|
Küreselleşme Sürecinde, Global Kültür ve Milliyetçilik
Küreselleşmeciliğin başlıca iddialarından birisi
küresel bir dünya kültürünün oluşturulacağı ve
bütün dünyada egemen olacağı yönündedir. Ekonomik
alanda bir küresel dünya ekonomisinden bahsetmek
veya dünya çapında milletler üstü birtakım küresel
siyasi kuruluşların varlığından küreselleşme
bağlamında söz etmek mümkün görünmektedir. Buna
karşılık dünyaya yayılmakta olan bir küresel kitle
kültürünün etkileri de Tartışilmaktadır. Fakat her
ne kadar popüler kültür bütün dünyayı iletişim
teknolojisi vasıtasıyla etkisi altına almış
olmasına rağmen, bütün toplumların sosyal hayatına
yerleşmediği, milli kültür kodlarını tamamen
silemediği ve kullanımda geçici olduğu
gözlenmektedir. Aynı zamanda küreselleşmeciliğin
karşısında en önemli yerel ve milliyetçi tepkiler
kültürel temelli olarak gelişmektedir. Çeşitli
küreselleştirme araçları vasıtasıyla kontrol altına
alınan dünya toplumlarının girilemeyen en -önemli
dünyaları kültürel kökleridir. Bunlar ne kadar
bastırılır ve sindirilirse de bir şekilde fırsatını
bulduklarında yeniden filizlene-bilmektedirler.
Küreselleşme, dünyayı global bir köy hâline getirmek
iddiasında olan veya böyle yorumlanan bir süreçtir.
Küreselleşmenin meydana getirdiği "glabal köy"de
tüketim kalıpları, kurumlar, gruplar birbirine
benzeşmektedir. Küreselleşme, Koçdemir'in Dahrendorf
tan yaptığı bir aktarmaya göre, büyük bir
aynılaştırıcı (ein grofier Gleic-macher) olarak
görülmektedir. Bir başka ifadeyle, farklı hayat
tarzları zorlaşmaktadır. Yemekten giyime,
eğlenceden dinlenmeye kadar bir çok alanda "tektipleşme"
yaşanmaktadır. (Koçdemir 1999: 8) Küreselleşme
insanların toplum halinde yaşamalarında temel esas
olan değerleri tehdit etmekte, dayanışmadan çok
rekabet, sosyalleşmeden çok aşırı bireycilik ve
yalnızlık, normlardan çok ölçüsüzlük, toplumsal
kurumlara bağlılık ve inancın kopması sonucunda
toplumsal birliğin dağılması tehlikesini
getirmektedir. Sunulan global kültür tamamıyla
tüketim esasına göre üretilen, insanlar arasındaki
bağları düzenleyici olmayan, bir anlamda Hobbes'un
"insan insanın kurdudur" ilkesini haklı çıkartacak
şekilde yeni bir 'Leviathan' doğurmaktadır. Yeni
Leviathani ironik bir şekilde ele alan Robert Ross
(1990: 2), bunu bir devlet olarak değil, yeni
küresel kapitalizmin güçlenmesi anlamında
kullanmaktadır.
Küreselleşmenin, hayat tarzları ve hedeflerde
aynılaşma sağlayarak, millî kültürleri aşındırıp yok
edeceği, bu kültürlerin "yüksek değerler"i temelinde
yeni bir "dünya kültürü" ortaya çıkaracağı iddiası
ilgi toplamaktadır. Eldeki bazı veriler farklı
dünyaların böyle bir benzeşmeye girdiklerini,
çeşitli iletişim araçlarıyla Batı kültürü temelinde
bir evrensel homojen kültür yapısı oluşturmaya
başladıkları yönünde ipuçları vermektedir. Örnek
olarak Batının ürettiği ve genel kabul gören
birtakım evrensel ilkeler ve kavramlar
gösterilebilir. Ancak bunun tek kültürlü ve tek
biçimli bir dünya kurmaya yetmediği ortadadır.
Kültürün taşıyıcıları muhtevaya bakamadığı için
etkileşim sadece tek taraflı değil, karşılıklı
gerçekleşmektedir. Dolayısıyla küreselleşmenin
kültür üzerinde bir homojenizasyon yerine, özellikle
CD, kaset, radyo-televiz-yon, medya ve internet
yoluyla tam aksi yönde etkide bulunduğu da ileri
sürülebilir. Robertson'a göre, içinde bulunduğumuz
süreçte hem münferit olanın üniverselleş-mesi hem de
üniversel olanın içselleştirilmesi aynı anda
yaşanmaktadır (Robertson 1992: 100). Güçlü olan
canlı kültürler kendi ürünlerini yeni şartlara
adapte edip insanların kullanımına küresel boyutta
sunabilmektedirler. Bundan hem kendi mensupları, hem
de bütün insanlık faydalanabilmektedir. Fakat zayıf
ve statik kültürlerin bunu yapma şansı
görülmemektedir.
Küreselleşme Kültür
Kültürel alanda öne sürülen küreselleşme,
Batı-Amerikan kültürünün dünya egemenliği kurarak
bütün toplumlarda homojenlik sağlama eğilimini
göstermektedir. Homojenleşen toplumlar birbirine
benzemenin ötesinde kendileri olmaktan çıkarak,
etkilerine girdikleri hakim kültürün kötü kopyaları
olmaktadırlar. Kendi kültürel kodlarını,
kimliklerini ve karakteristik özelliklerini
kaybetmekle karşı karşıya kalacaklardır. Bu
toplumların kendine özgülükleri, milli değerleri ve
hedefleri kalmayacaktır. Kültürel hegemonya
milletler arasındaki farklılıkları ortadan
kaldıracağı için, her milletin fertleri birbirine
benzer tarzda davranış kalıplarına girerken kendi
kültürünün canlılığını ve gelişmesini sağlayacak
dinamikliği kaybettirecektir. Bu toplumlara mensup
fertler kendiliğinden böyle bir küreselleşme
akımına katılacaklar ve adeta gönüllü temsilci gibi
olacaklardır. Artık onlar için küreselleşme tıpkı
aydınlanma, sosyalizm veya modernizm gibi bütün
insanlığı kapsayan zorunlu ve kaçınılmaz bir
süreçtir. Onlara göre bizler de böyle bir
zorunluluğa boyun eğmek durumunda olan aciz insanlar
konumun-dayızdır.
Küreselleşmenin en önemli iddialarından birisi de
teknolojinin yol açtığı iletişim imkanlarının
toplumlar arasındaki sınırları kaldırdığı ve bütün
toplumların ister istemez birbirine benzeyerek
aralarında farklılığın kalmayacağı şeklindedir.
Bilgi ve iletişim çağında kültürel etkileşimin çok
fazla olacağı bir gerçektir. Fakat nedense bu
etkileşimin sadece tek taraflı bir kültürel
egemenlik şeklinde popüler Amerikan ve Batı
kültürünün lehinde olacağının öngörüldüğü
gözlenmektedir. Batının tüketim kültürünün
insanlığın ulaştığı son varılabilecek nokta olarak
sunulması, Batı dışı kültürlerin varlığının yok
sayılması veya müzelere kaldırılması demektir. Bu
süreç doğrudan Batı dışı milli kültürleri ve hatta
Batı dünyası içindeki bazı köklü kültürleri yok etme
tehdidi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Hatta
tarihteki köklü kültürleri dahi kendi tüketim
kültürüne benzeterek bozma eğilimindedir. Eski
Yunan mitolojisine dayanan Herkül'ün çizgi sinema
filminde görülen manzara buna örnektir. Burada
Herkül tipik bir Amerikan kahramanı olarak ve
yasadığı ortam da bir tüketim toplumu olarak
yansıtılmaktadır.
Modern dünyada farklılıkların ortadan kalkmakta
olduğu bir küreselleşme efsanesinin dolaşması,
milliyetçi çevrelerin tedirginleşmesine yol
açmaktadır. Kültürel kimliklerin modernleşme,
Batılılaşma ve Amerikanlaşma adına teknolojik
imkanların da kullanılmasıyla medya ve iletişim
araçlarıyla siliniyor olması, milli kimlikler için
bir tehdit oluşturmaktadır. Halbuki kültürel
farklılıkları tamamen ortadan kaldırmak ve evrensel
kalıplan olduğu gibi buralara dayatmak mümkün
değildir. (Bayart 1999: 22) Küreselleşmenin
modernleşmeden beri gelenekleşen dönüştürücü ve
tektipleştirici yaklaşımı her dönemde tepki
çekmiştir. Sanayileşme döneminde en üst düzeye
çıkmış olan modernleşme süreci, bu dönemde bile
çevre kültürleri beklendiği gibi etkileyememiştir.
Kapitalist üretim biçiminin ve sanayi uygarlığının
ihraç edilmesi sürecinde farklı kültürel geleneklere
sahip her ülke bunları kendi farklılıkları içinde
yorumlayarak algılamıştır. Mercedes'in kültürel
yaşam öyküsü Almanya'da veya Afrika'da aynı
değildir. Yine aynı şekilde Türkiye'nin Atatürk
önderliğinde bir taraftan Batılılaşmak için Batının
kurumlarını ve değerlerini ülkesine taşırken, diğer
taraftan gücünü Türk milletinden alan bir siyasi
yapının yanı sıra Türk kültürünü köklerine inerek
geliştirme gayretleri görülür. Bunlar birbirinden
tamamen kopuk olarak değil, büyük oranda yan yana ve
iç içe sürdürülmüştür.
Bilişim devrimiyle birlikte dünyamızı etkisi altına
alan dijital teknoloji insanlara muazzam bir
iletişim imkanı sunmuştur. Bu iletişim imkanını en
iyi kullanan yeni kapitalist sistem bu yolla dünya
üzerindeki etkinliğini ve hegemonyasını pekiştirmeye
çalışmaktadır. Soğuk savaşın sona ermesiyle siyasi
egemenliğini de "tek kutuplu yeni dünya düzeni"
olarak ilan eden bu sistem küreselleşme adıyla
dünyaya yeni bir cazibeli sistem sunmaktadır. Kitle
iletişim araçlarının, teknolojinin ve sermayenin
imkânlarını yedeğine alan bu sistem, milli
kültürleri yerle bir etme niyetinde olduğunu,
üstelik bu niyetinin insanlığın hayrına olduğunu,
insanlığın böyle bir dönüşüme, tektiplileşmeye ve
aynılaşmaya ihtiyacı (mahkûmiyeti) olduğunu ilan
etmektedir. Üstten zorlayıcı, dayatmacı, değerlerden
bağımsız yeni bir kültürün, hatta dinin empoze
edilmek suretiyle bunun gerçekleştirilebileceği
varsayılmaktadır. Bu kültür (global mono-kültür),
tüketimin artırılması esasına dayanmaktadır (Sklair
1991). Bu talan karşısında zayıf kültürler hemen
teslim olmakta, Türk kültürü gibi tarihî kökleri,
derinliği, coğrafî alanı itibariyle kuvvetli
kültürler ise, henüz tam bir alternatif olamasalar
bile umut sebebi olarak ortada durmaktadırlar.
(Koç-demir 1999: il) Çünkü, "Kültürde kuvvetli bir
mazinin perçinlediği tecanüs belki istenen bazı
değişmelerin meydana getirilmesinde güçlükler
çıkarır, fakat kültürün istenmeyen değişmelere
karşı direnme gücü de aynı tecanüs-ten gelmektedir."
(Güngör 1993: 26)
Evrensel, küresel kültür oluşturma ideali uzun
zamandır Batı entelektüel camiası tarafından hayal
edilmekte ve rasyonel teorileri üretilmekteydi.
Bunun başarılı olmadığı çeşitli tarihi süreçlerde
görülmesine rağmen, Soğuk Savaş sonrasında yeniden
bir ümitlenme ve bunu yeni dünya düzeni içinde kurma
girişimi görüldü. Soğuk Savaş sonrası
küreselleşme konusunu tartıştığımız bölümde
görüleceği üzere "tarihin sonu" teziyle artık
dünyanın liberal kapitalist bir sistemde
modernleşmesini tamamlayacağı ve farklılıkları
ortadan kaldıracağı iddiaları teorik olarak gündeme
taşınmıştır. Fakat bunun böyle teorik olarak hayal
edildiği gibi gerçekleşemeyeceği çabuk anlaşılmış ve
karşı tezler geliştirilmiştir. Gerçekten dünyamızda
bir küresel kültür oluşarak bütün kültürel
farklılıkları ortadan kaldırarak bir dünya kültürü,
bir dünya devleti ve bir dünya ekonomisi
gerçekleşerek, hepimizin birer dünya vatandaşı ve
dünya milliyetçisi olup olamayacağımız şüphe
götürmektedir. Küreselleşmecile-rin bütün pozitif
propagandalarına rağmen, dünyada bir türlü
düzeltilemeyen eşitsizlikler ve açlık sınırındaki
mağduriyetlere bakarak tepki olarak gelişen
küreselleşme karşıtı hareketler bu şüpheyi
artırmaktadır. (Küreselleşme Makale)
Bilişim devriminin yarattığı yeni teknoloji ve bilgi
çağı dünyadaki farklı kültürler ve gruplar
arasındaki etkileşimi artırdığı bir gerçektir.
Soğuk savaş sonrası dönemde bu teknolojik
gelişmelerin de etkisiyle kültürler arası
etkileşimin etkisi milli kimlikleri zorlamakta ve
evrensel kimlikler oluşturmaya yönelmektedir. Bu
alanda özellikle bazı güçlerin elinde bulunan medya,
reklamcılık ve görsel sanatlar yoluyla hayli yol
alınmışa benzemektedir. İnsanlar evrensel medya
gücünün etkisiyle kendi kültür unsurlarından
uzaklaştırılmaya ve farklı kimlikler oluşturmaya
zorlanmaktadır. İnternet tarafından da,desteklenen
medyanın bir dünya kültürü yaratma süreci, bu
çevrelerin istedikleri doğrultuda gelişme
gösterdiği konusu da tartışma yaratmaktadır. Bütün
insanların kabulüne sunulan evrensel değerler ve
hayat tarzı büyük oranda kabul görünüyor olsa da,
farklılığın dayandığı tarih ve din kaynaklı kültürel
yapı kendi gücünü göstermektedir, (ilhan 1999: 94)
Kültür genel olarak değişime ve etkileşime açıktır.
Fakat dayandığı derin kökler yüzünden ani ve toptan
değişimler görülmez. Dolayısıyla kültürün tamamen
kendi kimliğini kaybettirecek bir tehlikeyle
karşılaştığında doğal tepkileri görülecektir.
Anthony D. Smith "Tovvards a Global Culture" (1990)
başlıklı makalesinde 'global kültür' düşüncesinin
pratikte imkansızlığını gerekçeleriyle birlikte
anlatıyor. On dokuzuncu yüzyıldan beri sosyalistler
ve liberaller evrimci bir perspektifle kurulacak
dünya kültürünün ana çizgilerini sezmeye
çalışmışlardır. Liberaller modernleşmenin farklı
milli kültürleri ve devletleri bir insanlık
bütünlüğü içinde eriteceği ve en son safha olarak bu
insanlık basamağına çıkılacağını düşünüyorlardı.
Benzer bir yaklaşıma sahip olan sosyalistler de
milli devletin solacağını ve yazılı kültürün
enternasyonal olacağını iddia ediyorlardı. 1945
sonrası Avrupa ve dünyanın ikiye bölünmesi bu ümidi
artırmıştır. Daha öncesinde modernleşmenin bir
gereği olarak kabul edilen orta boy milli devletler
ve milli kültürler insanlığın ulaşması beklenen son
amacı olarak kabul ediliyordu. Bir milletler
dünyası oluşturmak, güvenlik, homojenlik, özgürlük
ve Milletler Cemiyetinde işbirliği insanlığın en
yüksek arzusu görünüyordu. İkinci Dünya Savaşı bu
arzu ve vizyonu yok etti. Artık milletler dünyasına
dayalı bir sistem iflas etmiş, yerine milletler-üstü
(supranational) ideolojilerin çevresinde toplanan
devletlerin oluşturduğu süper güçler gelmiştir.
Süper güçler hegemonyasını, savaş kazanan kıtasal
devletler ortaya çıkarttı. Savaş sonrası dünyada
bir güç blokları dünyası ve ideolojik kamplar olarak
insanlık bölündü ve milli devlet küresel
politikalara ve kültüre en büyük engel olarak
görülmeye başladı. Savaş sonrası dünyada milli
devlet, milliyetçilik ve onun ritüelleriyle beraber
modası geçmiş oldu. Onun yerinde Sovyet
komünizminin yeni kültürel emperyalizmi, Amerikan
kapitalizmi ve onların arasında yer bulmaya çalışan
Avrupacılık doğdu. Bu hegemonyacı ve emperyalist
çizgideki güçler egemenlik alanlarında mevcut milli
kültürler yerine daha çabuk asimilasyon sağlayacak
evrensel kültür adıyla olumlu alternatifler
üretmeye çalıştılar. Fakat buna rağmen milletlerin
kökleri derinlerde olan orijinal kültürleri
kendilerini korumayı başarmışlardır. (Smith
1990:171-2)
İki kutuplu dünyanın iki süper gücü kendi
egemenliklerini pekiştirmek ve sürdürebilmek için
kendi eksenlerinde bir ortak kültür yaratma
çabasına girmişlerdir. Ev-renselci iddialarla yola
çıkan komünist ideolojinin 1917 Bolşevik İhtilaliyle
birlikte Sovyetler Birliği bünyesinde uygulama
alanı bulması, burada ortak bir komünist kültür
yaratma çabası doğurmuştur. Bu çabayla ortak bir
Sovyetler Birliği vatandaşı veya 'Sovyet insanı'
yaratılmaya, komünist ideolojiye inanan ve uyan bu
insanların aynı eksende ortak bir 'Sovyet kültürü'
oluşturulmaya çalışılır ve beklenir. Buradaki
insanların milli ve etnik bağları olmasına rağmen
zaman içinde bunların silineceği ve tek ortak
paydada bütünlük ve homojenlik sağlanacağı ümit
edilir. (Smith 1990: 173) Sovyetler Birliğindeki
bütün milli varlıkların ortak bir komünist kültür
içinde eritilmesi politikası uzun süre ısrarla,
bazen da aşırı baskılarla sürdürülmüştür.
Bu ideolojik-totaliter baskı hem Sovyet Bloku
içinde, hem de çevresinde etkili olabildiği ülkeler
üzerinde yoğun olarak devam etmiştir. Sovyetler
Birliğinin egemenliği altındaki farklı milletler ve
gruplar kaynaştırılma-ya çalışılmış ve kendi
sistemleri içinde bunlara yer verilmiştir. Örneğin
bugünkü Azerbaycan devlet başkanı Haydar Aliyev o
dönemde Sovyetler Birliğini yöneten 11 kişilik
Politbüro'nun Türk üyesi olarak, batının hemen
dikkatini çekmiş ve Aliyev Time dergisine konu
olmuştu. Aliyev politbüro üyesi olduğu Brejnev
döneminde Azerbaycan'a nasıl hizmet ettiğini
anlatıyordu: "Kolay olmuyordu Azerbaycan'a hizmet
etmek. Özellikle Ermeniler, Azerbaycan'a
fabrikalar, oteller, iş yerleri kurmamın önünü
kesmek için sürekli olarak Brejnev'e çıkıyorlardı.
Ben de, Brejnev1 e giderek onu ikna
ediyordum. Moskova'da çok uzun yıllar sadece ama
sadece vatanıma, milletime hizmet etmek için
çalıştım. Moskova'da çalıştığım yıllarda ben ve
çocuklarım hiçbir zaman Türk olduğumuzu,
Azerbaycanlılığımızı asla unutmadık. Bakın
çocuklarımın adı Sevil ve İlham. Yani Türk isimleri.
Bir çokları isimlerini, Rusça koyuyorlardı ama ben
Türk ismi koydum." (Sapmaz 2002) Görüldüğü gibi
bütün çabalara rağmen ve komünist sıfatını en üst
seviyede kazanmış olmasına rağmen milli kimlik
unsurları tamamen silinememiş, Ermeniler ve
Azerbaycanlılar arasında olduğu gibi milli
çekişmeler ortadan kalkmamıştır. Sonuçta Sovyetler
Birliğinin çökmesiyle bu evrenselci sistemin
başarısız olduğu kabul edilse de, insanlar üzerinde
büyük etkisi olduğunu çeşitli örneklerde görmek
mümkündür.
Sovyetler Birliğinin komünist sistemin temsilcisi
olması hasebiyle bir evrensel komünist kültür
yaratma teşebbüsü sadece kendisiyle sınırlı
değildir. Evrensel kültür oluşturma eğilimi Batının
geleneklerinde vardır. Bu geleneklerden uzak
olmayan Amerika'da kıtasal bir kültür ümidi
kapitalist, özgür Amerikan inancı üstüne temelle-nir.
Amerika göçler ve göçmenler toprağıdır. Burada
farklı kültür ve etniklikten gelen insanların
çeşitliliğinin ortak bir kapta bütünleştirildiği ve
kaynaştırıldığı bir ortam vardır. Amerikan sistemi
belirli toplulukları sembolik ilgilerle, değerler,
ihtiyaçlar ve haklar ile birbirine ilişkilen-dirir.
(Smith 1990:173) Amerika yirminci yüzyılın başına
kadar yalnızlık politikası gütmesine rağmen,
Avrupa'nın merkez olduğu uluslararası sistemin yavaş
yavaş çöküşü" düşüncesi ile dünya sahnesine çıkmaya
başlamıştır. Bu dönemde dört bir yöne genişlemiş,
ekonomisini de olağanüstü güçlendirmiştir. O zamana
kadar, eski kıtanın iç işlerine karışmama kararında
olan yeni dünya:" Amerika' nın kendi değerlerine
göre en iyi şekilde kendi ülkesinde demokrasiyi
kusursuz hale getirip, böylece insanlığın geri
kalanı için bir ışıldak olarak hizmet edebileceği
görüşü" ile" Amerikan değerlerinin, ülkeye ve bütün
dünyaya yayma yükümlülüğü getirdiği" düşünceleri
ile dünya sahnesine, uzun soluklu olarak çıkmıştır.
(Hamevioğlu 2002: 2) Bugün Amerika küresel kitle
kültürünün dünyada yayılmasına öncülük eden önemli
bir güç olarak karşımızda durmaktadır.
Küresel kültür yaratma girişiminde Amerikan ve
Sovyet tecrübelerinin kültürel emperyalizm olarak
yorumlanması yanı sıra, Avrupa Topluluğu projesi de
bir 'küresel kültür' oluşturma teşebbüsünde olduğu
söylenebilir. Bir Avrupa birleşik devletleri
vizyonu, politik ve ekonomik olarak bir 'üst-millet'
şeklinde yeni bir topluluk oluşturmayı
öngörmektedir. Medya ve bilişim çağında yeni bir
Avrupa kültürü ve kimliği yaratmak mümkün
görünmektedir. Yeni bir kültürel emperyalizm
yaratacak biçimde Avrupa topluluğu, Amerikan
modelinde olduğu gibi farklılıkta birlik oluşturma
nosyonunu takip eder. Yeni bir Avrupa kimliği,
kültürü ve vatandaşlığı inşa ederek milli devlet ve
kültür alanını gün geçtikçe daraltmaya yönelir.
Böylece yeni bir süper güçler dünyası karşımıza
çıkmaktadır. Böyle bir dünyada küçük ve orta
boyutlu devletlere yer yoktur. Kapitalist rekabet
yüksek bütçelerle çok sayıda güçlü transnasyonel
şirketler ortaya çıkarmıştır. Onların başarısının
temeli tasarım ve sembolizmi uygun şekilde
denkleştirmeyi sağlama yeteneğidir. Yeni
telekomünikasyon ve bilgisayarlı bilgi sağlayıcı
sistemler diller ve kültürlerdeki farklılıkları
azaltacak boyuttadır. Bu ulus-ötesi şirketler hemen
hemen küresel çapta bilgi ve tasarımlar sunarlar. (Smith
1990: 174-5) Avrupa ve Amerika bunun öncülüğünü
yapmaktadır. Dünyada kendi eksenlerinde bir
bütünleşme ve küresel kültür yaratma çabası
içindedirler. Fakat küresel şirketlerin genelde
Amerikan menşeli olması ve Soğuk Savaştan beri
Amerikanın belli bir hegemonya sağlamış olması
ağırlığın buraya kaymasına yol açmaktadır.
Bilişim teknolojilerinin sanayi sonrası dönemde
medya ve telekomünikasyon alanında büyük dönüşümler
ya" ratması ilgili bölümde tartışıldığı gibi,
dünyada etkileşimi artırmış ve farklılıkları
azaltmaya başlamıştır. Ulus-ötesi şirketlerin
milletler ve milli devletlerin fonksiyonlarını
azalttığı gibi, bu bilgi ve iletişim alanındaki
gelişmeler milletler arası ilişkilerdeki sınırları
kaldırmıştır. Burada güçlü ve aktüel olan kültür
baskın çıkmakta ve diğer kültürleri etkisi altına
almaktadır. Ortada milli olmayan bir kitle kültürü
yayılması vardır. Bu yeni bir çeşit kültür
emperyalizmi olarak adlandırılabilir. Eski kültür
emperyalizmlerinde belli bir milli kültürün
(İngiliz, Fransız, Rus gibi) egemenlik kurma
saldırısı söz konusuyken, bugünün dijital
küreselleşmesinde kaynak daha kozmopolit
görünmektedir. Burada bir küresel kültürden
bahsetmek mümkündür. Fakat bu milli kültürlerin
tamamen devre dışı kaldığı ve yok olduğu anlamını
taşımaz. Aynı zamanda mevcut iletişim araçları etki
altında kaldıkları kültürel yayılmacılığa tepki
olarak kendi köklerine ve yaratıcılıklarına
yönelirler. Bir tarafta globalleşen bir kültür yer
alırken, hemen yanında veya karşısında farklı
kültürel varlıklar kendini göstermeye başlar.
Sosyal gerçeklik olarak milletlerin ve farklı
kültürlerin varlıkları birtakım kültürel sembollere
ve imgelere dayanmaktadır. Bu sembol ve imgelere
sahip olan toplumlardaki insanlar kendilerine birer
sosyal kimlik oluşturur. Milletler bu bakımdan
tarihsel kimlikler olarak anlaşılabilir veya en
azından onlardan kaynaklanır. Fakat kurulmaya
çalışılan bir global kültür bundan mahrumdur. Milli
kültürden farklı olarak bir global kültür temelden
hafızasızdır. Üretilen ve global olduğu iddia
edilen bir popüler kültür, bir halk veya millet
kimliği vermez. Bu kültüre dayalı olarak insanlar
kendilerini bir dünya vatandaşı ve insanlık
milletinin bir üyesi olarak göremezler. Orada ortak
bir dünya hafızası ve sembolleri yoktur. Kollektif
kimlik her zaman tarihsel olarak spesifiktir ve o
sosyal gruba özgüdür. (Smith 1990: 180) Milletlerin
dayandığı temel olarak tarihi kökleri olan milli
kimlik ve hafıza ancak spesifik olarak varlığını
devam ettirir. Küresel boyutta bu farklılık
unsurlarının silinmesi ve yerine bütün insanlığı
kapsayacak şekilde kültür üretmenin ve hafıza
oluşturmanın imkanı görünmemektedir. Dolayısıyla
bir insanlık milletinden ve buna dayalı bir dünya
milliyetçiliğinden bahsetmek doğru olmayacaktır.
Bunun politik olarak da sağlanması ve milletlerin
kültürel kimliklerini silerek üst milliyetçilikler
(Avrupa milliyetçiliği ve dünya milliyetçiliği
gibi...) üretmek mümkün görünmemektedir.
(Küreselleşme Makaleler)
Bugünün dünya sahnesinde kendini gösteren küresel
kültür, ancak eklektik ve kimliksiz olabilir. Bu
kültür tek-biçimli bir elbise giyecek ve
standartlaşarak ticari bir meta haline gelecektir.
Amerika'nın tek kutuplu dünya düzeninde tek süper
güç olarak bilişim teknolojisini kullanarak yaptığı
budur. Medya imaj çağının ürettiği kitle kültürü
belli bir milliyete dayalı ve köklü değildir.
Teknolojiye dayalı olarak yeni inşa edilen bir
kültürdür. Milletlerin de yeni inşa edildiği
iddialarına rağmen, milletler modern öncesi
geleneksel milli ve folklorik unsurlara dayalıdır.
Yeni kurulmakta olan küresel kültür global ekonomik
ve politik kurumlar ile kozmopolit bir biçim
oluşturur. Küreselleşmenin milli kültürü,
ekonomiyi, devleti geçersiz kılacağına ve
kozmopolit-evrensel bir dünya kültürü oluşturacağına
dair iddialar daha çok ideolojik-kasıtlı olarak
değerlendirilmektedir.
Kültürlerin, maddi ve manevi sayısız etkenin
buluşmasıyla ortaya çıkan olgular olduğu
düşünülürse, küreselleşmenin, milli kültürleri
benzeşmenin ötesinde bir bütünlüğe götürebileceğini
kabullenmek mümkün değildir. Her kültür, ister
istemez daha doğuşunda özgündür ve bu özelliğinden,
küreselleşme
içinde bir şeyler kaybetse de, bütünüyle ne içerik
ne de üslup olarak kaybolması imkansızdır.
|