Gümrük Birliği Sürecinde Türkiye’nin
Avrupa Birliği’nden Beklentileri
Katma protokol içinde yeralan hükümlerin hepsi bir
bütün olarak ele alınmalı; bir kısmı işletilerek
bir kısmının işletilmemesine zemin
hazırlanmamalıdır.
Türkiye-AB ilişkilerinde Gümrük Birliğinin yanı sıra
Serbest Dolaşım ve Mali Protokoller gibi konular da
bulunmaktadır. Bu konularda AB tarafının
yükümlülüklerini yerine getirmediği gözlenmektedir.
Portekiz, 1991 ile 1993 yılları arasında Gayri Safi
Yurtiçi Hasılası'nın % 3,5'una eşit bir miktarı AB
kaynaklarından mali yardım adı altında almıştır.
Türkiye GSYİH'sının 1 992 yılında 16 milyar USD'ye
eşit olduğu kabul edilirse, Türkiye'ye yapılacak
GSYİH'nin %3,5'u kadar bir mali yardım 5,6 milyar
USDTik kaynak aktarımını gerektirecektir. Bu
toplam, hala Yunanistan'ın vetosuyla serbest
bırakılmayan 600 milyon ECU'lük Dördüncü Mali
Protokol'ün sekiz katı kadardır.
Portekiz, Yunanistan, İrlanda ve İspanya Gümrük
Birli-ği'nin kurulması ile birlikte iki yıl içinde
Türkiye'nin de uyacağı kurallar bütününe
ekonomilerinin uyumunu sağlamak için,bölgesel ve
yapısal yardımların iki katma çıkarılması koşulunu
diğer üye ülkelere onaylatmışlardır. Böylece
önümüzdeki beş yıl içinde bu dört ülkeye 150 milyar
ECU'nun (180 milyar USD) üzerinde bir kaynak "UYUM
FONU" adı altında aktarılacaktır. Ancak sıra
Türkiye'nin ekonomik uyumuna gelince bu bütünleşme
ticaret konuları ile sınırlı kalmaktadır.
AB üyesi ülkeler, GATT URUGUAY TURU görüşmelerinin
Tekstil ve Konfeksiyon Sektörü hükümlerinin Portekiz
tarafından onaylanması için bu ülkeye 1 milyar USD'
den fazla kredi ve hibe verilmesini de
kararlaştırmışlardır.
Türkiye son gelişmeleri dikkatle takip etmeli ve
politikalarını bu gelişmelin ışığında tekrar
oluşturmalıdır.
Türk ekonomisini 1994 yılının başında ilgilendiren
en önemli dış etmen, 1995 yılı içinde Avrupa
Topluluğu ile kurulması beklenen Gümrük
Birliği'dir. Bilindiği gibi 1995 Türkiye-AT Gümrük
Birliği 1995 yılı içinde tamamlanacak ve Türkiye ile
AB arasındaki ticaret bütün dışalım gümrük
vergilerinden ve sayısal sınırlamalardan
arındırılmış olarak yapılacaktır. Ayrıca AB
tarafının görüşü, Gümrük Birliği'nin tamamlanması
için Türkiye'nin, A.T muktesebatı olarak belirlenen
kanunlar ve hükümler bütününü de yüklenmesi
gerektiği yolundadır.
Bilindiği gibi Gümrük Birliği, 1970 yılında
bağıtlanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma
Protokol ile koşullan belirlenen bir oluşumdur.
Ancak Katma Protokol salt Gümrük Birliği konusunu
hükme bağlanamamış, bu konu ile birlikte bir çok
konu da Katma Protokol ile düzenlenmiştir. Bu
konular arasında Türk işçilerinin AB ülkelerinde
serbest dolaşımı, damping şikayetleri durumunda
başvurulacak çözüm mekanizması, tarım ürünleri
ticaretinde uygulanacak ilkeler, hizmet sektörü
ticareti, Türkiye ve AB ekonomi politikalarının
yaklaştırılması için alınması gereken önlemler ve
bölgesel zorluklar durumunda başvurulacak yollar
bulunmaktadır
Katma Protokol, Türkiye ile Avrupa Ekonomik
Topluluğu (A.E.T) arasında ortaklık kuran Ankara
Anlaşmasının belirtildiği gibi, Türkiye ile AT
ilişkilerinde ikinci dönem olan geçiş döneminde
uygulanacak koşulları tanımlamaktadır. Bu nedenle
Katma Protokol içinde yer alan hükümlerin hepsi bir
bütün olarak alınmalı; BAZI KISMLARININ İŞLETİLEREK
BAZI KISIMLARININ İŞLETİLMEMESİNE ortam
yaratılma-malıdır. Ne yazık ki Katma Protokol'ün
bağıtlanmasından bu yana geçen 20 yılı aşkın sürede
bu gerçek unutulmuş ve Katma Protokol' ün bir
parçası olan Gümrük Birliği ülküsü en önemli tek
amaçmış gibi AB tarafından sunulmaya
başlatılmıştır. Her ne kadar Türkiye'nin önde gelen
uzmanları bu ince ayrımı yakalamış ve bu konuda
toplumun ve karar verenlerin dikkatini çekmeye
çalışmışlarsa da bu yolda pek başarılı olunduğu öne
sürülemez.
1990'h yıllar AB'nin amacı, 60 milyonluk nüfusu ile
önemli bir pazar olan Türk pazarını sınırsız olarak
AB sanayine açmaktır. Gümrük Birliği bu amacı
gerçekleştirecek çözümdür. Ancak Türkiye AB
ilişkilerinde Gümrük Birliğinin yanı sıra bir çok
konu bulunmaktadır. Bu konularda AB tarafının
değişik yükümlülüklerini yerine getirmediği
gözlenmektedir. Bu konulardan ilki MALİ
YARDIMlardır. AB, Türkiye için vermeyi
kararlaştırdığı ilk mali protokolü 1964 yılında
bağıtlamıştır. Bu yardımın tutan beş yıllık bir süre
için 175 milyon ECU'dur (210 milyon dolar). Aynı yıl
Türkiye dış satımının 400 milyon dolar dolayında
olduğu anımsandığm-da bu yardımın Türk ekonomisi
için önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. AB tarafının
Türkiye için bağıtladığı son mali protokol, 1980
yılında karar altına alman dördüncü mali
protokoldür. Bu mali yardım beş yıl için 600 milyon
ECUTuk (720 milyon dolar) bir kaynağın Türkiye'ye
aktarılmasını öngörmektedir. Yine iyi anımsanacağı
1980 yılında Türkiye'nin dış satımı 1,9 milyar dolar
düzeyindedir.
AB 1980 yılında dördüncü mali protokol üzerinde
karara varmışsa da, bu tarihten sonra AB'ye üye olan
Yunanistan'ın vetosu nedeni ile bu yardım aradan
onüç yıl geçmiş olmasına karşın hala Türkiye'ye
ulaşmamıştır. Bu noktada bir parça durarak Avrupa
Birliği'nin diğer görece yoksul üyelerinin
AB kasasından aldıkları mali yardımları irdelemek
yerinde olacaktır. Bazı bakımlardan Türkiye ile
rahatlıkla karşılaştıra-bilecek durumda olan
Portekiz, 1991 ile 1993 yılları arasında Gayri Safı
Yurtiçi Hasılasının %3,5'ine eşit bir miktarı AB
kaynaklarından mali yardım adı altında almıştır.
Türk GSYİH'sının 1992 yılında 160 milyar dolara
olduğu kabul edilirse, Türkiye'ye yapılacak GSYİH'mn
%3,5'i kadar bir mali yardım 5,6 milyar dolarlık
kaynak aktarımını gerektirecektir. Bu toplam, hala
Yunanistan vetosu nedeni ile serbest bırakılmayan
600 milyon ECUTuk dördüncü mali protokolün sekiz
katı kadardır. Bu gerçekler ortada iken AB hala
Türkiye'ye mali yardım yapmak konusunda oldukça
nazlı davranmaktadır.
Konuyu bir başka açıdan irdelemek amacı ile, bir
diğer örneği sunmak yararlı olacaktır. Avrupa
Topluluğu kavramından Avrupa Birliği kavramına
geçilmesini sağlayan Maastricht Anlaşması'nm
onaylanması süreci, üye ülkeler arasında çok
boyutlu pazarlıklara sahne olmuştur. Bu pazarlıklar
arasında en ilgi çekeni, Birliğin görece en yoksul
dört üyesinin (Portekiz, Yunanistan, İrlanda ve
İspanya ) diğer üyelerden kopardıkları tavizdir. Bu
dört ülke Gümrük Birliği'nin kurulması ile birlikte
iki yıl içinde Türkiye'nin de uyacağı kurallar
bütününe ekonomilerinin uyumunu sağlamak için,
BÖLGESEL ve YAPISAL YARDIMLARIN İKİ KATINA
ÇIKARILMASI koşulunu diğer üye ülkelerle
onaylatmışlardır. Böylece önümüzdeki beş yıl içinde
bu dört ülkeye 150 milyar ECU'nun üzerinde bir
kaynak (180 milyar dolar), UYUM fonu adı altında
aktarılacaktır. Uyum fonunu kullanan bu dört ülke
ise, kendi görece zayıf ekonomileri ile diğer güçlü
ekonomiler arasındaki farkı kapatmaya
çalışacaklardır.
Görüldüğü gibi AB, kendi içindeki uyumsuzlukları
ortadan kaldırmak için kesenin ağzını açmaktan
çekinmemektedir. Ancak sıra Türkiye'nin ekonomik
uyumuna gelince ekonomik bütünleşme ticaret
konuları ile sınırlı kalmaktadır.
Türkiye'nin kendisinden üstün olan bu ekonomiler ile
nasıl bütünleşeceği hiç düşünülmemektedir.
Türkiye'nin 1993 yılı sonunda AB ile 5 milyar
dolarlık bir ticaret açığı vermesi beklenmektedir.
Bu ticaret açığı Gümrük Birliği ile dış alım gümrük
vergileri sıfırlanınca daha da artacaktır. Ayrıca
Türkiye, AB'nin Ortak Gümrük Tarifesine uyacağı ve
dışalım gümrük vergisi gelirleri AB kasasına
gideceği için tahminen 2 milyar dolarlık bir gelir
kaybına daha uğrayacaktır. Bu açığın bir yolla
kapatılması ve GELİR KAYBININ bir yolla TAZMİN
EDİLMESİ gerekmektedir. Gerekli olan, TÜRKİYE'NİN DE
AB'NİN YAPISAL ve BÖLGESEL YARDIMLARINDAN
YARARLANABİL MESİ'NİN SAĞLANMASIDIR. Özellikle
yapısal uyum fonlarından sağlanacak kaynaklar,
Türkiye'nin uluslararası rekabet şansı olan
sektörlere aktarılmalıdır. Türkiye, özellikle
Gümrük Birliği'nin ardından, bazı sanayi
sektörlerinden, bazı sektörleri de kurmayacaktır.
Aynı biçimde AB'nin de Türkiye'nin rekabetçi olduğu
bazı sektörlerdeki etkinliğini verimlilik kıstasına
oturtması gerekmektedir. Bu sektörlerin arasında
tekstil, konfeksiyon, deri, halı, demir-çelik,
elektronik eşya, kimya, çimento, seramik ve toprağa
dayalı diğer sanayi kolları gelmektedir.
Bu gözlemlerden yola çıkarak, Türkiye'ye
yönlendirilecek fonların büyük bir kısmının
yukarıda adı geçen sektörlere yönlendirilmesinin
mantığı ve gereği ortaya çıkar. Yakın dönemde hem
Avrupa'nın ileri teknoloji kullanan üretimi, hem de
Uzak Doğu ülkelerinin ucuz işgücü ile gerçekleşen
kaynaklarından yapılacak bu yardım ile evini
düzenleyebilir ve gerekli yapısal düzenlemeleri
yaparak daha uzun yıllar rekabetçi gücünü
koruyabilir
AB kaynaklarından alınması olası fonların sektörel
bazda kullanılmasının yanısıra, genel yatırımlar
için de kullanılması gerekmektedir. Bu yatırımlar
Türk sanayisinin gücünü artırıcı yatırımlar ve
girişimler olmalıdır. Örneğin haberleşme, kara ve
tren ulaşımı, liman hizmetleri, elektrik ve diğer
enerji kaynaklan, bankacılık, sigortacılık, leasing,
factoring ve gümrük hizmetleri gibi konulara geniş
boyutlu yatırımların yapılması bir zorunluluktur.
Ancak bu yatırımlar sayesinde Türk sanayiyi ve
ekonomisi Avrupa'dan ve Dünya'nm diğer ülkelerinden
gelecek rekabet rüzgarlarına karşı koyabilir. Soğuk
savaş döneminin bitmesi ile azalmış gibi algılanan
Türkiye'nin politik coğrafyadaki önemi, eski SSCB
topraklarında, Orta Doğuda ve Balkanlarda yaşanan
istikrarsızlıklar ile bir kat daha artmıştır. Bir
yıl içinde AB ile Gümrük Birliği'ni gerçekleştirecek
Türk ekonomisinin açık bir pazar olmaması ve içinde
önemli oranda üretim yapılan bir kimliğe kavuşması
için Avrupa ülkelerinin parasal desteğinin
sağlanması vazgeçilemez bir zorunluluktur. Zaten AB
en önemli özelliklerinden biri, dengeli bir ekonomik
gelişme için bütün üye ülkelerinin özveride
bulunmasını bilmeleridir. Bu tutumun en güzel
örneği son Uruguay Turu görüşmeleri sırasında
yaşanmıştır. Öyle ki ulusal çıkarlarına tamamen
karşı olmasına karşın Almanya ve ingiltere,
Fransa'nın tarım üretiminde devlet yardımlarının
azaltılması konusundaki tutumu sonuna kadar büyük
bir dayanışma içinde desteklemişlerdir. Aynı biçimde
AB üyesi ülkeler, GATT Uruguay Turu görüşmelerinin
tekstil ve konfeksiyon sektörü hükümlerini Portekiz
tarafından onaylanması için bu ülkeye 1 milyar
dolardan fazla kredi ve karşılıksız hibe verilmesini
de kabul etmişlerdir. Oniki ay içinde Türk tekstil
ve konfeksiyon sektörünün dış korunması da aynı
Portekiz gibi olacaktır. Ama Türkiye ne yazık ki,
eğer bugünkü koşullar ve AB ülkelerinin tutumu
değişmez ise, Portekiz gibi ne yapısal ve bölgesel
fonlardan yararlanabilecek ne de ek uyum kredilerini
az gelişmiş yörelerinin kalkınması için
kullanabileceklerdir. Böylesi bir uygulama
kelimenin tek anlamı ile HAKSIZLIK ve EŞİTSİZLİK'tir.
Aynı yükümlülükleri üstlenen iki ülkenin aynı
hakları olmaması kesinkes kabul edilemez. AB karar
alma mekanizması içindeki temsili konusu önemli bir
sorun olacak Türkiye'nin yapısal ve bölgesel
yardımlar konusunda da haksızlığa uğraması, Gümrük
Birliği'nin TEK GALİBİ OLAN OYUN olması sonucu
doğrudur. Bu oyunun en azından iki galibi olması
için AB'nin de Türkiye ile Gümrük Birliği kurmayı
bir sağmal inekle işbirliği yapmak gibi görmemesi
gerekmektedir. Türkiye 'den AB muktesebatmm tümünü
yüklenmesini bekleyen AB de kendi üzerine düşen
görevi yapmalı ve hem Türkiye'nin Gümrük vergisi
kayıplarını telafi etmeli, hem de Türk ekonomisinin
emrine sunmalıdır.
Gümrük Birliği'nin getirdiği ekonomik bütünleşme
sürecinde de oyunun kuralları iyi belirlenmeli ve
taraflardan birinin zarar göreceği bir sonuç
yaratılmamalıdır. Aklı selim sahibi AB
yetkililerinin bu konudaki gerekli özeni
göstereceğine olan inancımız sonsuzdur.
|