|
Globalleşme/Ulus-Devlet Tartışmaları
Globalleşme tartışmaları içerisinde farklı
yaklaşımlar da ulus-devlet konusunda bir konsensusa
varmamıştır. Globalleşme sürecine olumlu
yaklaşanlar, ulus-devletin aşınma sürecini -ki bazı
temsilcileri daha ileri giderek aşıldığını iddia
ederler- önemli ve ilerici bir gelişme olarak
değerlendirirler. Çünkü bu aşınma ve aşılma global
ölçekte zenginliğin, refahın, insan hakları ve
demokrasinin gelişmesine neden olacaktır. Hatta
daha ileri gidilirse bu süreç hızlı ve etkili bir
şekilde gerçekleştirilerek ulus-devleder için temel
hedef olarak sunulmakta ve bu sürece uyum
"çağdaşlık" göstergesi olarak kabul edilip diğerleri
"çağdışı" olarak değerlendirilmektedir.
Bu yaklaşım, daha çok ulus-devletin
baskıcı/totaliter ve homojenleştirici yapısına
atıfta bulunmaktadır. Ulus-devlet tarihsel bir
oluşum olarak kabul edilmekle birlikte,
ulus-devletin daha önce de belirtildiği gibi "ulus"
adı verilen ve homojen olarak kurgulanan bir
toplumun üzerinde yükseldiği genel bir kamdır.
Milliyetçilik homojenleştirici bir projedir ve
dolayısıyla buradan çıkarılabilecek ulus ve ulusla
oluşturulabilecek bütün kombinasyonlar, birer
kurgudur. Bununla paralel olarak Erözden de
ulus-devlet kurgusunun homojenlik varsayımı
üzerinden inşa edildiğini belirtir. Ulus kurgusunun
devlet ile bağını, hukuki bir kavram olan
vatandaşlık bağıyla sağlanan insan topluluğu ile
ulusun toprakla ilişkisi bağlamında değerlendirilen
sınır kavramı oluşturur. Kurgunun içerdiği ilke ve
meşruiyet kuralı, mükemmel türdeşliğe göre
tasarlanmıştır. Fakat Erözden bunlara ek olarak
kurgunun gerçekler ile uyuşmadığını da
belirtmektedir. Bu homojenleştirici varsayımlara
rağmen realite heterojen yani parçalanmış bir
görünüm sergilemektedir. Olguyu kurguya uydurmak
için bir "uluslaştırma projesi" geliştirilmiştir.
Bu nedenlerle olumlu yaklaşımlar heteroj enlik
kavramım özellikle yerellik, insan hakları,
demokrasi bağlamında merkeze alarak, ulus-devletin
bu homojenliği sağlamak için bastırdığı veya ikinci
plana attığı etnik/dinsel/cinsel alt kimlikler
olarak benimsenen heterojen kimliklerin globalleşme
süreci ile birlikte artık temsil edileceğini
savunmaktadır. Globalleşme bu homojen kurguyu
zayıflattığı için ilerici bir süreç olarak
değerlendirilmektedir. Bu bağlamda bu yaklaşımın
temsilcileri globalleşme sürecini tanımlamada
mozaik, melezleşme, eklemlenme gibi bir dizi
kavramlar geliştirmiştir.
Globalleşme sürecini olumsuz değerlendirenler ise,
u-lus-devletin zayıfladığı tezini olumlu
yaklaşımlarla paylaşmakla birlikte, ulus-devletin
bu süreç içinde aşıldığı iddiasına karşı
çıkmaktadır. Ulus-devlet bu süreç içerisinde
birtakım işlevlerini kaybetmiştir; ancak bazı
işlevlerini halen korumakla birlikte birtakım yeni
roller edinmiştir. (Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi
"Ulus-Devletin Değişen İşlevleri" başlığı altında
daha sonraki sayfalarda verilecektir.) Erbaş'ın
ifadesiyle, bu süreçte ilginç olan ve çelişkili
görünen sermaye açısından olması gereken ve bu
nedenle de aslında hiç de çelişik olmayan, bir
taraftan ulus-devletin aşınım süreci söz konusu iken
diğer taraftan ulus-devletin güçlü bir biçimde
varlığının hissedilmesi süreçlerinin birlikte
gerçekleşmesidir. Denilebilir ki, globalleşme
sürecinde ulus-devlet bir yeniden yapılanma sürecine
girmiştir. (Küreselleşme Ulus Devlet)
Ulus-devlet, globalleşmenin, dolayısıyla sermaye
birikim mantığı ve gereği çerçevesinde bazı
işlevlerini yitirmekle birlikte, aynı zamanda yine
bu sermayenin çıkarı doğrultusunda ve gereğince yeni
bazı işlevler de kazanmaktadır. Böylelikle
globalleşme süreci ve gerisindeki mantık,
ulus-devleti kendi çıkarı doğrultusunda yeniden
şekillendirmek olmaktadır. Bu nokta, olumsuz
yaklaşımın hemen hemen tüm temsilcileri tarafından
paylaşılır. Bu yaklaşımın temsilcileri aynı zamanda
özellikle emek ve çevre ülkeler açısından
ulus-devletin aşınmasını sonuçlan itibarı ile de
tehlikeli bulmaktadır. Globalleşme süreci
içerisinde emek ile ulus-devlet konusunda çok
dikkat çekici önemli bir tarihsel paradoks
yaşanmaktadır. Önceleri, ulus-devletin inşası
sürecinde işçi sınıfının bilincinin gelişmesi,
emeğin bütünleşmesi önünde ciddi bir engel olarak
kabul edilip emeğin parçalanmasına neden olarak
görülürken, bu kurum günümüzde emeğin global
ölçekte korunmasında adeta bir zırh işlevi
görmektedir. Ulus-devletin aşınmasında en çok emek
gücünün zarar göreceği bu yaklaşım tarafından
belirtilmektedir. Burjuvazinin ulus-devleti,
günümüzde özellikle vasıfsız emeğin ve yerelin
devletidir. Bu anlamda ulus-devlet, günümüzde
globalleşme süreci ile birlikte "proleter devlet"
olarak nitelendirilmektedir.* Bu yaklaşımın olumlu
yaklaşımlarla farklılaştığı diğer bir nokta yereliik
konusudur. Bu konu farklı bir başlık altında ayrıca
inceleneceğinden kısaca özetlenecek olursa, olumlu
yaklaşım; globalleşme sürecinin, yerelin
uluslararası arenada temsiline imkan sağlayacağını
belirtmektedir. Bu süreç hem demokrasinin hem de
yerel gelişimcinin dolayısıyla yerel sermayenin
güçlenmesine neden olarak ulusal ekonomileri
güçlendirecektir. Olumsuzlar ise buna karşı çıkarak
yerelliğin kapitalizm ve büyük sermaye tarafından
bilinçli olarak önplana çıkartılan bir strateji
olduğunu belirtmektedir. Yereliik bu bağlamda
ulus-devletin aşındınlması ve böylece büyük
sermayenin kârının artırılabilmesi için
geliştirilmiş bir araç olarak ele alınmaktadır.
Yerellik
Teknolojik gelişmeler sermayenin global ölçekte
hareket kabiliyetini artırmaktadır. Keyder'e göre
günümüzde bütün dünya, sermayenin mantığına teslim
olmuştur. Ulusal devlet ve ulusal ekonominin
özerkliğini, sınırlarını ve görevlerini günümüzde
sermayenin çıkarları belirlemektedir. Bu süreçte
ulus-devlete düşen görev, sermayeyi kendi ülkesine
çekmek için gerekli siyasal, hukuksal düzenlemeleri
gerçekleştirmektir. Keyder'de globalleşme,
kaçınılmaz bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu süreçte, böylelikle tekil ulus-devletlere düşen
rol bu sürece en iyi biçimde eklemlenmekte ve uyum
sağlamaktadır. Bu sürece uyum sağlanamazsa ve
entegre olunmazsa tekil ulus-devletler global
arenadan dışlanacak, marjinalleşecektir. Çünkü söz
konusu devletler, global ölçekte değişen dinamikleri
kavrayamayacak ve böylelikle çağı yakalayabilecek
doğru politikalar geliştiremeyeceklerdir. Keyder'de
yerellik, kavram olarak dışlanma, marji-nalite, s
tariklik ve gerilik gibi bir dizi kavramlara
karşılık gelmektedir. Globalleşme ise kavram
olarak, ilerleme, gelişme ve dinamizm anlamına
gelir. Keyder'e göre 1980 sonrası dünya ekonomisi
öyle işler duruma gelmiştir ki ulusal ekonomilerin
kendi başına büyümeleri, sermayenin mantığından
kaçınmaları neredeyse imkansızdır. Artık bütün sorun
daha iyi bir yolla entegre olma diye formüllendirmek
mümkündür. Ayrıca entegre olmamanın maliyeti çok
yüksektir ve dünyanın pek çok yöresi dışlanma ve
marjinalizasyon riski ile karşı karşıyadır. Global
şehir çerçevesinde bir entegrasyon özellikle kaynak
yaratacağı ve yeniden dağıtılabilecek kaynakları
arttıracağı için tercih edilmelidir. Keyder yerel
birimler olarak kentlerin globalleşme sürecinde
önemli işlevlerinin olduğunu belirtmektedir. Büyük
metropol kentler globalleşme süreci ile eklemlenmede
önemli bağlantı noktalandır. Metropol kentlerin bu
işlevi olumlu, ilerlemeci bir işlevdir. Çünkü bu
kentler aracılığı ile global refahtan pay
alınacaktır, global refah ve kaynaklara ortak
olunacaktır
Aslanoğlu da Keyder'le paralel düşünmekle birlikte,
kültürel düzlemden hareket ederek globalleşme
sürecinde dünya kültelerinin karşılaştığı mekanlar
olarak, önemli eklem yerleri olduğunu belirtir.
"Globalleşme sürecinde hem dünya ekonomisinin
yönlendirdiği dünya şehirleri oluşmakta hem de
şehirler globalleşme sürecinde etkili olmaktadır."
Ona göre global şehirler farklılıkların önplana
çıktığı ve aralarında etküeşimin yaşandığı alanlar
olarak karşımıza çıkar. Globalleşme sürecinin
farklılıkları ve yerel kültürlerin çeşitliliğini
önplana çıkaran özü, global şehirlerde
somutlaşmaktadır. Global kentler, yerelin ve
evrenselliğin buluştuğu, etkileşme ve iletişime
girdiği mekansal sabitlerdir.
Alankuş'a göre yerellik, global sistemlerin
dinamikleri içerisinde önemsenmeyenlerin, öteki
tarafa atılanların, kıyılarda tutulmak zorunda
bırakılanların, bu konumlarını sorun-sallaşürarak
seslendikleri mevzileri anlatmaktadır. Alankuş,
globalleşme sürecinde, global ile yerel arasında
müzakereli bir ilişkinin bulunduğunu ve yerelin
müzakere gücünün daha fazla olduğunu
vurgulamaktadır. Globalleşme sürecinin "ye-rellikleri"
modernleşme öncesi ilksel yerellikler değil, yeni
yerelliklerdir. Bu süreçte yer ve aidiyet
ihtiyacının artması yerelin önemli bir sığınak ve
mevzi alanı olarak belirmesine neden olmuştur.
Evrensel olanın yerelleştiği ve yerel olanın
evrensel sayıldığı bu süreçte yerellik önemli bir
koordinat-landırma noktasıdır. Alankuş'a göre
yerelliğin tanıdığı birtakım imkanlar vardır. Yeni
yerellikler, globalleşme sürecinin global ölçekte su
yüzüne çıkardığı artan hareketliliğe paralel, dışa
açık konumunu global dinamikleri göz önünde
bulundurarak devamlı gözden geçiren, dinamik ve
değişken bir kimlik stratejisi benimsemişlerdir.
Yerellikler kendi aralarında sürekli iletişim ve
etkiletişim halinde ortak bir paydadan hareketle,
benzerliklerini önplana çıkararak, "farklılıklarını
ayrıcalık haline getirmeden" dayanışma ve işbirliği
içerisinde ortak bir söylem ve eylem alam
geliştirerek global olanla müzakereye girer. Global
olan karşısında müzakere gücünü de işte bu noktadan
alır.
Aslanoğlu globalleşme sürecinde melezleşmenin
kaçınılmaz bir olgu olduğunu belirtmektedir. Bu
süreçte saf kültürler bulmak zordur. Globalleşme
sürecinde modernleşmenin "öteki" kurgusu ortadan
kalkmıştır. Öteki/yerel olan, bu süreçte edilgen bir
role sahip değil, aksine aktif bir rol
üstlenmiştir. Güç, globalleşme sürecinde Batı
merkezli olmaktan çıkmış, global ölçekte yeniden
dağıtılmıştır. Kültürler, globalleşme sürecinde yan
yana yürümektedir. Aslanoğlu'nun ifadesiyle: "Üçüncü
dünya metropollerinde oluşan kültür global akışlar
içinde yerini almaktadır. Modernleşme teorileri
içinde 'uygarlaştırı-labilirliği' düşünülen 'öteki'
artık global alanın içinde yer almakta, global
mozaiğin bir parçası olduğunu duyurmaktadır." Yerel
kültürler globalleşme sürecinde birbirleri ile
karşılaşmakta ve birlikte var olmaktadır.
Yerelliğin, globalleşme sürecinde önplana çıkması
ötekinin/yerelin global arenada sesini duyurmasına,
kendisini ifade etmesine imkan tanımaktadır.
Şu ana kadar bahsedilen olumlu yaklaşımın
temsilcileri yerelliği globalleşme sürecinde
kaçınılmaz bir olgu olarak görmektedir. Aynı zamanda
bu temsilciler yerelliğin globalleşme sürecinde
artan önemini ve öne çıkarılmasını yerinde bir
davranış olarak değerlendirir. Ulus-devletin
aşınması, yerelliğin gündeme getirilmesi bağlamında
demokratik bir gelişmedir. Çünkü ulus-devlet
homojenlik esasına dayanarak, farklılıkların ihmal
edilmesine, bastırılmasına neden olmuştur.
Globalleşme, ulus-devleti aşındırarak veya
sınırlandırarak farklılıkların gerek ulusal gerekse
global ölçekte temsiline imkan vermektedir. Bu ise,
global ölçekte hem demokrasi anlayışının gelişmesine
hem de kültürlerin ve toplumların global arenada
buluşmalarına ve kaynaşmalarına olanak verecektir.
Başka bir boyutu ile ele alındığında, mevcut
kaynakların ve refahın global ölçekte paylaşımına
ve yeniden dağıtımına imkan tanıyacaktır. Böylece
de gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde
gelişme yolunda önemli bir adım atacaktır.
(Küreselleşme Globalleşme)
Globalleşme sürecinde ulus-devletin zayıflatılmasına
paralel olarak yerelin canlanması ve önplana
çıkartılması söz konusudur. Olumsuz yaklaşımın
temsilcileri, yerelliğin önplana çıkartılmasının
globalleşme süreci içerisinde geliştirilen bilinçli
bir strateji olduğunu belirtmektedir. Çünkü yerel
birimlerle mücadele etmek ulus-devlede mücadele
etmekten daha kolaydır. Bu vurgunun gerekçesi
olarak yerelin pazarlık gücünün zayıf olduğu
belirtilmektedir. Böylece yerelleşme süreci
emperyalizmin, dolayısıyla sermayenin yararınadır.11
Şengül, Alankuş'un yukarıda da ifade edilen
görüşünün aksine, globalleşme sürecinde yerelin
müzakere gücünün zayıf olduğunu belirtir. Ona göre,
ulus-devletin uğradığı güç kaybının yereli bütünüyle
bağımsızlaştırmasa bile büyük ölçüde özerkleştirdiği
varsayımı, yerelin iktidar olma özelliğini belli
ölçülerde restore etmiştir. Ancak bu durumun, global
süreç karşısında yerelin ne derecede güçlü
olabildiği ile ilgili olup, yerel bu anlamda ö-nemli
bir pazarlık payına sahip değildir. Globalleşme
süreci içerisinde yereliik tartışmalarında olumsuz
düşünenlerin temel vurgusu, yerelin ulus-devlet gibi
bir iktidar odağı olamayacağı üzerinedir. Çünkü
ulus-devlet, homojen bir ulus kurgusu yaratarak
bunu temsil ettiği gerekçesiyle meşruiyetini kazanır
ve egemenliğini kurar. Oysa "yerel kimliklerin çoğul
yapısı" bir yandan zenginliğe işaret ederken diğer
yandan yerelin ulusal ölçek gibi tutarlı bir bütün
olarak tanımlanmasını zorlaştırır.13
Yerelin zenginliği şeklinde nitelenen bu heterojen
yapı onun iktidar odağı olarak ortaya çıkmasında en
büyük engeldir.
Yerel ölçeğin global ölçekle rekabet edecek güce
sahip olmadığı açıktır. Ayrıca rekabet için ne
yeterli ekonomik güce ne de gerekli teknik bilgi ve
donanıma sahiptir. Bunların sonucu olarak da
siyasal gücü de yoktur. Ayrıca globalleşme sürecinin
vasıflı emeğin dolaşımını global ölçekte özendirdiği
için yetişmiş insan gücünü de kaybetmektedir.
Böylece yerel ölçek, vasıfsız emeğin ve küçük
sermayenin konumlandığı bir yapı olmuştur.
Globalleşme sürecinde yerelin merkez karşısında
hiçbir gücü olamaz. Sadece ona bağımlı, onun
amaçlarına hizmet eden bir araç olarak işlevini
yerine getirir. Bu noktada olumlu yaklaşımlar
eleştirilmektedir. Yerelin zayıf konumu ona
globalleşme sürecinde içeriksel değil, sadece
biçimsel kazanımlar sağlayabilir. Bu durumu Şengül
şu şekilde açıklamaktadır:
"Her ne kadar yerel inisiyatifler anlayışı tezi,
ulus-devletin tükenmesi yönünde ise de, başarı
örneği olarak gösterilen diğer ülkelerin başansının
arkasında devletin oynadığı can alıcı rol vardır.
Bu nedenle ulus-devletin süreçten dışlandığı ya da
etkin katılımının sağlanamadığı bir durumda yerele
dayak bir sanayileşme ve gelişme modelinin en
azından Türkiye gibi bir çevre ülkede şansının çok
olmadığı görülmektedir. Gelişmiş ülke örneklerinde
öne çıkan yerel girişimlerin gerisinde ciddi bir
devlet desteği ve eşgüdümü olduğu göz ardı
edilmemelidir. Sermayenin globalleştiği bir süreçte
ulus-devlet gibi mekansal bir sabiti yerelliğe doğru
taşımak, Dünya Bankası için bilinçli bir
stratejidir ve bunun öyle olması da doğaldır.
merkez ülkeler tarafından etkin bir biçimde
gerçekleştirilmektedir.
Bölgeselleşme, sağladığı birtakım avantajlarıyla özendirici bir
işleve sahiptir. Üye devleder arasında oluşturulan
ortak pazarda üye devletlerin ayrıcalıklı bir
konumu bulunmaktadır. Çünkü gümrük vergileri ve
ithalatı kısıtlayıcı araçları ortadan kalkar.
Dolaysız sermaye yatırımları üye devletler arasında
gerçekleştirilir. İhracatın önündeki engeller
ortadan kalkar. Bu avantajlar oluşumun dışında
kalanlar için, rekabet gücünü azaltan etkenler
olarak belirir. Bu etilenler üye devletlerin
sermayelerinin kâr hadlerindeki artışına neden
olurken; bu sürecin dışında kalanlar için azaltıcı
etkide bulunur. Somel de yabancı
yatırımların, ağırlıklı olarak ABD, AB ve
Japonya'nın kendi liderliklerinde oluşturduklan
bölgelerde gerçekleştiğini belirtmektedir.
Diğer taraftan bu tür bölgesel oluşumlar birtakım
siyasal, hukuksal ve ticari düzenlemelerle tekil
ulus-devletlere zarar vermektedir. Held'in ifade
ettiği bir örneği vermek gerekirse; Avrupa
Topluluğunca artik devlederin kendi yurttaşlarına
uygun gördükleri gibi davranmakta özgür olmadıkları
iddia edilmektedir. Ayrıca artık bireyler İnsan Hakları Mah-kemesi'ne
doğrudan dilekçe ile bireysel başvuru
yapabileceklerdir. Kazgan ise, bu görüşün karşısına
şu cümleleriyle çıkar:
"Globalleşme, kimilerine göre, 21. yüzyılda bölgesel bloklar arası
artan ticaret ve sermaye akımları biçiminde
gelişecektir. Kimilerine göre sermaye, özellikle
finansal fonlar biçimindeki sermaye,
globalleşmesini sürdürürken mal ve hizmet ticareti
daha çok bölgesel bloklarda yoğunlaşacaktır. Her
iki durumda da ulus-devlet, ülke içi ve ülkelerarası
ilişkilerde ana birim olmayı sürdürecektir...
Ulus-devletlerin etkenliğinin en aza indirildiği bir
dünya... Bunun kaotik bir dünya olacağına hiç kuşku
yok; insanın tümüyle dışlanacağı, ülkeler içindeki
kamusal alanın sıfırlanacağı bir dünya. Bu görünüm,
gelecekte karşıtlıkların bölgesel bloklar arasında
değil de, bu kaos içinde oluşabileceğine işaret
ediyor."'
Tüm bu etkenler, olumsuz yaklaşımların globalleşme sürecinde
ulus-devlet'in zamanla ortadan kalkacağı ve
kalkmasının da olumlu bir gelişme olacağı tezine
şiddede karşı çıkmasının sebeplerini
oluşturmaktadır. (Ulus ve Devlet)
|