ENRON SKANDALI
VE SERMAYE PİYASALARI
Emon şirketinin olaylı
bir şekilde iflasını sanıyorum duymayan kalmadı.
Zaten, ABD 'de olan bir şeyi duymamak da artık pek
mümkün değil. Hele böylesine gürültü koparan bir
skandalı. isterseniz olayı kısaca özetleyelim.
2000 yılı ABD'nin en büyük 500 şirketi (Fortune
500) sıralamasında yedinci sırada olan Enron, 1985
yılında birkaç şirketin birleşmesiyle kuruldu ve
kurulduğu anda ABD 'nin en büyük doğal gaz
dağıtıcısı haline geldi. 2000 yılı gelirleri 100
milyar doları aşan Enron, enerji üretimi ve dağıtımı
ile başlayıp, daha sonra enerji ticareti üzerinde
yoğunlaşmış bir şirket. Şirket, zaman içerisinde,
kendi başına adeta bir enerji borsası haline geliyor
ve ABD ile Avrupa'da enerji ticaretinin yüzde
20'sini gerçekleştiriyordu. Bunun yanısıra, şirket
birçok yeni alana da girmişti. Enron, bir yandan
ABD'de enerji piyasasının liberalleştirilmesi için
var gücüyle çabalarken, diğer yandan da bu piyasada
önemli bir oyuncu haline gelmişti.
Şirket'in batışına giden yoldaki en önemli kilometre
taşları, yasal ve/veya yasadışı olarak uygulanan
bazı muhasebe kuralları ve Emon dışında kurulmuş
birçok başka şirket kanalıyla risklerin ve
zararların bilanço dışına çıkarılarak gizlenmesi
olmuştu. Bu işlemlerle ve diğer bazı ilişkiler
sayesinde karlı ve parlak bir görüntü yaratılarak
şirketin hisse senedi fiyatları yükseltilmişti.
Eman'un, Ekim 2001 'de zarar açıklaması ve Kasım
2001 'de geçmişe dönük olarak gelirlerini
düzeltmesiyle başlayan süreç, Aralık başında
şirketin iflasını istemesiyle korkunç sona ulaştı.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken, 2001 yılı başında
80$ ve Ekim ortasında 35$ olan Emon hisse senedi
fiyatı hızla düşmeye başladı ve Şubat 2002 sonunda
0.20$'a indi. Bu keskin fiyat düşüşü sonucunda
yatırımcılar ve emeklilik fonlarını şirketlerinin
hisse senedine yatıran Emon çalışanları büyük zarara
uğradılar.
Bu
trajedinin Emon dışındaki diğer başrol oyuncusu ise
Ünlü bağımsız denetim firması Arthur Andersen (AA).
Emon'un, kamuoyu veya yatırımcılar adına "bağımsız"
denetimini bu firma yapıyordu. Yatırımcılar adına bu
denetimi hakkıyla yerine getiremeyen ve zamanında
gerekli uyarıları yapamayan AA ciddi eleştirilere
maruz kaldı. Öte yandan, Emon 'un kirli çamaşırları
ortaya çıkınca AA firmasında Emon denetiminden
sorumlu olan denetçinin ilgili dokümanların önemli
bir kısmmı kağıt kıyma makinasmdan geçirdiğinin
Olaya çıkışı ise kamuoyunda bardağı taşıran son
damla oldu.
Gelinen noktada görüntü şu: Şirket yöneticileri,
büyük ölçüde, maaş, prim veya hisse senedi
opsiyonları yoluyla, kendi servetlerini artırmak
için yasa dışı ve/veya ahlak dışı davranışlara
girmişler; bu şirketleri yatırımcılar adına
denetlemekle veya izlemekle yükümlü olan bağımsız
denetim şirketleri, derecelendirme şirketleri ve
hisse senedi analistleri görevlerini yapmamışlar;
bütün bu sistemi düzenleyen ve gözeten kamu
kurumlar ise çaresiz kalmışlardı. Emon'la aşağı
yukarı eş zamanlı olarak Global Crossing isimli
telekomünikasyon şirketinde de benzer sorunların
ortaya çıkması ve bu nedenle oluşan güven krizi
nedeniyle borsalarda hisse senedi fiyatlarının
düşmesi konuya daha fazla dikkat çekilmesine yol
açtı. Ayrıca, birçok uzmanın, bu iki şirkette yoğun
bir şekilde görülen yasa ve ahlak dışı uygulamaların
diğer şirketlerde de çok yaygın olduğunu ifade
etmeleri, kamuoyu ve yatırımcılar nezdinde duyulan
endişenin boyutlarını daha da büyüttü.
Böyle bir ortamda Kongre bünyesinde kurulan
soruşturma komisyonlarının birisinin başkanlığını
yapan bir milletvekili, AA'nın Enron denetçisine
şöyle hitap etmeyi uygun buluyordu: "Emon bankayı
soydu, AA kaçacakları arabayı sağladı. Senin de
arabayı kullandığını söylüyorlar". Bütün bu
gelişmeler, sermaye piyasalarını ekonomik, siyasal
ve sosyal sisteminin temeline oturtmuş olan ABD'de
oluyordu. Dünyanın bu en gelişmiş, en iyi
düzenlenmiş ve en etkin oto kontrol mekanizmalarını
kurmuş piyasasında yaşanıyordu bunlar. Pekiyi ne
olacaktı şimdi?
63.4 milyar dolarlık hacmiyle, tarihindeki en
yüksek tutarlı iflası yaşayan ABD üzerinde Enron'un
iflasının etkileri çok boyutlu ve derin olacak. Şimdiden, Bush'la ve Bush yönetimindeki bütün önemli kişilerle geçmişte
ve son bir yıl içerisinde ilişkileri ortaya Çıkan
Enron'un, Bush Yönetimi üzerinde ciddi olumsuz
etkileri oldu bile. Bunun dışında, siyasi sisteme de
çok boyutlu etkileri olacağı da kesin gibi. Örneğin,
partilere ve adaylara şirketce yapılan yardımları
sınırlandırma konusunda yıllardır tartışılan
yasanın, Temsilciler Meclisinden kolaylıkla
geçmesine Enron olayı çok büyük bir destek rüzgarı
sağladı. Öte yandan, Başkan Yardımcısı Cheney'nin
Eman'la ilgili görüşme kayıtlarını vermemekte
direnmesi, Kongı ile Beyaz Saray arasında ciddi bir
çatışma yarattı. Kongre, bu bilgileri alabilmek için
dava açma hazırlığında. B olay, Nixon dönemindeki
Waterga1 skandalı sırasında yaşanan Kong. Beyaz
Saray çatışmasına benzetiliyor
Bu
yazıda, Enron olayının sadece sermaye piyasalarına
yansımaları üzerinde durmak istiyorum. Konuya dört
başlık altında bakmaya çalışacağım.
1.
Şirketlerin ve şirket yöneticilerinin sorumlulukları
ABD,
aile şirketlerinin neredeyse tamamen ortadan
kalktığı bir ülke. Bi yük şirketlerin tamamına
yakını halk açık durumda. Zaten halka açılmada
büyümekte pek mümkün değil. Halk açılındığı zaman da
ailenin kontrolü ço azalıyor veya hiç kalmıyor.
Yani, Türkiye'deki gibi, ortalama halka açıklı
oranının yüzde 30 değil, yüzde 100'ler yakın olduğu
bir piyasa. Dolayısıyla şirketin performansını ve
uygulamalarını "ailenin namusu" olarak
nitelendirebilecek bir sahiplenmenin olmadı böyle
bir ortamda, profesyonel yöneticiler kilit durumda.
Emon da profesyonel yöneticilerin kontrolünde bir
şirket. B yöneticiler, hisse fiyatlarını
olabildiğince şişirerek kendi servetlerini maksimize
etmeyi, ortakların hisse değerlerini maksimize
etmenin yerine koydukla zaman sorunlar başlıyor.
Enron yöneticilerinin, şirketi imajını ve de
değerini yüksek tutma ve enerji politikalarında söz
sahil olabilmek için yaptıkları son derece planlı ve
yaratıcı.
Öncelikle siyasileri arayı iyi tutmak için dolaylı
ve doğrudan birçok politikacının seçim
kampanyalarına yüksek tutarlarda katkıda
bulunuluyor. Bir Texas'lı olan Başkan Bush da buna
dahil. Bu ilişkiler kurulurken her iki partiye de
katkıda bulunularak işler şansa bırakılmamış oluyor.
Diğer yandan, eski ve önemli bazı bürokratlar da
Yönetim Kurulu Üyesi veya danışman olarak şirkete
kazandırılıyor. Bunlardan birisi, eski Emtia Vadeli
İşlemler Komisyonu (CFTC) Başkanı ve Texas SenatörÜ
Phil Gramm'in eşi Wendy Gramm. Yani bir taşla iki
kuş vurulmuş durumda. Gramm'in bir özelliği de,
görevdeyken, başında bulunduğu EFTe'nin, Enron'un
Üzerinde yoğunlaştığı enerji ticaretini Komisyon 'un
denetiminin kapsamı dışında tutma kararını vermesi.
Diğer yandan, medyanın kilit yorumcuları,
ekonomistler ve program yapımcıları ile ilişkiler
kurularak medya kontrol altına alınmaya çalışılıyor.
Basın mensupları ve sık sık basında yorumları yer
alan bazı ekonomistler şirketin "Danışma Kurulu"na
alınarak, sadece birkaç kez toplantıya katılıp
konuşma yapması karşılığında yılda 100 bin dolara
varan ödemelere hak kazanıyorlar!
Özellikle borsa rüyasının sona erdiği son iki yılda,
ABD'de sorgulanan konulardan birisi de, şirketler
zarar ederken, şirket yönetici_erinin milyonlarca
dolar tutarındaki primleri almaları. Bu uygulamanın
mantığını anlamak gerçekten çok zor. Emon'dı da
durum çok farklı değil. Son iki yıl içerisinde,
şirket gerçekte zarar ederken, hisse senetlerini
satan bazı yöneticilerin elde ettikleri gelirlere
bakıldığında insanın dudakları uçukluyor.
Şirket yöneticilerinin ortakların menfaatini gözeten
bir çerçevede ve tam bir şeffaflık altında hareket
etmeleri gerekirken, Emon örneğinde görülen,
yukarıda kısaca özetlediğimiz gibi, gayet planlı
bir şekilde belli bir "imaj" yaratma amacına
yönelik bir yönetim stratejisi. Aslında,
yöneticilerin insiyatifiyle, olanın olmamış gibi,
olmayanın olmuş gibi gösterilmesine imkan verecek'
bir yapı yaratılıyor. Bu arada, yöneticilerin bu
çabalarını sorgulamak ve denetlemek durumunda olan
şirket yönetim ve denetim kurullarında oturan
kişiler de görevlerini tam olarak yapmıyorlar. Son
yıllarda özellikle Anglosakson Ülkelerde
geliştirilmeye çalışılan Şirket Yönetim İlkelerinin
(Corporate Governance) temelinde yatan birçok
ilkenin ise ya gözardı veya manipüle edildiğini
görüyoruz.
2.
Bağımsız denetim firmalarının, analistlerin ve
derecelendirme şirketlerinin sorumluluğu
Pekiyi AA firmasının görevini yapmaması sadece bir
tesadüf mü? Enron'un denetimiyle görevlendirilen
denetçinin çeşitli nedenlerle görevini ihmal etmesi
mi? Maalesef işler bu kadar basit değil. Burada çok
derin ve karmaşık sistematik sorunlar var. Zaten
meseleyi bu kadar içinden çıkılmaz yapan da bu.
Bu
sorunlardan bir tanesi, bağımsız denetim
şirketlerinin son yıllarda yoğun bir şekilde
danışmanlık işine girmeleri. Hatta gelirlerinin büyük kısmının artık bağımsız
denetimden değil, danışmanlıktan gelmesi. Emon'da
da bunu görüyoruz. 2000 yılında, Enron, denetim
için AA'e 25 milyon dolar öderken, danışmanlık için
27 milyon dolar ödüyor. Danışmanlık önemli bir
gelir kaynağı haline gelince, denetim şirketlerinin
daha fazla danışmanlık geliri elde edebilmek için
şirketlerle aralarını "iyi tutmaları" önem
kazanıyor. Bu durumda da denetim işinin sağlığı
gündeme geliyor. Bu tehlikeyi gören bir önceki
Menkul Kıymetler ve Borsalar Komisyonu (SEC) Başkanı
Arthur Levitt, danışmanlıkla denetim işinin
birbirinden ayrılması için yoğun bir girişim
başlatmıştı. Ancak, kuvvetli bağımsız denetim
lobisini aşması mümkün olmadı.
Emon olayından en büyük darbeyi alan kurumlar AA
firmasının şahsında "bağımsız denetim şirketleri"
oldu. Bilindiği üzere bu şirketler, ilgili kamu
kurumlarının bu kadar çok sayıda ve kapsamda
denetimi yapamamaları nedeniyle, kendilerine kamu adına halka açık
şirketleri denetleme yetkisi verilmiş şirketler.
Paralarını şirketten almakla birlikte, kamu ve
yatırımcılar adına bu denetimi yapmaları gerekiyor.
Yani şirketi değil, yatırımcıları korumak asli
görevleri. Emon olayında AA firmasının yaptıkları
veya yapmadıklarını
gören yatırımcılar ve şirket çalışanları kendilerini
adeta "ihanete uğramış" gibi hissediyorlar.
Danışmanlık ile denetim işi birbirinden ayrılsa
sorun bitecek mi? Birçok uzman bu konuda umutlu
değil. Umutlu olmamanın arkasında birçok soru ve
endişe yatıyor. Bir kez, denetim işini yapan
kişilerin performansı getirdikleri parayla
ölçülüyor. Bu durum, denetçinin ağırlığı başka
taraflara vermesine yol açıyor. Öte yandan, birçok
şirkette, daha önce bağımsız denetim şirketi elemanı
olarak söz konusu şirketi denetlemiş kişiler çalışıyor.
Bundan dolayı, birçok denetçi, denetlediği şirketi
gelecekteki muhtemel işvereni olarak görüyor. Böyle
bir yapı oluşmuş. Bu durumda, denetçinin potansiyel
işverenine karşı hakkıyla denetim yapması nasıl
mümkün olabilir? Ayrıca, denetçi, denetimi yaparken
çoğu zaman karşısında eski meslektaşlarını veya
amirlerini buluyor. Bu da denetimin başarısını
azaltan bir durum. (Bu sorunları önemseyen SEE,
denetçinin denetim yaptığı şirkette çalışmasını
engelleyecek bir düzenleme üzerinde çalışmaya
başladı bile). Diğer yandan, bütün bu sorunlar
nedeniyle, denetim işini, ilk başlardaki gibi,
sadece kamu otoriteleri yapsın diyenler çoğalmaya
başladı.
Bir diğer sorumlu alan hisse senedi analistleri.
Analistler, yatırımcılara ve portföy yöneticilerine
hisse tavsiyelerinde bulunuyorlar. Yatırım
bankaları bünyesinde görev yapan bu analist1erin
"tavsiye" işini hakkıyla yapamamalarının önünde
çeşitli yapısal engeller var. Bunlardan ilki,
bünyelerinde çalıştıkları yatırım bankalarıyla
ilgili. Bankaları şirketin hisse ve tahvil
ihraçlarına aracılık ediyorsa, birleşme ve şirket
satın alma gibi alanlarda danışmanlık hizmeti
veriyorsa analistlerin de "tarafsız" kalmaları ve
bütün bu işlerden bağımsız tavsiyelerde
bulunabilmeleri mümkün olamaz diyenler çok sayıda.
Emon olayında da bu görülüyor. Enron'un, menkul
kıymet ihraç işlerini koz olarak kullanarak, yatırım
bankalarını, risklerini aktarmak amacıyla kurduğu
şirketlerin hisse senetlerine yatırım yapmaya
zorladığı iddia ediliyor. Bu hisselerin de,
analistler tarafından, çeşitli fonlara ve
yatırımcılara "tavsiye" edildiğinden endişe
duyuluyor. Bu sorunları aşmak için, analist!erin,
şirketin aracılık yaptığı menkul kıymetler üzerinde
belirli bir süre işlem yapamaması, gelirlerinin
şirketin aracılık faaliyetlerine bağlı bir bölümü
varsa bunu açıklamaları, eğer bir hisse senedine
kendisi sahipse o şirketle ilgili analiz yaparken
bunu açıklaması gibi kurallar tartışmaya açıldı.
Sorunlu alanlardan bir diğeri de derecelendirme
şirketleri. Enron olayı, şirketlerin borçlarını geri
ödeme kapasitesini sürekli izleyen ve buna göre
şirketleri derecelendiren bu şirketlerin de
görevlerini tam anlamıyla yapamadıklarını ortaya
çıkardı.
Başka hiçbir iş yapamadıkları için, yukarıda
bağımsız denetim şirketleri ile analistler için
bahsedilen menfaat çatışması bu şirketler için söz
konusu değil. Ama derecelendirme şirketleri de
ücretlerini derecelendirdikleri şirketten alıyorlar.
Ancak, derecelendirme, esas olarak açıklanmış
finansal tabıolar ve bilgiler üzerinden
yapıldığından, gerçek bilgilerin saklandığı bir
ortamda derecelendirme şirketlerinin işlevlerini tam
olarak yerine getirmeleri de çok kolay değil.
3.
Düzenleme ve gözetim yapan kamu otoritelerinin
sorumluluğu
Şirket yöneticileri, bağımsız denetçiler ve
analistlerin görevlerini yerine getiremedikleri bir
ortamda düzenleyici otoriteciler neler yapıyorlardı?
İlk 'aşamada özellikle bağımsız denetim
şirketlerine yoğunlaşan spotlar, ikinci aşamada
ilgili kamu kurumlarına yöneliyor. SEE ve muhasebe
standartlarıyla ilgili Mali Muhasebe Standartları
Kumlu (FASB) neredeydi? Bağımsız denetim
şirketlerinin kendi öz düzenleyici kurumu,
Amerikan Yeminli Mali Müşavirler Enstitüsü (AICPA)
bu sorunların farkında değil miydi? Bu kurumlar
üzerlerine düşeni yaptılar mı? Bundan sonrası için
neler yapılması gerekiyor?
Düzenleyici otoritelerin görevlerini hakkıyla
yerine getiremediği alan olarak üzerinde mutabakat
sağlanan konulardan birincisi muhasebe
'standartları.
Günümüzün gittikçe karmaşıklaşan ticari ve finansal
ortamında bu kuralların çok hızlı bir şekilde gözden
geçirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, şirketler
bilerek veya bilmeyerek farklı uygulamalara girip,
yatırımcılar açısından risk doğurabilecek sonuçlara
yol açabiliyorlar. ABD' de şimdi bu konunun üzerine
gidilerek, FASB'ın daha hızlı ve etkin çalışmasını
sağlayacak yollar aranıyor. Diğer yandan, ALCPA'nın
görevini tam olarak yerine getirmediği, kurallara
uymayan üyelerine çok hafif cezalar verdiği ve bu
cezaların da büyük bir gecikmeyle verildiği ifade
ediliyor. SEE, kendi üyelerini korumayı asli
görevini yerine getirmeye tercih eden ALCPA yerine
yeni bir düzenleyici kurum oluşturma aşamasında.
Diğer bir sorun, halka açık şirketleri ve bağımsız
denetim şirketlerini denetlemek ve gözetimini yapma
durumunda olan SEC'in kendisiyle ilgili. SEE,
uyguladığı ücret politikası nedeniyle son yıllarda
uzmanlarını sürekli olarak kaybeden bir kurum
konumunda. Hem ücretlerin, hem de istihdam edilecek
uzman personel sayısının artırılmasına imkan verecek
bir bütçe artışının elzem olduğu genel olarak kabul
görmüş durumda. Diğer yandan, politik tercihler
nedeniyle bazı alanlarda adım atılmasını güçleştiren
yapıların varlığı ve Kongre'den gelen engellerin
SEC'in hareket alanını daralttığı da bilinen bir
gerçek.
4. Yatırımcıların sorumluluğu
Yatırımcıların hataları yok mu? Elbette var. Artık
sadece Türkiye'de değil, ABD'de ve dünyanın birçok
ülkesinde yatırımcıların önemli bir kısmı hisse
senetlerine yatırım yaparken çok kısa vadede, çok
büyük paralar kazanma hayalleriyle hareket
ediyorlar. Teknolojinin bilgi akışını ve
haberleşmeyi hızlandırması, artık yatırımcıların
saniyeler içerisinde işlem yapmasına imkan veriyor.
Böyle bir ortamda hisse senedinin uzun vadeli bir
yatırım olduğu unutulmuş gibi. Herkesin işine
geldiği ve teknoloji de mümkün kıldığı için
yatırımcıların sürekli işlem yapmaları teşvik
ediliyor. 1990'lı yıllarda ABD'de internet ve dot-com
şirketlerinden çok kısa sürelerde milyonlarca dolar
kazanan bazı yatırımcılar da bu beklentiyi
destekler birçok örnek yaratmış durumda.
Yatırımcıların bir kısmı hala bu rüyadan
uyanamadılar. Şirketin gerçekte hangi değeri
yarattığını ve neye sahip olduğunu yeterince
araştırmadan, yaratılmaya çalışılan illüzyona
kapılıyorlar. Federal Reserve Başkanı Alan Greenspan,
Enron olayı ile ilgili olarak Kongre'deki
soruşturma komisyonu toplantısında şunları
söylüyordu: "Çıkarılması gereken derslerden birisi,
Enron'un, ciddi tutarda bir fiziki mal varlığına
sahip olmaksızın, yarattığı şöhret ve beceri imajına
dayanarak çok büyük bir piyasa değerine ulaşmasıdır.
Bu çok riskli bir durumdur".
Türkiye ne yapmalı?
ABD sermaye piyasaları dünyanın en büyük
rakamlara, en çok sayıda kurum ve enstrümana ve en
detaylı düzenlemelere sahip piyasaları. Türkiye, bu
anlamda ABD ile karşılaştırılamaz. Ancak, bu durum,
henüz büyütmeye ve derinleştirmeye çalıştığımız
sermaye piyasalarımızın sağlıklı bir geleceğe
kavuşması açısından Enron olayından alabileceğimiz
dersleri azaltılıyor. Sorumluluğa ve şeffaflığa çok
önem veren, mağdur olan insanların mahkemelerde dava
açarak kolaylıkla milyonlarca dolar tazminat
alabildiği, kuralların ve yargı sisteminin göreli
olarak çok iyi işlediği Anglosakson bir yapıda
bunlar oluyorsa; dostları kollamanın ve onlarla
bilgi paylaşımının bu kadar olağan karşılandığı,
yaptırımların yetersiz olması nedeniyle yasalara
uymamanın adeta kural olduğu, açıklık ve
şeffaflıktan ise geleneksel olarak pek hazzetmeyen
bir kültürde neler olmaz? Burada, aslında,
Anglosakson dünyasının ürünü olan menkul kıymetler
piyasalarını, kıta Avrupası kültür ve yasal yapısı
içerisinde geliştirmeye çalışmanın derin ikilemine
parmak bastığımın farkındayım.
İnsanlar ve toplumlar, çoğunlukla, kendi
hatalarından öğrenmeyi tercih ederler. Belki bu bir
tercih değil, kaçınamayacağımız bir gerçek. Oysa,
başkalarının hatalarından öğrenileenin
sağlayabileceği faydalar o kadar da çok olabilir ki!
İşte Enron olayı bunlardan birisi. SPK ve İMKB
'yi, eğer şu ana kadar başlatmadılarsa, Enron
konusunu Türkiye perspektifinden incelemeye, hatta
bu amaçla bir uzmanlar ekibi oluşturup, SEE ve
piyasa nezdinde araştırma yapmak üzere ABD 'ye
göndermeye, bunun sonucuna göre mevzuat ile
uygulamalardaki eksiklik ve açıkları gidermek için
çalışma başlatmaya davet ediyorum.