramlarıdır.
|