Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

"HABITAT İki"ye Bir Kala "Metropolis"ten "Ekopolis"e 

Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp 

Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından 1976 yılında Kanada'nın Vancouver şehrinde gerçekleştirilen "HABITAT I" Dünya Yerleşim­ler Zirvesinden 20 yıl sonra aynı zirvenin ikin­cisi İstanbul'da yapılacaktır. Bu bağlamda, 1996 Haziran ayında İstanbul'a 180 ülkeden bilim adamları, uzmanlar, meslek odaları tem­silcileri, çevre örgütleri, sivil kuruluşlar, eko-nomisyenler ve devlet adamları gibi, insanımı­zın fiziksel çevresinin oluşumunda da araştırı­cı ve karar verici rolü bulunan yaklaşık 25.000 kişilik bir grubun gelmesi beklenmektedir.

Habitat II zirvesine yaklaşırken ulus­lararası platformda birçok toplantılar yapıla-gelmektedir. 92 Rio De Janeiro Çevre Konfe­ransı, 94 Kahire Nüfus Konferansı, 95 Kopen­hag Toplumsal Kalkınma Zirvesi, ve yine Eylül 95 te Pekin'de gerçekleşecek olan Kadınlar Konferansı HABITAT II Zirvesine hazırlık nite­liğindedir. Bu çerçevede, HABITAT H'yi zirve­lerin zirvesi olarak tanımlanmak doğru bir ta-rifleme olacaktır. 

2000 Yılına beş kala yeryüzündeki in­sanların kayda değer bir kısmının kabul edile- . bilir konfor ve güvenlik seviyesinden yoksun bir biçimde hayatlarını sürdürmek zorunda ol­dukları bilinmektedir. Yaklaşık 600 milyon in­san sağlık ve yaşamı tehdit eden koşullarda yaşamaktadır. 400 milyon insan atık su sistemi olmıyan yerleşimlerde barınmaktadır. 300 mil­yon insan ciddi şekilde yoksuldur. 250 milyon insan sağlıksız su içmektedir. Milyonlarca in­san ise evsizdir, barınaksızdır, gece sokakta yatmaktadır. Aynca 50 milyon insan göçmen­lik trajedisini oynamaktadır. Butun bunlara ilaveten planetimiz üzerindeki hayvan ve bitki türlerinin devamlılığı da giderek tehdit altına girmektedir. Kültür ve tabiat varlıkları kade­meli olarak yok edilmektedir. Siyasi ve askeri gerilim ve çatışmalar da bunların tuzu ve bibe­ridir. Ne hazindir ki şu garip dünyamızda bir grup insan fazla yemekten, bir grup insan da açlıktan ölmektedir. 

Bilim adamları dünya planetinde ekolo­jik dengenin sür'atle bozulduğuna, ekösiste-min rahatsız olduğuna, insan yaşamı için vaz­geçilmez kaynakların hızla tükendiğine, gele­cek nesillerin kaynaklarının şimdiden kullanıl­dığına işaret etmektedirler. Bütün bunların doğal bir sonucu da ülkeler, toplumlar arasın­daki ekonomik dengelerin çarpılması şeklinde olmaktadır. Daha karamsar uzmanlar ise dün­yanın sonunun yaklaştığını, felaketi bizzat in­sanoğlunun kendisinin doğa dengelerini bi­linçli veya bilinçsiz şekillerde bozarak hazırla­dığını bildirmektedirler. Özellikle hızlı nüfus artışı, ancak bundan da daha önemlisi nüfu­sun büyükkentlerde toplanmasıyla bu kaçınıl­maz terminuse yönelmenin hızlandığı belirtil­mektedir. Gerçekten de, yalnızca elli yıl önce­lerinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulurken dünya insanlarının % 85 i kırsal kesimlerde ya­şarken, temkinli projeksiyonlar dahi 2000 yı­lında yeryüzündeki insanların en az % 47 si­nin aralarında İstanbulun da bulunduğu 20 Megakentte toplanacağını, önümüzdeki 40 yıl içinde ise yerküre nüfusunun 3.7 milyar daha artacağını ve bu artışın % 90 inin gelişmekte olan ülkelerde ve nihayet bunun da % 90 inin bu ülkelerde oluşacak büyükkentlerde birike-ceğini:göstermektedir. 

Büyükşehirlerde ise, daha şimdiden ha­bercilerinin göründüğü üzere, yoksulluk, ev­sizlik, işsizlik, etnik gerilim, altyapı sorunları, ulaşım ve park problemleri, görsel boyut da dahil olmak üzere her türden kirlenme, eğitim ve öğretim sıkıntısı ve salgın hastalıkların kaçı­nılmaz olacağı tahmin edilmektedir. Genelin­de, yerküre üzerinde ise ormanların yokolma-sı, atmosferik zehirlenme, çölleşme, çok bo­yutlu kirlenme giderek insanoğlunun varlığını tehdit eden oluşumlar olarak karşımıza çıka­caktır. 

Bu açılardan dünyamızın bugünkü res­mini çekmek istersek göreceklerimiz korkutu­cudur. Günümüz modası hızlı yemek zincirle­rine et sağlamak amacıyla hayvan otlak ihtiya­cı için her yıl Türkiyenin Ege ve Marmara Böl­gelerinin toplamı kadar orman Dünya üzerin­den silinmekte ve neticeten iklimsel dengenin bozulması bir yana, birçok bitki ve hayvan tü­rü doğal mekanlannı kaybederek bir daha geri gelmemek üzere yokolmaktadır. Yaşamın en vazgeçilmez   gereksinmelerinden  bir  tanesi olan içilebilir su Afrikada ancak nüfusun % 35 inde, Orta Amerikada da % 64 ünde mevcut­tur. Buralarda hastalıkların % 80 i kirli sular­dan ve yetersiz hijyenik koşullardan kaynak­lanmaktadır. Yalnızca kirli su mediumu ile bu­laşan hastalıklar her yıl ortalama 25.000 can al­maktadır. Planetimizin giderek ısınmasına ne­den olup ekosistemi  zorlayan atmosferdeki karbondioksit, sanayii ve otomobil egzosları nedeniyle" son 50 yılda % 25 oranında yüksel­miştir. Unutulmaması gerekir ki karbondioksit insan için zehir niteliğindedir. Çağdaş yaşam standardının doğal bir neticesi olan çöp bu­gün ürkütücü ölçeklerde karşımıza çıkmakta­dır. Amerika Birleşik Devletlerinde yıllık şehir­sel katı atık kişi basma bir tona ulaşmıştır. Ye­rel Yönetimlerin ise bu sorunlarla başedebil-mesi gündem dışıdır. 

İşte bütün bu kara bulutların altında ge­rek global, gerek ulusal, gerekse lokal ölçekte insanın yerleşme sorununa sağlıklı çözümler ortaya çıkarabilecek ve gelecek için yaşanabi­lir bir çevre sunabilecek denklem ve yaklaşım­ları tartışıp aramayı hedefleyen 1996 İstanbul HABITATII Zirvesinin muhtemelen bir hesap­laşma hüviyetine bürünmesi beklenmektedir. Burada, başta barınma olmak üzere gelecekte insanların çalışma ve rekreasyon temel ihti­yaçlarının giderilmesinde yeni yerleşim ve ya­şam biçimleri ortaya atılarak tartışılacak, yıllar­dır sürdürülegelen yoğun programlar ve har­camalara rağmen Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve onun Kenya, Nairobi'de konuşlanmış 'HA­BITAT' merkezinin insanoğlunun barındırıl-masında ve refahında düştüğü acz herhalde vurgulanacaktır. 

Yunan şehirci Doxiadis'in 1968 yılında ortaya attığı iki nüfuslu "Oda" dan 30 milyarı aşkın kentleşmiş kıta'lara giden insan yerle­şimleri skalasında yer alan ve günümüzde ağızlardan düşmeyen "Metropolis", "Megapo-lis", ve bunların en muazzamı "Ekümenopblis" gibi yerleşim şekilleri, diğer bir deyişle son za­manlarda haşır neşir olup içinde yaşadığımız kurgu ve biçimde şehirlerin artık insanoğlu­nun gerek fiziksel gerekse ruhsal açıdan mut­lu ve güvenli yaşamına elverişli olamayacağı gibi bunların genelde de dünyamızın doğal dengelerini olumsuz yönde hızla bozmakta olduğu artık geniş kabul gören bir gerçektir. 

İnsanlığın yokolma nedeni kendi elle­riyle tasarlayıp kurduğu modern şehirler mi olacaktır? Tehlike çanları çalarken çevremizi çeşitli ölçeklerde tasarlayarak şekillendirmek görevini yüklenmiş mimarlar ile şehir tasarım ve plancılan bundan böyle bizleri hangi nice­lik, nitelikteki ve görüntüdeki ortam ve yerle­şimlerde yaşatacaklardır? 

Bizler bu sorumluluk ve görev ile karşı karşıyayız ve bu çizgide bugün yeni bir şehir olgusuyla ortaya çıkıyoruz. Yeni insan yerleşi­mi "Ekopolis" diğer bir deyişle Ekolojiye senk­ron şehir, sistemleri ve görüntüsüyle bildikle­rimizden farklı bir kurgu ve bir mekanizmadır. Gelecek nesillerin kaynaklarını tüketmeden bugünkü neslin ihtiyaçlarını karşılamak üzere tasarlanıp ve düzenlenen Ekopolis'te teknolo­jiler çevreci, fabrikalar dumansız, malzemeler yenilenebilir cinstendir. Doğa ile barışıktır. Bilgi ve iletişim çağının tüm olanakları sonunadek kullanılmaktadır. Türkçe "Sürdürülebilir" olarak bence tam olarak tercüme edilemeyen "Sustainable" yerleşmelerdir. Henüz çok yeni bir kavram olan Ekopolislerin nasıl göründü­ğünü, sokaklarının, caddelerinin, havasının, suyunun nasıl olduğunu tartışmak bugün an­cak bilimsel platformlarda . olabilmektedir. Başta Uluslararası Mimarlık Akademisi olmak üzere bir grup bilim kuruluşları Ekopolis'm in­sanlık hizmetine biran önce sunulabilmesi için yoğun çabalar sarfetmektedir. Bu alanda uzak-doğuda uygulamaya dönük projeler yapılma­ya başlanılmıştır.

21. Yüzyıla giderken dünya üzerinde açlıktan ölen, gece sokakta yatan insanların bulunması yüz kızartıcı ayıplarımızdır. İnsanı­mız bindiği dalı kesecek midir? Bu sorunun cevabı hayır ise 1996 İstanbul HABITAT II ça­lışmaları kapsamında insanoğluna hakkettiği yaşamı sunabilecek bir dünya, bir çevre için el ele vermek kaçınılmazdır. Nasıl evimizi toplu­yor, ona özeniyor, bezeniyorsak, hepimizin evi dünyamıza karşıda aynı duyarlılığı göster­mek, onu korumak, çok geç olmadan onu to­parlamak her dünyalının esas görevi olmakta­dır.

Diğer taraftan, HABITAT II birleşimi için Türkiye'nin seçilmesi .Türkiye için büyük bir sorumluluk ve fırsattır. Türkiye bugünedek böylesine ölçekli bir organizasyon altına gir­memiştir. Bu sınavı başarıyla verebilirsek pla­netimizde kendimize daha rahat bir iskemle bulabileceğimiz söylenebilir. Türkiye'nin aya­ğına gelen bu imkan en üst düzeyde değer­lendirilmelidir. HABITAT II nin Türkiye'de sa­hiplenilme tartışmaları başlamalıdır. HABITAT II İstanbul Büyükşehir Belediyesinin midir? Yoksa Toplu Konut İdaresinin midir? Kanaa­timce, Türk kamuoyu HABITAT II vesilesiyle bizleri bekleyen global sorunlardan yalnızca haberdar olabilse bu dahi ciddi bir aşama ola­caktır. 

Bir toplumdaki, bir milletteki siyasi, ekonomik, kültürel ve ahlaki sıkıntılar ve istik­rarsızlık şehirlerin, yerleşmelerin biçimlenişin­de iyileşemeyecek yaralar açmaktadır. Top­lumların ulaştıkları medeniyet seviyeleri şehir­lerinin görüntüsü ile doğrudan orantılıdır. Ni­tekim antik medeniyetlerin gelenek ve göre­neklerini, yaşam biçimlerini bina kalıntıların­dan deşifre etmiyor muyuz? Kültüründen koparılmış bir millet kişiliğini yitirmiş olur. Milli ve manevi değerlerimizi kaybetmeden çağın ivmesini yakalamak, eski ile yeniyi doğ­ru bir biçimde sentezlemek hedefimiz olmalı­dır; Gelişmiş ülkeleri doğrudan kopya etmek ne kadar yanlışsa geçmişe körükörüne bağım­lı statükocu tutum da bir o kadar hatalıdır. 

Özgün kültürümüzle övünerek, geçmi­şimizden ders alarak geleceğe, en yüksek, en ileri hedeflere koşmalı, en uç noktaları zorla­malıyız. HABITAT II ye bu çizgide yaklaşmalı, Ekopolis kavramını Ülkemiz için bu anlayışla yorumlamak ve uyarlamalıyız.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005