|
Genetik Mühendisliği
Prof. Dr. Semra Kocabıyık
1970'li yılların başında Stanley Cohen ve Herbert
Boyer tarafından ilk gen klonlama-smın
gerçekleştirilmesi ile birlikte moleküler biyoloji
alanında hızlı bir gelişim süreci yaşanmıştır. Bu
arada, rekombinant DNA teknolojisi ya da genetik
mühendisliği tekniklerinin endüstriye yönelik
üretim amaçlı kullanımı yüzyılın devrimsel
nitelikte teknolojilerinden birisi olarak
adlandırılan moleküler biyoteknoloji-nin doğmasına
yol açmıştır. Geçen yaklaşık 30 yıllık süreç
içerisinde bu alanda kaydedilen hızlı gelişmeler,
gerek bilim gerekse toplum için yeni bir çok olanak
sağladığı gibi endüstri alanında da yoğun bir
rekabet ortamının doğmasına yol açmıştır. Bu yeni
teknolojinin etkilerini insan yaşantısında 21.
Yüzyılda daha belirgin ve somut bir şekilde
hissettirmesi beklenmektedir.
Genetik mühendisliği başta gen klonla-ması olmak
üzere gen transplantasyonu, yapay genetik
kombinasyonların oluşturulması gibi çeşitli gen
manipülasyon tekniklerini içermektedir. Gen
klonlaması ise, herhangi bir proteini kodlayan genin
spesifik olarak izolasyonu ve yeni bir konakçı
hücrede çoğaltılarak kopya sayısının
arttırılmasıdır. Böylece bakteri, hayvan yada bitki
hücreleri endüstriyel açıdan önemli olan, ancak
klasik yöntemlerle üretimleri ya pahalı olan ya da
mümkün olmayan proteinleri üreten birer biyolojik
fabrika haline dönüştürülmektedir. Örneğin, tıpta
önemli bir kullanım sahası olan büyüme hormonu soma-tostatinin
konvansiyonel yöntemler ile 5 mg'ını elde edebilmek
için 500 000 adet koyun beyni gerekmektedir. Söz
konusu hormon geni insanlardan izole edip bakteri
hücrelerinde klonlandığında ise aynı miktardaki
hormonun elde edilmesi için sadece birkaç litre
bakteri kültürü yeterli olmaktadır. Bugün,
rekombinant DNA teknolojisine dayanarak üretim
yapan yalnız Amerika'da 600'ün üzerinde özel şirket
bulunmaktadır. Bu teknoloji ürünlerinin yıllık
toplam satış tutarının 2000 yılına kadar Dünya
pazarında 50 milyar USD'a ulaşması beklenmektedir.
Genetik mühendisliğinin uygulamaları içerisinde tanı
ve tedaviye yönelik olanlar ön sıralarda yer
almaktadır. Diyabetli hastaların tedavisinde
kullanılan insülin, klasik yöntemlerle domuz ya da
sığır pankreasından saflaştı-rılmak suretiyle elde
edilmektedir. Ancak bu yöntemin çok zaman alması ve
zahmetli olma- , sının yanı sıra, hormonun hayvansal
kökenli olması dolayısı ile alerjik reaksiyonlara
yol açması ve bazı virüs hastalıklarını taşıması
gibi riskleri de bulunmaktadır. Buna alternatif
olarak günümüzde insan insülin geninin
mikroorganizmalarda klonlanması ile elde edilen
rekombinant insülin kullanımı giderek
yaygınlaşmaktadır. Bunun gibi, koroner kalp
hastalıklarında kandaki pıhtının yok edilmesinde
etkin olan doku plazminojen aktivatörü (t-PA),
insan büyüme hormonu, doğal anti-viral ve
anti-kanser ajanlar olan interferonlar (IF oc, (5,
T) ile interlökinler (İL), hemofilide kullanılan ve
kanın pıhtılaşmasını sağlayan faktörler (Faktör 8
gibi), mikroorganizmalarda gen klonlaması yolu ile
rekombinant proteinler olarak elde edilmekte ve
kullanılmaktadır.
Genetik mühendisliğinin en çok ilgi çe-ken
dallarından birisi de Transgenik Teknoloji'dir. Bu
teknoloji, hayvan ya da bitkilerde çeşitli
yöntemlerle gen transferini ve böylece canlıların
genetik yapılannın değiştirilmesini hedeflemektedir.
Bu teknolojinin bir ürünü olan transgenik süt
hayvanlarının (inek, koyun, keçi gibi) sütlerinde,
bazı insan proteinleri, o canlıya herhangi bir
zarar vermeden, başarı ile üretilmektedir. Bu
yöntemin avantajı, üretim kapasitesinin yüksek
olması, protein izolasyonunun kolay olması ve üretim
giderlerinin daha az olmasıdır. Örneğin, akciğer
dokusunun elastikliğini yitirmesi şeklinde kendini
gösteren enzema'nın tedavisinde kullanılan insan ocl-antitripsini,
bu yöntemle üretilmektedir. Laktaz (|3-galaktosidaz)
enziminin aynı şekilde sütte üretilmesi ile süt
şekerinin parçalanması sağlanmakta ve bazı
insanlarda laktoz intoleransı dolayısı ile
karşılaşılan problemler de ortadan kalkmış
olmaktadır. Transgenik teknoloji, tavuklarda virüs
ve bakteri hastalıklarına karşı direnç geliştirme,
etin kalite ve verimini arttırma, yağ ve kolesterol
oranı düşük yumurta üretme yolunda da önemli
gelişmeler kaydetmiştir.
Transgenik teknoloji ile bağlantılı olarak ilaç
(özellikle protein kaynaklı olanlar) üretim
üniteleri ya da hastalıklar için deneysel model
olarak kullanılmak üzere hayvanların klonlanması
genetik mühendisliğinin ağırlıklı olarak üzerinde
çalışılan dallarından birisidir. Son zamanlarda
koyun (Dolly) Hortlaması ile gündeme gelen bu konu,
kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmış ve toplum
hayatına yansımaları 'acaba insanlar da
klonlanabilir mi?' sorusunu gündeme getirmiştir.
Böylece sokaktaki insanın bu teknoloji hakkında
bilim adamlarının neler söyleyebildiklerinden
ziyade, onun teknik olmayan etkileri konusunda
söyleyemedikleri ile daha fazla ilgilendiklerini
ortaya koymuştur. Bu son örnek uzun süredir
tartışılmakta olan, bu teknolojinin kullanımında
yasal ve düzenleyici tedbirlerin gereğine ve önemine
bir kez daha dikkatleri çekmiştir.
Bitkilerde gen transfer çalışmaları ise, virüs
hastalıklarına karşı dayanıklılık kazandırmak,
herbîsitlere direnç geliştirmek ya da bitki
proteinlerinin besin değerini artırmak gibi amaçlar
doğrultusunda yapılmaktadır. En ba-şarılı
örneklerden birisi, bakterilerden biyoin-sektisit
geninin aktarılması ile bitkilerin bazı böceklerin
zararından korunmuş olmasıdır. Kısa bir süre önce
biyoinsektisit genini taşıyan patates, pamuk ve
mısır bitkileri tüketim için pazara sürülmüştür.
Dünya çapında yıllık tüketim tutarı yaklaşık 8.1
milyar USD civarında olan insektisitlerin yol açtığı
çevre kirliliği ve dirençlilik gibi sorunlar dikkate
alındığında bi-yoinsektisitler önemli avantajlar
sağlamaktadır ve bu tutarın 2.7 milyar'lık kısmının
yakın gelecekte biyoinsektisit uygulamaları için
harcanması beklenmektedir. Diğer bir başarılı
uygulama ise, meyve ve sebzelerin taşıma ya da
depolama sırasında bozulmalarını önlemek amacı ile
doğal olgunlaşma prosesinin 'anti-sense RNA' yöntemi
ile ya da bakterilerden aktarılan bir gen ile
geciktirilmesidir.
Genetik hastalıkların, gen transferi yolu ile
tedavisi anlamına gelen 'gen tedavisi' alanında da
son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
'ADA Deficiency' ve 'Cystic Fibro-sis' bu yöntemin
başarılı olduğu kalıtsal hastalıklardan sadece
ikisidir. Kalıtsal nitelikteki enzim hastalıkları,
yüksek kolesterol, artritis dahil bir çok genetik
hastalık için gen terapi yöntemleri geliştirilmiş
ve klinik uygulamaları onaylanmıştır. Bunun yanı
sıra sistik fibroz, Huntington's hastalığı, talasemi,
Alzheimer hastalığı gibi kalıtsal hastalıkların
genleri belirlenmiş olup bunların gen 'marker'ler
kullanılarak doğum öncesi ya da sonrası tanıları
mümkün olabilmektedir. Ayrıca, birçok kanser
türünün genetik bazının belirlenmesi ile kanser
tanı ve tedavisinde de genetik yaklaşımlar giderek
ağırlık kazanmaktadır. Bugün kalıtsal mu-tasyonlann
toplam kanser olgularının %20'si-nin nedenini
oluşturduğu bilinmektedir. Bu bakımdan 'kanser
marker genleri' ve ilgili mu-tasyonlarm belirlenmesi
erken tam açısından önem taşımaktadır. Bu
'marker'ler arasında tümör baskılayıcı genlerden
ikisi, p53 ve MTS1, özellikle önemlidir. Örneğin,
meme ve kolon kanseri ile ilgili olarak risk gnıbuna
giren şahısların kanser başlamadan önce, ileriki
yıllarda kansere yakalanma olasılıklarının
belirlenmesi mümkün olabilmektedir.
Son yıllarda genetik mühendisliğinin önemli ilgi
odaklarından birisi de, çevre problemlerinin
çözümüne yönelik kullanılması olmuştur. Hidrokarbon
kaynaklı kirleticilerin yok edilmesi amacı ile
mikroorganizmaların yıkım kapasitelerine dayanan
yeni teknolojiler (bioremediation)
geliştirilmektedir. Bu arada doğal yıkım prosesinin
gen klonlaması ve ma-nipülasyonu yolu ile
güçlendirilmesi ve hızlandırılması yönünde de
önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
Rekombinant DNA teknolojisinin en başarılı
uygulamalarından bir diğeri de, 'Protein
Mühendisliği'dir. Protein mühendisliği endüstriyel
amaçlı kullanımlar için proteinlerin stabi-litesinin
(sıcaklık, alkali, asit için) artırılması,
enzimlerin aktivitelerinin yükseltilmesi ve substrat
spektrumların genişletilmesi ve yeni proteinlerin
tasanmı gibi pek çok olanak sağlamaktadır.
Sonuç olarak, yukarıda sadece bazı örnekleri
verilen genetik mühendisliğinin kullanım alanı çok
geniş olup ticari potansiyeli son derece yüksektir.
Çok hızlı bir şekilde gelişen ve yenilenen bu
teknolojinin daha yıllarca gündemde kalacağı ve
dinamizmini koruyacağı kesindir. Amerika, bazı
Avrupa ülkeleri ve Japonya başta olmak üzere
gelişmiş ülkelerde genetik mühendisliğine dayalı
teknolojiler üretimde yerini almış ve klasik
teknolojilerle rekabet ko-şullannı zorlayan bir
konuma gelmiştir. Ülkemizde ise henüz ticari amaçlı
uygulaması bulunmamakta olup, sadece birkaç
Üniversitede (Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilkent
ve Boğaziçi Üniversiteleri gibi) yürütülen
araştırmalar ile sınırlı kalmaktadır.
Geliştirilmesi için Üniversite - Sanayi işbirliği
ve şirketler bünyesinde araştırma-geliştirme
birimlerinin kurulması çabalarına ağırlık verilmesi
mutlaka gerekmektedir. Bu yönde kaydedilecek
ilerlemeler devlet desteği kadar, belki de daha
önemlidir.
|