Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Enflasyon-Faiz İlişkisi 

Türkiye ekonomisinin son çeyrek yüzyılda en ön sorunlarından biri fiyatlar genel düzeyi olmuştur. Bu sorun ekonominin performansının zayıflamasına ve istikrarsız bir yapının süreklilik kazanmasına neden olmuştur. Enflasyonun yüksek seyri faiz oranlarının da yüksek seviyelerde oluşmasına yol açar. Çünkü enflasyonun yüksek olduğu dönemler fiyat değişikliklerinin de kontrol edilmesinin çok zor olduğu dönemlerdir. Böyle bir ortamda yatırımcıların maliyet ve kâr hesabı yapmaları zorlaşır. Bu yüzden yatırımcı kendini garantiye almak ister ve riskten korunmak için yüksek bir getiri talep eder, dolayısıyla reel faizler yükselir. Reel faizlerin yükselmesi borçlanmanın maliyetini arttırarak üreticinin kredi taleplerini kısıtlar ve yatırımı engelleyen bir unsur olarak ortaya çıkar. 

Ülkemiz şartlarında ise enflasyonun yüksek oluşuna ek olarak bir de borçlarımızın geri ödenme zorunluluğu eklenirse yatırımcı tasarruflarını fiyat değişmelerini kontrol edemediği, maliyet ve kâr analizi yapamadığı reel yatırım getirisi kesin ve üretimden genellikle daha yüksek olan devlet tahviline ve hazine bonosuna yatırır. İç ve dış borç geri çevirme sıkıntısını neredeyse her üç ayda bir yaşayan Türkiye ekonomisinde tahvil ve borç faizlerinin enflasyondan bağımsız olarak yüksek seyri kaçınılmazdır. 

Nominal Faiz 

Faiz, başkalarına ait sermayenin kullanımı için ödenen bedeldir. Nominal faiz, piyasada uygulanan cari faiz oranıdır. 

Nominal faiz oranlarını etkileyen en önemli faktör enflasyondur. Enflasyonun faiz oranları üzerindeki etkileri konusunda en çok kabul gören görüş Irving Fisher’in görüşüdür. Fisher’e göre enflasyon reel faiz oranını değil, nominal faiz oranını etkiler. Enflasyon arttıkça reel faiz oranı değişmezken, nominal faiz oranı artar. Ancak beklenen enflasyon gerçekleşen enflasyona eşit olmazsa reel faiz oranının değişeceğini unutmamak gerekir. 

Reel Faiz 

Nominal faizin enflasyondan arındırılmış halidir. Reel faiz şu formülle hesaplanır:

Reel faiz = ((1 + nominal faiz)/(1 + beklenen enflasyon)) -1

Türkiye’de bilhassa 1990’dan sonra faizin yüksek bir oranda oluşmasının üç kaynağı vardır. 

İlk olarak sermaye hareketleri serbestleşince reel faiz, dövizdeki faiz artı ülkenin rizikosuna eşit olur. Yüksek reel faizlerin ikinci kaynağı da, yabancı sermayenin yüksek kâr beklentisi içerisinde dolar, hisse senedi, repo gibi alanlara kayarak fon talebinin hızlanmasına ve böylece reel faizlerin yükselmesine neden olmasıydı. 

Yüksek reel faizin başka nedeni de kamu kesimi borçlanma gereğinin yüksekliği ve borçlanmanın emisyondan ziyade iç borçlanma ile karşılanmasıdır. Zayıf bir mali piyasada giderek artan boyutta kamu borçlanmasına bankaların oligopolistik davranışları eklendiğinde yüksek reel faizler ortaya çıkmaktadır. 

Birçok gelişmekte olan ülkenin mali piyasalarında yapmış oldukları düzenlemelerle ülkeye yabancı sermayeyi çekebilmek ve ulusal tasarruf açıklarını kapatmaya çalıştıkları görülmektedir. Nitekim Türkiye 1990’ların başından yüksek faiz-düşük kur politikalarıyla sermaye akımlarını teşvik ederek, kamu kesimi açıklarını finanse etmeye çalışmıştır. 1 Ocak 2000’de yürürlüğe giren “Döviz Kuruna Dayalı Enflasyonu Düşürme Programı” adı verilen programda kur çıpası, enflasyonu düşürmenin bir aracı olarak kullanılmış, kur çıpası uygulaması kurlardaki artışı sınırlayacağından, faiz oranları yukarı doğru seyredip, faiz-kur makası açıldıkça kısa vadeli sermaye girişlerini teşvik edeceği düşünülmüştür. Ancak yüksek enflasyon ve bütçe açığının hüküm sürdüğü ekonomilerde, sermayenin dışarıdan gelebilmesi için faiz oranının en az dış reel faiz + risk primi ve devalüasyon beklentisini aşan bir düzeyde olması gerekir. Bu durumda, yüksek reel faizler ve ulusal paranın aşırı değerlenmesi sonucunda dış ticaret dengesi bozulmakta, bu koşullarda uygulanacak faiz ve kur politikaları sermaye hareketlerine tabi hale gelmektedir. 

2001 krizinden sonra reel faizler çok yükselmiştir. Bugün geçmiş yıllara göre daha düşüktür. Bu da ekonomide risklerin azaldığını ancak henüz tam istikrar sağlanmadığını gösteriyor. 2008 yılında yaşanan küresel krizle beraber Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası son on üç ayda faizleri 10.25 puan indirdi. Merkez Bankası tarafından yapılan açıklamada, son dönemde açıklanan verilerin, Para Kurulu’nun iktisadi faaliyette gözlenmekte olan toparlanmanın yavaş ve kademeli olacağına ilişkin görüşünü teyit ettiği belirtilerek, dış talep ve yurtiçi yatırım talebinin zayıf seyrini sürdürürken, istihdam koşullarında belirgin bir iyileşme görülmediği ifade edilmiştir. 19 Kasım 2009 tarihinde yapılan Para Politikası Kurulu toplantısında ise, gecelik faiz oranları Merkez Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 6.75’ten yüzde 6.50’ye, borç verme faiz oranı ise yüzde 9.25’den yüzde 9’a indirilmiştir. Kurul bundan sonraki faiz kararlarının verilere ve gelişmelere bağlı olacağını belirtmiştir. Uzun vadede tek haneli faizlerin devam edeceği vurgulanmıştır. 

Enflasyon-Faiz-Döviz Kuru ve Sıcak Para Hareketleri 

Sıcak para diye tanımlanan para, yurtdışından ülkemize rant elde etmek için gelen kısa vadeli paralardır 

Sıcak para akımları başlangıçta paranın aktığı ülkelerde ödemeler bilançosu üzerinde olumlu etkide bulunmakta, ancak zamanla aşırı nakit girişleri, ulusal paranın aşırı değerlenmesine neden olmaktadır. Göreli olarak ucuzlayan ithalat mallarına talep artmaktadır. Sıcak paranın ortaya çıkma nedenleri ise: 

- Ekonomide globalleşme,

- Sermaye hareketlerinde hızlı liberalleşme,

- Devalüasyon,

- Faiz arbitrajı,

-   Uluslararası faiz oranlarının düşmesi ve ülke içinde yatırım ortamının düzelmesi nedeniyle başka ülkelerde doğrudan ve portföy yatırımlarına yönelmiş yatırımcıların kendi ülkelerine yönelmeleri 

Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler içerisindeki konumu son yıllarda uygulanan ekonomik ve siyasal politikalarla yabancı sermaye açısından daha fazla önem kazanmıştır. Özellikle son yıllarda Morgan Stanley, S&P gibi ülke ekonomilerini değerleyen şirketlerin yayımladıkları olumlu raporlar, yabancı fonların Türkiye’ye ilgisini artırmıştır. Türkiye’ye sıcak para kısa vadeli döviz kredisi olarak, döviz mevduatı olarak, tahvil-bono ve hisse senedi almak için geliyor. Türkiye sıcak paranın gelmesi için elde edilen kârlarından vergi almamış, dünyanın en yüksek faizini vermiştir. Ayrıca sıcak para gelişi ile yerlileri piyasadan uzaklaştırarak yabancı hakimiyetine bırakmıştır. 

Cari işlemler açığı ve yüksek faiz oranlarından bile daha yüksek risk olarak gösterilen sıcak para, Türkiye’de son dört yıllık dönemde gelişmiş ülkelerde 25-30 yılda elde edemeyeceği kadar getiri sağlamış bulunmaktadır. 

Türkiye’de şu an sıcak para için uygun zemin vardır. Güven, siyasi istikrar ve pek çok piyasaya nazaran yüksek olan reel faiz. Yabancı portföy yatırımcılarının Türk Menkul Kıymet piyasalarında yaptığı işlemlere sınırlama yoktur. Gelen sıcak para öncelikle hazine kağıtlarını tercih etmektedir. Daha sonra borsa ve diğer enstrümanları. Sıcak para tüccarları, döviz fiyatları yüksek iken geliyor, dövizlerini bozduruyor ve hazine kağıtları alıyor. Döviz biraz düşünce bonoları satıp dövize dönüyorlar. Kur dalgalanıp yükseldiğinde tekrar satışa geçip bono piyasasına ya da borsaya yöneliyorlar. Bu işlemi defalarca yapıp kısa zamanda çok ciddi paralar kazanmaktadır. Bu işlemleri içeriden dışarıya kaynak transferi olarak niteleyebiliriz. 

Türkiye sıcak paranın nelere mal olduğunu 2001 krizini yaşayarak görmüştür. İzlenen yanlış politikalar, bozulan dengelere ilaveten artan sıcak para stoku Türkiye’ye çok pahalıya mal olmuştur. 2000 yılında yurtdışından net olarak 9.6 milyar dolar sermaye girişi olurken 2001 yılında yaşanan krizle beraber ülkeden kaçan sermaye tutarı 13.9 milyar doları buldu. Bu, Türkiye’nin tarihte yaşadığı en büyük sermaye şokuydu. 2002 yılında ise 8.2 milyar dolar, 2003 yılında 18.3 milyar dolar, 2004 yılı sonunda 31.6 milyar dolar, 2005 yılı sonunda 58.9 milyar dolar yabancı kaynaklı para bulunuyor. Bu oran 2006 yılında 65.4 milyar dolar seviyesine yükselmiştir. 2007 yılında 107 milyar dolara yakın sıcak para hacmi olmuştur. 2008 yılında yaşanmaya başlanan küresel krizle beraber sıcak para girişi geçen yılın yarısına indi. 2009 yılında ise tekrar 79.2 milyar dolar seviyesine yükselmiştir. 

Bu yükselişin asıl sebebi, özellikle yılın ikinci çeyreğinde küresel krizin en kötü döneminin geride kaldığı algılamasıyla birlikte küresel finansal piyasalarda iyimser bir havanın oluşmasıdır. 

2001 krizinde Türkiye’deki şirketlerin hisse senedi fiyatlarının dibe vurması, kriz sonrasında İMKB’yi sıcak para için en cazip alanlardan biri yapmıştır. İMKB sıcak paraya dolar bazında 2003 yılında yüzde 110.3, 2004 yılında yüzde 39.4, 2005 yılında yüzde 59.2 kazandırmıştır. 2006 yılında yüzde 5.6 oranında kayba uğrayan sıcak para 2007 yılında yüzde 30.4 oranında kazanmıştır. 2008 yılında ise küresel krizin etkisiyle yüzde 40’lara yakın kayıplar sonrasında 2009 yılında ise sıcak paranın yine yüzde 100’lere yakın kazandığını görüyoruz. İMKB’de yabancı oranının hızla arttığı ve sıcak para girişinin de aynı hızla yükselmeye başladığı 2004 yılında yabancı sermayenin portföy değeri 8.8 milyar doları olmuştur. 2003 yılında bu oran 3.6 milyar dolar olmuştur. 2005 yılı ise yabancı yatırımcıların ülkemize göstermiş oldukları ilginin en önemli göstergesidir. Yabancı sermayenin 2005 yılı portföy değeri 15.5 milyar dolara çıkmıştır.

2006 yılında ise yabancı portföyü 33 milyar dolardır. 2006 yılında en belirgin artış yabancı tüzel kişi portföylerinde görülmüştür.

Toplam portföy büyüklüğü içinde yüzde 65 seviyesinde seyreden yabancı yatırımcıların payı 2007 yılı sonunda yüzde 72’lere çıkmıştır. Portföy değerleri ise 67.5 milyar dolar olmuştur. 2008 yılında ise portföy değerleri 26.8 milyar dolara gerilemiştir. 

2008   yılında yabancı portföy büyüklüklerindeki azalış portföy çıkışından değil, borsanın düşmesinden kaynaklanmıştır. 2009 yılında ise yabancı sermaye miktarı 50.9 milyar dolardır. Sıcak para olarak nitelendirilen portföylerin hâlâ borsada olduklarını ve çok büyük çıkışlar olmadığını görüyoruz. Ancak hisse senetlerindeki sıcak paranın ekonomiye bir katkı sağladığını söyleyemeyiz. Çünkü sıcak paranın hisse senetlerinde yapmış olduğu hareketler tamamen spekülatiftir. Sıcak paranın Türk hisse senetlerine yatırım yapmasının en büyük sebebi vergi avantajıdır. 

Sıcak para ile, 

- Döviz fiyatı ucuz kalıyor.

- Ucuz döviz, ithalatı arttırıyor.

- Döviz açığı kapanıyor.

Sürdürülemez iyilikler rüzgarı esiyor. 

Sıcak paranın iyilikler rüzgarının yanında kalkınma, büyüme, işsizliğe yardımcı olmadığını söyleyebiliriz. Sıcak para geçici likidite sıkıntılarını çözer. Sıcak para geldiği ülkeden sadece rant elde eder. Sıcak para uzun vadeli yatırım yapmak, üretim yapmak, fabrika kurmak için değil, faizden, kurdan, hisse senedinden, devlet tahvili, hazine bonosundan rant elde etmek için gelir. Sıcak para, doğrudan yabancı sermayeye dönüşmediği sürece Türk halkı için her zaman maliyet oluşturmaktadır. Türk halkı yıllarca sıcak parayı beslemiştir. Sıcak paranın ülkemizden elde ettiği rantlar, Türk halkının fakirleşen büyüme ile karşılaşmasına sebep olmuştur. Yabancı yatırımcılar son 9 yılda Türkiye’de elde ettiği rantların yaklaşık 35 milyar dolarını başka ülkelere götürmüşlerdir. Borsa ve tahvile gelen sıcak paradan elde ettikleri kârları 10 milyar 866 milyon dolarını ülkeden çıkarmışlardır

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005