Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Küreselleşme Sürecinde, Global Kültür ve Milliyetçilik 

Küreselleşmeciliğin başlıca iddialarından birisi küre­sel bir dünya kültürünün oluşturulacağı ve bütün dünya­da egemen olacağı yönündedir. Ekonomik alanda bir kü­resel dünya ekonomisinden bahsetmek veya dünya ça­pında milletler üstü birtakım küresel siyasi kuruluşların varlığından küreselleşme bağlamında söz etmek mümkün görünmektedir. Buna karşılık dünyaya yayılmakta olan bir küresel kitle kültürünün etkileri de Tartışilmaktadır. Fakat her ne kadar popüler kültür bütün dünyayı iletişim teknolojisi vasıtasıyla etkisi altına almış ol­masına rağmen, bütün toplumların sosyal hayatına yer­leşmediği, milli kültür kodlarını tamamen silemediği ve kullanımda geçici olduğu gözlenmektedir. Aynı zamanda küreselleşmeciliğin karşısında en önemli yerel ve milli­yetçi tepkiler kültürel temelli olarak gelişmektedir. Çeşit­li küreselleştirme araçları vasıtasıyla kontrol altına alınan dünya toplumlarının girilemeyen en -önemli dünyaları kültürel kökleridir. Bunlar ne kadar bastırılır ve sindirilirse de bir şekilde fırsatını bulduklarında yeniden filizlene-bilmektedirler.

Küreselleşme, dünyayı global bir köy hâline getirmek iddiasında olan veya böyle yorumlanan bir süreçtir. Küre­selleşmenin meydana getirdiği "glabal köy"de tüketim kalıpları, kurumlar, gruplar birbirine benzeşmektedir. Küreselleşme, Koçdemir'in Dahrendorf tan yaptığı bir ak­tarmaya göre, büyük bir aynılaştırıcı (ein grofier Gleic-macher) olarak görülmektedir. Bir başka ifadeyle, farklı hayat tarzları zorlaşmaktadır. Yemekten giyime, eğlence­den dinlenmeye kadar bir çok alanda "tektipleşme" yaşan­maktadır. (Koçdemir 1999: 8) Küreselleşme insanların top­lum halinde yaşamalarında temel esas olan değerleri teh­dit etmekte, dayanışmadan çok rekabet, sosyalleşmeden çok aşırı bireycilik ve yalnızlık, normlardan çok ölçüsüz­lük, toplumsal kurumlara bağlılık ve inancın kopması so­nucunda toplumsal birliğin dağılması tehlikesini getir­mektedir. Sunulan global kültür tamamıyla tüketim esa­sına göre üretilen, insanlar arasındaki bağları düzenleyici olmayan, bir anlamda Hobbes'un "insan insanın kurdu­dur" ilkesini haklı çıkartacak şekilde yeni bir 'Leviathan' doğurmaktadır. Yeni Leviathani ironik bir şekilde ele alan Robert Ross (1990: 2), bunu bir devlet olarak değil, yeni küresel kapitalizmin güçlenmesi anlamında kullan­maktadır. 

Küreselleşmenin, hayat tarzları ve hedeflerde aynılaşma sağlayarak, millî kültürleri aşındırıp yok edeceği, bu kültürlerin "yüksek değerler"i temelinde yeni bir "dünya kültürü" ortaya çıkaracağı iddiası ilgi toplamaktadır. El­deki bazı veriler farklı dünyaların böyle bir benzeşmeye girdiklerini, çeşitli iletişim araçlarıyla Batı kültürü teme­linde bir evrensel homojen kültür yapısı oluşturmaya başladıkları yönünde ipuçları vermektedir. Örnek olarak Batının ürettiği ve genel kabul gören birtakım evrensel il­keler ve kavramlar gösterilebilir. Ancak bunun tek kül­türlü ve tek biçimli bir dünya kurmaya yetmediği orta­dadır. Kültürün taşıyıcıları muhtevaya bakamadığı için et­kileşim sadece tek taraflı değil, karşılıklı gerçekleşmekte­dir. Dolayısıyla küreselleşmenin kültür üzerinde bir homojenizasyon yerine, özellikle CD, kaset, radyo-televiz-yon, medya ve internet yoluyla tam aksi yönde etkide bu­lunduğu da ileri sürülebilir. Robertson'a göre, içinde bu­lunduğumuz süreçte hem münferit olanın üniverselleş-mesi hem de üniversel olanın içselleştirilmesi aynı anda yaşanmaktadır (Robertson 1992: 100). Güçlü olan canlı kül­türler kendi ürünlerini yeni şartlara adapte edip insan­ların kullanımına küresel boyutta sunabilmektedirler. Bundan hem kendi mensupları, hem de bütün insanlık faydalanabilmektedir. Fakat zayıf ve statik kültürlerin bu­nu yapma şansı görülmemektedir. 

Küreselleşme Kültür 

Kültürel alanda öne sürülen küreselleşme, Batı-Amerikan kültürünün dünya egemenliği kurarak bütün top­lumlarda homojenlik sağlama eğilimini göstermektedir. Homojenleşen toplumlar birbirine benzemenin ötesinde kendileri olmaktan çıkarak, etkilerine girdikleri hakim kültürün kötü kopyaları olmaktadırlar. Kendi kültürel kodlarını, kimliklerini ve karakteristik özelliklerini kay­betmekle karşı karşıya kalacaklardır. Bu toplumların ken­dine özgülükleri, milli değerleri ve hedefleri kalmaya­caktır. Kültürel hegemonya milletler arasındaki farklılık­ları ortadan kaldıracağı için, her milletin fertleri birbirine benzer tarzda davranış kalıplarına girerken kendi kültü­rünün canlılığını ve gelişmesini sağlayacak dinamikliği kaybettirecektir. Bu toplumlara mensup fertler kendili­ğinden böyle bir küreselleşme akımına katılacaklar ve adeta gönüllü temsilci gibi olacaklardır. Artık onlar için küreselleşme tıpkı aydınlanma, sosyalizm veya modernizm gibi bütün insanlığı kapsayan zorunlu ve kaçınılmaz bir süreçtir. Onlara göre bizler de böyle bir zorunluluğa boyun eğmek durumunda olan aciz insanlar konumun-dayızdır. 

Küreselleşmenin en önemli iddialarından birisi de tek­nolojinin yol açtığı iletişim imkanlarının toplumlar ara­sındaki sınırları kaldırdığı ve bütün toplumların ister is­temez birbirine benzeyerek aralarında farklılığın kalma­yacağı şeklindedir. Bilgi ve iletişim çağında kültürel etki­leşimin çok fazla olacağı bir gerçektir. Fakat nedense bu etkileşimin sadece tek taraflı bir kültürel egemenlik şek­linde popüler Amerikan ve Batı kültürünün lehinde ola­cağının öngörüldüğü gözlenmektedir. Batının tüketim kültürünün insanlığın ulaştığı son varılabilecek nokta olarak sunulması, Batı dışı kültürlerin varlığının yok sa­yılması veya müzelere kaldırılması demektir. Bu süreç doğrudan Batı dışı milli kültürleri ve hatta Batı dünyası içindeki bazı köklü kültürleri yok etme tehdidi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Hatta tarihteki köklü kültürleri dahi kendi tüketim kültürüne benzeterek bozma eğili­mindedir. Eski Yunan mitolojisine dayanan Herkül'ün çizgi sinema filminde görülen manzara buna örnektir. Bu­rada Herkül tipik bir Amerikan kahramanı olarak ve yasadığı ortam da bir tüketim toplumu olarak yansıtılmak­tadır. 

Modern dünyada farklılıkların ortadan kalkmakta ol­duğu bir küreselleşme efsanesinin dolaşması, milliyetçi çevrelerin  tedirginleşmesine  yol  açmaktadır.  Kültürel kimliklerin modernleşme, Batılılaşma ve Amerikanlaşma adına teknolojik imkanların da kullanılmasıyla medya ve iletişim araçlarıyla siliniyor olması, milli kimlikler için bir tehdit oluşturmaktadır. Halbuki kültürel farklılıkları tamamen ortadan kaldırmak ve evrensel kalıplan olduğu gibi buralara dayatmak mümkün değildir. (Bayart 1999: 22) Küreselleşmenin modernleşmeden beri gelenekleşen dö­nüştürücü ve tektipleştirici yaklaşımı her dönemde tepki çekmiştir. Sanayileşme döneminde en üst düzeye çıkmış olan modernleşme süreci, bu dönemde bile çevre kül­türleri beklendiği gibi etkileyememiştir. Kapitalist üretim biçiminin ve sanayi uygarlığının ihraç edilmesi sürecinde farklı kültürel geleneklere sahip her ülke bunları kendi farklılıkları içinde yorumlayarak algılamıştır. Mercedes'in kültürel yaşam öyküsü Almanya'da veya Afrika'da aynı değildir. Yine aynı şekilde Türkiye'nin Atatürk önderli­ğinde bir taraftan Batılılaşmak için Batının kurumlarını ve değerlerini ülkesine taşırken, diğer taraftan gücünü Türk milletinden alan bir siyasi yapının yanı sıra Türk kültürünü köklerine inerek geliştirme gayretleri görülür. Bunlar birbirinden tamamen kopuk olarak değil, büyük oranda yan yana ve iç içe sürdürülmüştür. 

Bilişim devrimiyle birlikte dünyamızı etkisi altına alan dijital teknoloji insanlara muazzam bir iletişim imkanı sunmuştur. Bu iletişim imkanını en iyi kullanan yeni ka­pitalist sistem bu yolla dünya üzerindeki etkinliğini ve hegemonyasını pekiştirmeye çalışmaktadır. Soğuk sa­vaşın sona ermesiyle siyasi egemenliğini de "tek kutuplu yeni dünya düzeni" olarak ilan eden bu sistem küreselleşme adıyla dünyaya yeni bir cazibeli sistem sunmaktadır. Kitle iletişim araçlarının, teknolojinin ve sermayenin im­kânlarını yedeğine alan bu sistem, milli kültürleri yerle bir etme niyetinde olduğunu, üstelik bu niyetinin in­sanlığın hayrına olduğunu, insanlığın böyle bir dönüşü­me, tektiplileşmeye ve aynılaşmaya ihtiyacı (mahkûmiye­ti) olduğunu ilan etmektedir. Üstten zorlayıcı, dayatmacı, değerlerden bağımsız yeni bir kültürün, hatta dinin em­poze edilmek suretiyle bunun gerçekleştirilebileceği var­sayılmaktadır. Bu kültür (global mono-kültür), tüketimin artırılması esasına dayanmaktadır (Sklair 1991). Bu talan karşısında zayıf kültürler hemen teslim olmakta, Türk kültürü gibi tarihî kökleri, derinliği, coğrafî alanı itibariy­le kuvvetli kültürler ise, henüz tam bir alternatif olama­salar bile umut sebebi olarak ortada durmaktadırlar. (Koç-demir 1999: il) Çünkü, "Kültürde kuvvetli bir mazinin per­çinlediği tecanüs belki istenen bazı değişmelerin meyda­na getirilmesinde güçlükler çıkarır, fakat kültürün isten­meyen değişmelere karşı direnme gücü de aynı tecanüs-ten gelmektedir." (Güngör 1993: 26) 

Evrensel, küresel kültür oluşturma ideali uzun za­mandır Batı entelektüel camiası tarafından hayal edil­mekte ve rasyonel teorileri üretilmekteydi. Bunun başarı­lı olmadığı çeşitli tarihi süreçlerde görülmesine rağmen, Soğuk Savaş sonrasında yeniden bir ümitlenme ve bunu yeni dünya düzeni içinde kurma girişimi görüldü. Soğuk Savaş   sonrası  küreselleşme  konusunu  tartıştığımız bölümde görüleceği üzere "tarihin sonu" teziyle artık dünyanın liberal kapitalist bir sistemde modernleşmesini tamamlayacağı ve farklılıkları ortadan kaldıracağı iddi­aları teorik olarak gündeme taşınmıştır. Fakat bunun böyle teorik olarak hayal edildiği gibi gerçekleşemeyeceği çabuk anlaşılmış ve karşı tezler geliştirilmiştir. Gerçekten dünyamızda bir küresel kültür oluşarak bütün kültürel farklılıkları ortadan kaldırarak bir dünya kültürü, bir dünya devleti ve bir dünya ekonomisi gerçekleşerek, he­pimizin birer dünya vatandaşı ve dünya milliyetçisi olup olamayacağımız şüphe götürmektedir. Küreselleşmecile-rin bütün pozitif propagandalarına rağmen, dünyada bir türlü düzeltilemeyen eşitsizlikler ve açlık sınırındaki mağduriyetlere bakarak tepki olarak gelişen küreselleşme karşıtı hareketler bu şüpheyi artırmaktadır. (Küreselleşme Makale) 

Bilişim devriminin yarattığı yeni teknoloji ve bilgi çağı dünyadaki farklı kültürler ve gruplar arasındaki etkileşi­mi artırdığı bir gerçektir. Soğuk savaş sonrası dönemde bu teknolojik gelişmelerin de etkisiyle kültürler arası et­kileşimin etkisi milli kimlikleri zorlamakta ve evrensel kimlikler oluşturmaya yönelmektedir. Bu alanda özellikle bazı güçlerin elinde bulunan medya, reklamcılık ve görsel sanatlar yoluyla hayli yol alınmışa benzemektedir. İnsan­lar evrensel medya gücünün etkisiyle kendi kültür unsur­larından uzaklaştırılmaya ve farklı kimlikler oluşturmaya zorlanmaktadır. İnternet tarafından da,desteklenen med­yanın bir dünya kültürü yaratma süreci, bu çevrelerin is­tedikleri doğrultuda gelişme gösterdiği konusu da tartış­ma yaratmaktadır. Bütün insanların kabulüne sunulan ev­rensel değerler ve hayat tarzı büyük oranda kabul görü­nüyor olsa da, farklılığın dayandığı tarih ve din kaynaklı kültürel yapı kendi gücünü göstermektedir, (ilhan 1999: 94) Kültür genel olarak değişime ve etkileşime açıktır. Fakat dayandığı derin kökler yüzünden ani ve toptan değişim­ler görülmez. Dolayısıyla kültürün tamamen kendi kimli­ğini kaybettirecek bir tehlikeyle karşılaştığında doğal tep­kileri görülecektir. 

Anthony D. Smith "Tovvards a Global Culture" (1990) başlıklı makalesinde 'global kültür' düşüncesinin pratik­te imkansızlığını gerekçeleriyle birlikte anlatıyor. On do­kuzuncu yüzyıldan beri sosyalistler ve liberaller evrimci bir perspektifle kurulacak dünya kültürünün ana çizgile­rini sezmeye çalışmışlardır. Liberaller modernleşmenin farklı milli kültürleri ve devletleri bir insanlık bütünlüğü içinde eriteceği ve en son safha olarak bu insanlık basa­mağına çıkılacağını düşünüyorlardı. Benzer bir yaklaşıma sahip olan sosyalistler de milli devletin solacağını ve yazılı kültürün enternasyonal olacağını iddia ediyorlardı. 1945 sonrası Avrupa ve dünyanın ikiye bölünmesi bu ümidi artırmıştır. Daha öncesinde modernleşmenin bir gereği olarak kabul edilen orta boy milli devletler ve mil­li kültürler insanlığın ulaşması beklenen son amacı ola­rak kabul ediliyordu. Bir milletler dünyası oluşturmak, güvenlik, homojenlik, özgürlük ve Milletler Cemiyetinde işbirliği insanlığın en yüksek arzusu görünüyordu. İkinci Dünya Savaşı bu arzu ve vizyonu yok etti. Artık milletler dünyasına dayalı bir sistem iflas etmiş, yerine milletler-üstü (supranational) ideolojilerin çevresinde toplanan devletlerin oluşturduğu süper güçler gelmiştir. Süper güçler hegemonyasını, savaş kazanan kıtasal devletler or­taya çıkarttı. Savaş sonrası dünyada bir güç blokları dünyası ve ideolojik kamplar olarak insanlık bölündü ve milli devlet küresel politikalara ve kültüre en büyük en­gel olarak görülmeye başladı. Savaş sonrası dünyada mil­li devlet, milliyetçilik ve onun ritüelleriyle beraber mo­dası geçmiş oldu. Onun yerinde Sovyet komünizminin yeni kültürel emperyalizmi, Amerikan kapitalizmi ve on­ların arasında yer bulmaya çalışan Avrupacılık doğdu. Bu hegemonyacı ve emperyalist çizgideki güçler egemenlik alanlarında mevcut milli kültürler yerine daha çabuk asi­milasyon sağlayacak evrensel kültür adıyla olumlu alter­natifler üretmeye çalıştılar. Fakat buna rağmen milletle­rin kökleri derinlerde olan orijinal kültürleri kendilerini korumayı başarmışlardır. (Smith 1990:171-2) 

İki kutuplu dünyanın iki süper gücü kendi egemenlik­lerini pekiştirmek ve sürdürebilmek için kendi eksenle­rinde bir ortak kültür yaratma çabasına girmişlerdir. Ev-renselci iddialarla yola çıkan komünist ideolojinin 1917 Bolşevik İhtilaliyle birlikte Sovyetler Birliği bünyesinde uygulama  alanı  bulması,  burada  ortak bir  komünist kültür yaratma çabası doğurmuştur. Bu çabayla ortak bir Sovyetler Birliği vatandaşı veya 'Sovyet insanı' yaratılma­ya, komünist ideolojiye inanan ve uyan bu insanların aynı eksende ortak bir 'Sovyet kültürü' oluşturulmaya çalışılır ve beklenir. Buradaki insanların milli ve etnik bağları ol­masına rağmen zaman içinde bunların silineceği ve tek ortak paydada bütünlük ve homojenlik sağlanacağı ümit edilir. (Smith 1990: 173) Sovyetler Birliğindeki bütün milli varlıkların ortak bir komünist kültür içinde eritilmesi po­litikası uzun süre ısrarla, bazen da aşırı baskılarla sürdü­rülmüştür.  

Bu ideolojik-totaliter baskı hem Sovyet Bloku içinde, hem de çevresinde etkili olabildiği ülkeler üzerin­de yoğun olarak devam etmiştir. Sovyetler Birliğinin ege­menliği altındaki farklı milletler ve gruplar kaynaştırılma-ya çalışılmış ve kendi sistemleri içinde bunlara yer veril­miştir. Örneğin bugünkü Azerbaycan devlet başkanı Hay­dar Aliyev o dönemde Sovyetler Birliğini yöneten 11 kişi­lik Politbüro'nun Türk üyesi olarak, batının hemen dikka­tini çekmiş ve Aliyev Time dergisine konu olmuştu. Ali­yev politbüro üyesi olduğu Brejnev döneminde Azerbay­can'a nasıl hizmet ettiğini anlatıyordu: "Kolay olmuyordu Azerbaycan'a hizmet etmek. Özellikle Ermeniler, Azer­baycan'a fabrikalar, oteller, iş yerleri kurmamın önünü kesmek için sürekli olarak Brejnev'e çıkıyorlardı. Ben de, Brejnev1 e giderek onu ikna ediyordum. Moskova'da çok uzun yıllar sadece ama sadece vatanıma, milletime hiz­met etmek için çalıştım. Moskova'da çalıştığım yıllarda ben ve çocuklarım hiçbir zaman Türk olduğumuzu, Azerbaycanlılığımızı asla unutmadık. Bakın çocuklarımın adı Sevil ve İlham. Yani Türk isimleri. Bir çokları isimlerini, Rusça koyuyorlardı ama ben Türk ismi koydum." (Sapmaz 2002) Görüldüğü gibi bütün çabalara rağmen ve komünist sıfatını en üst seviyede kazanmış olmasına rağmen milli kimlik unsurları tamamen silinememiş, Ermeniler ve Azerbaycanlılar arasında olduğu gibi milli çekişmeler or­tadan kalkmamıştır. Sonuçta Sovyetler Birliğinin çökme­siyle bu evrenselci sistemin başarısız olduğu kabul edilse de, insanlar üzerinde büyük etkisi olduğunu çeşitli ör­neklerde görmek mümkündür.

Sovyetler Birliğinin komünist sistemin temsilcisi ol­ması hasebiyle bir evrensel komünist kültür yaratma te­şebbüsü sadece kendisiyle sınırlı değildir. Evrensel kültür oluşturma eğilimi Batının geleneklerinde vardır. Bu gele­neklerden uzak olmayan Amerika'da kıtasal bir kültür ümidi kapitalist, özgür Amerikan inancı üstüne temelle-nir. Amerika göçler ve göçmenler toprağıdır. Burada farklı kültür ve etniklikten gelen insanların çeşitliliğinin ortak bir kapta bütünleştirildiği ve kaynaştırıldığı bir ortam vardır. Amerikan sistemi belirli toplulukları sembolik il­gilerle, değerler, ihtiyaçlar ve haklar ile birbirine ilişkilen-dirir. (Smith 1990:173) Amerika yirminci yüzyılın başına ka­dar yalnızlık politikası gütmesine rağmen, Avrupa'nın merkez olduğu uluslararası sistemin yavaş yavaş çöküşü" düşüncesi ile dünya sahnesine çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde dört bir yöne genişlemiş, ekonomisini de ola­ğanüstü güçlendirmiştir. O zamana kadar, eski kıtanın iç işlerine karışmama kararında olan yeni dünya:" Amerika' nın kendi değerlerine göre en iyi şekilde kendi ülkesinde demokrasiyi kusursuz hale getirip, böylece insanlığın ge­ri kalanı için bir ışıldak olarak hizmet edebileceği görüşü" ile" Amerikan değerlerinin, ülkeye ve bütün dünyaya yay­ma yükümlülüğü getirdiği" düşünceleri ile dünya sahnesine, uzun soluklu olarak çıkmıştır. (Hamevioğlu 2002: 2) Bugün Amerika küresel kitle kültürünün dünyada yayıl­masına öncülük eden önemli bir güç olarak karşımızda durmaktadır. 

Küresel kültür yaratma girişiminde Amerikan ve Sov­yet tecrübelerinin kültürel emperyalizm olarak yorumlan­ması yanı sıra, Avrupa Topluluğu projesi de bir 'küresel kültür' oluşturma teşebbüsünde olduğu söylenebilir. Bir Avrupa birleşik devletleri vizyonu, politik ve ekonomik olarak bir 'üst-millet' şeklinde yeni bir topluluk oluştur­mayı öngörmektedir. Medya ve bilişim çağında yeni bir Avrupa kültürü ve kimliği yaratmak mümkün görünmek­tedir. Yeni bir kültürel emperyalizm yaratacak biçimde Avrupa topluluğu, Amerikan modelinde olduğu gibi fark­lılıkta birlik oluşturma nosyonunu takip eder. Yeni bir Avrupa kimliği, kültürü ve vatandaşlığı inşa ederek milli devlet ve kültür alanını gün geçtikçe daraltmaya yönelir. Böylece yeni bir süper güçler dünyası karşımıza çıkmak­tadır. Böyle bir dünyada küçük ve orta boyutlu devletlere yer yoktur. Kapitalist rekabet yüksek bütçelerle çok sa­yıda güçlü transnasyonel şirketler ortaya çıkarmıştır. On­ların başarısının temeli tasarım ve sembolizmi uygun şe­kilde  denkleştirmeyi   sağlama yeteneğidir.   Yeni  tele­komünikasyon ve bilgisayarlı bilgi sağlayıcı sistemler dil­ler ve kültürlerdeki farklılıkları azaltacak boyuttadır. Bu ulus-ötesi şirketler hemen hemen küresel çapta bilgi ve tasarımlar sunarlar. (Smith 1990: 174-5) Avrupa ve Amerika bunun öncülüğünü yapmaktadır. Dünyada kendi eksenle­rinde bir bütünleşme ve küresel kültür yaratma çabası içindedirler. Fakat küresel şirketlerin genelde Amerikan menşeli olması ve Soğuk Savaştan beri Amerikanın belli bir hegemonya sağlamış olması  ağırlığın buraya kay­masına yol açmaktadır.

Bilişim teknolojilerinin sanayi sonrası dönemde med­ya ve telekomünikasyon alanında büyük dönüşümler ya" ratması ilgili bölümde tartışıldığı gibi, dünyada etkileşi­mi artırmış ve farklılıkları azaltmaya başlamıştır. Ulus-ötesi şirketlerin milletler ve milli devletlerin fonksiyon­larını azalttığı gibi, bu bilgi ve iletişim alanındaki geliş­meler milletler arası ilişkilerdeki sınırları kaldırmıştır. Burada güçlü ve aktüel olan kültür baskın çıkmakta ve di­ğer kültürleri etkisi altına almaktadır. Ortada milli olma­yan bir kitle kültürü yayılması vardır. Bu yeni bir çeşit kültür emperyalizmi olarak adlandırılabilir. Eski kültür emperyalizmlerinde belli bir milli kültürün (İngiliz, Fransız, Rus gibi) egemenlik kurma saldırısı söz konu­suyken, bugünün dijital küreselleşmesinde kaynak daha kozmopolit görünmektedir. Burada bir küresel kültürden bahsetmek mümkündür. Fakat bu milli kültürlerin tama­men devre dışı kaldığı ve yok olduğu anlamını taşımaz. Aynı zamanda mevcut iletişim araçları etki altında kal­dıkları kültürel yayılmacılığa tepki olarak kendi köklerine ve yaratıcılıklarına yönelirler. Bir tarafta globalleşen bir kültür yer alırken, hemen yanında veya karşısında farklı kültürel varlıklar kendini göstermeye başlar. 

Sosyal gerçeklik olarak milletlerin ve farklı kültürlerin varlıkları birtakım kültürel sembollere ve imgelere dayan­maktadır. Bu sembol ve imgelere sahip olan toplumlarda­ki insanlar kendilerine birer sosyal kimlik oluşturur. Mil­letler bu bakımdan tarihsel kimlikler olarak anlaşılabilir veya en azından onlardan kaynaklanır. Fakat kurulmaya çalışılan bir global kültür bundan mahrumdur. Milli kül­türden farklı olarak bir global kültür temelden hafıza­sızdır. Üretilen ve global olduğu iddia edilen bir popüler kültür, bir halk veya millet kimliği vermez. Bu kültüre da­yalı olarak insanlar kendilerini bir dünya vatandaşı ve in­sanlık milletinin bir üyesi olarak göremezler. Orada ortak bir dünya hafızası ve sembolleri yoktur. Kollektif kimlik her zaman tarihsel olarak spesifiktir ve o sosyal gruba özgüdür. (Smith 1990: 180) Milletlerin dayandığı temel ola­rak tarihi kökleri olan milli kimlik ve hafıza ancak spesi­fik olarak varlığını devam ettirir. Küresel boyutta bu farklılık unsurlarının silinmesi ve yerine bütün insanlığı kapsayacak şekilde kültür üretmenin ve hafıza oluştur­manın imkanı görünmemektedir. Dolayısıyla bir insanlık milletinden ve buna dayalı bir dünya milliyetçiliğinden bahsetmek doğru olmayacaktır. Bunun politik olarak da sağlanması ve milletlerin kültürel kimliklerini silerek üst milliyetçilikler (Avrupa milliyetçiliği ve dünya milliyetçi­liği gibi...) üretmek mümkün görünmemektedir. (Küreselleşme Makaleler) 

Bugünün dünya sahnesinde kendini gösteren küresel kültür, ancak eklektik ve kimliksiz olabilir. Bu kültür tek-biçimli bir elbise giyecek ve standartlaşarak ticari bir me­ta haline gelecektir. Amerika'nın tek kutuplu dünya düze­ninde tek süper güç olarak bilişim teknolojisini kullana­rak yaptığı budur. Medya imaj çağının ürettiği kitle kültürü belli bir milliyete dayalı ve köklü değildir. Tekno­lojiye dayalı olarak yeni inşa edilen bir kültürdür. Millet­lerin de yeni inşa edildiği iddialarına rağmen, milletler modern öncesi geleneksel milli ve folklorik unsurlara da­yalıdır. Yeni kurulmakta olan küresel kültür global ekono­mik ve politik kurumlar ile kozmopolit bir biçim oluştu­rur. Küreselleşmenin milli kültürü, ekonomiyi, devleti ge­çersiz kılacağına ve kozmopolit-evrensel bir dünya kültürü oluşturacağına dair iddialar daha çok ideolojik-kasıtlı olarak değerlendirilmektedir.  

Kültürlerin, maddi ve manevi sayısız etkenin buluşmasıyla ortaya çıkan olgu­lar olduğu düşünülürse, küreselleşmenin, milli kültürleri benzeşmenin ötesinde bir bütünlüğe götürebileceğini ka­bullenmek mümkün değildir. Her kültür, ister istemez daha doğuşunda özgündür ve bu özelliğinden, küreselleşme

içinde bir şeyler kaybetse de, bütünüyle ne içerik ne de üslup olarak kaybolması imkansızdır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005