Tasarruf ve Yatırım İlişkisi
Bir ülkenin ekonomik kalkınma ve büyümesi, bir
dönemde o ülkede yapılan net reel aktif
yatırımlarının toplamı ile yakından ilgilidir. Bu
aktif yatırımlarının finansman kaynağını ise o
dönemde ülke içinde yapılmış tasarruflar ile ülke
dışından sağlanan sermaye fonları oluşturur.
Tasarruf ile yatırım arasında karşılıklı ilişki
bulunmaktadır. Tasarruf olmadan yatırımın
gerçekleştirilmesi olanaksız olduğu gibi, yatırım
olanakları ve fırsatlarının bulunmaması halinde,
ekonomik anlamda tasarrufun oluşması da olanaksızdır
Kişisel tasarruf, birey tarafından reel aktif
yatırımları için kullanılabileceği gibi tüketimi
gelirinin üzerinde bulunan kişilerin fon
gereksinmelerini karşılamak için de kullanılabilir.
İkinci kullanım alternatifinin bireyce seçilmesi
halinde bireysel tasarrufun var olmasına karşın
makro düzeyde bir tasarruf oluşmayacaktır. Zira
birinci bireyin tasarruf ettiği fonlar ikinci birey
tarafından tüketim için kullanılmış olmaktadır.
Ancak, ikinci bireyin birinciden kiraladığı tasarruf
fonlarını reel aktif yatırımlarına tahsis etmesi
durumunda tasarrufçu birey o dönemde gerçekten
tasarrufta bulunmuş olur. Şu halde, denilebilir ki
bir dönemde bir ülkede bireysel tasarrufların
toplamı mutlak olarak o ülkenin toplam tasarrufunu
vermez. Makro düzeyde tasarrufun göstergesi o
dönemde yapılmış olan net reel aktif yatırımları
toplamından bu yatırımların fınanslanması için
kullanılmış dış alem sermaye fonları toplamının
düşülmesi ile elde edilen rakamdır.
Bireysel tasarruf her zaman reel aktif
yatırımlarının fınanslanmasına gitmeyebilirse de
ekonomik anlamda tasarruf ve yatırımın kaynağı
bireysel tasarruflardır. Bireysel tasarrufların
büyük olma olasılığı ne kadar fazla ise gerçek
yatırımların büyük olma olasılığı da o kadar
fazladır. Reel aktif yatırımları her durumda bu
yatırımları yapan özel ve tüzel kişilerin kendi
tasarruf fonları ile finanse edilmeyeceğine, tüketim
üstesi bulunan bireylerin bir bölümü bu yatırımlar
için fon sağlayıcı olacaklarına ve fonların el
değiştirmeleri
fınansal pazarlarda oluşacağa göre tasarruf
eğiliminin yüksekliği sadece yatırımları arttırmakla
kalmayıp fınansal pazarları ve özellikle sermaye
pazarlarını da hareketlendiren önemli bir etken
olmaktadır. Bu nedenle sermaye pazarı üzerine
çalışmalar yapan bir kişinin tasarruf ve yatırım
ilişkisini kavraması kadar tasarruf ve yatırım
saikleri hakkında da bilgi sahibi olması
kaçınılmazdır.
Tasarruf Saikleri
Tasarruf; bireyin parasal gelirinin tüketim için
sarf edilmemiş bölümü olarak tanımlanabilir.3
Şu halde kişinin belirli bir dönemde elde ettiği
cari geliri (Ge) iki bölümden oluşur:
Tasarruf (Te) ve Cari Harcama (He).
Matematiksel olarak gösterilecek olursa
Ge = Te + He dir.
Cari gelir sabit varsayıldığında, bireyin dönemsel
tasarrufu cari harcamalarının büyüklüğüne bağlı
olacaktır. Cari harcama toplamının cari gelire eşit
olduğu veya bu geliri aştığı bir durumda kişisel
tasarruf sıfır veya negatif olmaktadır.
Bir ülkede, bir dönemde oluşan tasarrufun kaynağı
bireysel ve kurumsal gelirlerdir. Özel kişiler kadar
tüzel kişilerin de tasarrufta bulundukları gerçeği
gözden uzak bulundurulmamalıdır. Bu nedenle tasarruf
saikleri incelenirken bu ayırım mutlaka
yapılmalıdır.
Bireysel tasarruf, ampirik olarak tasarrufçunun (a)
tasarruf yeteneği ve (b) tasarruf etme arzusunun
bulunmasına bağlıdır. Tasarruf yeteneği kişinin
gelir düzeyi ile yakından ilgidir. Tüketim
harcamalarına ancak yetecek kadar gelir elde eden
bireyin, tasarruf arzusu olsa dahi tasarruf
yeteneğinin bulunmayacağı bir gerçektir. Tasarruf
etme arzusu hakkında ise çeşitli saiklerden söz
edilebilir.
1. Beklenmedik bir harcama için hazırlıklı bulunma
(hastalık, operasyon vbg.)
2. İleride yapılacak büyük bir harcama için
bugünden fon biriktirme (seyahate çıkma, ev veya
otomobil alma, çocukların okul giderlerini
fınanslama vbg.)
3. Bir iş kurma amacını gerçekleştirmek için
hazırlık yapma,
4. Finansal varlık edinme arzusu,
5. Yaşlılıkta yüksek bir gelire sahip olma arzusu.
Yukarıda sıralanmış olan tasarruf saikleri gerçekten
kişiyi tasarruf için itebilir ve cari gelirinin bir
bölümünü bir kenara koymasına neden olabilir. Ancak,
aynı gelir düzeyine sahip bütün bireylerin aynı
saiklerle gelirinin aynı bölümünü tasarruf
edecekleri beklenemez. Elbette ki kişinin yaşı,
sosyal yaşamı, kültür düzeyi vb. değişkenler
tasarruf eğiliminde kişiden kişiye değişik tablolar
ortaya serebilecektir.
Tasarruf nedenleri üzerinde yüzyıllar boyu yapılan
bilimsel çalışmalar, inandırıcı bulgular ve
teorilerin ortaya konulmasını sağlamıştır. Yapılan
araştırmalarda ulaşılan sonuçlar tasarruf saikleri
hakkında kesin yargılara varma olanağını vermemekle
birlikte, gerçek paylarının yüksek olduğu durumların
bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Klâsik ve neoklasik ekonomistlere göre tasarruf
faizin bir fonksiyonudur.6 Yükselen faiz
fıatı, tasarruf eğilimini artırarak toplam tasarruf
hacmini kabartır. Faiz fiatında düşme ise tasarruf
hacminde azalmaya neden olur. Bu görüşün mantığı
okuyucuyu sıfır faiz fiatında tasarrufun da sıfır
olacağı sonucuna götürecektir. Halbuki, kişiler
başka saiklerle de tasarruf yapma eğilimindedirler
ve faiz tasarrufun başlıca dürtüsü niteliğinde
değildir. Modern ekonomistler, faiz fıatının
tasarruf üzerindeki etkisini azaltan, hatta ortadan
kaldıran etkenlerin de bulunduğunu söylemektedirler.
Bunlardan biri ikame etkenidir. Faiz fiatı
düştüğünde tasarrufun verimi veya faydası cari
harcamanın faydasına kıyasla düşer. Bu durum bireyi
tasarruf yerine tüketime yöneltir. Bu etken klasik
ekonomistlerin görüşüne paralel bir görüşü
yansıtmaktadır. Ancak, ikinci etken, gelir etkeni,
faiz fiyatının etkisine ters bir etki yapar. Faiz
fiyatının düşmesi, bireyde mevcut tasarruflarından
gelecekte elde edeceği gelirin azalacağı kuşkusu
yaratarak onu bugünkü gelir düzeyini gelecekte de
devam ettirebilmek için daha fazla tasarrufta
bulunmaya sevk eder. Böylece faiz fiyatındaki düşüş
bireyin tasarruf eğilimini arttırır. Faiz fiyatının
yükselmesi ise, mevcut tasarrufları ile daha fazla
gelir elde edeceği hissini vererek, bireyin tasarruf
meylini azaltır. Üçüncü bir etken olan servet etkeni
ise bireyi hem tasarrufa, hem de tüketime
yönlendirebilir. Bireyin finansal varlıkları
(özellikle pay senedi ve tahvil şeklindeki
varlıkları) borçlarından fazla ise, faiz fiatındaki
düşme bu finansal varlıkların pazar değerini
arttırarak bireyin kendisini daha zengin
hissetmesine neden olur. Bunun sonucu olarak da
birey gelirinin daha büyük bölümünü tüketme
eğilimini kazanır. Faiz fıatının yükselmesi ise,
portföyündeki finansal varlıkların pazar değerini
düşürüp bireyin servetini azaltacağı için onun
tüketim harcamalarını azaltmasına ve böylece daha
çok tasarrufta bulunmasına neden olur.
Borçları finansal varlıklarından fazla olan birey
ise faiz fiyatındaki değişmeye ters tepkide bulunur.
Faiz fiatının yükselmesi halinde, borçları için daha
düşük faiz ödemeye devam edeceği için birey
kendisini daha varlıklı hissetmeye başlar ve
kendisinde daha az tasarrufta bulunup daha çok
tüketme eğilimi uyanır. Faiz fiyatının düşmesi ise
bireyin tasarruf meylini artırır. Buraya kadar
anlatılanlardan anlaşılacağı üzere modern
ekonomistler, bu üç etken bir arada dikkate
alındığında faiz fiyatının tasarrufun tek saiki
olmadığı, ancak tasarruf eğiliminin yönünü
değiştirdiği görüşünü savunmaktadırlar. Nitekim,
bütün bu etkenlerin toplam etkisinin ne olacağını
kesinkes söylemenin oldukça zor olduğu
gözlenmektedir.
Keynes, tasarrufun temel saikinin faiz fiyatı
olmayıp bireyin gelir düzeyi, diğer bir deyişle
tasarruf yeteneği olduğunu ileri sürmektedir.
Goldsmith de bu görüşü benimsemektedir.
Keynes'in hipotezine göre tasarrufun faiz fiatı ile
ilişkisi çok zayıftır. Aksine tasarruf bireyin
gelirine bağlıdır ve bu bağlılık makro düzeyde
kendisjni daha çok ortaya koymaktadır. Yapılan
araştırmalar bu hipotezin doğruluğunu kanıtlar
niteliktedir. Ancak, bu hipotezin her durumda doğru
olduğunu söylemek biraz zordur. Nitekim A.B.D.'de
yıllar itibarı ile gelirlerde önemli artışlar olduğu
halde, tasarruflardaki artışın aynı hızla devam
ettiği gözlenmemektedir. Bu durum gelir-tasarruf
ilişkisi üzerine kurulmuş hipotezler ile ilgili
değişiklikler yapmayı zorunlu kılmıştır.
Geliştirilen hipotezlerin başında 1940'larda bazı
ekonomistlerin ortaya attığı göreceli gelir -relative
income- hipotezi gelmektedir. Bu hipoteze göre,
gelir düzeylerine göre tasarrufta görülen
farklılıklar
göreceli -relative-dir. Belirli bir gelir düzeyinde
bulunan kişilerin herhangi bir zamandaki tasarruf
eğilimleri, aynı gelir düzeyinde geçmişte sahip
oldukları tasarruf eğilimlerinin hemen hemen
aynıdır.
Goldsmith'in ve diğerlerinin yaptığı araştırmalar,
A.B.D.'de kişilerin gelirlerinin ortalama sekizde
birini tasarruf ettiklerini göstermektedir. Ancak
kısa dönemde bu oran ortalama etrafında dalgalanma
göstermektedir. Kısa dönemde cari tasarruf ile cari
gelir arasında görülen bu dalgalanmalar, "devamlı
gelir" hipotezi ile aydınlığa kavuşturulmaya
çalışılmaktadır. Friedman'a göre bir kişinin belirli
bir günde yaptığı harcamanın o günkü geliri ile
ilgisi yoktur. Kişi harcarken veya tasarruf ederken
uzun dönemde elde edeceği geliri düşünür. Harcama ve
dolayısı ile tasarruf kişinin geçmişte elde ettiği
gelirler veya gelecekte elde etmeyi beklediği
gelirleri normalize eden gelire dayanır. Friedman'ın
bulgularına göre tasarrufun devamlı gelire oranı
cari gelire oranından daha istikrarlıdır. Eğer
birinci oranda istikrarsızlık varsa gelir dışında
kalan faiz oranı, zenginlik etkeni ve diğer gelir
dışı değişkenlerin etkisi söz konusudur. O halde
diğer değişkenlerin aynı kalacağı varsayılırsa, kişi
gelecekteki gelirine göre bugünden harcama ve
tasarrufta bulunur. Geliri hakkındaki bekleyişleri
değiştikçe tasarruf eğilimi de değişir.
Devamlı gelir hipotezine yakın bir hipotez de
Modigliani, Brumberg ve Ando tarafından
geliştirilmiş bulunan "Yaşam çemberi -Life cycle"
hipotezidir.11 Bu hipotez savunucularına
göre tasarruf, kişinin yaşam boyu gelirinin bugünkü
değere indirgenmiş tutarı ile orantılıdır. Tasarruf
ile yaşam boyu gelir arasındaki oran daha istikrarlı
görünmektedir. Ancak, oranda kişiden kişiye görülen
farklılıklar kişilerin yaşlarının değişik olmasından
ileri gelmektedir.
Özet olarak söylemek gerekirse tasarruf saikleri ile
ilgili olarak geliştirilmiş hipotezlerin tümünün
gerçek yanları vardır. Tasarruf birden fazla
değişkenin etkisi altında oluşmaktadır ve bu arada
sosyo-ekonomik ve psikolojik faktörlerin de gözden
uzak tutulmaması gerekir.
Kurumsal tasarruf firmalarda ve kamu kuruluşlarında
oluşur. Bu kurumların tasarruf saikleri, kuşkusuz
bireysel tasarruf saiklerinden farklıdır. Bir
firmada tasarruf bir dönem sonunda oluşan
dağıtılmamış
kârlar olarak kendisini gösterir. Şu halde,
firmaları tasarrufa iten nedenler araştırılırken
firmaların dağıtılmamış kârlara yapacakları
eklemeleri hangi nedenlerle ve nasıl saptadıklarına
bakmak gerekir. Bir firma bir dönemde elde ettiği
vergi sonrası net kârını ya tümü ile ortaklarına
dağıtır, ya da tümünü veya bir bölümünü dağıtılmamış
kârlar olarak tutar. Dağıtılmamış kâr olarak tutma
kararı kâr payı dağıtma kararının sonucu oluşur. O
halde, denilebilir ki bir firmada tasarrufun
oluşmasının en önde gelen nedeni firmanın yapacağı
yatırımın veriminin (r), ortakların kişisel
yatırımlarından sağlayacakları verimden (r') yüksek
olmasıdır. Ancak bu durumda firma kâr payı dağtmama
yolunu seçebilir. Bu düşünce bizi firmaların yatırım
olanaklarına ve bu yatırım olanaklarının kârlılığına
götürür.
Kamu kuruluşları bir dönemde elde ettikleri vergi,
harç, resim vbg. gelirlerini cari harcamalar için
kullandıkları gibi bu gelirlerin bir bölümünü reel
aktif yatırımlarının fınanslanmasında kullanmak
sureti ile tasarrufta bulunurlar. Kuşkusuz, devleti
bu yatırımlara ve dolaylı olarak tasarrufa iten
nedenler çok farklıdır ve konumuz dışında
sayılmaktadır.
Yatırım Saikleri
Ekonomik anlamda yatırım, fonların sermaye mallarına
(reel varlıklara) tahsis edilmesidir.12
Daha önce de açıklandığı üzere reel varlıklara
yatırım bu fonları tasarruf eden bireyler (özel
kişiler, firmalar ve devlet) tarafından bizzat
yapılabileceği gibi bireysel tasarruflar finansal
pazarlar kanalı ile de reel varlık yatırımcılarının
kullanımına tahsis edilmiş olabilirler. Burada
önemli olan gerçek tasarrufun reel aktiflere tahsis
edilen gelir diliminden oluştuğu ve reel aktif
yatırımlarının, bir zaman dilimindeki toplamının
yüksekliğinin tasarrufun yüksekliği anlamına
gelmesidir.
Tasarrufla yatırım arasında karşılıklı ilişkinin var
olması, yukarıda açıklanan gerçeğe dayanmaktadır.
Bir ülkede tasarrufun hacmini reel yatırımlar
oluşturur, reel yatırımların hacmi ise bu
yatırımların gerçekleştirilmesine yeterli fonların
olmasına, diğer bir deyişle tasarruf fonlarının
bulunmasına bağlıdır. Yatırım olanakları ve ortamı
bulunmayan bir ülkede kişisel tasarruflar üretken
olmayan, ancak kişinin zenginliğini koruyucu
yatarımlara (taşınmaz mal alımı, dayanıklı tüketim
malı edinme, kıymetli maden satın alma vb.)
tahsis edilecek, bu
tasarruflar ve yatırımlardan ülke
ekonomisinin büyük bir yararı olmayacaktır.
Reel varlık yatırımları, yenileme yatırımları ve
kapasite arttırımına dönük yatırımlar olabilir.
Yenileme yatırımları eskiyen makina ve teçhizatın
büyük tamir ve bakımı olarak karşımıza çıkar ve
genellikle döneme ait amortisman karşılıklarına eşit
olmaktadır. Ancak, değişen teknoloji nedeni ile
ekonomik ömrünü tüketen, diğer bir deyişle demode
olan makina ve donanım yatırımları da bazı hallerde
kapasite arttırımına olanak sağladıkları halde
yenileme yatırımları olarak düşünülebilir.
Ekonomik büyümeyi sağlayan diğer bir deyimle gayri
safi milli hasılayı arttırmaya dönük yatırımların
kapasite arttırımını öngören yeni yatırımlar olduğu
bir gerçektir. Genellikle bu yatırımlar firma dışı
öz varlık ve borçlanma fonlarına gereksinme
duyururlar ve firmaların sermaye pazarlarına fon
istemcileri olarak çıkmalarına en başta gelen neden
olurlar.
Bir ülkede, duran varlık yatırımları yapılmasını
özendiren önemli bir neden olarak, duran varlıklar
toplamının bugünkü hacmi ile olması gereken hacmi
arasındaki dengesizlik gösterilebilir. Potansiyel
yatırım hacminin bugünkü yatırım haciminin üzerinde
olması yeni yatırım gereğini ve arzusunu ortaya
koyar. Bu dengesizliğe, yatırım yapma süresini bir
yatırım saiki olarak eklemek de gerekir.13
Mevcut yatırımların ürettiği mal ve hizmetlerin bu
mal ve hizmetlere karşı olan istemi karşılayamaması,
mal ve hizmet sunusunu ve dolayısı ile üretimi
arttırmayı gerekli kılar ve bu gereksinme de yatırım
malları istemini uyarır. İşte uyandırılmış bu talep
yatırım yapmanın bir gerekçesi olarak karşımıza
çıkar. Ancak yatırım mallarının üretim ve montaj
süresinin uzunluğu ve yatırım faktörlerinden birinin
veya birkaçının varolmaması yatırım yapmayı gerekli
kılan ortamın bulunmasına karşın o dönemde yatırım
yapmayı önleyebilir. Yatırımları geciktirebilir.
Mevcut yatırımların yetersiz kalması, yeni
yatırımlar yapma gereğinin bulunması ve yatırımı
teknolojik ve ekonomik olarak gerçekleştirmenin
olanaklı olması mutlak surette yatırım yapılacağı
anlamına gelmez. Yeni yatırımlar yolu ile mal ve
hizmet sunusunun arttırılmasını gerekli kılan bir
istemin bulunmasına karşın yatırımların yapılmadığı
veya çok yavaş bir tempo ile yapıldığı durumlar,
kuşkusuz
vardır. Bu durumları ortaya çıkaran nedenler de
yatırımın dolaylı saikleri olarak düşünülebilir. Bu
endirekt (dolaylı) saikleri ülkenin içinde bulunduğu
ekonomik konjonktür, politik ortam ve sosyal
nedenler olarak sıralamak mümkündür. Ekonomik
istikrarsızlığın bulunduğu, politik ve sosyal
ortamın kuşku verici olduğu bir ülkede, yeni
yatırımlara gereksinme duyulmasına rağmen, bu
yatırımları yapmaya istekli girişimcilerin
varolacağını düşünmek biraz hayalcilik olur. Böyle
bir ortam çoğu kez yatırımcıları, yatırımın riskinin
yüksek oluşu nedeni ile, yüksek verimli, yani geri
ödeme süresi kısa yatırımlara da yöneltebilir. Bu
tür yatırımların ülke ekonomisine yarardan çok mikro
düzeyde yarar sağlaması söz konusu olabilir.
Yeni yatırımların saiki olarak gösterilen, mevcut
sermaye malları hacmi ile arzu edilen sermaye
malları hacmi arasındaki açık; yenileme yatınmlannın
yapılması nedeni olamamaktadır. Ülke ekonomisinde
tüm sınai kuruluşların tam kapasite ile çalışması ve
üretilen mal ve hizmetlerin istemi karşılamaması
kapasite arttırıcı yatırımları özendirir. Sınai
kuruluşların kapasitelerini tam olarak
kullanmalarına gereksinme duyulacak bir istemin
bulunmaması halinde yeni yatırım için geçerli bir
nedenin 'bulunduğu söylenemez. Ancak, bu durumlarda
da, yenileme yatırımlarının yapılabileceği
düşünebilir. Nitekim, maliyet düşürücü ya da kalite
yükseltici yeni bir teknolojinin geliştirilmesi, tam
kapasite ile çalışmayan makina ve tesisleri daha
modern makina ve tesislerle değiştirmenin geçerli
bir nedeni olabilir. Burada yatırım saiki yeni
yatırımları motive eden saiklerden farklı olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Stoklara yapılan yatırımların saikleri ise çok daha
değişik biçimde kendisini gösterir. Ancak, burada da
gene en başta gelen saikin ekonomide bir canlanma
beklenmesi ve dolayısı ile satışlarda meydana
gelecek artışın karşılanması endişesi olduğudur.
Soruna makro açıdan bakıldığında, yatırım mallan
stokunun yetersiz olması, ekonomik, sosyal ve
politik koşulların yatırımı özendirici görünümde
bulunması gibi nedenler yatırım saikleri olarak
sıralanabilir. Ancak, bireysel yatırımcıları yatırım
kararları almaya, buraya kadar anlatılan çerçeve
içinde, iten spesifik nedenler bulunmaktadır.
Yatırımcılar yapacakları yatırımdan bir verim
beklerler ve bu bekledikleri verimi vermeyeceği
kanısını uyandıran yatırımlara ilgi duymazlar. Şu
halde, firma düzeyinde yatırım kararının
oluşabilmesi için yatırımın verimli olması ve bu
verimin yatırımcıların bekledikleri verimden büyük
veya bu verime eşit bulunması gerekir.
Ekonomistlerin "sermayenin marjinal etkinliği" (Marginal
Effıciency of Capital-MEC) adını verdikleri ve
finans teorisinde iç verim oranı (Internal rate of
return) olarak bilinen yatırımın verimlilik oranı
kuşkusuz, yatırım kararı alınmasında önemli bir
etken olmaktadır. Ancak, yatırımcının yatırımdan
beklediği verim -ki sermaye maliyeti olarak
tanımlanmaktadır- de yatırım kararlarının
alınmasında rol oynamaktadır. Şu halde bireysel bir
yaklaşımla, yatırımların iki önemli saiki vardır:
Bunlardan birincisi yatırımın verimliliği, ikincisi
ise yatırımcının sağladığı finans kaynaklarının
ortalama maliyeti. Yatırımın verimliliği yatırım
konusuna ülke ekonomisinin gereksinme duyması, diğer
bir deyişle, yatırımın yapılacağı iş kolunda bir
sunu ve istem dengesizliğinin bulunması ile yakından
ilgilidir. Sermaye maliyeti ise finansal pazarlarda
oluşan borçlanma ve öz varlık fonlarının maliyetleri
ile yatırımcı firmanın özel şartlarına bağlı olarak
düşük ya da yüksek düzeyde oluşabilir. Finansal
pazarlarda fonların maliyetlerinin şu ya da bu
düzeyde oluşmasının devletin uyguladığı para,
ekonomi ve maliye politikalarına bağlı olduğu,
ülkenin tasarruf etme potansiyelinin önemli rol
oynadığı, finansal pazarların özellikle sermaye
pazarlarının etkinlik ve işlerlik kazanmış olması
ile ilgili bulunduğu bir gerçektir.
|