Gelişim Rüzgarlarının Düşündürdükleri
Doç. Dr. İsmail Karakuyu
İnsanlık, günümüze ulaşıncaya kadar-birçok gelişme
aşamalarından geçmiştir. Ancak, içinde bulunduğumuz
değişim çağının başlangıcında, teknolojik gelişim
çok ciddi bir hız gösteriyor. Önümüzde değişim
rüzgarlarının fırtınalara dönüşeceği günlerimiz
vardır. Ülkemizi bu fırtınalı değişimi hazırlamak
zorundayız.
Bu yüzyılın başında Wright kardeşler ilk planörü
uçurduklarında olay olmuştu. Bir bilim ekibi
çıkıyor ve diyorki: "insanların uçması mümkün
değildir, yeni uçakların yapılması konuşuluyor ama,
gerçekleşmesi mümkün değil." Yani insanların
uçabileceğine bilim dünyasında bazılarının
inanamadıkları bir dönem yaşanıyor.
Bu yüzyılın sonuna bakıyoruz. İnsanlar sadece
uçmakla kalmamışlar büyük uzay atılımları
yapmışlar. Bugün dünyanın her yerinden uydularla
canlı televizyon yayınlarını takip ediyoruz ve
insanlar internet'den bir anda birbirlerine
ulaşabiliyorlar, insanların beyinlerini daha geniş
kullanabildikleri bir döneme giriyoruz. Bu
Teknolojik değişim sırasıyla ekonomik değişimlere,
sosyal değişimlere, politik ve kültürel değişimlere
sebeb oluyor. Dolayısıyla değişim rüzgarları
hayatımızın her alanını etkiliyor.
Telekomünikasyon ve ileşitim teknolojisindeki
gelişmeler dünyayı küçülterek küreselleşme sürecini
hızlandırmıştır. Bilginin en önemli hünerlerinden
biri iletişim teknolojisidir. Dünya artık bilgi ve
parayı ışık hızıyla taşıyan elektronik bir ağla
birbirine bağlamıştır, iler türlü kontrol, kısıt ve
sınıra saygısız iletişim araçlarıyla, herkes bir
anda herşeye erişir olmuştur. Son yılların en güncel
kavramlardan biri olan küreselleşme, doğuşunu
iletişim teknolojisine borçludur. (bilgi toplumu ve
bilgi ekonomisi)
Dijital teknoloji, fiberoptik ve laser teknolojisi
ile ortaya çıkan iletişim teknolojisi bilgi
toplumunu meydana getirdi. Uydular ışık hızıyla
sınırları kevgire çevirerek haber ve bilgiyi oradan
oraya taşımaktadır. TV katılımlı konferanslar, uydu
yayıncılığı artık sıradan bir olay haline gelmiştir.
Artık iletişim öylesine hızlanmıştır ki, en büyük
kütüphanedeki tüm kitaplar 24 saatde
aktarılabilmektedir. Oysa kon-vansiyonel bakır tel
ve 2400 baudluk modemle bu 2000 yıl sürebilirdi.
Işık hızıyla sınırları delik-deşik eden teknoloji,
haber ve bilgiyi coğrafyanın tutsaklığından
kurtarmıştır. Artık insanlar yalnızca birkaç yüz
dolara internetle dünya pasaportuna sahip
olabiliyorlar, ister evlerinden, ister bürolarından
tüm dünyayı dolaşıp istedikleri her şeyi
öğrenebiliyorlar, alacakları ürünleri seçebiliyor
ve paralarını ödeyebiliyorlar.
Bilgi sayesinde sınırlara hapsedilen, kullanıldıkça
tükenen doğal kaynakların yerini, giderek temelde
zihin ürünü olan, bu yüzden gerek duyuldukça
üretilebilen bioteknolo-ji ürünleri almaktadır.
Artık petrol ve kömür gibi fosil yakıtların yerini
nükleer ve biokütle gibi doğal alternatif enerji
kaynaklan almaktadır. Maden ve taşın yerine plastik,
bakır telin yerine fiberoptik kablo geçmiştir.
Kumdan mikro-yongalar üretilmekte ve bir onsluk
mikroyonga bir ton çelikten daha çok kazanç
sağlamaktadır. 3 kg'lık fiberoptik kablo, bir ton
bakır telin gönderebileceğinden daha çok mesaj
göndermektedir.
Bilgi, üretimin temel unsuru haline geldikçe
ürünlerdeki madde miktarı da azalmakta, dolayısiyie
fiziki ağırlık hafiflemektedir. Bugün 19601ı yıllara
göre ürünlerin ağırlığı % 50'ye yakın azalmıştır,
iletişim ve bilgisayar teknolojisinin temel unsuru
olan mikroyonga neredeyse tümüyle bilgiden
oluşmaktadır. Migroyongada hammadde ve enerji
maliyetin sadece % 2'sini teşkil etmektedir.
Birinci dünya savaşından sonraki döneme damgasını
vuran en önemli şey seri üretim (mass production)
idi. Yanı, aynı malı ne kadar çok üretip ucuza
çıkarırsan, bunu da çok sayıda insan tüketir
düşüncesi ile seri üretime geçildi. Bu dönemde
modernleşmedeki temel, ürünün örneği üzerinde
çalışmaktı. Seri üretimin gelişmesi yeni pazar
sorunları ortaya çıkardı. Eskiden ne olsa, nasıl
olursa olsun satılırken arz, talebin gerisinde
kalmaya başlamıştı. Bu da rekabet koşullarını
ağırlaştırdı. Ayakta kalmak için yeni
teknolojilerin üretimine hız verildi. Yeni
teknolojiyi iyi kullanabilenler, çok iyi
eğitilenler, dünyanın üretimine ve büyük
kapasitesine sahip olmaya başladılar. Bu bilime
sahip olanlar, üretimlerini diğerlerini dışlayarak
yapma eğilimi içinde oluyorlar. Yani, daha çok
teknoloji kullanıp ülkelerini ekonomik yarışta öne
geçirme çabasını sarfediyorlar.
Teknolojide meydana gelen inanılmaz değişiklikler
yeni bir çağın, yeni bir dönemin ilk
göstergeleridir. Hemen hemen herkes yeni bir
dönemecin başında olduğumuzu kabul ediyor, ancak
dönemecin adında ittifak yok Fritz Machlup "Bilgi
Ekonomisi", Brezinski "Teknolojik Çağ", Roif
Dahrendorff "Post-kapi-lalizm", Amitai Etzioni
"Post-modern", Daniel Bell "Post-endüstriyel", Peter
F. Drucker "Ticaret ötesi toplum", Mastıda "Bilgi
toplumu", Na-isbitt ve Aburdene "Büyük yönelimler
çağı", Ahin Toffler "Üçüncü büyük dalga" demeyi
uygun buldu. Dönemin adlandırılmasının büyük bir
önemi yok ama bilginin öne geldiği dönem geliyor,
işte önümüzdeki çağda bilginin toplanması,
işlenmesi, değerlendirilmesi,
dağıtımı ve kullanımı ülkelerin dünyadaki yerini
belirleyecek.
Ticaret, sermaye hareketleri ve teknoloji akımının
transnosyonel bir özellik kazanarak yayılması ve
yoğunlaşması, değişik milletlere mensup bireyleri
sıkı menfaat bağlarıyla birbirine bağlamaktadır. Bu
tür ilişkiler sonucunda ortaya çıkan karşılıklı
bağımlılıklar, ülkeler arasındaki sıcak savaş
ihtimalini büyük ölçüde azaltmaktadır. Bu olgu
özellikle Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'da göze
çarpmaktadır. Ekonomileri bilgi birikimi, yüksek
teknoloji ve hizmet sektörüne dayanan Japonya ve
Singapur gibi pasifik ülkeleri de bu sistemle
bütünleşmiş durumdadır. (2023 bilgi toplumu)
Günümüzde her ülke küresel teknolojik yapı ve buna
parelel olarak oluşan ekonomik sisteme nasıl entegre
olacağına karar vermek zorunda kalmıştır. Hızla
gelişen bu ekonomik sistemin dışında kalmak, güçsüz
olmak, kalkınma ve gelişme yarışında geri kalmak
demektir. Daha önce önemli olan doğal kaynaklar ve
pazara yakın olma gibi kalkınma unsur-lan artık
önemini kaybetmiş durumdadır. Üretim faktörlerinden
olan ucuz işçiliğin önemi giderek azalmış, yerini
eğitimli kalifiye işçiliğe bırakmıştır. Ucuz işçilik
artık bir rekabet unsuru olmaktan çıkmıştır.
Bu başdöndürücü gelişme karşısında ülkeler ve
insanlar kendi bünyelerini bu bilgi birikimine
uydurmaya çalışıyorlar. Sosyal alana bakıyorsunuz.
Sosyal alanda umulmadık bir biçimde değişmeler
olmuş, komünist sistem çökmüş ve piyasa ekonomisi
tek başına etkin olmaya başlamış, devletler yan yana
gelerek bloklaşmalar oluşturmuşlardır. Bugün Avaıpa
Birliği, NAFTA ve APEC gibi üç büyük blok
görüyoruz. Bu üç büyük oluşum ve bütünleşmenin bir
tanesi Avrupa'da bir tanesi Amerika'da ve bir tanesi
Asya'da. Bu üç blok dünya gelirinin % 87'sine sahip
duruma geldi. Bazı devletler zengileşirken, bazıları
da fakirleşiyor.
insanlar arasında yeni ortak değerler ve amaçların
oluşmasına yol açan bu eğilimlere rağmen, milli
egemenlik, devletin ülke bütünlüğü ve milli devlet
gibi küreselleşmeye zıt kavramların kutsallığını
yitirdiği söylenemez. Avrupa Topluluğu devletlerinin
Maastricht'e rağmen ortak bir dış politik ve ortak
bir savunma kimliği oluşturmadaki başarısızlığı, bu
geleneksel kavramlann hala uluslararası politikaya
büyük ölçüde hakim olmaya devam etmelerinin bir
sonucudur. Hatta evrensel değerlerin karşında yerel
değerlerin ön plana çıkarak uluslararası ilişkilerde
önemli bir ağırlık kazanmasına yol açmıştır.
İnsanlık yeni bir hayatın eşiğindedir. Dünyanın
vazgeçilmez değerleri ortaya çıkıyor. Bir yandan
global bir köyde iktisadi bütünleşme yaşanırken,
diğer yandan ülkeler kendi kültürlerine ve öz
değerlerine daha çok bağlanmaya başlıyorlar. Yani,
dünyada bir ekonomik bütünleşme ve bloklaşma
yaşanırken ülkeler kendi kültürlerine ve
geleneklerine önem veriyorlar. Bunlar çok önemli
gelişmeler. Milletlerin kendi öz değerleri,
yükselen değerler olarak ortaya çıkıyor.
Milletlerarası yarış; bilim, teknoloji, kültür ve
siyasal kulvarlarda başdöndürücü bir hızla
sürmektedir. Bütün milletler bu çılgın yarışta
mecburi koşucular durumundadır. Bu yarış acımasız
ve insafsızdır, ya koşacak ya da düşüp ayaklar
altında kalacaksınız. Yarıştan kopan milletlerin
geleceğinde, gelişmiş milletlerin kol işçisi olmak,
gönüllü sömürge haline gelmek, hatta açlık sınırında
nöbet beklemek vardır. Bunun için bütün milletler,
çağı yakalamak, bir başka ifade ile zamanı yakalamak
için canını dişine takıp yarışmaktadır. Türkiye
bütün engellere, tuzaklara rağmen bu yarışı
sürdüren ülkelerden biridir. Büyük imkanlar ve
zenginliklere sahip ülkemiz kendi kültür değerleri
ile kalkınma ve gelişmenin temel dinamiklerini
yakalamak azmindedir. Dünyadan etkilenmemek mümkün
değil ama, bizim ne hissetiğimiz, kendi
hedeflerimizin neler olduğunu meselesi çok
önemlidir.
20. yüzyıl, tarihin en korkunç savaşlarına, yıkım
ve kırımlarına şahit oldu. Bunun yanında komünist
ülkelerin halkları ayağa kalkıp, rejimleri kökten
değiştirmenin yollarını aradılar. Bu hızlı değişme
dünyayı temeline kadar sarstı. Oysa, pek çok siyaset
bilimcisi ve politikacısı yıllardan beri komünist
sistemin temellerinden çürüdüğünü, bilim ve
teknolojide tıkandığını, toplumun ruh ve duygu
gücünden mahrum olduğunu, çökeceğini ileri
sürüyorlardı. Bu büyük çöküşün savaşsız
gerçekleşmesi, dünya ve bölgemiz için bir talih
olmuştur.
Türkiye, tarihte derin kökleri olan bir ülke olmanın
yanında, on asırlık büyük bir tecrübenin bilgi ve
moral kuvvetine sahiptir. Bütün ihtiyacımız;
eğitimde, bilim ve teknolojide yaşanan yarıştan
kopmamak; daha çok çalışmak, daha çok üretmek ve
dünya ticaretindeki yerimizi güçlendirmektir.
Yüreklerin birlikte vuruşu, gönüllerin buluşması ve
"Türkiye Sevgisi"nde harman oluşu, gücümüzün
kaynağıdır.
|