"Enformasyon Toplumu" Üzerine
Murat Yılmaz
Kendisi soyutlama olan toplumun bir başka sıfatla
birlikte farklılaştırılarak yeniden soyutlanması,
sanki ilk soyutlamayı örtmek için yapılmışçasına,
toplumun bir soyutlama olduğunu unutturmaktadır.
Yani, toplum demeyip bilgi toplumu deyince sanki
artık toplum üzerine konuşmak gerekmiyormuş,
"bilgi" üzerine konuşmak yeterli, sadece "toplum"
üzerine konuşmak ise bir tür bilgi öncesi, tarih
öncesi veya tarih bittiğine göre geçmişten
hikayeler anlatmak anlamlarına gelebilecekmiş
şeklinde özetlenebilecek bir zihniyeti ima eder
"bilgi toplumu".
Toplum bir soyutlama olup somut olarak sınıf, din,
mezhep, dil esasında farklılıklar vardır. "Bilgi
toplumu" söylemi ise bir yandan bu farklılıktan ve
mevcut toplumsal hiyerarşiyi görmezden gelmekte bir
yandan da farklılık ve hiyerarşiyi "bilgi"' esasında
meşrulaştırmakta, hatta bilginin itibarlı
varlığından istifade ederek hiyerarşik yapıya
meşruluğun ötesinde bir itibar kazandırmaktadır.
Bilgi toplumu söylemi bir ideoloji olmanın ötesine
geçerek toplumsal zihniyet katına nüfuz etmiştir. Bu
itibarla giriş paragrafında izhar ettiğimiz
eleştirel bakış da bu zihniyet küresine nüfuz
edebilmelidir. Burada ilk bakışta farklılığı
görülemeyen içice geçmiş iki ayrı zihniyet küresi
vardır: ilki "bilgi toplumu" olarak Türkçeye tercüme
edilen "enformasyon toplumu" kavramını ve onun denk
düştüğü toplumsal formasyonu üreten zihniyet,
ikincisi ise Batının ürettiği modernlik veya
kapitalist dünya ekonomisine karşı önce mücadele
eden sonra da yenilerek modernliğe maruz kalan Batı
dışı ülkelerin ve Türk(iye) elitlerinin manız kalmış
zihniyeti.
Batı modernliğini ve tarihini üreten iki temel
sınıfın, yani aristokrasinin ve burjuvazinin
Türkiye'de mevcut olmayışı Türk modernleşme
hareketinin devletlû bürokrat-aydın-as-kerî elit
marifetiyle gerçekleştirilmesine yol açtı. Bu elit
ise modernliği ancak gördüğü bir modernlik anı veya
ürünü olarak algılayabildi. Böylece modernliğin
neşvü nema bulduğu sosyal ve tarihî zemin (rahim)
ıskalanmış oldu. Bu şekilde Batı dışı modernleşme
hareketleri zaten modernliği üreten aristokrasi ve
burjuvazi gibi iki temel aktörden mahrum olmakla
kalmadı, hem modernleşmek isteyen hem de
modernleşmenin önündeki en büyük engele dönüşen
devletle malûl olmuş oldu.
Devletin vesayeti altında gerçekleşen modernleşme
hareketi hayatın bir çok alanına nüfuz etti. Ancak
burada vesayetin sadece devlet kısmını görmek
yanıltıcı olur. Çünkü kapitalizmin eşitsiz gelişme
mantığı içinde çevrede yer alan vesayetçi devletler
de kapitalizmin merkezi tarafından denetim altına
alınmıştır. Burada mahiyeti değişen ve çeşitlenen
emperyalizm tartışmasına girmeden konunun
emperyalizmle ilişkisini haurlatmakla yetiniyoruz.
Vesayet muhtelif düzeylerde tezahür eder. Zihnî
vesayet muhtelif vesayet düzeylerinden biridir.
Zihnî vesayet de her toplumsal şey gibi üretildiği
sürece vardır, işte "enformasyon toplumu"nu "bilgi
toplumu" olarak tercüme etmek, yani anlamak bu
zihnî vesaye- tin bir yeniden üretim halidir. Çünkü
malumat veya haberdar olmak anlamında tercüme
edilebilecek enformasyon pasif bir konum
gerektirirken "bilgi" aktif olunarak, özne
olunarak, emek harcanarak elde edilebilir. Haberdar
olmak dinlemek veya seyirci olmak, hatta sosyolog
Kadir Cangızbay'ın işaret ettiği üzere talimat
almak anlamına gelebilecektir. Meselâ 8.30 treninin
kalkacağı haberi, aynı zamanda "trene bineceksen
8.30'a kadar bin, aksi halde binemezsin!" talimatını
da içerir.
Burada emir-komuta ilişkisi ile ortaya çıkan bir
hiyerarşi sözkonusudur; yani, enformasyonu veren
ile alan, bir nevi ast-üst ilişkisine girmişlerdir.
Hiyerarşik ilişki ibaresi sadece enformasyon
toplumunu bilgi toplumu olarak tercüme edenler
arasında değil, bunların kendi iç ilişkilerinde de
mevcuttur. Şöyle denebilir: Dünyada hiyerarşik
olmayan bir toplum var mı? Soru anlamlı olmakla
beraber, bizi hiyerarşiyi "malumat, haber"
esasından "bilgi" gibi itibarlı bir şey esasında
meşrulaştırmak yanlışlığını ifşa edilmesinden
alıkoyamaz. Bilgi toplumu denilerek toplumun bilgi
esasında kurulduğu, toplumsal hiyerarşinin de en
bilgiliden en bilgisize doğru oluştuğu, dolayısıyla
bu topluma muhalefetin de.olsa olsa cahillikten
kaynaklanabileceği iddiası da zımnen ifade
edilmektedir. Bu şekilde sadece vesayetçi
ülkelerin konumları değil, dünya ülkelerinin
konumları da bilgiyle kutsanmış olmaktadır.
Enformasyon ile bilgi arasındaki problem
enformasyonun bilgi yerine konulmasıyla sınırlı
değildir. Bilgi kaynaklarının saklandığı eski zaman
uygulamalarının yerini bilginin herkese her zaman
açık olduğu, bunun için de enformasyon şebekesinin
içine girmenin yeterli olduğu iddia edilmektedir.
TJmberto Eco eski zamanlarda bilgi kaynaklannın
kontrolünün Gülün Adı isimli meşhur romanında şöyle
anlatır: Bir manastırın baş rahibi zengin
kütüphanenin büyük bir kısmını yasaklamıştır.
Ecoiktidar sahiplerinin bilgi kaynaklarına olan
tavrını ima etmek üzere roman kahramanı baş rahibi
bir kör olarak kurgulamıştır. Yasağa rağmen bu
kütüphaneden kitap almak isteyenler özellikle bir
kitabı alanları korkunç bir süpriz beklemektedir:
Kitap zehirlidir ve eldivensiz çevrilirse öldürücü
bir etki yapar. Eco romanda katilin bulunmasına
yönelik polisiye hikayeyi Ortaçağ manastır ve bilgi
problemi tartışmaları fonunda anlatır.
Bugün artık iktidar sahipleri bilgiyi
saklamadıkları iddiasındadırlar. İktidar
prizmasından geçen veya iktidar için üretilmiş
"bilgi" ve enformasyonun o kör baş rahibin kitabı
zehirlemesine benzer bir zehri olabileceğini
düşünmek hiç de komploculuk değildir. İnsanlar
üzerlerine boca edilen enformasyonun -bilgi değil-
seyircisi ve talimat düzeyindekilerin de ancak
uygulayıcısı olmak durumundadır: Özne olabilmek
ancak talimata uymakla mümkün.
Bilgi ile enformasyon farkına yeniden dönersek bilgi
aktif olmayı, özne olmayı ve bilinçli bir emek
sarfetmeyi gerektirir. Kari R. Popper'ın anlattığı
hadise bilinçli emek bakımından öğreticidir. Popper
sınıfa girer, öğrencilere seslenir "Gözlemleyin ve
yazın!" Öğrenciler bir süre sonra şunu sorarlar:
"Neyi gözlemleyelim?" Evet sonsuzluk aleminde
sınırlı bir varlık olduğunu bilen insanın yapacağı
ilk şey herşeyi değil, o sınırlılığı içinde yapacağı
her neyse onu yapmak bilinciyle emeğini o alana
hasretmesidir. Eğer emek bu bilinçle ortaya
konulmazsa insanın emeği kendisi üzerinde kurulmuş
bir egemenliğin bilinçsiz yeniden üretimi dışına
çıkamaz. Halbuki insan olmak,, bilinçli bir emek
sarfetmek ve bilgi üretmek bize en azından egemenlik
ilişkilerinin görülmesi imkânını verir.
|