|
Piyasa'nın 'Görünmez Kalp"i Regülasyona Karşı
Sonuçlarına Dair...
Mustafa ACAR
İktisatta her devirde karşıtları ve taraftarları olan, devirler
değişse de canlılığını yitirmeyen kadim bazı
tartışma konulan vardır: Serbest ticaret ve
korumacılık gibi, sağlam para, denk bütçe ve açık
bütçe gibi, müdahaleci devlet ve sınırlı devlet
gibi, ithal ikameci kalkınma ve ihracata yönelik
kalkınma gibi... Piyasa ve regülasyon ya da iktisadî
hayatın düzenlenmesini bireysel kararlara dayalı
piyasa kurumuna mı, yoksa gözetim-denetim-üretim ve
yeniden dağıtım işlevleri çerçevesinde kamu
otoritesine mi bırakmak gerektiği sorunsalı da,
iktisadın bu eskimeyen sorunsallarından biridir.
Bir yanda toplumsal-ekonomik hiyerarşinin tepesinde, İngilizce
konuşulan dünyada "omnipotent social planner"
denilen "herşeyi görüp gözeten" bir koordinatör ve
sosyal plânlamacının olmadığı, bireylerin kendi
menfaatlerini ön plânda tutarak aldıkları kararlara
ve bireysel tercihlere dayalı, arz ve talebin fiyat
mekanizması aracılığıyla dengelendiği ortamın en
optimal sonuçlara yol açacağını savunan doğal
özgürlükçü, bireyci, rekabete dayalı, serbest
piyasacı görüş; diğer yanda piyasaya
güvenilemeyeceği, kendi hâline bırakıldığında
piyasanm kötü sonuçlar doğuracağını, adaletsiz gelir
dağılımına yol açacağını, açgözlü, gözünü para hırsı
bürümüş işadamlarının çalışanları düşük ücretle
geçimlik düzey sınırında yaşamaya mahkûm edeceğini,
dolayısıyla devletin piyasaya aktif biçimde
müdahalesine dayalı yeniden dağıtımcı bir rol
üstlenmesi gerektiğini savunan plânlamacı,
regülasyoncu, müdahaleci, kollektivist, piyasa
karşıtı görüş. Esasen bu ikilemde yapılacak bir
tercih, yalnızca iktisat politikası alanıyla sınırlı
kalmayan, ima ettiği şeylerle
felsefi-ideolojik-kültürel ve siyasal olmak üzere
hayatın tüm alanlarını etkileyen bir tercih olması
dolayısıyla çoğu kez sanıldığından da önemlidir.
Devletin piyasaya müdahale araçları ve bunların
muhtemel sonuçları meslekten iktisatçıların hiç de
yabancısı olmadıkları, standart iktisat ders
kitaplarına girmiş konulardır.
Her şeyin bir bedelinin veya bir alternatif maliyetinin olduğu,
iktisadın hayatın tüm alanları için geçerli
evrensel ilkelerinden biridir. Bu çerçevede piyasaya
dışandan yapılan her müdahalenin toplumsal refah
üzerinde gerek kısa, gerekse uzun vadedegörünen ve
görünmeyen bir çok etkisi, teknik tabiriyle dara
kaybı olarak anılan bir maliyeti bulunmaktadır.
Vergiler, sübvansiyonlar, istisnalar, muafiyetler
vb. her bir müdahale aracıyla belirli kesimlere
avantajlar sağlanırken, bunun bedelini ya öteki
toplum kesimleri ya da bir bütün olarak toplumun
tümü ödemektedir. Piyasaya müdahale şekillerinin
önemli birkaçını ve bunların toplumsal maliyetlerini
satırbaşları halinde kısaca hatırlatmakta yarar
olabilir.
Bunlardan biri taban fiyat uygulamasıdır. Bunun, tarımsal
destekleme programları ve asgarî ücret olmak üzere
başlıca iki uygulama alanı vardır. Birincisinde amaç
üreticilere destek sağlamak, ikincisinde ise
çalışanların gelir düzeyini yükseltmektir.
Çiftçileri destekleyelim derken piyasanın
kaldıramayacağı, dünya fiyatlarının üstünde bir
fiyat garanti edilince gerçekten de üreticinin eline
yüksek fiyat geçmekte, geliri artmaktadır. •Ancak
bunun sonucunda piyasanın ememeyeceği bir arz
fazlası ortaya çıkmakta, kamu otoritesinin devreye
girerek belirlediği yüksek fiyatlardan alım yapmak
suretiyle bu fazlayı ortadan kaldırması gerekmekte,
dolayısıyla finansman ve stoklama maliyetleri
gündeme gelmektedir. Söz konusu arz fazlasının
finansmanı, para basımı yoluyla sağlanırsa bunun
sonucu enflasyon; vergilerle sağlanırsa
halihazırdaki vergi yükümlülerinin alım gücünü
düşürmek, borçlanma yoluyla sağlanırsa da bu kez
gelecek kuşaklar için vergi yükünü artırmak
demektir. Bu arada kamunun aşırı borçlanma
ihtiyacının faizleri artırmak suretiyle bir yandan
yatırım maliyetlerini yükseltmek, diğer yandan özel
kesime yeterli kaynak bırakmamak şeklinde ortaya
çıkmdışlama etkisi nedeniyle yatırımları daraltıcı,
üretimi azaltıcı ve işsizliği artırıcı, kısaca
ekonomik krizlere davetiye çıkarıcı bir etkisi
sözkonusudur. Dış borçlanmanın ise ülkeyi özellikle
dış politika konularında manevra alanı kısıtlı,
yabancı ülkelerin müdahalelerine son derece açık bir
ülke haline getirmek gibi bir bedeli de vardır. Ne
yazık ki bunun en canlı örneklerinden biri
Türkiye'dir.
Öte yandan, sözde çalışanları korumak amacıyla yapılan ve asgarî
ücret şeklinde ortaya çıkan taban fiyat
uygulamasının arzu edilmeyen sonucu da, işgücü
maliyetlerinin yükselmesi ve işgücü arzı fazlasının
ortaya çıkması, sonuçta belirlenen yüksek ücret
düzeylerinde bir kısım insanların işsiz kalmasıdır.
Bir kez daha müdahalenin arzu edilmeyen, ilk
bakışta görünmeyen sonucu, yapılan müdahaleden en
çok bizzat kendilerine yardım'edilmek istenen
insanların -örneğimizde işçilerin- olumsuz
etkilenmesidir.
Başka bir müdahale örneği bu kez tüketiciyi korumak
amacıyla, fiyatları arz-talep dengesinin
destekleyemeyeceği oranda düşük fiyatlar garanti
etmeyi öngören, tavan fiyat uygulamasıdır. Bu
uygulamanın bedeli ise üretim veya arz yetersizliği,
bunun sonucu olarak doğan kıtlıklar ve kuyruklar,
dolayısıyla ortaya çıkan karaborsada ancak daha
sınırlı bir tüketici kitlesinin fahiş fiyatlar
ödeyerek mal bulabilmesi, bir kısım tüketicinin ise
tüketim imkânından büsbütün malınım kalmasıdır.
Tavan fiyat uygulamasının arzı daraltması sonucu
başgösteren ve talebi karşılamaya yetmeyen sınırlı
miktardaki mal, ya tayınlama (karne) usulü, ya
"hamili kart yakınımdır.." sözcüklerinde ifadesini
bulan torpilcilik ya da mağaza önlerinde zaman zaman
kavgaya dönüşen uzun kuyruklar şeklindeki nahoş
dağıtım mekanizmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. Yine
bir başka tavan
fiyat uygulaması örneği olan ve sözde
kiracıyı korumaya çalışan kira kontrollerinin
sonucu kiraya verilebilir konut arzının daralması,
konutların bakımsız ve sağlıksız hâle gelmesi veya
depozit artırımı, çocuklu ailelere karşı ayrım
yapılması gibi hoş olmayan durumlarla
karşılaşılmasıdır.
İç piyasaya müdahalenin en yaygın uygulaması vergilerdir. Devletin
kamu hizmetlerini yürütebilmek için ihtiyaç duyduğu
finansmanın en önemli kaynağı olan vergiler, aynı
zamanda, devleti yönetenlerin iktisat politikası
anlayışına göre az ya da çok oranda, devletin toplum
kesimleri arasında gelir transferi yapmasının bir
aracı olarak kullanılmaktadır. İnsanların can ve
mal güvenliğinin korunması ve sağlıklı bir piyasa
mekanizmasının işleyişi için rekabetin kurallarına
uyulup uyulmadığını denetleyebilen etkin bir kamu
gücüne olan gereksinimi en serbest piyasacı
iktisatçılar tarafından bile kabul edilmektedir. Bu
çerçevede vergilerin tümüyle ortadan kaldırılmasını
savunmanın rasyonel bir temeli olamaz. Zaten devlete
gerek olmadığını savunan çok az sayıdaki aşın
liberter-venler dışında bunu savunan da pek yoktur.
Ancak devlete aşırı müdahaleci ve yeniden
bölüştürücü bir işlev yüklenmesi, kamu otoritesinin
savurganca davranıp bütçe denkliğine dikkat
etmemesi ve kamu finansman açıklarını kapatmak
amacıyla vergilere aşırı yüklenilmesi halinde bu kez
bir yığın arzu edilmeyen sonuçla karşılaşılmaktadır.
Esasen son çeyrek yüzyılda yükselen iktisat
okullarından biri olan Arz Yanlı İktisat okulunun
üzerinde en fazla yoğunlaştığı konu aşırı
vergilerin ekonomide yaratacağı tahribattır.
Aşırı vergiler ekonomiyi başlıca iki bakımdan olumsuz
etkilemektedir: İlkin vergilerin aşın olması
insanlarda çalışma şevkini kırmakta, bu ise sonuçta
üretimde daralmaya yolaçmaktadır. Daralan üretim
azalan gelir, bu da küçülen vergi tabanı demektir.3
İkincisi aşırı vergiler insanlarda vergi kaçırma
eğilimini körüklemektedir. Gerek vergi kaçırma
sonucu kayıtdışı ekonominin büyümesi, gerekse
üretimin azalması sonucu vergi tabanının küçülmesi
nedeniyle, ilk başta vergi oranlarını artırmakla
amaçlananın tam tersine, vergi hasılatı da
düşmektedir. Buna iktisat literatüründe Haldun-Laffer
etkisi de denmekte, optimum vergi oranını aştıktan
sonra vergi artırımına gitmenin vergi gelirlerini
düşüreceğini gösteren eğri Laffer Eğrisi adıyla
anılmaktadır. Bu çerçevede ekonomideki temel
sorunun talep yetersizliği olduğunu, bunun
giderilmesi için devletin açık bütçe politikalarıyla
talep yaratmasını öngören Keynesyen iktisadın aksine
Arz Yanlı iktisat, temel sorunun üretim yetersizliği
olduğunu ve vergi indirimlerini de bir özendirici
olarak kullanmak suretiyle arzın artırılması
gerektiğini öne sürmektedir.
Akla gelen diğer iki önemli müdahale aracı dış
ticarete, ülkeler arasında mal ve hizmetlerin
serbestçe dolaşmasını engellemeye yönelik olarak
başvurulan tarifeler ve kotalardır. Dışarıdan
getirilen malların fiyatları üzerine gümrük
sınırında vergi konması demek olan tarifelerle,
ithalatı yapılabilecek mal miktarının sınırlanması
anlamına gelen kotalar, özü itibariyle birbirine çok
benzer iktisadî sonuçlar doğuran araçlardır. Her
ikisinin de kısa vadeli sonucu iç piyasada arzın
sınırlandırılması, fiyatların yükselmesi ve yerli
üreticinin kâr marjının yükselmesidir. Fiyatların
yükselmesine ek olarak, bunların orta ve uzun
vadeli, ilk bakışta bir kısmı görünmeyen sonuçlan
ise, dış rekabetin engellenmesi nedeniyle teknoloji
yenileme arayışının sekteye uğraması, verimliliğin
ve kalitenin düşmesi ve mal çeşitliliğinin
azalmasıdır. Sonuçta tüketiciler çeşidi daha az,
kalitesi daha düşük malları daha yüksek fiyatlardan
satın almak zorunda kalmaktadırlar. Tarifelerle
kotalar arasındaki en önemli fark, tarifelerde ithal
mallar üzerine konan vergiler ithalat vergi geliri
olarak devletin kasasına giderken, kotada arzın
daraltılması dolayısıyla yükselen fiyatlardan doğan
kota rantının ya ithalat lisansına sahip yerli
şirketlere ya da şayet kota gönüllü ihracat
kısıtlaması şeklinde uygulanıyorsa, ihracatçı
ülkenin şirketlerine gitmesidir. Doğal olarak,
ithalat (veya ihracat) lisansının hangi şirketlere
verileceğinin belirlenmesi aşamasında siyasetçiler,
bürokratlar ve işadamları arasında birtakım rüşvet
ve rant paylaşımı pazarlıklarının cereyan etmesi pek
muhtemeldir. Bu arada gerek tarife, gerekse kota
formunda ithalatın sınırlandırılmasının -ihracat ile
ithalatın birbiriyle irtibatlı çift yönlü bir yol
gibi olması nedeniyle- ticaret engellerinin ilk
bakışta görünmeyen bir sonucu da, ihracat
endüstrilerinin gerilemesi, dolayısıyla başlangıçta
ithalata ikame endüstrilerde meydana gelebilecek bir
istihdam artışının ihracat endüstrilerindeki
gerilemeyle ortadan kalkacağı, sonuçta net bir
istihdam kazancının olmayacağıdır. Bir başka
deyişle ithalatı sınırlandırmanın bir bütün olarak
ekonomi düzeyinde istihdamı artıracağı öngörüsü
oldukça kuşkuludur.
Belki bunlardan daha önemli bir sonuç da, ithalat sınırlandırıldığı
için daha ucuza dışardan temin edilebilecek malları
içerde üretmek için çok daha fazla emek, sermaye,
zaman ve girişim gücünün bu alanlara tahsis
edilmesi nedeniyle, başka alanlarda
kullanılabilecek değerli kaynakların bu şekilde
israf edilmesi, daralan teknolojik imkânlar, yapay
olarak cazip tutulan bazı iş alanları yüzünden
insanların seçeneklerinin ve hayal dünyalarının
sınırlanması, daha statik, daha bulduğuyla yetinen
bir dünyaya bizi mahkûm kılmasıdır. Kısaca
karşılaştırmalı üstünlükler ilkesine riayet
etmemenin bedeli ağırdır.
Regülasyon yalnızca yukarıda değinilen müdahale araçlarıyla da
sınırlı olmayan, kapsamı çok daha geniş bir
kavramdır. Regülasyonun kapsamı siyasal iktidara
sahip olanların politik tercihlerine göre dış
ticaretten kalkınma plânlarına, eğitimden kültüre,
sosyal yardım programlarından çevre düzenlemelerine
kadar yığınla alana şamil kılma-bilir.
Regülasyonların hiç bir biçimiyle asla olmaması
gerektiğini iddia etmek pek makul değildir. Hatta
rekabeti ortadan kaldırmayan, kimseye özel olarak
ayrıcalık tanımayıp, kime avantaj sağlayacağı
önceden bilinmeyen, kişiye özel olmayan genel ve
soyut kuralların konması ve keyfiliğin önlenmesi
anlamında regülasyonun gerekli olduğu
savunulabilir. Ancak piyasa kurumuna güvensizlik
temelinde hemen her beşeri-iktisadî faaliyetin sıkı
kontrolü, izne tabiliği, bürokrasi fazlalığı
anlamında aşırı regülasyonun son tahlilde topluma
ağır bir bedel ödeteceğini söylemek mümkündür. Bu
çerçevede yalnızca mal ve hizmetler ile faktörlerin
değil, aynı zamanda fikirlerin de serbest
piyasasından sözedilebilir. Rekabet yalnızca mal ve
hizmet üretim ve dağıtımı alanında değil, pekâlâ
fikirler ve zihinsel etkinlikler düzeyinde de
sözkonusu olabilir.
Fikirlerin serbest piyasasına yasaklar ve baskılar
formunda yapılacak müdahalelerin, yukarıda
mal-hizmet ve faktör piyasasına yapılan müdahalenin
toplumsal maliyetinden hiç de aşağı kalmayan, belki
daha da ağır bir maliyeti olduğu rahatlıkla ileri
sürülebilir. Şiddete ve teröre yönelen marjinal,
militarist hareketlerin ve organize suç örgütlerinin
daha çok özgürlüklere kapalı, yasakçı ve baskıcı
ortamlarda ortaya çıkmaları bir rastlantı değildir.
Bu tür toplumların verimlilikte, ekonomik rekabette
ve kalkınma yarışında geride kalmaları bu gerçeğe
işaret etmektedir. Bastırılmış her düşünce, ifade
imkânları kısıtlanmış her öneri, homojen ve tek tip
toplum yaratma özlemiyle yaşama şansı verilmeyen her
çeşitlilik, dünyayı ve yaşamımızı olumlu anlamda
dönüştürme potansiyelinin, yeryüzünü bizim için daha
yaşanır kılma potansiyelinin daha doğmadan öl(dürül)mesi
demektir. Politika yapıcıların ve toplumsal
hiyerarşinin tepesinde karar verme konumunda olan
güçlerin bu anlamda çeşitliliğe, çoğulculuğa ve
serbestliğe prim vermemelerinin alternatif
maliyetinin çok yüksek olduğunu göz önünde
bulundurmalarında yarar vardır.
Piyasa karmaşık bir süreçtir. Ezici çoğunluğu birbirini tanımayan
milyonlarca insanın birbirinden habersiz bireysel
çabalarının kümülatif sonucudur. Bu haliyle piyasa
tropikal yağmur ormanına benzetilebilir. Yağmur
ormanında varlığı başka canlıların varlığına ve
onlar tarafından gerçekleştirilecek faaliyetlere
bağlı binlerce canlı bir arada yaşar. Dışarıdan
birileri baltayla ormana dalıp kafasına göre ona
yeni bir şekil vermeye girişmediği sürece orada
canlı hayat bütün karmaşıklığına rağmen gayet sade
biçimde devam eder. Orada dengeleri değiştiren,
birtakım canlı türlerinin yokolması tehlikesi
doğuran şey, dışarıdan gelen müdahalelerdir.
Karmaşık sistemlere müdahalenin öngörülmeyen
sonuçlan vardır. Russell Roberts'm Görünmez Kalp'te
isabetle vurguladığı üzere, yağmur ormanında sarı
çiçeklerin fazla olduğunu öne sürüp onlardan bir
kısmını yoketmeye kalkışmanın o bitkilerle beslenen
binlerce hayvanın hayatını tehlikeye atması
sözkonusudur. Nitekim ABD'de Yellowstone millî
parkından kurtların temizlenmesi girişiminin bu tür
sonuçları olmuştur.
Piyasa da bir çok bakımdan yağmur ormanına
benzetilebilir. Bir kısmına yukarıda değinildiği
gibi çoğu kez iyi niyetle piyasaya dışarıdan
yapılacak müdahalelerin de öngörülmeyen, arzu
edilmeyen, dahası tam da yardım edilmek istenen
toplum kesimlerini mağdur eden sonuçları vardır.
Dolayısıyla iktisadî karar birimlerinin tercihlerini
sınırlamaya kalkışmak, bireylere nasıl
davranacaklarını dikte etmek ya da yetişkinlere
çocuk muamelesi yapmak suretiyle onlardan sorumluluk
duygusunu uzaklaştırmak gibi maceralara girişmeden
önce, 19. yüzyılda yaşamış ünlü Fransız düşünürü ve
devlet adamı Bastiat'nın iyi bir iktisatçının
ayırdedici niteliği saydığı şeyi yapmak, atılması
düşünülen adımın sadece görünen sonuçlarını değil,
aynı zamanda öngörülmesi gereken sonuçlarını da
hesaba katmak gerekir/' Toplumsal bütünlük ve ulusal
çıkarlar, yerli sanayileri korumak, yerel üretim ve
istihdamı artırmak vb. gibi gerekçelerle
mal-hizmet-insan-fıkir trafiğini ve bireysel
tercihleri sınırlandırmak, kimi kültürel, dinsel,
ideolojik veya beşerî tercihlere hayat hakkı
tanımayacak biçimde, kamu otoritesini toplumsal
hayatın her alanında müdahil kılmanın artan fiyatlar, tüketicinin
ezilmesi, verimlilik kaybı, nitelikli eleman kaybı,
çeşitlilik kaybı, yaratıcılık kaybı, ekonomik atılım
için gerekli toplumsal enerji ve kaynakların rant
kavgalarında ve sokak çatışmalarında heba edilmesi,
hepsinin bileşik bir sonucu olarak da toplumda
yaşayan bireylerin yaşama sevincinin azalması ve
yaşam memnuniyetsizliği endeksinin yükselmesi
açısından çok ağır bir bedeli olduğu muhakkaktır.
Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri kendi
toplumumuz-dur. Sonuçta ortaya çıkan verimsiz,
huzursuz ve istikrarsız ortamın, sözkonusu
ekonomik, siyasal ve ideolojik sınırlamaların en
başta devreye sokulma gerekçeleriyle -huzur, sükun,
toplumsal bütünlük, istikrar- tamamen çelişen bir
ortam olduğunu görebilmek, herhalde nitelikli
iktisatçı ve siyasetçilerin ayırdedici vasfıdır.
Kaliteli iktisatçı ve siyasetçilerin sayısının
çoğaltılabilmesi oranında bir toplumun geleceğe
umutla bakabilme şansı vardır demek, abartılı bir
yargı sayılmamalıdır.
Russell Roberts'ın Görünmez Kalp adlı eseri bu anılan konulardan
birçoğunu, "Re-gülasyon mu, piyasa mı?" ana
ekseninde, yazarın öteki kitabı Tercih'te başarıyla
denediği roman formunda tartışmaktadır. Kitabın
kahramanları Sam ile Laura özel bir lisede
öğretmenlik yapmaktadırlar. Ekonomist olan Sam
piyasanın ve iş hayatında başarının erdemine,
rekabetin dizginlediği bir kapitalizmin bizim için
daha yaşamaya değer bir dünya yaratacağına inanan7,
sıradışı, akıntıya karşı kürek çeken, bu nedenle de
çoğu zaman görüşleri aykırı bulunan biridir.
İngilizce öğretmeni olan Laura ise devlet
kurumlarının aktif denetim ve gözetiminin gereğine,
aksi takdirde açgözlü işadamlarının insafına
kalacağımıza, yoksulluk sorununu sosyal yardım
programlarından başka türlü çözemeyeceğimize
inanan, aktif müdahaleyle dünyayı düzeltmek isteyen
bir kişidir.
Bir metro istasyonunda tesadüfen başlayan arkadaşlık giderek
ilerler. Çeşitli vesilelerle, ikili veya çoklu
değişik ortamlarda, piyasa-regülasyon .sorunsalını
hemen bütün boyutlarıyla tartışırlar. Dilencilere
para mı, yoksa meyve suyu vermenin mi daha iyi bir
yardım biçimi olacağından tutun, en erdemli yardımın
nasıl yapılabileceğine, zorunlu kemer takma
yasalarından ayrımcılık karşıtı yasalara, iktisadi
adaletin nasıl sağlanacağına ve dünyanın nasıl daha
iyi bir yer haline getirilebileceğine, kuru
temizlikçilerin neden kadın bluzlarını erkek
gömleklerinden daha pahalıya temizlediklerine, kâr
amacıyla işadamlarının fabrikalarını ucuz işgücü
bulunan azgelişmiş ülkelere kaydırmalarının zalimce
bir şey olup olmadığına, televizyon dizilerine
yansıyan paradan ve kendi maddî çıkarından başka bir
şey düşünmeyen acımasız işadamı imajının gerçeği
yansıtıp yansıtmadığına, ve nihayet yoksullara
devletin kontrolündeki sosyal yardım programlarıyla
mı, yoksa özel hayır girişimleriyle mi daha iyi
yardım edilebileceğine varıncaya kadar çok sayıda
konu bu tartışmadan nasibini almaktadır.
Sam'in sınıfta öğrencilerle yaptığı tartışmalar da
Laura'yla yaptığı tartışmalardan daha az ilginç
değildir. Kaynakların sınırlılığı, dünyada petrolün
bitme tehlikesinin olup olmadığı, fıstık odasında
yenmemiş bir fıstık bulmanın fırsat maliyeti ile
dünyanın günün birinde petrolsüz kalma ihtimali
arasındaki ilişki, başarılı ve iyi işleyen bir
sosyal politika dizayn etmenin zorluğu, karmaşık
sistemlere müdahale etmenin görünmeyen etkileri,
öz-çıkarın ne kadar güçlü bir motivasyon kaynağı
olduğu, vb. bir çok konu değişik boyutlarıyla
sınıfta, öğrencilerle birlikte sesli düşünerek
irdelenmektedir. Bu arada fonda bir aşk hikâyesinin
bulunmasının, özellikle genç okuyucular açısından
romanın sürükleyiciliğine ciddi bir olumlu katkı
yaptığı da vurgulanmalıdır.
Kanımca Görünmez Kalp içerdiği birbirinden ilginç ve
önemli tartışma konularıyla yalnızca iktisatçılara
veya sosyal bilimcilere değil, esasen piyasa,
regülasyon, devletin ekonomideki rolü, rekabet, iş
dünyasında başarının ilkeleri, piyasaya aktif
müdahalenin görünen ve görünmeyen maliyetleri gibi
konulara ilgi duyan herkes için yararlı, ufuk açıcı
bir kitap olduğu söylenebilir.
|