Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Esnaf ve Sanatkarlar (Kavramsal, Yapısal ve Güncel Sorunlar) 

Sayıları 5 milyona ulaşan Esnaf ve Sanatkarlarımız, sıkça dile getirildiği gibi toplumumuzun ve ekonomimizin istikrar unsuru ve orta direğidir. KOBİ dediğimiz Küçük ve Orta Boy İşletmeler ise yasal tanımıyla, imalat sanayii sektöründe faaliyet gösteren ve sayılarının 200 bin civarında olduğu sanılan sanayi işletmelerini kapsamaktadır. 

Yapılan bir araştırmaya göre, imalat sektöründe faaliyet gösteren KOBİ'lerin yanlızca %3'lük bir bölümü esnaf ve sanatkar konumundadır. Dolayısıyla KOBİ kavramı, yasal unsurları itibariyle ve çoğunlukla, sanayi­ci statüsünde bulunan meslek mensuplarını ifade eden bir kavramdır. Daha açık söyleyişle ve sanılanın aksine yürürlükteki yasalarımıza göre KOBİ denilince genelde esnaf ve sanatkarlarımızın ifade edilmediği bilinmelidir. Bu ayrıma değinmemizin nedeni, KOBİ'lerle ilgili olarak öngörülen teşvik mekanizmalarının esnaf ve sanatkarlarımıza getirişinin %3 gibi son derece sınırlı düzeylerde kalacağına dikkat çekmek içindir. 

Esnaf ve Sanatkar kavramı ekonomik olmaktan ziyade sosyal bir anlam içerir ve bu meslek grubu daha çok, ekonomideki mikro kaynakları değerlendirerek kaynak israfını önleyen bir kesimdir. Esnaf ve Sanatkarlar, aynı zamanda küçük boyutlu işletmeler formunda olduğu için KOBİ'lerin sahip olduğu esneklik ve koşullara süratli uyum avantajlarına da genelde sahiptirler. 

1998 yılının ikinci yarısından itibaren Türk ekonomisinde görülen daral­ma, tüm toplumsal kesimleri olduğu gibi Esnaf ve Sanatkarlarımızı da olumsuz olarak etkilemiştir. 

1.     Yapay Ekonomik Yoğunlaşmalar Karşısında Esnaf ve Sanatkarlar 

Ekonomideki daralmanın yanı sıra, son dönemlerde sanayi ve hizmetler sektöründe gözlenen ekonomik yoğunlaşma da, yan sanayi konumunda bulunmayan KOBİ'lerle, esnaf ve sanatkarlarımızı güç durumda bırakmıştır.

Gerçekten de, esnaf ve sanatkarlarımızın güncel ve temel sorunlarını oluşturan; (1) finansman yetersizliği, (2) ekonomik daralma sonucu ortaya çıkan talep yetersizliği, (3) mesleki eğitim, (4) sosyal güvenlik sorunlarına, bugün bir de yapay ekonomik yoğunlaşma olgusu eklenmiştir.

 Ölçek ekonomisinin üstünlüklerinden yararlanma amacını güden gerçek bir yoğunlaşma, ekonomik rasyonalitenin gereği olduğu sürece kuşkusuz yararlıdır. Böylesi bir rasyonel ekonomik yoğunlaşmaya hiç kim­senin itirazı olamaz. Sorun, ekonomik bir rasyoneli olmadığı halde esnaf ve sanatkarlar ile KOBİ'ler aleyhine gözlenen yapay yoğunlaşmalardır. Nitekim ekonomi literatüründe; bir taraftan "ölçek ekonomisi"nin yan sanayi konumundaki imalat sanayii işletmeleri dışında artık fonksiyonunu tamamladığı ileri sürülürken, diğer taraftan ve bununla çelişkili bir' yaklaşımla çoğu sektörde "çeşit ekonomisi" ilkelerinin tersine aşırı yoğunlaşmalara gidilmesi dikkat çekicidir.

Sanayi sektöründeki hantal entegre tesislerin yanı sıra hizmet sek­töründe son dönemlerde giderek önem ve ağırlık kazanan hiper ve gros­marketler bunun en dikkat çekici örnekleridir. Günümüzde kent merkez­lerinde açılan hipermarketlerin neden olduğu trafik sıkışıklığı ve çevre kirliliği bir yana, bu kuruluşların, bakkal işletmeleriyle aynı fonksiyonları yerine getirmek üzere artık kenar mahallelerde bile kurulmaya başlanması, ekonomik yönden rasyonel bir gelişme olarak kabul edilemez.

 Türkiye'de perakende ticaretinin yıllık hacminin 50 Milyar $ civarında olduğu ileri sürülmekte ve bunun 23 Milyar $'lık bölümünün, gıda mad­deleri ve dayanıksız tüketim mallarından oluştuğu tahmin edilmektedir. 23 Milyar $'lık gıda maddeleri ve dayanıksız tüketim malları perakende ticare­tini, 120 bin bakkal ve 60 bin büfe ile 4250 organize Büyük Mağaza (Hiper ve Grosmarketler) ve satış alanı 50 m2'nin üzerinde bulunan 17300 orta ve supermarket paylaşmaktadır.

 Yapılan tahminlere göre bu rakamın 6 milyar $'lık bölümü (%26'sı), hiper ve grosmarket olarak da isimlendirilen Büyük Mağazalar ile orta ve süpermarketlere, 17 Milyar $'lık bölümü (%74'ü) ise esnaf ve sanatkarlara (Bakkal, Kasap, Manav, Büfeci vb. esnaf) aittir.

 Hiper ve grosmarketlerin piyasa paylarındaki artış, sadece bakkalları değil, kasap, manav, kuruyemişçi, şarküterici, ayakkabıcı, kırtasiyeci ve benzeri 80'e yakın meslek grubunda faaliyet gösteren esnafımızı da olum­suz yönde etkilemektedir.

 Hiper ve grosmarketlerin, trafik ve çevre kirliliği sorunlarına neden olduğu da bir başka gerçektir.

Ülkemizin perakende emtia satıcılarına, hipermarketlere, grosmar-ketlere, şokmarketlere, ya da benzeri satış merkezlerine ihtiyacı yoktur. Tersine, bugün ülkemizin ihtiyacı, bilim ve teknoloji ağırlıklı üretim, sanayileşme ve marka oluşturarak dünya ile rekabet edecek girişimcil­erdir. Gerçekten de, ülkemizde girişimci eksikliği en yüksek noktasındadır. Özellikle son yıllarda yakamıza yapışan rant ekonomisi ile "girişimcilik" büyük yara almışken ve dünyanın sinai ve ticari gelişiminde ülkemizin payı azalırken, bu konuda önemli çıkışlar yapmasını beklediğimiz, kendisi­ni bu alanda defalarca kanıtlamış başarılı sanayici ve girişimcilerimizin, kaynaklarını böylesi sığ alanlara yöneltmesi kaygı vericidir. Bunun, ülkem­iz açısından kaynak israfı anlamına geldiği, asla ekonomik olmadığı çok açıktır. Boş bulunan bir alan yerine, kısa vadeli çıkarlarla ve "para/ kâr" hedef alınarak, dolu bir alana zaman ve kaynak tahsisi kuşkusuz rasyonel değerlendirilemez. Sanayici ve girişimcilerimizin, içerisinde bulunduğumuz bilgi çağında, bilgi ekonomisini geliştirmek, teknolojik standartları yükseltmek, Batı teknolojisini yakalayarak 2000Tİ yıllara ayak uydurmak, bu konuda öncülük yapmak yerine, milyonlarca insanın ekmek yediği bir alanda, küçük sermayeleriyle faaliyet gösteren esnafımızla rek­abete girişmeleri mikro açıdan adil değildir, makro açıdan akılcı değildir. Bakkal esnafının ekmeğine ortak olmak, bakkalların kendi işyerlerinde işçi olarak çalışmasına neden olacak girişimlere yol açmak, birçok olumlu değeri heder etmek anlamına da gelir. Çünkü öngörülen yeni yapılanma tarzı, ister istemez girişimciliği yok ederek, orta sınıfın vazgeçilmez küçük girişimci grubunu, çok da uzun olmayan bir sürede ücretli durumuna düşürecektir. 

Kaldıki, onbinlerce esnafımızın piyasalardan çekilmesinin, Sanayici ve Toptancılarımızı da benzeri güçlüklerle karşı karşıya bırakacağı açıktır. Önce toptancılar devre dışı kalacak ve ardından da üretici firmalarımız, oligopol piyasalarına dönüşmüş kısıtlı rekabet ortamında üç beş hipermar-ketin kontrolüne girecektir. Oluşan yeni koşullarda alım-satım miktar ve fiyatları, doğrudan bu kuruluşlarca belirlenecek, böylece promosyon ve özel indirim aktiviteleriyle gelişip büyümelerine katkıda bulunduğumuz hiper ve grosmarketler sonuçta, çoğu üretici kuruluşumuzun piyasadaki yerlerini üç beş büyük üretici kuruluşa terk etmelerine neden olacaktır. 

Ekonomik ve sosyal dengeler ile tüketicilerin korunması, trafik ve çevre sorunlarının önlenmesi bakımından Büyük Mağazaların faaliyet­lerinin bir kurala bağlanması gereklidir. 

T.C. Anayasasının 173'üncü maddesi, "Devlet esnaf ve sanatkarı koruyucu ve destekleyici tedbirleri alır" şeklinde emredici bir hüküm içer­diği halde Türkiye, Anayasalarında böyle bir hüküm dahi bulunmayan Avrupa ülkelerinden çok geride kalmıştır. 

Halen Başbakanlıkta bulunan "Büyük Mağazaların Kurulmasının İzne Bağlanması Hakkında Kanun Tasarısı" İtalya'da 1971 yılında, Almanya'da 80'li yıllarda ve Fransa'da ise 1996 yılında yürürlüğe konulmuştur. Ayrıca gelişmiş ülkeler, Büyük Mağazaları sadece şehir dışına çıkarmamış, çalışma gün ve saatlerine de sınırlama getirmiştir. Bizde de benzeri hukuk düzenlemelerin yürürlüğe konulması zorunluluğu vardır. Bu yalnızca Avrupa Birliği müktesebatına uyumun değil ekonomik rasyonalitenin de gereğidir.

2. Esnaf ve Sanatkarlara Yönelik Devlet Destekleri 

Uygarlıklar tarihi, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin de tarihidir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna, sanayi toplumundan bilgi toplumu­na dönüşüm uygarlık düzeyinde birer sıçramadır.

Her toplumsal dönüşüm, çözümlenmesi gereken pek çok sorunu da beraberinde getirir. Dönüşümün yaşandığı süreçlerde, bazı toplumsal kes­imlerin önemi azalırken, kimi toplumsal kesimlerin önemi artar ve/veya yeni toplumsal gruplar ortaya çıkar.

 Nitekim, tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşüm, tarımsal kesim ile geleneksel küçük işletmeci ve ticaret erbabı için büyük toplum­sal sıkıntılar yaratmıştır. Kırsal alanda geçimini temin edemeyen insanların şehirlere akın etmesi, kentsel sorunları arttırmış, şehirlerin hemen yanı başında gettolar oluşmaya başlamıştır. Kentsel düzeni tehdit eden bu çarpık yapının, sosyal patlamalara dönüşmeden düzeltilmesinin büyük kaynaklara ihtiyaç göstermesi, öncelikle köyden kente göçün durdurulmasını gerektir­miş, bu da tarımsal destekleme (sübvansiyon) kavramını gündeme getir­miştir.

Öte yandan, sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan kitlesel üretim, ticarette büyüme ve entegrasyon sürecini başlatmış, bu gelişmeler de geleneksel esnaf ve sanatkar kesiminin önem ve fonksiyonlarını azaltmıştır. Giderek güç kaybeden ve piyasadan çekilen bu kesimin yaratabileceği benzeri sosyal sorunların önlenebilmesi için de devletçe desteklenmesi gereği ortaya çıkmıştır. 

Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş süreci tamamlanıncaya kadar bu süreçten zarar gören toplumsal kesimlere devlet, destek vermek zorundadır. Bu destek, sanayileşme süreci tamamlanıncaya, tarım sek­törüyle esnaf kesimi, yapısal dönüşümün koşullarına uyum sağlayıncaya, yeni ekonomik paylaşım ve sınıfsal yapılanma tamamlanıncaya kadar devam etmek durumundadır. Kaldı ki bugün, sanayileşme sürecini tamam­layan ve bilgi ekonomisi sürecine giren batı toplumlarında dahi ekonomik bir zorunluluk olmadığı halde, sırf sosyal dayanışma ve hakça gelir paylaşımı kaygısıyla, destekleme uygulamalarına devam edilmektedir. İlginç olan ise destekleme politikalarının bu ülkelerdeki rakamsal boyut­larının, aynı konudaki yapısal dönüşüm çalışmaları nedeniyle daha büyük kaynaklara ihtiyaç duyan az gelişmiş ülkelerin bile çok üzerinde bulun­masıdır.

Ülkemizde bugün uygulanması gereken destekleme modeli, tarım toplumdan sanayi toplumuna geçiş sürecinin sorunlarını asgariye indirmeli ve bu geçişi süratlendirmelidir. Bu nedenle sanayileşme sürecini tamam­lamış batı ülkelerinin destekleme uygulamalarından yararlanmak uygun, ama bunları aynen ve tartışmaksızın benimsemek yanlıştır. 

Ülkemizin Devlet destekleme politikalarının amaç, hedef ve ilkeleri, gelişmiş ülkelerinkinden farklı olarak belirlenmek durumundadır. Bizim destekleme politikalarımızda temel amaç; yapısal dönüşümden zarar gören toplumsal kesimlere destek vermek, onları üretken kılmak ve rekabet üstünlüğü kazandırmak olmalıdır. 

Esnaf ve sanatkarlar için düşük faizli kredi desteği, bu kesimin üretimi­ni artırıcı, rekabet gücünü geliştirici bir araç olmalıdır. Ülkemizde sanay­ileşme süreciyle birlikte sorunları giderek artan esnaf ve sanatkarlarımızın desteklenmesi için uygulanan yegane politika aracı, düşük faizli kredi uygulamasıdır. Türkiye Halk Bankası aracılığıyla Hazineden faiz sübvan­siyonları şeklinde sürdürülen bu uygulamaya, istikrar programı gerekçe gösterilerek başlangıçta tümüyle son verilmiş, ancak daha sonra toplumsal baskılar sonucu uygulamanın kısmen de olsa sürdürülmesine karar veril­miştir. Bugün esnaf ve sanatkarlara yönelik olarak sürdürülen kısmi düşük faizli kredi uygulamaları, üretimi ve üretkenliği artırma gibi özel bir amacı bulunmayan, sosyal yanı ağır basan kimi uygulamalar niteliğindedir. Halihazırdaki uygulama biçimiyle model, sosyal fonksiyonları dışında bir amaç ve anlam taşımamaktadır. Üretimi ve verimliliği gözetmemesi, uygu­lamanın yıllar içinde kaldırılacak olması nedenleriyle, bugün uygulanan model   orta   ve   uzun   vadede  esnaf  ve   sanatkarlarımızın   yararına değerlendirilemez. Yapılması gereken, bu toplumsal kesimi, düşük faizli ve sosyal amaçlı kredi uygulamalarıyla desteklemenin yanı sıra, onları sanayi toplumunun yeni üretim sektörleri ile katma değeri yüksek yeni mal ve hizmet üretimlerine yönlendirmektir. Bunun için uygulanacak politikalar selektif olmalı, sanayi toplumunun ve giderek bilgi toplumunun olası koşullarına uygun bulunmalıdır. Yapılması "gereken; tarımdaki doğrudan gelir desteği ile esnaf ve sanatkarlara yönelik düşük faizli kredi uygula­malarını, yeni ekonomik ve toplumsal yapının öngördüğü amaçları gerçek­leştirmeye yönlendirmek olmalıdır. 

3. Esnaf - Sanatkarlar ve Sol Siyaset 

Sanayi toplumunun yerini sanayi sonrası topluma bırakması ve üretim ilişkilerinin yeniden biçimlenmesi sonucunda değişen ekonomik yapının yanı sıra, siyasal bağımlıklar da değişmeye başlamıştır. Değişen ve gelişen yeni toplumsal yapı içerisinde sosyal demokrat partilerin de kendilerini bu yeni koşullara hazırlamaları gerekmektedir. Sosyal demokrat partiler artık yalnızca işçi sınıfına dayanarak iktidar olma hedeflerini bir kenara koyma sorunuyla karşı karşıyadır. Başka sosyal kesimler aleyhine giderek küçülen bir işçi sınıfı, özellikle özgün koşulları nedeniyle Türkiye'de tek başına bir sosyal demokrat partiyi iktidar yapamaz. Nitekim, başta İngiliz İşçi Partisi ile Alman Sosyal Demokrat Partisi olmak üzere bu gerçeği gören bazı sol partiler, bir süredir yeni arayışlar içerisindedir. İktidara uzanabilmek için işçi sınıfının yanı sıra, şimdiye kadar kendilerine oy vermeyen orta yolcu kitlelere de açılmanın yollarını arıyorlar. Hatta bu arayış sürecinde İngiliz İşçi Partisi lideri Tony Blair, Marksist öğretiyle köprüleri atacak kadar ileri gitmiştir. Kuşkusuz yapılması gereken, sosyal demokrasinin ideolojik temellerini inkar etmek değildir. Bu temel ilkelerden, Fransız ve İtalyan sosyal demokrat partileri örneği taviz vermeden yeni toplumsal kesimlere yönelmektir. Bu yeni toplumsal aktörler kimler olabilir veya kimler olmalıdır? sorusuna ilk akla gelecek cevap,"geçimini sermayesinden ziyade emeği ile sağlayan esnaf ve sanatkarlarımız" olmaktadır. Özellikle küçük sanatkarlarımız, emek ağırlıklı iş süreçleriyle işçi sınıfının en doğal müttefikidirler. Küçük sermayeli esnaf kesimi için de aynı yoğunlukta olmamakla beraber benzer şeyleri söylemek mümkündür.

 Esnaf ve Sanatkarlar, yasal tanımıyla; geliri ancak geçimini temin ede­cek kadar az olan toplumsal kesimdir. Bugün yurdumuzun pek çok köşesinde gelir düzeyi itibariyle işçi sınıfından çok daha güç koşullarda çalışan esnaf ve sanatkarlarımız, sosyal demokrat partilerin en doğal müt­tefiki ve hedef kitlesidir. 

Sosyal demokratların bugüne kadar, esnaf ve sanatkarlara yaklaşımı, genelde bilimsel herhangi bir çalışmaya dayanmaksızın sırf olumsuz ide­olojik değerlendirmeler düzeyinde kalmıştır. Ülkemiz koşullarında bu kes­imi oluşturan 5 milyon meslek erbabının yaklaşık 2 milyonluk bölümünü, esnaf ve sanatkarlar yanında çalışan çırak, usta ve kalfa statüsünde olup İş Kanunu kapsamı dışında çalışan ücretli kesim oluşturmaktadır. Bu husus, bugüne kadar hiç göz önünde bulundurulmamıştır. Bu rakama taksi sahip­leri yanında ücretli veya ondalıkçı olarak çalışan şoförler de eklendiğinde 2,5 milyona ulaşan bu çalışan kitlenin, gerçekte emekçi konumunda bulun­duğu tartışmasızdır. Kalan 2,5 milyonluk kesim ise sınırlı sermayelerine emeklerini katarak elde ettikleri düşük gelirlerle yaşam mücadelesi veren yarı-emekçi insanlardır. Bunların toptancı bir yaklaşımla işveren-sermayedar kategorisinde değerlendirilmesi fiili ve ideolojik gerçeklere uygun düşmemektedir.

Yaklaşık 2,5 milyon civarındaki emekçi ve 2,5 milyon dolaylarındaki yarı-emekçi konumundaki toplam 5 milyonluk bu kitle, sosyal demokrat­lar için küçümsenemez bir hedef kitledir. Bu büyüklük, Türkiye'de 800 bin civarında olduğu söylenen sendikalı işçinin, imalat sanayiinde çalıştığı tah­min edilen toplam 2 milyon 700 bin işçinin de oldukça üzerinde bir rakamdır. Kaldı ki, 1980'1İ yıllarda başlayan ekonomik yoğunlaşma ile 1998 yılının ikinci yarısından itibaren Türk ekonomisinde görülen daralma, esnaf ve sanatkarları ekonomik yönden çok güç durumlara düşürmüştür. Son on yılık süreç içerisinde esnaf ve sanatkarlarımız ya işyerlerini kap­atarak işçi ordusuna katılmakta ya da zorlukla ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Esnaf ve sanatkarlarımızın bugün karşı karşıya bulundukları objektif koşullar, sosyal demokratların ilgisiyle subjektif- koşullar da oluşturulabildiği takdirde, bu toplumsal kesimin, sosyal demokratların yeni ve en dinamik hedef kitlesi konumuna gelebileceğini göstermektedir. 

Sosyal demokratların yıllardan beri yaptığı yanlış; sınırlı sermayelerini büyüterek tacir ve sanayici olma arzusu içinde bulundukları gerekçesiyle bu kesimin, sermaye kesimiyle aynı kefeye konulmuş olmasıdır. Bu, kuşkusuz teorik değil yaşamsal gerçeklerle ilgili bir yanılgıdır. Saatlerce ateşin karşısında çalışan bir demirci sanatkarını, bir bakırcı ustasını, bir fırıncı esnafını, büyük sermayeli ve yanında onlarca işçi çalıştıran bir sanayici ile aynı kategoride değerlendirmemek gerekir.

Kaldı ki, gelişen ekonomik koşullarda ticari ve sınai işletmelerde gözlenen yoğunlaşma, esnaf ve sanatkarlarımızı sermaye kesiminden bütünüyle koparmak üzeredir. Güncel bir örnek vermek gerekirse, hiper ve grosmarketler faaliyete geçerken civarda bulunan ve 80 faaliyet kolunda ekmek mücadelesi veren yüzlerce esnaf ve sanatkar işletmesinin de kapanmasına neden olmaktadır. Bunun da başta istihdam sorunu olmak üzere pek çok yeni toplumsal soruna neden olduğu bilinmektedir. İşlerini kaybetmiş insanlar, hiç iş sahibi olamayanlara kıyasla emek-sermaye kümeleşmesinde daha bir bilinçle saf tutabilirler. 

Azalan rekabet şansları nedeniyle gelir düzeyleri düşen ve yaşam mücadelesi veren bir kısım esnaf ve sanatkar da, içerisinde bulundukları olumsuz koşullar gereği giderek diğer çalışan kesimlere yaklaşmaktadır. Bu nedenle, kabuk değiştiren yeni toplumsal yapı karşısında sosyal demokratlar, başta esnaf ve sanatkarlar olmak üzere pek çok toplumsal kesim karşısındaki pozisyonlarını yeniden gözden geçirmek zorundadırlar. 

4. Sonuç 

Sosyal demokratların doğal seçmen tabanı kuşkusuz emekçilerdir. Ancak Türkiye'de emekçiler nitelik ve nicelik olarak bir sol partiyi iktidara götürecek büyüklükte olmadığından toplumdaki yarı emekçi niteliğindeki esnaf ve sanatkarlara, Küçük ve Orta Boy Sanayicilere (KOBİ) ve benzer­lerine de ulaşmak gerekir. Tarımda çalışanlar da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu kitlelerin, çoğunlukla muhafazakar eğilimli olması sosyal demokratların hızını kesmemelidir. Aksi takdirde, "yalnızca bezgin bürokratların, küskün aydınların ve yüreği emekçiler için çarpan seçkinlerin oylarıyla iktidara gelmek mümkün değildir"

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005