Geleceğin Belediyesi
Muzaffer Önder
Yüklendikleri görev ve sorumluluklar, belediyeleri
yaşamın her alanında varolmaya zorlar.
Hergün, çöpleri alıp kirletilen sokaklan temizleyen,
suyu akıtıp kanalları kazan, çığ gibi büyüyen
kentlere yol, asfalt, kaldırım, otobüs yetiştirmeye
çalışan, park ve bahçeler açarak insanlara
yaşanabilir bir doğal çevre kazandırabilmek için
didinen, her türlü günlük ortak sorunlara çare
arayan kurumlardır belediyeler.
Belediyenin gecesi-gündüzü yoktur. Belediyeler artık
klasik belediyeciliği de aşmıştır. Çünkü; toplum
sürekli kendisini yeniliyor ve eski hizmetlerle
yetinmiyor. Belediyelerin yarattıkları değer,
sayılarla belirlenebilenin çok üstündedir.
Belediyeler halkın denetimine en yakın yönetim
yeridir. Eleştiri de, övgü de anında, yüzyüze
yapılabilir.
Belediye Başkanı ise yönetim, politika ve hizmet
eylemine kendisini adamış kişidir. En sorumlu yerde
ve çoğu kez de tek başınadır. Belediye Başkanlığı
bir hizmet ve şevk işidir.
insanlar, evlerinde eşlerine, çocuklarına
söyleyemediklerini Belediye Başkanı'na
söyleyebiliyor. Bu bir "Güven" olgusudur. Güven,
belde halkının en önde gelen isteğidir. Kentteki
işlerin emin ellerde olması istendiği için değil
midir ki "Şehremini" denilmiştir Belediye Başkanına.
Belediyelerde yöneten-yönetilen ilişkisi merkeze
göre çok daha dolaysız kurulabiliyor. Kimi zaman
"Ben açım" diye feryat eden insanlar Belediye
Başkanının yakasına da yapışabiliyor.
Halktan biri olduğunu göstermiş, halkın sorunlarına
kafa yorduğu bilinen, halk için çırpınan bir
belediye başkanı halkın güvenini kazanmış demektir.
Dinleme de belediye başkanından beklenen bir
erdemdir. Halk için kabul ve görüşme günleri
düzenlenmesi ve bu görüşmelerin başkalarına havale
edilmeksizin doğrudan yapılması; çarşı-pazar
dolaşma, mahalle gezileri yapma, şantiye
denetlemeleri gibi temaslar yalnızca bilgi ve izleme
akışını sağlamakla kalmaz, belde halkının başkana
olan güvenini artırır.
Bizim insanımızın kafasındaki belediye başkanı halk
adamı olacak. Yönetici - yatırımcı olacak. Geniş
ufuklu ve projeci olacak ve en önemlisi "baba"
başkan olacak. Belediye Başkanı ayrıca Halkın
Müstahdemi, ama en büyük istihdam yaratıcısı da
olacak.
Peki, tüm bunlara karşın ülkemizin yerel yönetim
yapısı nasıldır?
Yerel Yönetimler, her siyasi oluşumda, her devlette
merkezi yönetimlerin yanında yeral-mışlardır.
Demokratik yönetimlerde ise yerel yönetimler
demokrasinin "Olmazsa olmaz" unsurlarından
olmuşlardır. Yerel yönetimler, siyasal insan
varlığını yetiştiren en yaygın okullardır da aynı
zamanda.
Ne var ki, insana götürülecek kamu hizmetini ve bu
hizmetin nerede, kimin yetki ve sorumluluğunda
yapılacağını tanımlayan bir görev, yetki ve
sorumluluk paylaşımı yapılmadıkça, merkezi yönetim
ile yerel yönetimler arasında etkin bir kaynak
paylaşımı da sağlanamamaktadır.
Bağımlı belediye, yerel görev ve yetkilerin bir
bölümünün merkezde tutulduğu, merkezden
belediyelere aktarılan payların değişik bütçe, fon
ve hesaplardan parça parça ve genel ilkelere bağlı
kalmaksızın dağıtıldığı, yetki, görev ve gelirlere
ilişkin mevzuatın dağınık ve karmaşık olduğu,
belediyeleri sürekli merkezde tutan bir
belediyecilik anlayışıdır. Açıkçası; yerel
yönetimler şu anda hastadır. Yeniden yapılanmaya
ihtiyacı vardır. Şu da kabul edilmelidir ki,
demokratik sisteme geçildikten sonra çıkarılan her
yasa, belediyelerimiz üzerinde yeni vesayetler
yaratmıştır.
Oysa, 1580 sayılı belediye kanununa bakıldığında,
kanunun 15. maddesiyle belediyelere 77 ayrı ve
önemli görev verildiği görülecektir. Buna diğer
kanun, tüzük ve yönetmeliklerle verilenleri
eklerseniz belediyelerimizin ne kadar yüklü görev ve
yükümlülükler altında bulunduğu kolayca
anlaşılacaktır. Mevzuat eskimiş, merkeze bağımlılık
artmıştır.
Yerinden yönetim deriz hep. Bizce yerinden
yönetimin en güzel açıklaması, sorunların halka en
yakın birimlerce çözülmesidir. Çünkü; beldede
yaşayan insanların mutlulukları da belediyelere
görev olarak verilmiştir. Yalnızca sorumlulukla
belediyecilik yapılmaz. Sorumlu kılınan konularda
belediyeleri tam yetkili duruma da getirmek
gerekmektedir. Avuç açanın özgürlüğü olmaz!
Merkezi ve yerel yönetim arasındaki ilişkileri
düzenleyen idari vesayet mekanizması, bugüne kadar
hep tek yanlı olarak işlemiş, devletin, belediyeleri
aşırı derecede "Zaptü rapt" altına alması biçiminde
anlaşılmış ve uygulanmıştır.
Merkezi yönetimin elinde bulunan ve yerel karakter
taşıyan hizmetlerin belediyelere devrine ilişkin
yasal düzenlemeler, üniter devlet yapımıza ve milli
plan bütünlüğümüze aykırı düşmeyecek çağdaş
anlayışlar çerçevesinde yapılmalıdır.
Bize göre yapılması gereken de; adalet, genel
güvenlik, dış politika ve milli savunma gibi
görevler dışında kalan ve yerel halkın ortak
ihtiyaçlarını karşılayan görevler, kaynakları ile
birlikte yerel yönetimlere devredilmelidir. İdari
anlamda devletin küçültülmesi denilen konu da
budur.
Yerel yönetimler, genel ve katma. bütJ
celi kuruluşlar gibi Taşıt Yasası'na tâbidir.
Örneğin; ilgili yasanın 10. maddesine göre,
belediyelerin araç alabilmeleri için Bakanlar Kuru-lu'nun
izni gerekli. Alırız, olur gider... Olmuyor! Her
işlemin Ankara'da bittiği bir yapılanmada devlet
çok büyümüş, başkente sığamaz hale gelmiştir.
Böylesine sağlıksız bir büyüme hantallık, atalet,
yanlışlık ve isabetsizlik gibi türlü olumsuzlukları
da beraberinde getirmektedir.
İdari vesayet hem sözcük, hem de düşünce olarak
terkedilmeli ve yerini, "Hukuki Denetim"e
bırakmalıdır. "Vesayet" sözcüğü yanlış çağrışımlar
uyandırdığı kadar, kırıcı bir kavram olarak da
yakışmıyor.
Önemli bir diğer konu da, "atama"yla gelenlerin
"seçimle" gelenlere vasi konumunda bulunmalarıdır.
Dünya değişiyor evet de, bu eğilim, bu gelişme
yasalara tam olarak yansımış değil. Yani idari
vaseyet ile ilgili mevzuat hala aşırı merkeziyetçi
bir yapının damgasını taşıyor. Yasal yapının bu
merkeziyetçi özerkliğine ek olarak, uzun yılların
getirdiği merkeziyetçi alışkanlıklar da
belediyelerin özerkliğini sınırlandırıcı rol
oynuyor.
Bu da, belediyeleri düşündüklerini yapamayacak
kadar güçsüz duruma düşürüyor.
Mali güç kavramının gelişmesinin önünü tıkıyor.
Belediyelere kesinlikle mali özerklik
kazandırılmalıdır. Bu da, yerel yönetimlerin kendi
kaynaklarını kendilerinin toplamasından geçmelidir,
ilk anda belki vergi koyma yetkisi tanınmayabilir,
fakat hiç değilse, merkezi idarece belirlenen
alt-üst limitler içinde yerel meclislerin serbest
hareket etmeleri sağlanmalıdır.
Belediyeler SSK'ya borcunu ödeyemiyor. Maliyeye
vergisini yatıramıyor. Fonlara olan borcunu
ödeyemiyor. Bunlar zaman zaman affediliyor,
konsolide ediliyor, taksitlere bağlanıyor. Bunlar da
hiçbir zaman çözüm ve çıkış yolu olamıyor.
Belediyelerin gelir ve giderleri konusunda ciddi bir
dengeleme yapılması gerekiyor. Bütün mesele kaynak
yetersizliğinde düğümleniyor, düğüm de bir türlü çö-zülemiyor.
Aslında belediyelerin sorunları 1580 sayılı kanunla
ilgili değil. Belediye yetkilerine kısıtlama
getiren tüm kanunlar gözden geçirilip
ayıklanmalıdır. Belediye Başkanları, merkezi
yönetimin mahalli idaredeki seçimle gelmiş
bürokratları konumundan kurtarılmalıdır.
Yerel yönetimler, kendilerinden beklenilen .
fonksiyonları etkin bir biçimde yerine
getireceklerse, idari ve mali alanlarda özerk bir
statüye sahip olmalan gerekir. Özerklik, yerel
yönetim organlarının kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, yerel nitelikteki ortak kamu
hizmetlerini, kendi sorumlulukları altında ve halkın
çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme
hakkıdır. Bu hak, demokratik yöntemlerle seçilmiş
üyelerden oluşan karar organı olan Belediye
meclislerince kullanılmalıdır.
Yerel yönetimler, anayasa ya da yasalarca, kendi
yetki alanları dışında bırakılmış olmayan, veya
başka herhangi bir makamın görev alanına girmeyen
konularda, halkın ortak ihtiyaçlarını karşılamak ve
yeni işlevlere girişebilmek için de takdir yetkisine
sahip olmalıdır. Kamusal yetki ve sorumluluk, halka
en yakın olan makamlar tarafından kullanılmalıdır.
Gelişmiş toplumlara şöyle bir bakıldığında kamu
harcamalarının yüzde 50'sine yakın bölümünün yerel
yönetimlerce yapıldığı görülmektedir. Halkımıza
güvenirsek, onlarin da güvenini kazanacağımıza
inanmalıyız. Batılı dediğimiz temel felsefe budur.
Yeniden yapılacak düzenlemede bu çağdaş felsefeye
uyulmalıdır.
Kimi zaman gıpta, çoğu zaman da iç burukluğu ile
gördüğümüz gelişmiş ülkelerin çağdaş şehirlerinde
yaşamanın pahalı olduğu-nu hiç düşünmeyiz. Şehirde
yaşamanın bir be-deli vardır. Biz de bu bedeli halka
eşit, adil ve yaygın şekilde dağıtamazsak, gelişmiş
toplumlara yetişebilmenin yalnızca hayalini görürüz.
Ütopyadan öteye geçemeyiz.
Sanırız bu çarpıklık ve karmaşıklığın en dertli
kişileri de Belediye Başkanlarıdır.
Yasa düzenleyici konumundaki milletvekilleri
seçilir ve Ankara'ya gider. Çok kısıtlı bir seçmen
topluluğu ile ilişki içindedirler. Bunu eski bir
parlementer olarak yakından bildiğim için ifade
ediyorum.
Ya Belediye Başkanları?
Hergün, her saat... Gece ve gündüz tüm
hemşehrilerinizle karşı karşıyasınız. Bir su
arızasının muhatabı sizsiniz. Altyapıdaki bazı
aksamalarda değerlendirme bellidir; "Böyle Belediye
olmaz olsun."
Ulaşım, temizlik, imar, planlama, evlenme, eğlence,
sosyal ve kültürel etkinlikler çevre...
İşsizler, yoksullar, asker aileleri, eğitsel
faaliyetlere katkı, spor kulüpleri semt pazarları,
oto parklar, parklar/ bahçeler.. Alt geçitler, üst
geçitler.. Denetimler, sağlık, mezbahalar, diğer
gıda kurumları ve cenaze işlerine kadar yüzlerce
görünen görünmeyen konunun içinde olan Belediye
Başkanları.
Makamında, evinde, vakit bulabilirse eğlencesinde..
Yolda, telefonda ve hatta yatağında hep sorumlu
yerde.
Peki, ya yetki? İşte o Ankara'da.
İşleyiş böyle olunca, yapılanma böyle sürünce
belediyeler çalışamıyor, kentler tıkanıyor ve
Ankara yetişemiyor.
Günümüz kentleri devleşti ve karma-. sıklaştı.
İnanılmaz sayıda insan birarada yaşıyor. Kültürel
doku çeşitlendi. Yarışan öğeler hızla arttı. Böylesi
bir ortamda yaşamı çağdaş düzeye çıkartmak, bir
anlamda kendiliği sağlamak yerel yönetimlerin işi,
evet. Bunun da güç kaynağını onlara sağlamak gerek.
Bizce temel problem, mevcut işleyiş ve yapılanma
tarzının değişmeye karşı direncinde yatıyor. Bu
belirsizliğin devam etmesinde kurumsal ve kişisel
çıkarlar doğrudan rol oynuyor. Yani, yerel
yönetimler üzerindeki kontrolü elinde bulunduran
organ, kendi savunma duvarları arkasında direncini
sürdürüyor. Bu da, "Merkezi idareyi idare edin"
anlayışını egemen kılıyor.
Bağımlı belediye sisteminin sürekli kılınmasının bir
siyasal tercih olmaktan mutlaka kurtarılması
gerekmektedir.
Bozulmuş yapının sorumlusu ise, belediyeleri
merkeze bağımlı hale getiren sistemdir ve zaman
geçirilmeden değiştirilmelidir.
Bu değişimdeki biçim ve özün de, hızla kentleşen bir
Türkiye imajının ışığında biçimleneceği kanaatini
taşıyoruz.
|