Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Faiz Oranındaki Düşüşün Bankaların Fon Kullanımı Yapısı Üzerindeki Etkisi

Bankaların fon kullanım yapısını belirleyen iki ana faktör bulunmaktadır. Bunlar fon kaynak maliyeti ve risk primidir. Bankalar aktif kalitelerini yüksek tutabilmek için bu iki faktörün yanında likidite yeterliliklerim de göz önünde bulundururlar. Bu yüzden bankalar aktif kalemlerini likidite derecelerine göre ayrıştırırlar. Likidite derecelerine göre aktifler aşağıdaki gibi sıralanabilir:

1.  Dönen değerler,
2. 
Menkul kıymetler,
3. 
Krediler,
4.
 Donuk aktifler. 

Bankaların bilançolarında dönen değerlerinin payının düşüklüğü çalıştıkları fınansal sistemde likidite krizi veya likidite krizi olasılığı olmadığını göstermektedir. Bu öngörünün gerçekleşmesi durumunda bankalara getirişiz aktif olarak nitelendirilebilecek birinci dereceden likit aktiflerden uzaklaştırlar. Bu gerçekte oldukça sağlıklı bir gelişmedir. 

İkinci dereceden likit aktif olarak kabul edilen menkul kıymetler cüzdanının aktif toplamı içerisindeki payını, likidite riski ve menkul kıymetler cüzdanı getiri oranı belirlemektedir. Bazı analizlerde yapıldığı üzere dönen değerler ile menkul kıymetler cüzdanını tek başlık altında topladığımızda likit değerler kalemine ulaşılmaktadır. Bu kalemin bilanço içindeki payı sistemin aktifinin vade yapısının da bir göstergesi olmaktadır. Kamu kesiminin borç vade yapısının kısa olması bankaların bu kaleminin vade yapısının da kısalmasına yol açmaktadır. Bu oluşumun başka bir etkisi de likit değerlerin bilanço içindeki payının yüksek olmasıdır. 

Türk bankacılık sektöründeki görünüm yukarıda yapılan kurguya benzemektedir. Nitekim 1997-2000 yılları arasında Likit Değerler/Toplam Aktif oranı %30'lar düzeyinde seyretmiştir. Buradan hareketle sistemde likidite riskinin ve menkul kıymet cüzdanı getiri oranının yüksek olduğu görülmektedir. 1998 yılı Türk bankacılık sektörünün konsolide gelir-gider tablosundaki verilere göre, toplam faiz gelirleri içinde menkul değerler cüzdanı faiz gelirlerinin payı % 22, 1999 yılında % 25, 2000 yılında ise % 20 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla uygulanan makro ekonomik politikaların sonucunda ortaya çıkan Hazine'nin borçlanma politikası hem bankaların likit kalmasını hem de yüksek getiriri çalışmasını sağlamıştır. 

Teorik analizlere göre, piyasa faiz oranında düşüşü piyasadaki mevcut sabit getirili menkul kıymetlerin (bono, tahvil gibi) fiyatını arttırmaktadır. Yani faiz oranı ile tahvilin şimdiki değeri arasında ters yönlü ilişki bulunmaktadır (Brealey, Myers, Marcus, 1997:88). Buna göre faiz oranında düşüş ile birlikte bankaların aktifinde bulunan menkul kıymetlerin getirişi azalacağından bankalar bu aktif kaleminin yerine başka bir aktif kalemi olan kredileri ikame etmek zorundadır. 

Bankacılık sektöründe yüksek faiz oranına paralel olarak yükselen kredi risk primi oranları bankaların kredi plasesine doğal bir sınır getirmiştir. Bankaların plase etttikleri kredilerin toplam aktifler içerisindeki payının 1997, 1998, 1999, 2000 yıllarında sırasıyla, yüzde olarak, 45, 38, 30 ve 32 seklinde sürekli azalması bunun bir göstergesi olarak alınabilir. 

Bankaların aktif kalitesinin göstergelerinden biri olan Krediler/Toplam Aktifler oranındaki bu değişim sistemin gerçekte taşıması gereken fonksiyonlarından en önemlisi olan reel sektörü fonlama yeteneğini yitirdiğini göstermektedir. Sistemin aktif kalitesini bozan bu oluşumu tersine çevirmek Türkiye'de uygulanan istikrar programının başarısı açısından önemlidir. Ancak geçmiş yıllardaki deneyimlerden de bilindiği üzere bankalar makro iktisat politikalara ters düşen ve piyasalar üzerinde olumsuz etkiler oluşturan davranışlara girmekten de kaçınmamışlardır. Buna karşın bugün gelinen noktada bankalar için kredi plasesi bir zorunluluk taşımaktadır. Bunun nedeni ise faiz oranlarındaki düşüştür. 

Bankaların oluşturacakları yeni kredi politikasının belirleyicileri, kredilerin hangi sektöre hangi vadeyle ve hangi araç ile plase edileceğidir? Sorunun özünde bankaların kredi hacminin genişlemesinde (montanının büyümesinde) kurumsal ve bireysel bankacılığın taşıyacağı büyüklüğün belirlenmesi ile bu büyüklüğün hangi araçlarla taşınacağı yatmaktadır. Bunun için çözücü bazı girişimlere bireysel bankacılık bağlamında uygulanmaya başlanılmıştır. Ancak bireysel bankacılıkta ürün yelpazesinin darlığı ve bireysel bankacılık ürünlerine olan talebi etkileyen, örneğin, kişi   başına   düşen   gelirin   düşük,   marjinal    vergi eğiliminin yüksek, marjinal tüketim eğilimi ve marjinal tasarruf eğiliminin istenilen düzeylerde olmaması gibi faktörler, bireysel bankacılık hacmindeki genişlemenin önündeki engelleri oluşturmaktadır. Enflasyon oranındaki düşüş ile birlikte marjinal tüketim eğiliminde beklenen yükseliş bireysel kredilere yönelik talebi arttıracaktır. Bu artışa karşılık vermek için bankaların bireysel kredide çeşitliliğe gitme zorunluluğu bulunmaktadır. Bankaların 2000 yılı içinde faiz oranlarındaki düşüş sonrasında uygulamaya başladıkları ipotek kredisi program başarılı olsaydı bile, tek başına bu sorunu çözme özelliği taşımamaktadır. Bireysel bankacılıktaki hacmin genişleme şansının uzun vadeli olduğu düşünüldüğünde bankaların faiz oranını rekabet aracı olarak kullanmak yerine yine ürün çeşitlendirmesi ve farklılaştırmasına gitmeleri gerekmektedir.4 Bireysel kredilerin bankalar açısından taşıdığı diğer bir özellik, bu tür kredilerin kullandırılması   karşılığında   menkul   kıymetleştirme  Ürün çeşitlenmesi, yeni bir ürünün üretilmesi veya kullanılmaya başlanmasıdır. Kredi kartının bireysel bankacılıkta ilk defa üretilmesi buna bir örnektir. Ürün farklılaştırması ise mevcut bir ürünün şekil ve/veya satış koşularının değiştirilmesi ile ortaya çıkar. Örneğin, American Express kartı ile Pilsa ürünlerini vadeli olarak satın alınabilme olanağının tanınması, ürün farklılaştırmasıdır. Bir başka bankanın futbol takımı taraftarları için kredi kartını pazarlaması buna diğer bir örnek olarak verilebilir. yoluyla yeni kaynaklar sağlanmasıdır. 1994 krizi sonrasında uygulamada işlevini yitiren Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) faiz oranlarındaki düşüş ile beraber yeniden gündeme getirilmelidir. Bunun için diğer pasiflerden alınan umumi disponobilite oranının da düşürülmesi sorunu çözmede Önemli bir aşama olacaktır. 

Klasik bankacılığın işlevi reel ekonomide yer alan firmaların finansman olanaklarına aracılık etmektir. Para piyasalarında vadenin kısalması, teknolojik gelişmeler, uluslararası sermaye hareketlerinin artması bankaların geleneksel faaliyetlerinden uzaklaşıp, paranın borç alanlar-verenler arasındaki parasal (nominal) işlem hacminin artmasına neden olmuştur. Son on yıldır, bir çok ülkede ortaya çıkan finansal krizlerin derinleşmesinde bu yapılanmanın olumsuz yönde rolü olmuştur. Türk bankacılık sistemi de benzer niteliğe sahiptir. Yüksek enflasyon bu oluşumun uzun süreli olmasına katkıda bulunmuştur. Enflasyon oranının düşmesi durumunda beklenen faiz oranı bu kurgunun bozulmasına neden olacaktır. Nihai aşamada bankalar mali aracılık fonksiyonlarına geri döneceklerdir. Bu noktada cevaplanması gereken yeni sorularla karşı karşıya kalınmaktadır. Örneğin; Bankaların kredi plase ederken, izleyecekleri yöntemin nasıl oluşturu­lacağıdır?  4389   Sayılı   yasa   öncesi   bankaların   o dönemde geçerli olan 3182 Sayılı yasaya kesin riayet etmemeleri sonucunda, sektörü geri dönmeyen kredi problemi ile karşı karşıya bırakmıştır. Yeni yasa bankaların sorunlu kredilerini en aza indirgemek için kredi risk sınırını 11 .maddede önemli ölçüde daraltmaya tabi tutmuştur. Nitekim, 4389 Sayılı Bankalar Yasasının 9. Maddesinin 4.bendinde "Bankalar işlemleri nedeniyle karşılaştıkları risklerin izlenmesi ve kontrolünü sağlamak amacıyla faaliyetlerinin kapsamı ve yapısı ile uyumlu esas ve usulleri kurumca çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenecek etkin bir iç denetim sistemi ve risk kontrol ve yönetim sistemi kurmakla yükümlüdürler" şeklindeki ifade yeniden bazı soruların doğmasına neden olmaktadır: Risklerin izlenmesi ve kontrolü için bankaların her biri ayrı bir sistem mi kurmalıdır? Yoksa, bütün bankaların ortak olarak oluşturacakları erken uyarı sistemi mi kurulmalıdır? Gelişmiş finansal sisteme sahip ülkelerdeki uygulamalar örnek alınarak, eğer bir sistem kurulacaksa ikinci yolun izlenmesi gerekmektedir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005