Enflasyon-Faiz
İlişkisi
Türkiye ekonomisinin son
çeyrek yüzyılda en ön sorunlarından biri fiyatlar
genel düzeyi olmuştur. Bu sorun ekonominin
performansının zayıflamasına ve istikrarsız bir
yapının süreklilik kazanmasına neden olmuştur.
Enflasyonun yüksek seyri faiz oranlarının da yüksek
seviyelerde oluşmasına yol açar. Çünkü enflasyonun
yüksek olduğu dönemler fiyat değişikliklerinin de
kontrol edilmesinin çok zor olduğu dönemlerdir.
Böyle bir ortamda yatırımcıların maliyet ve kâr
hesabı yapmaları zorlaşır. Bu yüzden yatırımcı
kendini garantiye almak ister ve riskten korunmak
için yüksek bir getiri talep eder, dolayısıyla reel
faizler yükselir. Reel faizlerin yükselmesi
borçlanmanın maliyetini arttırarak üreticinin kredi
taleplerini kısıtlar ve yatırımı engelleyen bir
unsur olarak ortaya çıkar.
Ülkemiz şartlarında ise
enflasyonun yüksek oluşuna ek olarak bir de
borçlarımızın geri ödenme zorunluluğu eklenirse
yatırımcı tasarruflarını fiyat değişmelerini kontrol
edemediği, maliyet ve kâr analizi yapamadığı reel
yatırım getirisi kesin ve üretimden genellikle daha
yüksek olan devlet tahviline ve hazine bonosuna
yatırır. İç ve dış borç geri çevirme sıkıntısını
neredeyse her üç ayda bir yaşayan Türkiye
ekonomisinde tahvil ve borç faizlerinin enflasyondan
bağımsız olarak yüksek seyri kaçınılmazdır.
Nominal Faiz
Faiz, başkalarına ait
sermayenin kullanımı için ödenen bedeldir. Nominal
faiz, piyasada uygulanan cari faiz oranıdır.
Nominal faiz oranlarını
etkileyen en önemli faktör enflasyondur. Enflasyonun
faiz oranları üzerindeki etkileri konusunda en çok
kabul gören görüş Irving Fisher’in görüşüdür.
Fisher’e göre enflasyon reel faiz oranını değil,
nominal faiz oranını etkiler. Enflasyon arttıkça
reel faiz oranı değişmezken, nominal faiz oranı
artar. Ancak beklenen enflasyon gerçekleşen
enflasyona eşit olmazsa reel faiz oranının
değişeceğini unutmamak gerekir.
Reel Faiz
Nominal faizin
enflasyondan arındırılmış halidir. Reel faiz şu
formülle hesaplanır:
Reel faiz = ((1 + nominal
faiz)/(1 + beklenen enflasyon)) -1
Türkiye’de bilhassa
1990’dan sonra faizin yüksek bir oranda oluşmasının
üç kaynağı vardır.
İlk olarak sermaye
hareketleri serbestleşince reel faiz, dövizdeki faiz
artı ülkenin rizikosuna eşit olur. Yüksek reel
faizlerin ikinci kaynağı da, yabancı sermayenin
yüksek kâr beklentisi içerisinde dolar, hisse
senedi, repo gibi alanlara kayarak fon talebinin
hızlanmasına ve böylece reel faizlerin yükselmesine
neden olmasıydı.
Yüksek reel faizin başka
nedeni de kamu kesimi borçlanma gereğinin yüksekliği
ve borçlanmanın emisyondan ziyade iç borçlanma ile
karşılanmasıdır. Zayıf bir mali piyasada giderek
artan boyutta kamu borçlanmasına bankaların
oligopolistik davranışları eklendiğinde yüksek reel
faizler ortaya çıkmaktadır.
Birçok gelişmekte olan
ülkenin mali piyasalarında yapmış oldukları
düzenlemelerle ülkeye yabancı sermayeyi çekebilmek
ve ulusal tasarruf açıklarını kapatmaya çalıştıkları
görülmektedir. Nitekim Türkiye 1990’ların başından
yüksek faiz-düşük kur politikalarıyla sermaye
akımlarını teşvik ederek, kamu kesimi açıklarını
finanse etmeye çalışmıştır. 1 Ocak 2000’de yürürlüğe
giren “Döviz Kuruna Dayalı Enflasyonu Düşürme
Programı” adı verilen programda kur çıpası,
enflasyonu düşürmenin bir aracı olarak kullanılmış,
kur çıpası uygulaması kurlardaki artışı
sınırlayacağından, faiz oranları yukarı doğru
seyredip, faiz-kur makası açıldıkça kısa vadeli
sermaye girişlerini teşvik edeceği düşünülmüştür.
Ancak yüksek enflasyon ve bütçe açığının hüküm
sürdüğü ekonomilerde, sermayenin dışarıdan
gelebilmesi için faiz oranının en az dış reel faiz +
risk primi ve devalüasyon beklentisini aşan bir
düzeyde olması gerekir. Bu durumda, yüksek reel
faizler ve ulusal paranın aşırı değerlenmesi
sonucunda dış ticaret dengesi bozulmakta, bu
koşullarda uygulanacak faiz ve kur politikaları
sermaye hareketlerine tabi hale gelmektedir.
2001 krizinden sonra reel
faizler çok yükselmiştir. Bugün geçmiş yıllara göre
daha düşüktür. Bu da ekonomide risklerin azaldığını
ancak henüz tam istikrar sağlanmadığını gösteriyor.
2008 yılında yaşanan küresel krizle beraber Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası son on üç ayda faizleri
10.25 puan indirdi. Merkez Bankası tarafından
yapılan açıklamada, son dönemde açıklanan verilerin,
Para Kurulu’nun iktisadi faaliyette gözlenmekte olan
toparlanmanın yavaş ve kademeli olacağına ilişkin
görüşünü teyit ettiği belirtilerek, dış talep ve
yurtiçi yatırım talebinin zayıf seyrini sürdürürken,
istihdam koşullarında belirgin bir iyileşme
görülmediği ifade edilmiştir. 19 Kasım 2009
tarihinde yapılan Para Politikası Kurulu
toplantısında ise, gecelik faiz oranları Merkez
Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 6.75’ten yüzde
6.50’ye, borç verme faiz oranı ise yüzde 9.25’den
yüzde 9’a indirilmiştir. Kurul bundan sonraki faiz
kararlarının verilere ve gelişmelere bağlı olacağını
belirtmiştir. Uzun vadede tek haneli faizlerin devam
edeceği vurgulanmıştır.
Enflasyon-Faiz-Döviz
Kuru ve Sıcak Para Hareketleri
Sıcak para diye tanımlanan
para, yurtdışından ülkemize rant elde etmek için
gelen kısa vadeli paralardır
Sıcak para akımları
başlangıçta paranın aktığı ülkelerde ödemeler
bilançosu üzerinde olumlu etkide bulunmakta, ancak
zamanla aşırı nakit girişleri, ulusal paranın aşırı
değerlenmesine neden olmaktadır. Göreli olarak
ucuzlayan ithalat mallarına talep artmaktadır. Sıcak
paranın ortaya çıkma nedenleri ise:
- Ekonomide globalleşme,
- Sermaye hareketlerinde
hızlı liberalleşme,
- Devalüasyon,
- Faiz arbitrajı,
- Uluslararası faiz
oranlarının düşmesi ve ülke içinde yatırım ortamının
düzelmesi nedeniyle başka ülkelerde doğrudan ve
portföy yatırımlarına yönelmiş yatırımcıların kendi
ülkelerine yönelmeleri
Türkiye’nin gelişmekte
olan ülkeler içerisindeki konumu son yıllarda
uygulanan ekonomik ve siyasal politikalarla yabancı
sermaye açısından daha fazla önem kazanmıştır.
Özellikle son yıllarda Morgan Stanley, S&P gibi ülke
ekonomilerini değerleyen şirketlerin yayımladıkları
olumlu raporlar, yabancı fonların Türkiye’ye
ilgisini artırmıştır. Türkiye’ye sıcak para kısa
vadeli döviz kredisi olarak, döviz mevduatı olarak,
tahvil-bono ve hisse senedi almak için geliyor.
Türkiye sıcak paranın gelmesi için elde edilen
kârlarından vergi almamış, dünyanın en yüksek
faizini vermiştir. Ayrıca sıcak para gelişi ile
yerlileri piyasadan uzaklaştırarak yabancı
hakimiyetine bırakmıştır.
Cari işlemler açığı ve
yüksek faiz oranlarından bile daha yüksek risk
olarak gösterilen sıcak para, Türkiye’de son dört
yıllık dönemde gelişmiş ülkelerde 25-30 yılda elde
edemeyeceği kadar getiri sağlamış bulunmaktadır.
Türkiye’de şu an sıcak
para için uygun zemin vardır. Güven, siyasi istikrar
ve pek çok piyasaya nazaran yüksek olan reel faiz.
Yabancı portföy yatırımcılarının Türk Menkul Kıymet
piyasalarında yaptığı işlemlere sınırlama yoktur.
Gelen sıcak para öncelikle hazine kağıtlarını tercih
etmektedir. Daha sonra borsa ve diğer enstrümanları.
Sıcak para tüccarları, döviz fiyatları yüksek iken
geliyor, dövizlerini bozduruyor ve hazine kağıtları
alıyor. Döviz biraz düşünce bonoları satıp dövize
dönüyorlar. Kur dalgalanıp yükseldiğinde tekrar
satışa geçip bono piyasasına ya da borsaya
yöneliyorlar. Bu işlemi defalarca yapıp kısa zamanda
çok ciddi paralar kazanmaktadır. Bu işlemleri
içeriden dışarıya kaynak transferi olarak
niteleyebiliriz.
Türkiye sıcak paranın
nelere mal olduğunu 2001 krizini yaşayarak
görmüştür. İzlenen yanlış politikalar, bozulan
dengelere ilaveten artan sıcak para stoku Türkiye’ye
çok pahalıya mal olmuştur. 2000 yılında yurtdışından
net olarak 9.6 milyar dolar sermaye girişi olurken
2001 yılında yaşanan krizle beraber ülkeden kaçan
sermaye tutarı 13.9 milyar doları buldu. Bu,
Türkiye’nin tarihte yaşadığı en büyük sermaye
şokuydu. 2002 yılında ise 8.2 milyar dolar, 2003
yılında 18.3 milyar dolar, 2004 yılı sonunda 31.6
milyar dolar, 2005 yılı sonunda 58.9 milyar dolar
yabancı kaynaklı para bulunuyor. Bu oran 2006
yılında 65.4 milyar dolar seviyesine yükselmiştir.
2007 yılında 107 milyar dolara yakın sıcak para
hacmi olmuştur. 2008 yılında yaşanmaya başlanan
küresel krizle beraber sıcak para girişi geçen yılın
yarısına indi. 2009 yılında ise tekrar 79.2 milyar
dolar seviyesine yükselmiştir.
Bu yükselişin asıl sebebi,
özellikle yılın ikinci çeyreğinde küresel krizin en
kötü döneminin geride kaldığı algılamasıyla birlikte
küresel finansal piyasalarda iyimser bir havanın
oluşmasıdır.
2001 krizinde Türkiye’deki
şirketlerin hisse senedi fiyatlarının dibe vurması,
kriz sonrasında İMKB’yi sıcak para için en cazip
alanlardan biri yapmıştır. İMKB sıcak paraya dolar
bazında 2003 yılında yüzde 110.3, 2004 yılında yüzde
39.4, 2005 yılında yüzde 59.2 kazandırmıştır. 2006
yılında yüzde 5.6 oranında kayba uğrayan sıcak para
2007 yılında yüzde 30.4 oranında kazanmıştır. 2008
yılında ise küresel krizin etkisiyle yüzde 40’lara
yakın kayıplar sonrasında 2009 yılında ise sıcak
paranın yine yüzde 100’lere yakın kazandığını
görüyoruz. İMKB’de yabancı oranının hızla arttığı ve
sıcak para girişinin de aynı hızla yükselmeye
başladığı 2004 yılında yabancı sermayenin portföy
değeri 8.8 milyar doları olmuştur. 2003 yılında bu
oran 3.6 milyar dolar olmuştur. 2005 yılı ise
yabancı yatırımcıların ülkemize göstermiş oldukları
ilginin en önemli göstergesidir. Yabancı sermayenin
2005 yılı portföy değeri 15.5 milyar dolara
çıkmıştır.
2006 yılında ise yabancı
portföyü 33 milyar dolardır. 2006 yılında en
belirgin artış yabancı tüzel kişi portföylerinde
görülmüştür.
Toplam portföy büyüklüğü
içinde yüzde 65 seviyesinde seyreden yabancı
yatırımcıların payı 2007 yılı sonunda yüzde 72’lere
çıkmıştır. Portföy değerleri ise 67.5 milyar dolar
olmuştur. 2008 yılında ise portföy değerleri 26.8
milyar dolara gerilemiştir.
2008 yılında yabancı
portföy büyüklüklerindeki azalış portföy çıkışından
değil, borsanın düşmesinden kaynaklanmıştır. 2009
yılında ise yabancı sermaye miktarı 50.9 milyar
dolardır. Sıcak para olarak nitelendirilen
portföylerin hâlâ borsada olduklarını ve çok büyük
çıkışlar olmadığını görüyoruz. Ancak hisse
senetlerindeki sıcak paranın ekonomiye bir katkı
sağladığını söyleyemeyiz. Çünkü sıcak paranın hisse
senetlerinde yapmış olduğu hareketler tamamen
spekülatiftir. Sıcak paranın Türk hisse senetlerine
yatırım yapmasının en büyük sebebi vergi
avantajıdır.
Sıcak para ile,
- Döviz fiyatı ucuz
kalıyor.
- Ucuz döviz, ithalatı
arttırıyor.
- Döviz açığı kapanıyor.
Sürdürülemez iyilikler
rüzgarı esiyor.
Sıcak paranın iyilikler rüzgarının yanında kalkınma,
büyüme, işsizliğe yardımcı olmadığını
söyleyebiliriz. Sıcak para geçici likidite
sıkıntılarını çözer. Sıcak para geldiği ülkeden
sadece rant elde eder. Sıcak para uzun vadeli
yatırım yapmak, üretim yapmak, fabrika kurmak için
değil, faizden, kurdan, hisse senedinden, devlet
tahvili, hazine bonosundan rant elde etmek için
gelir. Sıcak para, doğrudan yabancı sermayeye
dönüşmediği sürece Türk halkı için her zaman maliyet
oluşturmaktadır. Türk halkı yıllarca sıcak parayı
beslemiştir. Sıcak paranın ülkemizden elde ettiği
rantlar, Türk halkının fakirleşen büyüme ile
karşılaşmasına sebep olmuştur. Yabancı yatırımcılar
son 9 yılda Türkiye’de elde ettiği rantların
yaklaşık 35 milyar dolarını başka ülkelere
götürmüşlerdir. Borsa ve tahvile gelen sıcak paradan
elde ettikleri kârları 10 milyar 866 milyon dolarını
ülkeden çıkarmışlardır
|