|
Faizsiz Finans Kuruluşları ve
Toplumsal Algılanma Biçimleri Üzerine
Türkiye' de kurumsal
düzeydeki faizsiz finansman tecrübesi onbeş yıllık
bir uygulama dönemini tamamlamak üzere Türkiye gibi
kendine özgü (tarihin özgünlüğünden gelen) sosyal,
siyasal ve ekonomik şartlara sahip bir ülkede yine
özgün ('faizsizlik' gibi modern ekonomik aktörlerce
özgün hatta garip karşılanan bir ilkeye dayalı) bir
finansman modelinin, Özel Finans Kurumları (ÖFK)
olarak adlandırılan faizsiz fınansman
kuruluşlarının on beş yıllık uygulama tecrübesi,
sadece finansman veya ekonomi ile ve sadece teknik
ve uygulamaya dönük meselelerle
sınırlandırılamayacak ölçüde zenginliğe sahip bir
tecrübedir.
Burada, konu ile ilgili monografilerde neredeyse
aynı şablon içinde rastlayabileceğimiz faizsiz
finansman modelinin modern zamanlardaki tarihçesi
ve uygulama detayları üzerinde duracak değiliz.
Ahmet EI-Neccar'ın Mısır'daki faizsiz banka
tecrübesinden Pakistan'da bir faizsiz ekonomi
oluşturma niyet ve çabalarına, petrol fiyatlarındaki
artışın eseri olan petrodolarların meşruiyet
arayışından Türkiye' de 80'li yıllardaki Özal
tecrübesine ve bu tecrübenin ürünÜ olarak ekonomide
yeniden yapılanma arayışına uzanan hayli renkli ve
ilginç tarihi, konuyla ilgilenenler yakından
bilirler. Faiz yerine (kar ortaklığı'nı
ikame etmesi, mudaraba ve müşareke
(modern uygulamada ağırlıklı olarak murababa)
yöntemlerine dayanması, ekonomiye doğrudan
kaynak sağlaması vs. gibi uygulama özelliklerini
tartışmayı da bu yazıda bir tarafa bırakacağız.
Üzerinde durmak istediğimiz konu, faizsiz finansman
modelinin verili şartlardaki yapılanma tarzının
modern toplum bağlamında nereye oturduğunu
tartışarak bu modelin toplumsal algılanma tarzı ile
hayatın bütününe yönelik genel zihniyet tarzı
arasındaki paralelliği vurgulamaktır.
Etkilenme kaynağı ve etki alanı sınırlı (dikey ve
yatay anlamda sınırlılığa sahip) kurumsal
yapılardan farklı olarak faizsiz finansman
kuruluşları, hem. beslenme kaynakları hem de
etkileme ve şekillendirme imkan ve alanları
itibariyle toplumun temsil edici ve belirleyici bir
kesimini ilgilendiren ve etkileyen bir genişliğe ve
kapsayıcılığa sahiptirler. Bu 293 kapsayıcılığın bir
(taraf tutma' psikolojisiyle ilgisi de zayıftır.
Daha doğrusu, bu kuruluşların dayandığı felsefenin
karşısında olanlar da onu paylaşanlar da aynı
kapsayıcılığın içinde yer almaktadırlar. Bu ilgi
alanı, bu kurumların varlığı ve işleyiş tarzı
hakkında bilinen somut verilerin tartışılmasına
dayalı objektif/olgusal bir temele dayanmamakta,
tersine bu kuruluşların varlık sebebi olduğuna
inanılan etik/Ahlaki tercihin kendisine ilişkin
itirazdan beslenmektedir. Bu tavrın kendi içinde
barındırdığı yaman çelişkiyi ise öyle bir ideolojik
körlük perdelemekte ki, onu ancak bu körlükten
kurtulma niyeti taşıyanlar aşabilmekteler. Salt
ekonomik bir kurumun inanç ve değer yargısı
çerçevesine oturtulmasına (faiz yasağına dayalı bir
finansal model oluşturulmasına) itiraz gibi
görünüşte daha teknik bir argümanın arkasında
hiçbir teknikalite ve olgusallık dinlemeyen katı bir
zihinsel ön-yargının mevcudiyeti, bu çelişkinin en
kaba örneğidir.
O
halde hem taraf olanların hem de karşı çıkanların
algılaması göstermektedir ki konuyu salt bir
finansman ve ekonomi meselesi olarak tartışmak,
daha geniş bir ufuk zenginliğinin sunabileceği
tartışma imkanlarını daraltmak anlamına gelecektir.
Konumuz, karşı çıkanların bir iç çelişki ve
tutarsızlıkla malul argümanlarını tartışmak
olmadığı için bu kurumların ve dayandıkları etik
temelin sunduğu imkana bel bağlayanlara yönelik bir
değerlendirme yapacağız. Bu imkan, insanların para,
servet, mal alanındaki etik/manevi endişelerine
olumlu anlamda cevap verme, onları bu endişelerden
kurtaracak araçlar sunma imkanıdır. Bu, sadece bir
manevi rahatlama sağlamakla yetinmeyip aynı zamanda
maddi bir getiri de (kazanç) sunabilme
imkanıdır. Başka bir deyişle, finansal getiri ile
meşruiyet unsurlarını(kimilerine göre modern toplum
şartlarında bir arada bulunması imkansız olan bu iki
unsur) mezcedebilmesi, yani kısacası, meşru bir
getiri imkanı sunabilmesidir. Bu anlamda
Türkiye' deki ve öteki coğrafyalardaki faizsiz
finans uygulaması, aynı zamanda bir hukuki fıkhi
yorumun, meşruiyet ile getiri
unsurlarının modern şartlarda da
bağdaştırılabileceği yorumunun somut örnekleridir.
'İslam bankası' ya da 'İslam bankacılığı'
kavramları, bu sentezci yorumun daha geniş
çağrışımları da içinde barındıran güçlü bir yükleme
sahip sembolleri olarak görülebilir. 'Banka' gibi
modern kapitalizmin en güçlü ve zengin sembol
kavramını/kurumunu 'İslam' gibi bir etik sistemin
adı ile bir araya getirmek, bu yorumun bence en çok
tartışılması gereken tarafıdır.
Etik düzeydeki bu yoruma ayrıca teknik düzeyde
ikinci bir yorumun da eşlik ettiğini söyleyebiliriz.
O da, meşruiyet ihtiyacına modern bir cevap
olarak faizsiz finansman modelinin kurum ve araçlar
düzeyinde geleneksel kalıplara kendini
sığdırma (hapsetme) mecburiyetinde hissetmesidir.
Ya da, en çok, bu geleneksel kurum ve araçları
yerel şartların gerektirdiği bazı ufak
değişikliklere tabi tutmakla yetinmesidir. Bu
tavrın somut ifadesi, faizsiz finansman tercihinin
anahtar kavramları olan muşareke ve
mudaraba modellerinin veya bunların da temelinde
yer alan "faiz'e karşı ticaret" anlayışının
modern şartların gerektirdiği kurumsal ve araçsal
zenginliğe kavuşturulamamasıdır. Bir tarihsel yorum
tercihinin, daha temelde "kesin hükümlerin (nass)
yorumlanması anlayışındaki ayrı duruşların ürünü
olan bu somut uygulama tarzları, farklı yorumların
geçerli olduğu farklı coğrafyalarda değişik
biçimler de alabilmektedir. Örneğin, Ortadoğu'daki
faizsiz finansman araç ve yöntemleri ile
Uzakdoğu'daki (Malezya ve Endonezya) araç ve
yöntemler arasında görülen farklılık (Uzakdoğu
uygulamasının modem finansman tekniklerine daha
olumlu bir yaklaşım sergilemesi), bu yorum ve
anlayış farklılığının somut bir yansımasıdır.
Bu
ise, meşru bir finansal getiri sentezini
oluşturmada gösterilen yenilikçi yorum cesaretinin
pratik/kurumsal düzlemde alabildiğine muhafazakar,
gelenekçi bir tutuma dönüşmesi olarak görülebilir.
Böyle bir tavrın, hayatın geneline (genel dünya
görüşüne) ilişkin bir temel tercihin maddi! ekonomik
alandaki yansıması olarak yorumlanması da
mümkündür. İslam coğrafyalarında müslümanların
zihinsel ve ahlaki planda modern toplum şartlarına
son derece açık ve uyumlu bir tavır içinde
olmalarına ve böyle bir tavrın meşruiyetine
sarsılmaz bir inanç beslemelerine rağmen şekil ve
göründide tam tersine oldukça muhafazakar ve
gelenekçi olabilmeleri, ekonomik alanda da kendini
yeniden Üreten bir temel tavır alıştır. Şeklin ve
görüntünün öne çıkarılmasında bile adeta
modernitenin görünüşü önceleyen tercihine tam bir
uygunluk söz konusu olabilmektedir.
Nitekim, finansal kurum ve araç olgusu, yani bir
toplumda tasarruf sahipleriyle (fon arzeden kesim)
fon ihtiyacı içindeki kesim (fon kullanıcıları)
arasında aracılık fonksiyonu anlamındaki finansman
olgusu modern şartların bir ürünüdür. Fon arz
edenler ile fon talep edenlerin birbirinden
ayrılması ve fon arzı ve fon talebi kavramlarının
bizatihi kendileri, modern olgular ve kavramlardır.
Fon fazlasına sahip kesimlerin bu varlıklarının bir
mübadele konusu haline gelmesi anlamında bir
modernliktir bu. Ve aynı zamanda, fon talep eden
ayrı bir iktisadi kategorinin varlığı anlamında bir
modernliktir. Bu ayrılma/kopma, bir yerde, klasik
iktisadın tanımladığı üretim faktörleri (sermaye,
teşebbüs, emek ve toprak) anlamında bir ayrışmada
'sermaye've 'teşebbüs'faktorlerini temsil
eden bir oluşumdur. İşte böyle iki iktisadi kategori
arasında kurumsal anlamda bir aracılık ve
organizasyon fonksiyonu yüklenmiş bulunan finansman
olgusu, modern bir olgu olarak tavsif edilmeyi hak
etmektedir.
İşte bu anlamda kurumsal bir aracılık fonksiyonu ile
faizin yasak olduğu etik ilkesinin bağdaştırılması
ve bunun meşruiyeti sağlanmış bir fiyat
mekanizmasına (fon mübadele fiyatı) bağlanmış
olması, gerçekten klasik fıkhın modem şartların
meydan okumasına bir cevabı olarak görülebilir. Ama
bu cevabın, işleyiş yöntem ve araçları düzeyinde de
aynı cesaretle bulunabildiğini söylemek güçtür.
"Faizin haram, ticaretin helal olduğu" ilkesinde
hayat bulan faizli işlem-ticaret karşıtlığı, faizsiz
finansmanın araç ve yöntem imkanlarını belirleyen
temel faktör olmuştur. Mantık şudur: Eğer faizden
kaçınacaksak işlemlerimiz mutlaka ticaret (ticari
ortaklık veya ticari faaliyet) usullerinden biriyle
yapılmalıdır. Ticari ortaklığın ise çok ünlü ve
yaygın tarihsel modelleri vardır. Bunlar, mudaraba
ve müşareke modelleridir. Geç dönemlerde bunlara
bir de murabaha modeli eklenmiştir.
Oysa bu modellerin tarihsel pratikte para sahibi
ile iş sahibi arasındaki doğrudan ilişkiyi
düzenleyen modeller olduğu, bu anlamda fon arz ve
talep piyasalarının dolaylı ilişkisini temsil
eden finansal aracılık fonksiyonu ile tam
örtüşmediği gerçeği dikkate alındığında modern
finansal. fonksiyonun bu geleneksel ortaklaşacılık
yöntemleriyle donatılmasının modernlik ile
muhafazakarlığın zor bir kombinasyonuna bizi
götürdüğü kanısına varılabilir. Bu noktada
yapılmayan ve bugüne kadar yapılmamış bulunan şey,
ya modem finansal aracılık fonksiyonuna uygun
(teknik anlamda uygunluğu sağlanmış) araç ve
yöntemlerin bulunması yahut da geçmişteki fon
.sahipleriyle fon kullanıcıları arasındaki
doğrudan ilişkiyi yeni şartlarda düzenleyen
farklı bir kurumsal yapılanma oluşturulmasıydı.
Şimdi, konunun başka bir veçhesine geçebiliriz.
Bugün faizsiz finans kuruluşları toplumun iki
farklı (ve hatta "28 Şubat'ın söylemiyle iki
'çatışan"') kesiminde de paradoksal bir biçimde aynı
suçlamaya maruz ka1maktadırlar. Bu, neredeyse aynı
gerekçeler ve aynı mantık yürütmeye dayanan bir
'faiz-kar' aynılığı (teknik bir yargılama) ve bir
samimiyetsizlik ithamı (moral bir yargı) biçiminde
tecelli etmektedir. Şöyle denmektedir: Aslında
faizsiz finans kurumları ile bankalar arasında bir
fark yoktur. Birinin 'faiz' dediğine diğeri 'kar'
demektedir. Bunların ikisi de aynı şeyi yapıyor. Ve
'kar' verdiğini söyleyenler insanları aldatıyor.
Bu
suçlamayı hemen hemen aynı ifade ve aynı
gerekçelerle yöneltenler ise, bir taraftan etik
mahiyette bir iktisadi hükmü kabul etmeyen ve
saçma/demode gören kesim; diğer tarafta İslam'ın
faiz yasağına aşırı derecede hassasiyet gösterip
böyle bir zamanda böyle bir yasaktan kaçınıl(a)mayacağına
inanan 'ihlas'lı kesimdir. Sonuçta her iki kesim de
bu zamanda faiz yasağına dayanan bir finansman
modelinin olamayacağına inanmaktadır. Birisi, fiziki
bir imkansızlıktan, diğeri ise teorik bir
imkansızlıktan söz etmekte, ama aynı sonuca
varmaktadırlar.
Birinci kesim, yaygın ve toplumsal açıdan dikkate
şayan bir duruşu temsil etmeyip politikada da
izdüşümünü en garip biçimiyle gördüğümüz bir dar
ideolojik saplantı/şartlanmışlık halini temsil
ettiğinden bu yazının konusu dışındadır. Öteki
kesim ise, yine aynı ölçüde sert/katı bir peşin
hükmün etrafında ördüğü bir söylemi dillendiriyor.
Aslında bu tavrın/zihniyetin biraz önce değindiğimiz
gibi meşruiyet ile getiri unsurlarının modern
şartlarda bağdaşamaz olduğuna inanan kesim gibi,
aslında finansal aracılığın kendisine ve kurumsal
örgütlenişine bir ahlaki/manevi itirazı temsil
etmesi gerekir. Böyle bir hareket noktasına sahip
olmaları halinde bunun faizsiz finans kuruluşlarına
yönelik yargıları ile tutarlı bir tavır olduğu
söylenebilir. Gerçekten o zaman 'meşru getiri'
kavramının kendisi veya modem şartlardaki varlık
imkanı tartışma konusu olacak ve meseleye daha
temelden ve ahlaki düzlemde bir cevap aramak
gerekecektir.
Böyle temelden bir itiraz anlam ve değeri taşımayan
eleştirilerin ve yargılamaların faizsiz finansman
sisteminin Türkiye'deki on beş yıllık tecrübesinden
sistemin kendisine yönelik yararlı dersler
çıkarabilmesi mümkün görünmemektedir.
Ancak, yapıcı bir bakış açısının ortaya koyacağı
eleştiriler, sistemin uygulamada karşılaştığı
zaafları ve problemleri teknik düzeyde tartışmanın
dışına çıkıp yukarıda sözünü ettiğimiz 'modern
anlayış-muhafazakar işleyiş' kombinasyonunu
sorgulamayı ve insan-para/ servet ilişkisindeki
kırılma noktalarını teşhis edip bunun sisteme
yüklediği ilave moral zaafları açığa çıkarmayı
hedeflemelidir. Başka bir deyişle, tartışma
nesnesini faizsiz finans kurumlarının doğrudan
tarafları ile sınırlı tutmayıp daha geniş bir
alana, toplumun tümünü, bireyi, ahlak ve değer
yargıları demetini de kapsayan geniş ve zengin bir
inceleme ve tartışma platformuna taşımak gerekir.
Bu alan, insanın birey olarak ahlaki zaaflara düçar
olma tehlikesine en çok maruz kaldığı alan olması
hasebiyle toplumun ve üyelerinin ruhsal anlamdaki
direnç ve zayıflıklarının en etkin biçimde test
edildiği alandır. Bu kapsayıcılık, konunun sadece
teknik veya fıkhi boyutlarında takılmayı önleyerek
onu daha geniş sosyal, psikolojik, kültürel ve
ahlaki zenginliği içinde ele almayı sağlayacaktır.
Kaynak:
Ahmet Ertürk
|