Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Sırtımızdaki Yük 

Enflâsyon Yüksek. Diğer bir deyişle, parasal var­lıklarımız üzerindeki vergi yükü arttı. Parasal varlığı olan herkes üzerine, kaçırılması hiçbir şekilde olası olmayan ilave yük geldi. Çarşıya gidip, alış-veriş yaptığımızda, aynı miktar para ile, düne göre daha az mal alıyoruz. Kısacası, cebimize uzanan bir el, temsilcilerimizden oluşan Meclis'in açık bir iradesi ve kararı olmadan, paramızın bir miktarını alıyor. 

Parası olan herkes enflâsyon vergisi yükümlüsü olduğuna gö­re, acaba zenginler daha fazla vergi ödemiş olmayacak mı? Bu­nun cevabı, paranın kullanım biçimine bağlı bulunmaktadır. Parasını bir sermaye elemanı, yani parasal bir tür üretim aracı olarak kullananlar bu vergiyi ödememektedir. Zira, bu şekilde kullanılan parasal varlık, sağladığı getiri ile, enflâsyon karşısında kendisini koruyabilmektedir. Bunun en iyi örneğini, enflâsyon üzerinde bir faizle işletilen parasal varlığın, sermaye değerini koruması oluşturmaktadır. Reel faizi de içeren yüksek nominal faiz, işte böyle bir işlev görmektedir. 

Buna karşılık, parasal varlığını işletmeden, daha doğrusu işletemeden, günlük ihtiyaçları için kullananlar, bu verginin doğ­rudan muhatabı olmaktadır. İşte bu gruba, tüm tüketiciler girmektedir. Hiç kuşkusuz, zengin bir kişi de, tüketici olduğu süre­ce, bu verginin muhatabı olmaktadır. Ancak, zengin kişi, iki açıdan, dar gelirliye göre daha avantajlı konumda bulunmakta­dır. Bir defa, zengin kişi parasal varlığının ancak bir bölümünü tüketime ayırdığı için, tüm parasal varlığına oranla vergi yükü hafiflemektedir. İkinci olarak da, enflâsyon düz oranlı bir vergi niteliğine sahip olduğundan, göreli olarak, düşük gelirli daha ağır bir yük altına girmiş bulunmaktadır. 

Zengin kişiler paralarını işlettiğinde, yine böyle bir vergi ta­şırlar. Ancak bu vergi, ürünün nihai fiyatı içinde tüketiciye yan­sıtılır. Dolayısıyla yükü, sermaye sahibi değil, tüketici taşır. Bundan dolayı, firmaların kârları, tümü ile reel olmayıp, bir boyutu ile enflâsyonu da yansıtmaktadır. Bu gerekçe ile, kârlar üzerine salınan gelir türü vergilerin, kısmen servet üzerine salın­mış bir vergi olduğu iddiası doğru olmakla beraber, vergi siste­minde tanınmış olan çeşitli ayrıcalık ve özellikle amortisman rejimleri ile, bu durum büyük çapta halledilmektedir. 

Uygulanan Politikalarda tüketim üzerindeki yük daha da ar­tacaktır. Eğer katma değer vergisi %18'lere çekilecekse, bu da doğrudan tüketim üzerine oturacaktır. Hatta, enflâsyonist ortam­dan yararlanılarak, vergi nedeni ile fiyat artışları gerçekleşiyor olmakla beraber, belki de halktan toplanan paraların bir bölümü, kaçırılarak, kâra dönüştürülecektir. 

KDV artırımı ve enflâsyon, kesinlikle bir siyasal tercihtir. Böyle bir tercih, ''Memura vereceğimiz yüksek zam, sonradan geri alınır!" türünde, fevkalade sorumsuz bir ifade ile açıklanmıştır da. Bu siya­sal tercihin arkasında, gereken kişilerden vergi almama mantığı bu­lunmaktadır. Diğer bir deyişle, kâr ve rant gelirlerinden gereği bi­çimde vergi alınıyor olsa idi, parasal varlığını tüketime ayıran, üste­lik bu parasal varlığı da, iki dudak arasında ya da kapalı kapılar arasındaki pazarlıklarda belirlenen grupların üzerine bu kadar binilmezdi. Öyle ise, bu insanların sırtlarında taşıdığı kambur nedir? Bu kambur, ne zarar ettirilen KİT'ler, ne de kamu açıklandır. Çünkü, bunların hepsi birer sonuçtur. Sırtta taşman, devlete vergi vermeye­rek sırıtan saygısızlardır. 

Enflâsyon, vergi toplayamamanın, KİT'leri rehabilite etme­menin ve diğer olumsuz siyasal kararların bir sonucu olduğuna göre, doğrudan ve açıkça kararı olmamakla beraber, tüm siyasal karar ve uygulama organlarının bu sonuçta yüzde yüz payı bu­lunmaktadır. Açık bir karar ile, asıl vergilendirilmesi gerekenler üzerine vergi salamayan siyasal irade, yine bu tutum ve kararı ile, diğer kesimleri vergilendirmektedir. Ekonomide kaynak ve gelir dağılımı bu denli çarpık hale gelince, toplumun büyük bir bölümü, küçük bir azınlığın kölesi haline dönebilmekte, medya da, bu azınlığın bir aracı olarak, efendisine hizmet etmektedir. Medya milletin hakimiyeti altında değildir, millet medyanın ha­kimiyeti altındadır. Meclis'e gelince, duvardaki ifadeye göre, Meclis, "Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir!" ilke ve ibaresi altında çalışmaktadır... Dileyelim öyle olsun. 

Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi Maliye Bölümü

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005