Faiz Oranındaki Düşüşün Bankaların Fon Kullanımı Yapısı
Üzerindeki Etkisi
Bankaların fon kullanım yapısını belirleyen
iki ana faktör bulunmaktadır. Bunlar fon
kaynak maliyeti ve risk primidir. Bankalar
aktif kalitelerini yüksek tutabilmek için bu
iki faktörün yanında likidite
yeterliliklerim de göz önünde bulundururlar.
Bu yüzden bankalar aktif kalemlerini
likidite derecelerine göre ayrıştırırlar.
Likidite derecelerine göre aktifler
aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1.
Dönen değerler,
2.
Menkul kıymetler,
3.
Krediler,
4.
Donuk aktifler.
Bankaların bilançolarında dönen değerlerinin payının
düşüklüğü çalıştıkları fınansal sistemde likidite
krizi veya likidite krizi olasılığı olmadığını
göstermektedir. Bu öngörünün gerçekleşmesi durumunda
bankalara getirişiz aktif olarak
nitelendirilebilecek birinci dereceden likit
aktiflerden uzaklaştırlar. Bu gerçekte oldukça
sağlıklı bir gelişmedir.
İkinci dereceden likit aktif olarak kabul edilen
menkul kıymetler cüzdanının aktif toplamı
içerisindeki payını, likidite riski ve menkul
kıymetler cüzdanı getiri oranı belirlemektedir. Bazı
analizlerde yapıldığı üzere dönen değerler ile
menkul kıymetler cüzdanını tek başlık altında
topladığımızda likit değerler kalemine
ulaşılmaktadır. Bu kalemin bilanço içindeki payı
sistemin aktifinin vade yapısının da bir göstergesi
olmaktadır. Kamu kesiminin borç vade yapısının kısa
olması bankaların bu kaleminin vade yapısının da
kısalmasına yol açmaktadır. Bu oluşumun başka bir
etkisi de likit değerlerin bilanço içindeki payının
yüksek olmasıdır.
Türk bankacılık sektöründeki görünüm yukarıda
yapılan kurguya benzemektedir. Nitekim 1997-2000
yılları arasında Likit Değerler/Toplam Aktif oranı
%30'lar düzeyinde seyretmiştir. Buradan hareketle
sistemde likidite riskinin ve menkul kıymet cüzdanı
getiri oranının yüksek olduğu görülmektedir. 1998
yılı Türk bankacılık sektörünün konsolide
gelir-gider tablosundaki verilere göre, toplam faiz
gelirleri içinde menkul değerler cüzdanı faiz
gelirlerinin payı % 22, 1999 yılında % 25, 2000
yılında ise % 20 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla
uygulanan makro ekonomik politikaların sonucunda
ortaya çıkan Hazine'nin borçlanma politikası hem
bankaların likit kalmasını hem de yüksek getiriri
çalışmasını sağlamıştır.
Teorik analizlere göre, piyasa faiz oranında düşüşü
piyasadaki mevcut sabit getirili menkul kıymetlerin
(bono, tahvil gibi) fiyatını arttırmaktadır. Yani
faiz oranı ile tahvilin şimdiki değeri arasında ters
yönlü ilişki bulunmaktadır (Brealey, Myers, Marcus,
1997:88). Buna göre faiz oranında düşüş ile birlikte
bankaların aktifinde bulunan menkul kıymetlerin
getirişi azalacağından bankalar bu aktif kaleminin
yerine başka bir aktif kalemi olan kredileri ikame
etmek zorundadır.
Bankacılık sektöründe yüksek faiz oranına paralel
olarak yükselen kredi risk primi oranları bankaların
kredi plasesine doğal bir sınır getirmiştir.
Bankaların plase etttikleri kredilerin toplam
aktifler içerisindeki payının 1997, 1998, 1999, 2000
yıllarında sırasıyla, yüzde olarak, 45, 38, 30 ve 32
seklinde sürekli azalması bunun bir göstergesi
olarak alınabilir.
Bankaların aktif kalitesinin göstergelerinden biri
olan Krediler/Toplam Aktifler oranındaki bu değişim
sistemin gerçekte taşıması gereken fonksiyonlarından
en önemlisi olan reel sektörü fonlama yeteneğini
yitirdiğini göstermektedir. Sistemin aktif
kalitesini bozan bu oluşumu tersine çevirmek
Türkiye'de uygulanan istikrar programının başarısı
açısından önemlidir. Ancak geçmiş yıllardaki
deneyimlerden de bilindiği üzere bankalar makro
iktisat politikalara ters düşen ve piyasalar
üzerinde olumsuz etkiler oluşturan davranışlara
girmekten de kaçınmamışlardır. Buna karşın bugün
gelinen noktada bankalar için kredi plasesi bir
zorunluluk taşımaktadır. Bunun nedeni ise faiz
oranlarındaki düşüştür.
Bankaların oluşturacakları yeni kredi politikasının
belirleyicileri, kredilerin hangi sektöre hangi
vadeyle ve hangi araç ile plase edileceğidir?
Sorunun özünde bankaların kredi hacminin
genişlemesinde (montanının büyümesinde) kurumsal ve
bireysel bankacılığın taşıyacağı büyüklüğün
belirlenmesi ile bu büyüklüğün hangi araçlarla
taşınacağı yatmaktadır. Bunun için çözücü bazı
girişimlere bireysel bankacılık bağlamında
uygulanmaya başlanılmıştır. Ancak bireysel
bankacılıkta ürün yelpazesinin darlığı ve bireysel
bankacılık ürünlerine olan talebi etkileyen,
örneğin, kişi başına düşen gelirin düşük,
marjinal vergi eğiliminin yüksek, marjinal
tüketim eğilimi ve marjinal tasarruf eğiliminin
istenilen düzeylerde olmaması gibi faktörler,
bireysel bankacılık hacmindeki genişlemenin önündeki
engelleri oluşturmaktadır. Enflasyon oranındaki
düşüş ile birlikte marjinal tüketim eğiliminde
beklenen yükseliş bireysel kredilere yönelik talebi
arttıracaktır. Bu artışa karşılık vermek için
bankaların bireysel kredide çeşitliliğe gitme
zorunluluğu bulunmaktadır. Bankaların 2000 yılı
içinde faiz oranlarındaki düşüş sonrasında
uygulamaya başladıkları ipotek kredisi program
başarılı olsaydı bile, tek başına bu sorunu çözme
özelliği taşımamaktadır. Bireysel bankacılıktaki
hacmin genişleme şansının uzun vadeli olduğu
düşünüldüğünde bankaların faiz oranını rekabet aracı
olarak kullanmak yerine yine ürün çeşitlendirmesi ve
farklılaştırmasına gitmeleri gerekmektedir.4
Bireysel kredilerin bankalar açısından taşıdığı
diğer bir özellik, bu tür kredilerin
kullandırılması karşılığında menkul
kıymetleştirme
Ürün
çeşitlenmesi, yeni bir ürünün üretilmesi veya
kullanılmaya başlanmasıdır. Kredi kartının bireysel
bankacılıkta ilk defa üretilmesi buna bir örnektir.
Ürün farklılaştırması ise mevcut bir ürünün şekil
ve/veya satış koşularının değiştirilmesi ile ortaya
çıkar. Örneğin, American Express kartı ile Pilsa
ürünlerini vadeli olarak satın alınabilme olanağının
tanınması, ürün farklılaştırmasıdır. Bir başka
bankanın futbol takımı taraftarları için kredi
kartını pazarlaması buna diğer bir örnek olarak
verilebilir. yoluyla yeni kaynaklar sağlanmasıdır.
1994 krizi sonrasında uygulamada işlevini yitiren
Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) faiz
oranlarındaki düşüş ile beraber yeniden gündeme
getirilmelidir. Bunun için diğer pasiflerden alınan
umumi disponobilite oranının da düşürülmesi sorunu
çözmede Önemli bir aşama olacaktır.
Klasik bankacılığın işlevi reel ekonomide yer alan
firmaların finansman olanaklarına aracılık etmektir.
Para piyasalarında vadenin kısalması, teknolojik
gelişmeler, uluslararası sermaye hareketlerinin
artması bankaların geleneksel faaliyetlerinden
uzaklaşıp, paranın borç alanlar-verenler arasındaki
parasal (nominal) işlem hacminin artmasına neden
olmuştur. Son on yıldır, bir çok ülkede ortaya çıkan
finansal krizlerin derinleşmesinde bu yapılanmanın
olumsuz yönde rolü olmuştur. Türk bankacılık sistemi
de benzer niteliğe sahiptir. Yüksek enflasyon bu
oluşumun uzun süreli olmasına katkıda bulunmuştur.
Enflasyon oranının düşmesi durumunda beklenen faiz
oranı bu kurgunun bozulmasına neden olacaktır. Nihai
aşamada bankalar mali aracılık fonksiyonlarına geri
döneceklerdir. Bu noktada cevaplanması gereken yeni
sorularla karşı karşıya kalınmaktadır. Örneğin;
Bankaların kredi plase ederken, izleyecekleri
yöntemin nasıl oluşturulacağıdır? 4389
Sayılı yasa öncesi
bankaların o dönemde geçerli olan 3182
Sayılı yasaya kesin riayet etmemeleri sonucunda,
sektörü geri dönmeyen kredi problemi ile karşı
karşıya bırakmıştır. Yeni yasa bankaların sorunlu
kredilerini en aza indirgemek için kredi risk
sınırını 11 .maddede önemli ölçüde daraltmaya tabi
tutmuştur. Nitekim, 4389 Sayılı Bankalar Yasasının 9. Maddesinin 4.bendinde "Bankalar işlemleri
nedeniyle karşılaştıkları risklerin izlenmesi ve
kontrolünü sağlamak amacıyla faaliyetlerinin kapsamı
ve yapısı ile uyumlu esas ve usulleri kurumca
çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenecek etkin bir
iç denetim sistemi ve risk kontrol ve yönetim
sistemi kurmakla yükümlüdürler" şeklindeki ifade
yeniden bazı soruların doğmasına neden olmaktadır:
Risklerin izlenmesi ve kontrolü için bankaların her
biri ayrı bir sistem mi kurmalıdır? Yoksa, bütün
bankaların ortak olarak oluşturacakları erken uyarı
sistemi mi kurulmalıdır? Gelişmiş finansal sisteme
sahip ülkelerdeki uygulamalar örnek alınarak, eğer
bir sistem kurulacaksa ikinci yolun izlenmesi
gerekmektedir.
|