Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Global Ekonomiye Dönüş 

Global Ekonomi Nedir, Global Ekonomik Kriz 

Eğer global kapitalizmin şu anki gelişmesini anlamak istiyorsak, uluslararası liberal ekonomik düzenin aslında ilki 19. Yüzyılın sonunda ve ikincisi 20. Yüzyı­lın sonunda olmak üzere iki kez yükseldiğini hatırlamamızda yarar vardır.' Ulus­lararası ekonomi birçok yönden sadece yüz sene önceki düzeyine daha yeni eriş­miştir; ki bu, meşhur iktisatçıları, uluslararası entegrasyonun şimdiki seviyisinin iki dünya savaşı ve büyük buhranın yarattığı duraklama ve gerilemelerden önce olduğu kadar kadar yüksek olup olmadığını sorgulamaya teşvik etmektedir.

Yakınlarda yapılan bir çalışmada, ekonomistler Michael Bordo, Barrry Eic-hengreen ve Douglas Irwin globalleşmenin bugün bir asır önceki globalleşmeden gerçekten farklı olup olmadığına cevap arıyor.2 Bu sorunan cevaplanması bize şimdiye dek hiç görülmemiş bir dönemde yaşayıp yaşamadığımız, ulus devletin modasının geçip geçmediği ve yeni uluslarası ekonomik düzenin kendi devamını temin edip edemeyeceğine karar vermede yardımcı olabilir. Hakikaten, birçok gözlemcinin işaret ettiği gibi global kapitalizmin ilk silsilesinin böyle afet kabilin­den bir sonla noktalanmış olması gerçeği, bizi ticarî, fınansal ve işgücü entegras­yonunun şu anki durumu üzerinde düşünmeye zorluyor. 

Dünyanın bugün Pax Britannica döneminden bile kesinlikle daha az liberal olduğu bir alan ise göç ve göçmenlerdir. Teknolojik gelişmelerin seyahati göç kısıtlamalarının en asgari olduğu veya hiç olmadığı 19. yüzyıldakinden çok daha olay ve daha düşük maliyetli hale getirmesine rağmen, bugün birçok ülke -özel­ikle zengin ülkeler- bir dizi göç ve işgücü düzenlemelerine sahiptir. Ekonomist eepak Lal'ın ikna edici şekilde açıkladığı gibi, bugün insanların göç etmesinin izerinde böyle kısıtlamaların olmasının sebebi, (zengin ülkelerde) vatandaşlığın efah devleti tarafından sağlanan hizmetlerden yararlanma hakkını vermesidir, âkin refah devleti büyümekte olduğu gibi göç miktarı da büyümektedir. 1965 yılından 1990 yılına kadar fakir ülkelerden zengin ülkelere akışın etkisiyle yaban-bu ülkede doğmuş nüfus 75 milyondan 120 milyona yükselmiştir. Örneğin, 1945'ten u yana   ABD'ye göç eden insan sayısı 10 kat büyümüştür, fakat göçmenlerin BD nüfusu içindeki oranı, bu oranın zirveye ulaştığı yüzyılın başındaki oranın sadece üçte biridir. 

Kıyasladığımızda, dünya mal ticareti 1970'lerde 1913'deki seviyesine ancak inmiştir. 1970'lerin ilk döneminde global ihracat global üretimin % 12'sini tu­tuyordu ve o zamandan bu yana bu oran ancak % 18'e yükselebilmiştir. İhracatın ABD ekonomisi içindeki oranı bugün 19. yüzyıl sonlarındaki oranın az üzerinde sadece % 8 civarındadır. Fakat hizmet ticareti de dahil ABD ihracat oranı takriben % 11 'e yükselmiştir. Doğrusu bugün turizm, finans, sigorta ve teknik yardım gibi hizmetlerin ticaretinin yüksekliği eskiden olduğundan daha fazla telaffuz edil­mektedir. Hem mal hem hizmet ihracatını hesaba katmak suretiyle global ihracat bugün ancak dünya üretiminin % 23'üne yükselmiştir. 

Daha başka iki unsur yeni uluslararası liberal ekonomik düzen içindeki ticareti farklı kılmaktadır: Çok uluslu anonim şirketlerin yükselişi ve ticaretin terkibinde­ki değişiklik. Ticaret bugün anonim şirketlerin değer zincirini parçalara ayırması­nı ve endüstri içi ticaretle uğraşmasını gerektiriyor. Sonuç olarak, mamul mallar gelişmekte olan ülkeler tarafından gelişmiş ülkelere artan bir oranda ihraç edil­mektedir. Bu tamamıyla 19. yüzyıl tecrübesiyle ters düşmektedir; çevre ülkeler zengin ülkelere birincil mallar ihraç ederken, şimdi daha önce merkezdeki ülke­lerde üretilen, çevre ülkelere ihraç edilen malları merkez ülkeler ithal etmektedir. Bordo ve beraberindeki yazarlar işaret ediyorlar ki, örneğin, bugün ABD'nin Mek­sika'dan ithalatının % 80'ini mamul mallar oluştururken, bundan 100 sene önce bu oran sadece % lO'lar civarındaydı. ABD ekonomisi içinde mal ihracatı oranı dramatik bir şekilde yükselmemesine rağmen, ABD'de üretilen ticarî malların büyük bir yüzdesi bugün ihraç edilmektedir. 

Finansal Entegrasyon 

Dünya bugün finansal olarak geçmişte olduğundan daha fazla mı bütünleşti? Net sermaye artışlarına baktığımızda, veriler cevabın "hayır " olduğunu söylüyor. Almanya, Fransa ve Hollanda'da da benzer oranlarda olmak üzere, Viktorye dönemde İngiltere'den dışarı akan sermaye İngiltere GSYH'nın % 9'una ulaşmış tır. Bugün hiçbir ülke bu net sermaye akış oranlarının yanma bile yaklaşamamış tır. 1990'larda lider ekonomiler için ortalama sermaye akımı GSYH'larının, 2'sinin az üzerindedir. 

Sermaye piyasası entegrasyonundaki diğer farklılıklar da gösteriyor ki dünya gerçekten de hiç olmadığından daha fazla küreselleşti. Günlük 1.5 trilyon dolar civarındaki büyük sermaye akımı tarihte hiçbir dönemde olmadığından daha faz­ladır ve bu paranın büyük bir bölümünü kısa süreli yatırımlar oluşturmaktadır. Yatırımcılar bugün gittikçe büyüyen uluslararsı finans olanakları/araçları sunan bir pazarda dünyanın her tarafındaki ekonomik ve siyasî gelişmelere anında reaksi­yon verebilmektedir. Dahası, yatırımcılar değer araçlarına ve yüzyıl önce de hakim olan yatırım araçlarına hemen hemen eşit olarak yatırım yapıyorlar. O zamanlar uluslararası sermaye öncelikle demiryolları ve devlet tahvilleri başta olmak üzere belirli sektörleri finanse etmekte yoğunlaşmıştı.9 Bugün daha hızlı ve belki de yatı­rım fırsatları hakkında daha güvenilir bilgiyle beraber uluslararası sermaye ülkele­rin ekonomilerinin her sektörüne akmaktadır. Kısacası, net sermaye akışları 19. Yüzyıldaki kadar büyük çapta olmamasına rağmen, sermaye piyasalarının bu kadar büyümesi ve daha sofistike hale gelmesi kadar sermaye akımlarının da hiç görülme­dik derecede geniş çaplarda olması gösteriyor ki, finansal bütünleşme bugün dünya kapitalizminin ilk oluştuğu dönemlerdekinden daha fazladır. 

Teknoloji ve Siyasetin Rolü 

Küreselleşme politik veya teknolojik değişimden dolayı mı olmaktadır? Bura­da yine Bordo ve diğerleri dünya kapitalizminin iki dönemi arasında önemli farklılıklar görüyorlar. Geçen yüzyılda teknolojik gelişmeler küreselleşmeye yol açtı. 1860'larda uluslararası liberal ekonomik düzenin siyasal temelleri oluşmuştu. Bü­yük Britanya Tahıl Yasalarım kaldırdı ve 1840'larda Çin'e iyice yerleşti; 1857'de Hindistan'ı aldı ve Fransa'yla birlikte 1856 Kırım Savaşı'nda Rusya'yı yendi.

Aynı dönemde ve sonrasında teknolojideki gelişmeler, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın ilk yarısında deniz taşımacılığındaki masraflarda % 40 ile % 50 arasında bir düşüş sağladı. 1860'larda Atlantik Okyanusu'nu geçen kablo sistemi döşendi; telgraf ve demiryollarının kullanımı yaygınlaştı; 1869'da Süveyş Kanalı bitirildi ve 1900'lerde Kuzey Amerika ile Avrupa'yı radyo-telefon birbirine bağ-adı. Bunlar ve diğer buluşlar dünya kapitalizminin ilk yükselişini ortaya çıkardı. 

Küreselleşme bugün teknolojik gelişmelerden de yararlanmasına rağmen bü-yük ölçüde dramatik politik değişimlerden kaynaklanmaktadır. Dünyanın her ye-inde devletler ticarî engelleri azalttılar ve 1980'lerden, özellikle Berlin duvarının yıkılışından itibaren ekonomilerini dışa açtılar. (Bu 19. yüzyılda ülkelerin yavaş yavaş gümrük tarifelerini yükseltmiş oldukları gerçeğiyle çelişmektedir.) Hava taşımacılığı gibi yeni teknolojiler günümüz küreselleşmesine yardım etmiş olabi­lir; fakat bu tür değişimlerin küreselleşmedeki rolü abartılmamalıdır. Diğer taraf­tan, bilgi çağında teknoloji, politikacıların dünya kapitalizminin gidişatını tersine çevirmesini zorlaştırabilir. 

Zaman zaman küreselleşmenin eşitsizlik ve ekonomik dengesizlik yarattığı söylenmesine rağmen, tarihî bulgular aslında ekonomilerini dışa açan ülkeler ara­sında hayat standartlarında ekonomik olarak yaklaşma olduğunu gösteriyor. Ça­lışmalar OECD içindeki ülkeler arasında, ABD eyaletleri arasında ve Japon eya­letleri arasında birbirine yaklaşma eğilimi olduğunu gösteriyor.10 Ekonomist Jeff-rey Williamson'ın ulaştığı global kapitalizmin her iki evresinde uluslararası eko­nomiye katılan ülkelerde yaşayan insanlar arasındaki hayat standartları açığının daraldığı bulgusu manidardır. Williamson, «Tarih küreselleşmeyle yakınlaşma ara­sında pozitif bir münasebet olduğunu gösteriyor» diyor ve ekliyor: «Birinci Dün­ya Savaşı öncesi yıllar detaylı olarak incelendiğinde karşılıklı münasebet neden­sel bir ilişkiye dönüşüyor: Küreselleşme hayat standartlarının birbirine yaklaş­masında kritik bir rol oynamıştır.» 

Finansal Sistem 

Son yıllarda Asya'da, Rusya'da ve başka yerlerdeki finansal krizler zaman zaman yeni bir şeymiş ve küreselleşmenin sonucuymuş gibi değerlendirildi. Ana­cak ekonomistler bu son ekonomik krizlerin sebeplerini incelemişler ve genel ola­rak krizlerin sebeplerine, sabit döviz kurlarını, hükümetçe yönlendirilen kredilen-dirme sistemini, koruma altındaki finansal sistemleri, ulusal ve uluslararası sevi­yedeki ahlâkî çöküşleri ve resmî hesaplarda şeffatlığın olmamasını dahil etmekte mutabık kalmışlardır. 

Bu mutabakata rağmen krizler, küreselleşme karşıtları tarafından daha fazlla piyasaya dayalı sistemden, daha müdahaleci sisteme geçilmesini savunmak mak­sadıyla kullanılmıştır. Hindistan'ın daha kapalı sistemi onu bölgesel finansal kriz­lerin altında ezilmekten kaçındırdığı için Hindistan, Doğu Asya'lı komşularından daha tutarlı/basiretli politikalar izlemiş olarak gösterilir. Şüphesiz, Hindistan'ın istikrar için ödediği bedel yoksulluğun sürüyor olmasıdır. Aksine Hon Kong kısa bir ekonomik tarihe sahiptir, fakat dünyadaki en zengin yerlerden biri haline gel­miştir. Doğrusu finansal krizlerden sonra bile Doğu Asya kriz ülkeleri Hindistan'­dan hâlâ 8 ile 15 kat daha zengindir. 

Finansal krizler dünya kapitalizminin ilk döneminde de olmuştur. İki dönem arasında bir ortak nitelik şudur: bankacılık ve para krizlerinin ikisi birden zengin ülkelerden daha çok çevre ülkelerinde veya az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkmak­tadır. Zengin ülkelerde bankacılık değil fakat para krizleri daha yaygındır. Lâkin Viktoryen dönemin altın standardının hakimiyeti altında, krizler fiyat-paraya da­yanan şimdiki ayarlanabilir kur oranları sistemi altında çözüldüğünden farklı şe­kilde çözülüyordu.

Bir başka mühim fark ise 100 sene evvel finansal kurtarmalar özel sektör tara­fından yapılırken, bugün genellikle Uluslararası Para Fonu (IMF) liderliğinde resmî olarak yapılmaktadır. İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerston Birleşik Devletler eyalet­lerinin taahhütlerini ifa edemediği 1840'lardan sonraki yüzyıla hakim olan vaziyeti şöyle özetlemektedir: «Yabancı bono alan İngiliz tebaası riskleri kendi üzerine al­mıştır ve sonucuna katlanmalıdır.» Bu yaklaşımın sonucu olarak o zamanlar, ge­nellikle kriz ülkelerindeki ekonomik toparlanma bugünkünden daha hızlıydı ve o ülkeler, bugünkü kriz ülkelerinin yaşadığı çapta servet kaybı yaşamadı. 

Yukarıdan Liberalizm mi yoksa Aşağıdan Liberalizm mi? 

Liberalleşmenin içinde vuku bulduğu kendine özgü kurumsal yapı -IMF, Dün-a Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve BM gibi devletler üstü örgütler ve müdahâ-eci refah devletleri- globalleşmenin hem düşmanlarının ve hem de taraftarlarının azar ekonomisine dönüşme gayretlerini bu kuruluşların çalışmalarına atfetmelerine ve daha ileriki yapılanmaların da uluslararası örgütlerce idare edilmesini tav-iye etmelerine sebep oluyor. 

Lâkin kanıtlar gösteriyor ki, bu uluslararası örgütler en iyi ihtimalle küreselleşme sürecinin kıyısında köşesinde yer almışlardır ve en kötü ihtimalle bu süreçte kesintilere veya ertelemelere sebep olmuşlardır. Örneğin IMF ve Dünya Ban-kası'nın yıllardan bu yana içe dönük, kapalı rejimlere borç vermesi kesinlikle dünya kapitalizmine doğru hareketi yavaşlatmıştır. Bununla birlikte, ülkeler daha önce başarısız oldukları iktisadî yeniden yapılanmayı, sermaye ve ticaret hesapla­rının liberalizayonunu ve diğer siyasa reformlarını tek taraflı olarak gerçekleş­tirdiler. Bu durum, çok taraflı serbest ticaret anlaşmalarına giren, NAFTA'nın öneril-mesinden seneler önce ticarî engelleri azaltan Meksika gibi ülkeler için bile ge­çerlidir. Çin, Dünya Ticaret Örgütü'ne katılma teklifinde aynı yolu izlemektedir. Nitekim, yardım kuruluşları globalleşme sürecine muhtemelen yarardan ziyade zarara sebep olurken (örneğin Rusya'ya borç para vererek), Dünya Ticaret Örgü­tü gibi serbest ticaret anlaşmaları da yararlı oluyor. Bununla beraber, bunlar ticarî liberalizasyon reformlarını teşvik etmekten daha fazla bu reformların korunması­na hizmet ediyor. 

Kısacası dünya ekonomisi ülkeler düzeyindeki değişimlerden ziyade -Alman liberali Wilhelm Röpke'nin ulus üstü organizasyonları karakterize eden sahte ulus-lararasıcılıktan ziyade içeriden ve derinden bir uluslararası düzen dediği- ulusla­rarası düzeyde yönlendirilen değişimlerin neticesinde evrim geçiriyor. Liberal ekonomik dünya düzenini gerçekleştirmek isteyen yapısalcı yaklaşımın tehlikesi, bunun ihtiyarî ve keyfî güç kullanımına yol verebileceğidir. London School of Economics'den Razeen Sally bu tehlikeleri şöyle tarif etmektedir:

«Neo-liberal kurumsalcılar, uluslararası siyasa koordinasyonunu, uluslarara­sı düzeyde ihtiyatî hükümet icraatlarını y -aklayan genel kuralların sınırlandırıl­ması çerçevesinde belirlemiyorlar; daha ziyade bunları spesifik sonuçlara ulaş­mayı hedefleyen hususî politikalar üzerinde detaylı ahitleşmelerin bir aracı olarak düşünüyorlar. Bu ise hukuk devletine tâbi sınırlı hükümete değil, uluslararası kamu politikası karteli içinde ülke içi siyasî sorumluluktan ve piyasa disiplininden kaçı­nan sınırsız ve keyfî hükümete işaret etmektedir. Bu bağlamda uluslararası rejimler hükümetlerin başarısızlıklarının uluslararası düzeye taşınmasının bir ifadesidir. Kamusal tahkikten ve ulusal yasama ve yargı kontrolünden daha da uzaklaşmış hükümetler arası işbirliği ve uluslararası anlaşmalar, politikacılara ve bürokratla­ra ilave bir keyfî hareket alanı sağlamaktadır. Bunlar ulus devletler içinde Büyük Devleti ve siyasî pazarları alevlendirmektedir.» 

Biz bu dinamiklerin bazılarının nasıl icraat yaptığını daha önce de görmüştük. Örneğin, uluslararası forumlar yoluyla zengin ülkeler kendi gelişme süreçlerinde benzer seviyede bulunmayan iş ve çevre düzenlemelerini fakir ülkelerin adepte etmesi için baskı yapmıştır. Bu zorlamalar gelişmekte olan ülkelerin ve zengin ülkelerdeki tüketicilerin büyük bir çoğunluğunun isteklerine karşı yapılmıştır. 

Keyfiliğin ve şeffaflık noksanlığının örnekleri IMF tarafından fazlasıyla sağ­lanmıştır. Örneğin büyük bütçe açıklarının birçok durumda yararlı olmasına rağ­men Fon. halihazırda GSYHnın % 4 veya % 5'ini aşan hesap açıkları bulunan üye ülkelere müsamaha göstermemektedir. Aslında 1913'ten önce Avusturalya, Kanada ve Arjantin'in bütçe açıkları senelerce % 10'dan büyük olmuştu. Ülkele­rin aldığı yardım miktarlarının belirlendiği yöntem de belirsizdir. IMF neden Kore için karşı çıkıldığı gibi, meselâ 30 milyar dolarlık değil de 57 milyar dolarlık bir kurtarma paketi oluşturdu? Biz bu durumda ve daha başkalarında kullanılan krite­ri ve mantığı hiçbir zaman bilemeyiz. 

Neticede küreselleşme bu gibi uluslararası bürokrasileri geçersiz kılmaktadır. Öte yandan, uluslararası liberalizmi yukarıdan aşağıya tesis etmeyi teşvik etme çabalan nafile olabilir. Bu arada biz bazı tecrübe kabilinden sonuçlara varabiliriz. Dünya, kapitalizmi daha önce görmüştü; öngörülemeyen globalleşmenin kendisi değil, dünyanın 100 yıl öncesine göre ne ölçüde daha fazla globalleştiğidir. Bu özellikle ticaret ve finans açısından öyledir. Dahası uluslararası kuruluşların dün­ya çapındaki pazar ekonomisi devriminden kendilerine hisse çıkardıkları bu deği­şiklikler ulusal seviyede tezahür etmiştir ve yukarıdan empoze edilmemiştir. Bu anlamda ulus devlet gündemdeki yerini korumaktadır. Fakat uluslararası kuruluş­lar gittikçe dünya ekonomisinde fakir ülkelerin önemli saydığı ekonomik büyü­menin aleyhine yönelirlerse, global kapitalizme karşı muhtemelen ciddî bir karşı koyuş vuku bulur. 

Neyse ki, dünya kapitalizminin iki evresi arasındaki en büyük farklardan biri­si, yani ideolojik iklim, 21. yüzyıl için iyi haber demektir. 19. yüzyılın sonunda yaklaşan dalga, entellektüeller tarafından insanlık için büyük ümit verdiği varsayılan sosyalizm ve onun değişik versiyonlarıydı. Bu değer sistemi küreselleşme­nin birinci evresinin tahribine katkıda bulunmuştu. Bugün sosyalizmin itibarının tamamen sarsılmasıyla genellikle temel liberal değerler kabul görmektedir. Bugü­nün düşünce iklimi, süregelen küreselleşmeyi kaçınılmaz kılmamakta, fakat dün­yanın son zamanlarda yeniden yakaladığı refah yolunun üzerindeki engelleri orta­dan kaldırmaktadır. 

Çeviren: Gültekin UYSAL

Kaynak: lan VÂSQUEZ

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005