|
Enflasyon, büyüme hIzI, ve yatIrIm kararlarIna
kurumsal fİnansman yönlü bir bakış
Abstract
A
corporate finance approach to whether or not high
growth and low inflation targets are necessarily
mutually exc/usive policies lt is typieally argued
that eountries can either have /ow inflation or high
growth, bul not both. However this is not
neeessarily the ease since, historieally, many
eountries have been able to a/tain high growth and
low inflation levels over long periods of time. In
this article, it is argued that if growth is
obtained via positive Net PresenI Value Projeets (NPV),
it is possible to aehieve both high eeonomic growth
and low' infiation rate. lt is further argued that
sueh positive NPV projects are more likely to oceur
when the projeets in question are undertaken by the
private seetor rather ıhan by the govemment. Thus,
policies that encourage private seetor investments
are likely to help lead Turkeyout ofits current
stagfiation.
Enflasyon ve Büyüme Hızı: Birbirini dışlayan iki
Hedef midir?
Bazı ekonomi yöneticileri enflasyon ve büyüme hızı
politikaları arasında genellikle birbirini dışlayan
(mutually exclusive) bir ilişki olduğu
görüşündedirler. Bu nedenle, bu yöneticiler ya
yüksek büyüme hızının, ya da düşük enflasyonun
hedeflenebileceğini, ikisinin birden
hedeflenemeyeceği tezini savunurlar. Örneğin,
Türkiye ekonomisi 1980 ve 1990'larda bu görüşü teyit
eden koşullar içinde çalışmıştır. Bu dönemde büyüme
hızı yüksek olmuştur. Ancak,
enflasyon da çok yüksek bir düzeyde gerçekleşmiştir.
Bu örneğe rağmen, enflasyon ile büyüme hızı
hedefleri arasında her zaman için geçerli olan bir
çelişkinin varlığı tartışmaya açık bir konudur.
Tarihsel olarak, ekonomilerin sıhhatli büyüme hızı
ile düşük enflasyonu birleştirebildikleri zaman
süreleri çok yaygındır. Nitekim, aynı dönem
süresinde AB.D. de hem sağlıklı bir büyüme hızı, hem
de düşük enflasyon oranı hedefleri
yakalanabilinmiştir. Bu sonucun, hem bu ülkede
uygulanan uyumlu kamu finansman ve para
politikalarından, hem de 1980 ve 1990'lardaki
teknolojik atılımların ekonomideki üretkenliği
artırmış olmasından kaynaklanmış olma ihtimali
yüksektir.
Bir başka, bu defa olumsuz, istisnai bir ekonomik
ortam da, yüksek enflasyon ve düşük (belki eksi)
büyüme hızının bir araya gelmesiyle oluşur. Bu
şekilde tanımlanabilinecek ekonomik koşullar, yine
Amerikada, bu defa 1970'lerde yaşanmıştır. Son bir
kaç yıldır, Türkiye ekonomisi stagflasyon olarak
tanımlanan bu koşullar altında acı çekmektedir. Bu
koşullar, yıllardır sürdürülen yanlış ekonomik
politikaların 'bir eseri olabilir. Bir başka
ihtimal de stagflasyon ortamının sistem dışı
ekonomik ve politik şoklar tarafından yaratılmış
olması olabilir. Tabii ki, her 'iki faktörün
kombinasyonu da mümkündür. Ancak, büyük bir
ihtimalle, ekonominin şu anda bulunduğu çıkmazdan
yanlış politikalar 'ya tamamen sorumludur, ya da
problemin yaratılmış olmasındaki payları çok daha
yüksektir.
Ana sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Normal şartlar
altında yöneticiler büyüme hızı ile enflasyon
arasında tatsız bir seçim yapmak köşesine
sıkıştırılmış olmazlar. Ancak hemen şunu da eklemek
gerekir: her hangi bir nedenle ekonomi stagflasyon
ortamına düşmüş olursa, iki hedef arasındaki tatsız
seçme durumu gündeme gelir, ve bu ortamdan
çıkılmasının çözümü çok zor hale gelir. Belki
de ekonomi biliminde bu problemin nasıl çözülmesi
gerektiğinin bilinmemesinin en önemli nedeni, büyük
bir ihtimalle, stagflasyon olayının enderliği
nedeniyle bu konuda ekonomist ve yöneticilerin
yeterli sayıda deney yapma fırsatlarının olmamış
olmasıdır.
Türk ekonomisinin şu anda içinde olduğu çıkmaz
budur. Ekonominin içinde bulunduğu kritik koşullar
başlı başına büyük bir kuşku kaynağıdır. Konuyu daha
da güçleştiren bir faktör, stagflasyonun, çözümü
hakkında fazla bilgimiz olmayan bir makro problem
olmasıdır. Üstelik, problemin çözümünün, ekonominin
ayakta kalma çabasında olduğu bir kriz
ortamındayken, acele olarak bulunması mecburiyetinin
yarattığı ek bir baskı da var.
Stagflasyon, problem hakkındaki sınırlı bilgimiz
nedeniyle, bu ekonomik durum bir bataklığa
benzetilebilinir şu anda bildiğimiz ekonomik
politika menüsünden seçilebilecek her hangi bir
uygulama, ekonomiyi bataklıktan çıkarmak yerine,
daha da aşağıya çekebilme tehlikesini taşır.
Stagflasyon savaşını büyüme boyutunda vermenin
maliyeti ülkenin yüksek enflasyon oranının yarattığı
çarpık kaynak dağılımlı ortamında yaşamasıdır.
Savaşın enflasyon cephesinde verilmesinin fiyatı
ise ekonominin düşük büyüme hızı problemi ile karşı
karşıya bırakan bir yüzleştirme ortamını temsil
etmesidir. Daha önce belirtildiği gibi bu tip tatsız
bir büyüme enflasyon seçimi ekonomi normal koşullar
altında çalıştığı zaman genellikle gündeme gelmez.
Ancak her hangi bir nedenle ekonomi stagflasyon
problemine takılmış hale gelirse, sağlıklı büyüme
hızı ve düşük enflasyon hedefleri çelişkisi ortaya
çıkar ve bu çelişki ekonomik politikayı bir çıkmaza
sokar.
Ancak şu da kaçınılmaz bir gerçek. Stagflasyon
hastalığına karşı etkili olabilecek bir ilacın tam
olarak bilinmemesi özürünü kullanarak, tedavi bulma
çabalarının dondurulmaması gerekir. Tam tersine,
Türkiye de ekonominin durumu şu anda o kadar
acildir ki, bu probleme çare bulma çabalarının
artırılması şarttır.
Enflasyon - Yatırım Kararları İlişkisi
Enflasyon beklentilerinin yatırım kararlarının
değerlendirilmesinde nasıl bir rol oynaması
gerektiği konusu yüzeyde basittir: Genel prensip
tutarlılıktır. Eğer enflasyon nakit akışlarına
yedirilmişse, iskonto hattına da katılmalıdır (yani
her iki veri de nominal olmalıdır). Alternatif
olarak, hem nakit akışları, hem de iskonto hattı
reel olmalıdır. Teorik olarak, iki varsayım
çerçevesinde, her iki yaklaşım da herhangi bir
yatırım için aynı NBD (Net Bugünkü Değer) rakamını
verir. Ancak bu prensibin gerçeği yansıtması için şu
iki varsayımın geçerliliği çok önemlidir . 1) Bütün
fiyatların enflasyon boyutunda aı1acağı varsayımı ve
2) Enflasyonun reel gelirleri etkilemeyeceği
varsayımı. Yatırım sonucu üretilecek mal ve
hizmetlerin fiyatları nakit akışlarının bir
parçasıdır. Üretilecek mal ve hizmet fiyatları ile
üretilecek malın maliyetinin (ham madde fiyatları ve
ücretler) değisik miktarda artabileceği ihtimali,
prensip olarak büyük bir sorun yaratmaz. Nakit
akışlarını, değişik ürünlerin değişik fiyat
artışları göstereceği bir senaryo çerçevesinde
değerlendirmek güç değildir.
Ancak, enflasyonun satın alma gücü açısından nötr
olacağı varsayımı, Türkiye gibi sabit gelirli
kesimin ekonominin önemli bir oranını temsil ettiği,
ve aynı zamanda enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde,
gerçeği yansıtan bir varsayım olmaktan çıkar. Bu
nedenle, analiz konusu Türkiye gibi ekonomiler
olduğunda, bu varsayımın kullanılmaması
gerekir. Enflasyon sabit gelirliler kesiminin reel
gelirini önemli bir boyutta düşüreceğı için,
yatırımların hedefleri olan üretetilecek mal ve
hizmetlere olan talebi düşüreceğini (nakit
akışlarını azaltacağını) kabul eden bir analizin
yapılması gerekir. Bu koşullar altında, enflasyonlu
bir ortamda, enflasyonun nakit akışlarına etkisi
nötr olmak yerine yatırımların NBD'lerini düşürücü
(belki de eksi hale getirici) bir nitelikte
olacağını düşünmek doğaldır. Bu demektir ki, belli
şartlar altında enflasyonun büyüme hızına etkisi
olumsuz olabilir. Türkiye ekonomisinin şu anda
yaşadığı stagflasyon ortamından çıkmakta güçlük
çekmesinin bir nedeni enflasyonun yatırımlara olan
bu olumsuz etkisinden kaynaklanıyor olabilir.
Özsermaye Maliyetinin ve Ağırlık Ortamalı
Sermaye Maliyetinin Yatırım Kararları İçin Önemi
Her iş yöneticisi, yatırım kararlarının gelecekteki
nakit akışlarının bu günkü değerini bulup, bu değeri
yatırım için bugün bulunması gereken fonla
karşılaştırıp, elde edilen rakamın artı ya da eksi
olmasıyla belirlendiğini bilir (Net Bu Günkü Değer
kavramı, NBD). Belki herkes tarafından bilinmeyen
noktalar, bu nakit akışlarının kaldıraçlı mı (faiz
masrafları çıkarılmış), kaldıraçsız mı (faiz
masrafları çıkarılmamış), nominal mi, yoksa, reel mi
olması gerektiği gibi teknik konular olabilir. Aynı
teknik detaylar kullanılması gereken iskonto oranı
için de bahis konusudur. Sonuç olarak, kullanılacak
nakit akışlarının ve iskonta oranının niteliklerine
bağlı olarak yatırım kararları için kullanabilinecek
çesitli doğru yöntemler vardır.
Ayrıca, yatırım kararlarında, özsermaye maliyetinin
çok önemli olduğunu da belirtmek gerekir. Nedenini
tam olarak bilmiyorum, ama, Türkiyede, yatırım
kararlarında kullanılacak iskonto oranı konusunda
tartışmalar genellikle sadece kredi maliyetine
odaklanır. Toplam sermayenin çok önemli bir parçası
olan özsermaye maliyeti kavramıfazla tartışılmaz.
Özsermayenin önemsiz olduğu görüşü delilsiz,ve büyük
bir ihtimalle yanlıştır. Bazen özsermaye maliyetinin
ihmal edilmesine neden olarak Türk şirketlerinin,
özsermayeye oranla, çok miktarda kredi
kullandıkları öne sürülür. Eğer bu görüs dış
özsermayenin (şirketlerin kağıt ihraç
etmelerinin) fazla kullanılmadığını ima ediyorsa, bu
bütün dünya için geçerlidir. Örneğin, ABDde tipik
bir senede firmalar finansman ihtiyaçlarının belki
ancak % 1ini dış özsermaye ile karşılarlar (hatta,
son 15 senede firmaların geri satın aldıkları hisse
senetlerinin dolar olarak miktarı, halka sattıkları
hisse senetlerinden daha büyük bir miktarda olmuş,
ve bu nedenle dış özsermaye kullanımları sık sık
eksi miktar olarak oluşmuştur). Ama yine de
firmalar ABD' de finansman ihtiyaçlarının %65
kadarını özsermaye ile karşılarlar. Tabii ki bu
kaynak iç özsermayedir (dağıtılmayan karlar
ve amortisman). Sermaye maliyeti açısından iç
ile dış özsermaye arasında kavramsal düzeyde
hiç bir fark yoktur. Pratikte ise tek fark yatırım
bankacılığı masraflarından kaynaklanır. Bu fark dış
özsermaye maliyetinin iç özsermaye maliyetine oranla
küçük bir miktar daha yüksek olmasına neden olur.
Bunun ötesinde, Türkiyede özsermaye kullanımının
sanıldığından çok daha fazla olduğunu gösteren
veriler var. Eğer Türk şirketlerinin sermaye yapısı
gerçekten büyük ölçüde krediden oluşmuş olsaydı,
kriz dönemlerindeki astronomik faiz artışları çok
yüksek sayıda şirketin iflas etmesiyle sonuçlanırdı.
Örneğin 1994 krizinde, faiz hadleri inanılamayacak
seviyelere yükseldiğinde, çok sayıda şirketin iflas
etmemiş olduğunu başka nasıl açıklayabiliriz? Böyle
yüksek kredi maliyeti koşullarına rağmen iflasların
beklentilerden düşük olması, büyük bir ihtimalle,
şirketlerin, en azından bu dönemde, kredi yerine
yüksek miktarda özsermaye kullanmış olduklarını
yansıtır.
Ağırlık Ortamalı Sermaye Maliyeti
Genel olarak kredi olsun, özsermaye olsun, firma
açısından bir sermaye kaynağının maliyetini
bulmanının en kolay yolu, bu sermaye kaynağını
sağlama karşılığında yatırımcının istediği getiri
oranını bulmakla olur. Yatırımcının istedikleri
getiri kavramı ile firmaların ihtiyaçları olduğu
sermaye kaynağının maliyeti kavramı, aynımetal
paranın yazı-tura yüzlerini temsil eder. Örneğin
yatırımcının kredi verme karşılığı istediği getiri
(buna "tura" diyelim), firmanın kredi maliyeti
kavramıyla aynıdır (yani aynı metal paranın, vergi
ve borç almayla ilgili teknik masraflar ayarlaması
sonrası, "yazı" tarafını temsil eder). Özsermaye
maliyeti ise, hissedarların istediği getiriyle aynı
kavramdır. Bu nedenle, özsermaye maliyeti ya
"Menkul Kıymetler Değerlendirme Modeli"ni
kullanarak, ya da hisse senedi fiyatından,
temettüler konusunda varsayım yapılarak,
hissedarların istediği getiriyi bulmakla mümkün
olur. Ağırlık ortalamalı Sermaye Maliyeti (AOSM),
dört değişik verinin biraraya gelmesiyle bulunur:
kredi maliyeti, özsermaye maliyeti, fonların yüzde
kaçının öz sermaye kaynaklı olacağı, ve yüzde
kaçının krediyle finanse edilecegi. AOSM'nin pazar
bazlı değerlerle saptanması gerekir. Ayrıca,
kullanacak sermaye kaynağı ağırlıkları bir şirketin
sermaye maliyeti hesaplarını yaptığı günkü sermaye
yapısını değil de hedeflediği sermaye yapısını
yansıtmalıdır
Yatırım Kararlarına Kurumsal Finansman Yönlü Bir
Bakış
Yatırımlar gündeme gelmişken, bu konuya kurumsal
finansman çerçevesinde bakmanın yatırım-enflasyon
ilişkisini anlamakta faydası olur. Milli Gelir
Muhasebesinde yatırımlar toplam talebin bir parçası
olarak görülür, ve bu nedenle, yatırımların büyümeye
olumlu katkıları olmasına rağmen, ayİn zamanda
(ekonomi yüksek bir kapasitede çalıştığında)
enflasyon oranını da artırıcı bir nitelikleri olduğu
da iddia edilir. Konuya bir kurumsal finans problemi
olarak bakıldığında, bu görüşün eksik olduğu, ve
yatırım-enflasyon ilişkisini tek yönlü olarak
yansıttığı ortaya çıkar.
Kurumsal finansman açısından konuya şu şekilde
bakılabilinir. Yatırım için gereken fonlar, kısa
vadede ekonomide talep artırıcı niteliktedir.
Aslında bu nokta bile katı olarak doğru değildir. Bu
yatırımın yansıttığı talebin
bile aynı zamanda bir arz boyutu vardır. Örneğin,
bir şirket yatırım için gereken bir makineyi satın
aldığında, satın alan şirket açısından talebi temsil
eden bu makina, satan şirket açısından bakıldığında
arz olur. Ama daha önemli olan konu şudur: Bahis
konusu olan yatırım bugün yapılacaktır ve bu yatırım
ilerde nakit akışları yaratacaktır. Dolayısıyla,
yapılan her yatırımın bugünden başlayıp, proje
sonuna kadar devam eden bir zaman boyutu olur. Bu
yatırımın gelecekte sağlayacağı üretimin
oluşturduğu nakit akışları, bu yatırımın ilerde
yaratacağı arzı temsil etmiş oluyor (yani, bu günkü
eksi nakit akışı, yatırımın kısa vadede talep
boyutunu, ilerdeki artı nakit akışları ise, projenin
arz boyutunu temsil etmiş oluyor). Değerli bir
yatırım (NBDsi artı olan bir yatırım), ilerdeki artı
nakit akışlarının bu günkü değerinin (arz), bugün
yapılan eksi nakit akışından (talep) daha yüksek
olduğu bir yatırımdır. Bugünkü değer bazından toplam
rakam artı olduğuna göre, NBDsi artı olan
yatırımların, arza katkısı talebe olan katkısından
daha yüksektir. Dolayısıyla, bu yatırımlar hem
büyüme hızı açısından olumludur, hem de enflasyona
olumsuz bir katkıda bulunmak yerine enflasyonu
frenleyici bir niteliğe sahiptirler.
Yatırımlar, devlet tarafından yapıldıklarında,
genellikle NBDsi eksi olan yatırımlar oldukları
için, büyümeye olumlu bir katkıları olur ama aynı
zamanda GSMH bazında yaratıkları, arz boyutları
talep boyutlarından daha düşük olduğu için,
enflasyonu artırıcı nitelikleri de olur (tabii ki bu
tip yatırımlar ayrıca. randımansız olmaları
nedeniyle ekonomide çeşitli çarpık kaynak
dağılımları problemini de yaratırlar).
Sonuç olarak, büyüme hızı enflasyon hedefleri
arasında, değer kazandıran yatırımlar bahis konusu
olduğunda, normal olarak bir neden etki çelişkisi
yoktur. Tam tersine, bu iki hedef birbiriyle
uyumludur. Yatırımlar artı NBDli oldukları müddetçe,
hem büyüme hızına hem de enflasyon oranına olumlu
katkıda bulunurlar.
Kaynak: Prof Dr. Vefa Tarhan
|
|