Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Globalleşme/Ulus-Devlet Tartışmaları 

Globalleşme tartışmaları içerisinde farklı yaklaşımlar da ulus-devlet konusunda bir konsensusa varmamıştır. Global­leşme sürecine olumlu yaklaşanlar, ulus-devletin aşınma sü­recini -ki bazı temsilcileri daha ileri giderek aşıldığını iddia ederler- önemli ve ilerici bir gelişme olarak değerlendirirler. Çünkü bu aşınma ve aşılma global ölçekte zenginliğin, refa­hın, insan hakları ve demokrasinin gelişmesine neden olacak­tır. Hatta daha ileri gidilirse bu süreç hızlı ve etkili bir şekilde gerçekleştirilerek ulus-devleder için temel hedef olarak su­nulmakta ve bu sürece uyum "çağdaşlık" göstergesi olarak kabul edilip diğerleri "çağdışı" olarak değerlendirilmektedir. 

Bu yaklaşım, daha çok ulus-devletin baskıcı/totaliter ve homojenleştirici yapısına atıfta bulunmaktadır. Ulus-devlet tarihsel bir oluşum olarak kabul edilmekle birlikte, ulus-devletin daha önce de belirtildiği gibi "ulus" adı verilen ve homojen olarak kurgulanan bir toplumun üzerinde yük­seldiği genel bir kamdır. Milliyetçilik homojenleştirici bir projedir ve dolayısıyla buradan çıkarılabilecek ulus ve ulusla oluşturulabilecek bütün kombinasyonlar, birer kurgudur. Bununla paralel olarak Erözden de ulus-devlet kurgusunun homojenlik varsayımı üzerinden inşa edildiğini belirtir. Ulus kurgusunun devlet ile bağını, hukuki bir kavram olan vatan­daşlık bağıyla sağlanan insan topluluğu ile ulusun toprakla ilişkisi bağlamında değerlendirilen sınır kavramı oluşturur. Kurgunun içerdiği ilke ve meşruiyet kuralı, mükemmel tür­deşliğe göre tasarlanmıştır. Fakat Erözden bunlara ek olarak kurgunun gerçekler ile uyuşmadığını da belirtmektedir. Bu homojenleştirici varsayımlara rağmen realite heterojen yani parçalanmış bir görünüm sergilemektedir. Olguyu kurguya uydurmak için bir "uluslaştırma projesi" geliştirilmiştir. 

Bu nedenlerle olumlu yaklaşımlar heteroj enlik kavra­mım özellikle yerellik, insan hakları, demokrasi bağlamında merkeze alarak, ulus-devletin bu homojenliği sağlamak için bastırdığı veya ikinci plana attığı etnik/dinsel/cinsel alt kim­likler olarak benimsenen heterojen kimliklerin globalleşme süreci ile birlikte artık temsil edileceğini savunmaktadır. Glo­balleşme bu homojen kurguyu zayıflattığı için ilerici bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda bu yaklaşımın temsilcileri globalleşme sürecini tanımlamada mozaik, melez­leşme, eklemlenme gibi bir dizi kavramlar geliştirmiştir.

Globalleşme sürecini olumsuz değerlendirenler ise, u-lus-devletin zayıfladığı tezini olumlu yaklaşımlarla paylaşmak­la birlikte, ulus-devletin bu süreç içinde aşıldığı iddiasına kar­şı çıkmaktadır. Ulus-devlet bu süreç içerisinde birtakım işlev­lerini kaybetmiştir; ancak bazı işlevlerini halen korumakla birlikte birtakım yeni roller edinmiştir. (Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi "Ulus-Devletin Değişen İşlevleri" başlığı altında daha sonraki sayfalarda verilecektir.) Erbaş'ın ifadesiyle, bu süreçte ilginç olan ve çelişkili görünen sermaye açısından olması gereken ve bu nedenle de aslında hiç de çelişik olma­yan, bir taraftan ulus-devletin aşınım süreci söz konusu iken diğer taraftan ulus-devletin güçlü bir biçimde varlığının his­sedilmesi süreçlerinin birlikte gerçekleşmesidir. Denilebilir ki, globalleşme sürecinde ulus-devlet bir yeniden yapılanma sürecine girmiştir. (Küreselleşme Ulus Devlet) 

Ulus-devlet, globalleşmenin, dolayısıyla sermaye biri­kim mantığı ve gereği çerçevesinde bazı işlevlerini yitirmekle birlikte, aynı zamanda yine bu sermayenin çıkarı doğrultusunda ve gereğince yeni bazı işlevler de kazanmaktadır. Böy­lelikle globalleşme süreci ve gerisindeki mantık, ulus-devleti kendi çıkarı doğrultusunda yeniden şekillendirmek olmakta­dır. Bu nokta, olumsuz yaklaşımın hemen hemen tüm tem­silcileri tarafından paylaşılır. Bu yaklaşımın temsilcileri aynı zamanda özellikle emek ve çevre ülkeler açısından ulus-devletin aşınmasını sonuçlan itibarı ile de tehlikeli bulmakta­dır. Globalleşme süreci içerisinde emek ile ulus-devlet konu­sunda çok dikkat çekici önemli bir tarihsel paradoks yaşan­maktadır. Önceleri, ulus-devletin inşası sürecinde işçi sınıfı­nın bilincinin gelişmesi, emeğin bütünleşmesi önünde ciddi bir engel olarak kabul edilip emeğin parçalanmasına neden olarak görülürken, bu kurum günümüzde emeğin global öl­çekte korunmasında adeta bir zırh işlevi görmektedir. Ulus-devletin aşınmasında en çok emek gücünün zarar göreceği bu yaklaşım tarafından belirtilmektedir. Burjuvazinin ulus-devleti, günümüzde özellikle vasıfsız emeğin ve yerelin devle­tidir. Bu anlamda ulus-devlet, günümüzde globalleşme süreci ile birlikte "proleter devlet" olarak nitelendirilmektedir.* Bu yaklaşımın olumlu yaklaşımlarla farklılaştığı diğer bir nokta yereliik konusudur. Bu konu farklı bir başlık altında ayrıca inceleneceğinden kısaca özetlenecek olursa, olumlu yaklaşım; globalleşme sürecinin, yerelin uluslararası arenada temsiline imkan sağlayacağını belirtmektedir. Bu süreç hem demokra­sinin hem de yerel gelişimcinin dolayısıyla yerel sermayenin güçlenmesine neden olarak ulusal ekonomileri güçlendirecek­tir. Olumsuzlar ise buna karşı çıkarak yerelliğin kapitalizm ve büyük sermaye tarafından bilinçli olarak önplana çıkartılan bir strateji olduğunu belirtmektedir. Yereliik bu bağlamda ulus-devletin aşındınlması ve böylece büyük sermayenin kâ­rının artırılabilmesi için geliştirilmiş bir araç olarak ele alın­maktadır. 

Yerellik 

Teknolojik gelişmeler sermayenin global ölçekte hare­ket kabiliyetini artırmaktadır. Keyder'e göre günümüzde bü­tün dünya, sermayenin mantığına teslim olmuştur. Ulusal devlet ve ulusal ekonominin özerkliğini, sınırlarını ve görev­lerini günümüzde sermayenin çıkarları belirlemektedir. Bu süreçte ulus-devlete düşen görev, sermayeyi kendi ülkesine çekmek için gerekli siyasal, hukuksal düzenlemeleri gerçek­leştirmektir. Keyder'de globalleşme,  kaçınılmaz  bir  olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte, böylelikle tekil ulus-devletlere düşen rol bu sürece en iyi biçimde eklemlen­mekte ve uyum sağlamaktadır. Bu sürece uyum sağlanamazsa ve entegre olunmazsa tekil ulus-devletler global arenadan dışlanacak, marjinalleşecektir. Çünkü söz konusu devletler, global ölçekte değişen dinamikleri kavrayamayacak ve böyle­likle çağı yakalayabilecek doğru politikalar geliştiremeyeceklerdir. Keyder'de yerellik, kavram olarak dışlanma, marji-nalite, s tariklik ve gerilik gibi bir dizi kavramlara karşılık gel­mektedir. Globalleşme ise kavram olarak, ilerleme, gelişme ve dinamizm anlamına gelir. Keyder'e göre 1980 sonrası dünya ekonomisi öyle işler duruma gelmiştir ki ulusal eko­nomilerin kendi başına büyümeleri, sermayenin mantığından kaçınmaları neredeyse imkansızdır. Artık bütün sorun daha iyi bir yolla entegre olma diye formüllendirmek mümkündür. Ayrıca entegre olmamanın maliyeti çok yüksektir ve dünya­nın pek çok yöresi dışlanma ve marjinalizasyon riski ile karşı karşıyadır. Global şehir çerçevesinde bir entegrasyon özellik­le kaynak yaratacağı ve yeniden dağıtılabilecek kaynakları arttıracağı için tercih edilmelidir. Keyder yerel birimler ola­rak kentlerin globalleşme sürecinde önemli işlevlerinin olduğunu belirtmektedir. Büyük metropol kentler globalleşme süreci ile eklemlenmede önemli bağlantı noktalandır. Metro­pol kentlerin bu işlevi olumlu, ilerlemeci bir işlevdir. Çünkü bu kentler aracılığı ile global refahtan pay alınacaktır, global refah ve kaynaklara ortak olunacaktır 

Aslanoğlu da Keyder'le paralel düşünmekle birlikte, kültürel düzlemden hareket ederek globalleşme sürecinde dünya kültelerinin karşılaştığı mekanlar olarak, önemli ek­lem yerleri olduğunu belirtir. "Globalleşme sürecinde hem dünya ekonomisinin yönlendirdiği dünya şehirleri oluşmakta hem de şehirler globalleşme sürecinde etkili olmaktadır." Ona göre global şehirler farklılıkların önplana çıktığı ve arala­rında etküeşimin yaşandığı alanlar olarak karşımıza çıkar. Globalleşme sürecinin farklılıkları ve yerel kültürlerin çeşitli­liğini önplana çıkaran özü, global şehirlerde somutlaşmakta­dır. Global kentler, yerelin ve evrenselliğin buluştuğu, etki­leşme ve iletişime girdiği mekansal sabitlerdir. 

Alankuş'a göre yerellik, global sistemlerin dinamikleri içerisinde önemsenmeyenlerin, öteki tarafa atılanların, kıyı­larda tutulmak zorunda bırakılanların, bu konumlarını sorun-sallaşürarak seslendikleri mevzileri anlatmaktadır. Alankuş, globalleşme sürecinde, global ile yerel arasında müzakereli bir ilişkinin bulunduğunu ve yerelin müzakere gücünün daha fazla olduğunu vurgulamaktadır. Globalleşme sürecinin "ye-rellikleri" modernleşme öncesi ilksel yerellikler değil, yeni yerelliklerdir. Bu süreçte yer ve aidiyet ihtiyacının artması yerelin önemli bir sığınak ve mevzi alanı olarak belirmesine neden olmuştur. Evrensel olanın yerelleştiği ve yerel olanın evrensel sayıldığı bu süreçte yerellik önemli bir koordinat-landırma noktasıdır. Alankuş'a göre yerelliğin tanıdığı birta­kım imkanlar vardır. Yeni yerellikler, globalleşme sürecinin global ölçekte su yüzüne çıkardığı artan hareketliliğe paralel, dışa açık konumunu global dinamikleri göz önünde bulundu­rarak devamlı gözden geçiren, dinamik ve değişken bir kimlik stratejisi benimsemişlerdir. Yerellikler kendi aralarında sürek­li iletişim ve etkiletişim halinde ortak bir paydadan hareketle, benzerliklerini önplana çıkararak, "farklılıklarını ayrıcalık haline getirmeden" dayanışma ve işbirliği içerisinde ortak bir söylem ve eylem alam geliştirerek global olanla müzakereye girer. Global olan karşısında müzakere gücünü de işte bu noktadan alır. 

Aslanoğlu globalleşme sürecinde melezleşmenin kaçı­nılmaz bir olgu olduğunu belirtmektedir. Bu süreçte saf kül­türler bulmak zordur. Globalleşme sürecinde modernleşme­nin "öteki" kurgusu ortadan kalkmıştır. Öteki/yerel olan, bu süreçte edilgen bir role sahip değil, aksine aktif bir rol üst­lenmiştir. Güç, globalleşme sürecinde Batı merkezli olmaktan çıkmış, global ölçekte yeniden dağıtılmıştır. Kültürler, globalleşme sürecinde yan yana yürümektedir. Aslanoğlu'nun ifadesiyle: "Üçüncü dünya metropollerinde oluşan kültür global akış­lar içinde yerini almaktadır. Modernleşme teorileri içinde 'uygarlaştırı-labilirliği' düşünülen 'öteki' artık global alanın içinde yer almakta, global mozaiğin bir parçası olduğunu duyurmaktadır." Yerel kül­türler globalleşme sürecinde birbirleri ile karşılaşmakta ve birlikte var olmaktadır. Yerelliğin, globalleşme sürecinde önplana çıkması ötekinin/yerelin global arenada sesini du­yurmasına, kendisini ifade etmesine imkan tanımaktadır. 

Şu ana kadar bahsedilen olumlu yaklaşımın temsilcileri yerelliği globalleşme sürecinde kaçınılmaz bir olgu olarak görmektedir. Aynı zamanda bu temsilciler yerelliğin global­leşme sürecinde artan önemini ve öne çıkarılmasını yerinde bir davranış olarak değerlendirir. Ulus-devletin aşınması, yerelliğin gündeme getirilmesi bağlamında demokratik bir gelişmedir. Çünkü ulus-devlet homojenlik esasına dayanarak, farklılıkların ihmal edilmesine, bastırılmasına neden olmuş­tur. Globalleşme, ulus-devleti aşındırarak veya sınırlandırarak farklılıkların gerek ulusal gerekse global ölçekte temsiline imkan vermektedir. Bu ise, global ölçekte hem demokrasi anlayışının gelişmesine hem de kültürlerin ve toplumların global arenada buluşmalarına ve kaynaşmalarına olanak vere­cektir. Başka bir boyutu ile ele alındığında, mevcut kaynakla­rın ve refahın global ölçekte paylaşımına ve yeniden dağıtı­mına imkan tanıyacaktır. Böylece de gelişmemiş veya geliş­mekte olan ülkelerde gelişme yolunda önemli bir adım ata­caktır. (Küreselleşme Globalleşme)

Globalleşme sürecinde ulus-devletin zayıflatılmasına pa­ralel olarak yerelin canlanması ve önplana çıkartılması söz konusudur. Olumsuz yaklaşımın temsilcileri, yerelliğin önplana çıkartılmasının globalleşme süreci içerisinde geliştirilen bilinçli bir strateji olduğunu belirtmektedir. Çünkü yerel birimlerle mücadele etmek ulus-devlede mücadele etmekten daha kolay­dır. Bu vurgunun gerekçesi olarak yerelin pazarlık gücünün zayıf olduğu belirtilmektedir. Böylece yerelleşme süreci em­peryalizmin, dolayısıyla sermayenin yararınadır.11 Şengül, Alankuş'un yukarıda da ifade edilen görüşünün aksine, global­leşme sürecinde yerelin müzakere gücünün zayıf olduğunu belirtir. Ona göre, ulus-devletin uğradığı güç kaybının yereli bütünüyle bağımsızlaştırmasa bile büyük ölçüde özerkleştirdiği varsayımı, yerelin iktidar olma özelliğini belli ölçülerde restore etmiştir. Ancak bu durumun, global süreç karşısında yerelin ne derecede güçlü olabildiği ile ilgili olup, yerel bu anlamda ö-nemli bir pazarlık payına sahip değildir. Globalleşme süreci içerisinde yereliik tartışmalarında olumsuz düşünenlerin temel vurgusu, yerelin ulus-devlet gibi bir iktidar odağı olamayacağı üzerinedir. Çünkü ulus-devlet, homojen bir ulus kurgusu yara­tarak bunu temsil ettiği gerekçesiyle meşruiyetini kazanır ve egemenliğini kurar. Oysa "yerel kimliklerin çoğul yapısı" bir yandan zenginliğe işaret ederken diğer yandan yerelin ulusal ölçek gibi tutarlı bir bütün olarak tanımlanmasını zorlaştırır.13 Yerelin zenginliği şeklinde nitelenen bu heterojen yapı onun iktidar odağı olarak ortaya çıkmasında en büyük engeldir. 

Yerel ölçeğin global ölçekle rekabet edecek güce sahip olmadığı açıktır. Ayrıca rekabet için ne yeterli ekonomik güce ne de gerekli teknik bilgi ve donanıma sahiptir. Bunların so­nucu olarak da siyasal gücü de yoktur. Ayrıca globalleşme sürecinin vasıflı emeğin dolaşımını global ölçekte özendirdiği için yetişmiş insan gücünü de kaybetmektedir. Böylece yerel ölçek, vasıfsız emeğin ve küçük sermayenin konumlandığı bir yapı olmuştur. Globalleşme sürecinde yerelin merkez karşı­sında hiçbir gücü olamaz. Sadece ona bağımlı, onun amaçla­rına hizmet eden bir araç olarak işlevini yerine getirir. Bu noktada olumlu yaklaşımlar eleştirilmektedir. Yerelin zayıf konumu ona globalleşme sürecinde içeriksel değil, sadece biçimsel kazanımlar sağlayabilir. Bu durumu Şengül şu şekil­de açıklamaktadır: 

"Her ne kadar yerel inisiyatifler anlayışı tezi, ulus-devletin tükenmesi yönünde ise de, başarı ör­neği olarak gösterilen diğer ülkelerin başansının ar­kasında devletin oynadığı can alıcı rol vardır. Bu nedenle ulus-devletin süreçten dışlandığı ya da et­kin katılımının sağlanamadığı bir durumda yerele dayak bir sanayileşme ve gelişme modelinin en azından Türkiye gibi bir çevre ülkede şansının çok olmadığı görülmektedir. Gelişmiş ülke örneklerinde öne çıkan yerel girişimlerin gerisinde ciddi bir dev­let desteği ve eşgüdümü olduğu göz ardı edilmeme­lidir. Sermayenin globalleştiği bir süreçte ulus-devlet gibi mekansal bir sabiti yerelliğe doğru taşı­mak, Dünya Bankası için bilinçli bir stratejidir ve bunun öyle olması da doğaldır. merkez ülkeler tarafından etkin bir biçimde gerçekleştiril­mektedir. 

Bölgeselleşme, sağladığı birtakım avantajlarıyla özendi­rici bir işleve sahiptir. Üye devleder arasında oluşturulan or­tak pazarda üye devletlerin ayrıcalıklı bir konumu bulunmak­tadır. Çünkü gümrük vergileri ve ithalatı kısıtlayıcı araçları ortadan kalkar. Dolaysız sermaye yatırımları üye devletler arasında gerçekleştirilir. İhracatın önündeki engeller ortadan kalkar. Bu avantajlar oluşumun dışında kalanlar için, rekabet gücünü azaltan etkenler olarak belirir. Bu etilenler üye devlet­lerin sermayelerinin kâr hadlerindeki artışına neden olurken; bu sürecin dışında kalanlar için azaltıcı etkide bulunur. Somel de yabancı yatırımların, ağırlıklı olarak ABD, AB ve Japonya'nın kendi liderliklerinde oluşturduklan bölgelerde gerçekleştiğini belirtmektedir.

Diğer taraftan bu tür bölgesel oluşumlar birtakım siya­sal, hukuksal ve ticari düzenlemelerle tekil ulus-devletlere zarar vermektedir. Held'in ifade ettiği bir örneği vermek ge­rekirse; Avrupa Topluluğunca artik devlederin kendi yurttaş­larına uygun gördükleri gibi davranmakta özgür olmadıkları iddia edilmektedir. Ayrıca artık bireyler İnsan Hakları Mah-kemesi'ne doğrudan dilekçe ile bireysel başvuru yapabilecek­lerdir. Kazgan ise, bu görüşün karşısına şu cümleleriyle çıkar: 

"Globalleşme, kimilerine göre, 21. yüzyılda bölgesel bloklar arası artan ticaret ve sermaye akım­ları biçiminde gelişecektir. Kimilerine göre sermaye, özellikle finansal fonlar biçimindeki sermaye, glo­balleşmesini sürdürürken mal ve hizmet ticareti da­ha çok bölgesel bloklarda yoğunlaşacaktır. Her iki durumda da ulus-devlet, ülke içi ve ülkelerarası iliş­kilerde ana birim olmayı sürdürecektir... Ulus-devletlerin etkenliğinin en aza indirildiği bir dünya... Bunun kaotik bir dünya olacağına hiç kuşku yok; insanın tümüyle dışlanacağı, ülkeler içindeki kamu­sal alanın sıfırlanacağı bir dünya. Bu görünüm, ge­lecekte karşıtlıkların bölgesel bloklar arasında değil de, bu kaos içinde oluşabileceğine işaret ediyor."' 

Tüm bu etkenler, olumsuz yaklaşımların globalleşme sürecinde ulus-devlet'in zamanla ortadan kalkacağı ve kalk­masının da olumlu bir gelişme olacağı tezine şiddede karşı çıkmasının sebeplerini oluşturmaktadır. (Ulus ve Devlet)

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005