|
"HABITAT İki"ye Bir Kala "Metropolis"ten "Ekopolis"e
Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp
Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından 1976
yılında Kanada'nın Vancouver şehrinde
gerçekleştirilen "HABITAT I" Dünya Yerleşimler
Zirvesinden 20 yıl sonra aynı zirvenin ikincisi
İstanbul'da yapılacaktır. Bu bağlamda, 1996 Haziran
ayında İstanbul'a 180 ülkeden bilim adamları,
uzmanlar, meslek odaları temsilcileri, çevre
örgütleri, sivil kuruluşlar, eko-nomisyenler ve
devlet adamları gibi, insanımızın fiziksel
çevresinin oluşumunda da araştırıcı ve karar verici
rolü bulunan yaklaşık 25.000 kişilik bir grubun
gelmesi beklenmektedir.
Habitat II zirvesine yaklaşırken uluslararası
platformda birçok toplantılar yapıla-gelmektedir. 92
Rio De Janeiro Çevre Konferansı, 94 Kahire Nüfus
Konferansı, 95 Kopenhag Toplumsal Kalkınma Zirvesi,
ve yine Eylül 95 te Pekin'de gerçekleşecek olan
Kadınlar Konferansı HABITAT II Zirvesine hazırlık
niteliğindedir. Bu çerçevede, HABITAT H'yi
zirvelerin zirvesi olarak tanımlanmak doğru bir ta-rifleme
olacaktır.
2000 Yılına beş kala yeryüzündeki insanların kayda
değer bir kısmının kabul edile- . bilir konfor ve
güvenlik seviyesinden yoksun
bir biçimde hayatlarını sürdürmek zorunda oldukları
bilinmektedir. Yaklaşık 600 milyon insan sağlık ve
yaşamı tehdit eden koşullarda yaşamaktadır. 400
milyon insan atık su sistemi olmıyan yerleşimlerde
barınmaktadır. 300 milyon insan ciddi şekilde
yoksuldur. 250 milyon insan sağlıksız su içmektedir.
Milyonlarca insan ise evsizdir, barınaksızdır, gece
sokakta yatmaktadır. Aynca 50 milyon insan
göçmenlik trajedisini oynamaktadır. Butun bunlara
ilaveten planetimiz üzerindeki hayvan ve bitki
türlerinin devamlılığı da giderek tehdit altına
girmektedir. Kültür ve tabiat varlıkları kademeli
olarak yok edilmektedir. Siyasi ve askeri gerilim ve
çatışmalar da bunların tuzu ve biberidir. Ne
hazindir ki şu garip dünyamızda bir grup insan fazla
yemekten, bir grup insan da açlıktan ölmektedir.
Bilim adamları dünya planetinde ekolojik dengenin
sür'atle bozulduğuna, ekösiste-min rahatsız
olduğuna, insan yaşamı için vazgeçilmez kaynakların
hızla tükendiğine, gelecek nesillerin kaynaklarının
şimdiden kullanıldığına işaret etmektedirler. Bütün
bunların doğal bir sonucu da ülkeler, toplumlar
arasındaki ekonomik dengelerin çarpılması şeklinde
olmaktadır. Daha karamsar uzmanlar ise dünyanın
sonunun yaklaştığını, felaketi bizzat insanoğlunun
kendisinin doğa dengelerini bilinçli veya bilinçsiz
şekillerde bozarak hazırladığını bildirmektedirler.
Özellikle hızlı nüfus artışı, ancak bundan da daha
önemlisi nüfusun büyükkentlerde toplanmasıyla bu
kaçınılmaz terminuse yönelmenin hızlandığı
belirtilmektedir. Gerçekten de, yalnızca elli yıl
öncelerinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı
kurulurken dünya insanlarının % 85 i kırsal
kesimlerde yaşarken, temkinli projeksiyonlar dahi
2000 yılında yeryüzündeki insanların en az % 47
sinin aralarında İstanbulun da bulunduğu 20
Megakentte toplanacağını, önümüzdeki 40 yıl içinde
ise yerküre nüfusunun 3.7 milyar daha artacağını ve
bu artışın % 90 inin gelişmekte olan ülkelerde ve
nihayet bunun da % 90 inin bu ülkelerde oluşacak
büyükkentlerde birike-ceğini:göstermektedir.
Büyükşehirlerde ise, daha şimdiden habercilerinin
göründüğü üzere, yoksulluk, evsizlik, işsizlik,
etnik gerilim, altyapı sorunları, ulaşım ve park
problemleri, görsel boyut da dahil olmak üzere her
türden kirlenme, eğitim ve öğretim sıkıntısı ve
salgın hastalıkların kaçınılmaz olacağı tahmin
edilmektedir. Genelinde, yerküre üzerinde ise
ormanların yokolma-sı, atmosferik zehirlenme,
çölleşme, çok boyutlu kirlenme giderek insanoğlunun
varlığını tehdit eden oluşumlar olarak karşımıza
çıkacaktır.
Bu açılardan dünyamızın bugünkü resmini çekmek
istersek göreceklerimiz korkutucudur. Günümüz
modası hızlı yemek zincirlerine et sağlamak
amacıyla hayvan otlak ihtiyacı için her yıl
Türkiyenin Ege ve Marmara Bölgelerinin toplamı
kadar orman Dünya üzerinden silinmekte ve neticeten
iklimsel dengenin bozulması bir yana, birçok bitki
ve hayvan türü doğal mekanlannı kaybederek bir daha
geri gelmemek üzere yokolmaktadır. Yaşamın en
vazgeçilmez gereksinmelerinden bir tanesi olan
içilebilir su Afrikada ancak nüfusun % 35 inde, Orta
Amerikada da % 64 ünde mevcuttur. Buralarda
hastalıkların % 80 i kirli sulardan ve yetersiz
hijyenik koşullardan kaynaklanmaktadır. Yalnızca
kirli su mediumu ile bulaşan hastalıklar her yıl
ortalama 25.000 can almaktadır. Planetimizin
giderek ısınmasına neden olup ekosistemi zorlayan
atmosferdeki karbondioksit, sanayii ve otomobil
egzosları nedeniyle" son 50 yılda % 25 oranında
yükselmiştir. Unutulmaması gerekir ki karbondioksit
insan için zehir niteliğindedir. Çağdaş yaşam
standardının doğal bir neticesi olan çöp bugün
ürkütücü ölçeklerde karşımıza çıkmaktadır. Amerika
Birleşik Devletlerinde yıllık şehirsel katı atık
kişi basma bir tona ulaşmıştır. Yerel Yönetimlerin
ise bu sorunlarla başedebil-mesi gündem dışıdır.
İşte bütün bu kara bulutların altında gerek global,
gerek ulusal, gerekse lokal ölçekte insanın yerleşme
sorununa sağlıklı çözümler ortaya çıkarabilecek ve
gelecek için yaşanabilir bir çevre sunabilecek
denklem ve yaklaşımları tartışıp aramayı hedefleyen
1996 İstanbul HABITATII
Zirvesinin muhtemelen bir hesaplaşma hüviyetine
bürünmesi beklenmektedir. Burada, başta barınma
olmak üzere gelecekte insanların çalışma ve
rekreasyon temel ihtiyaçlarının giderilmesinde yeni
yerleşim ve yaşam biçimleri ortaya atılarak
tartışılacak, yıllardır sürdürülegelen yoğun
programlar ve harcamalara rağmen Birleşmiş
Milletler Teşkilatı ve onun Kenya, Nairobi'de
konuşlanmış 'HABITAT' merkezinin insanoğlunun
barındırıl-masında ve refahında düştüğü acz herhalde
vurgulanacaktır.
Yunan şehirci Doxiadis'in 1968 yılında ortaya attığı
iki nüfuslu "Oda" dan 30 milyarı aşkın kentleşmiş
kıta'lara giden insan yerleşimleri skalasında yer
alan ve günümüzde ağızlardan düşmeyen "Metropolis",
"Megapo-lis", ve bunların en muazzamı "Ekümenopblis"
gibi yerleşim şekilleri, diğer bir deyişle son
zamanlarda haşır neşir olup içinde yaşadığımız
kurgu ve biçimde şehirlerin artık insanoğlunun
gerek fiziksel gerekse ruhsal açıdan mutlu ve
güvenli yaşamına elverişli olamayacağı gibi bunların
genelde de dünyamızın doğal dengelerini olumsuz
yönde hızla bozmakta olduğu artık geniş kabul gören
bir gerçektir.
İnsanlığın yokolma nedeni kendi elleriyle
tasarlayıp kurduğu modern şehirler mi olacaktır?
Tehlike çanları çalarken çevremizi çeşitli
ölçeklerde tasarlayarak şekillendirmek görevini
yüklenmiş mimarlar ile şehir tasarım ve plancılan
bundan böyle bizleri hangi nicelik, nitelikteki ve
görüntüdeki ortam ve yerleşimlerde yaşatacaklardır?
Bizler bu sorumluluk ve görev ile karşı karşıyayız
ve bu çizgide bugün yeni bir şehir olgusuyla ortaya
çıkıyoruz. Yeni insan yerleşimi "Ekopolis" diğer
bir deyişle Ekolojiye senkron şehir, sistemleri ve
görüntüsüyle bildiklerimizden farklı bir kurgu ve
bir mekanizmadır. Gelecek nesillerin kaynaklarını
tüketmeden bugünkü neslin ihtiyaçlarını karşılamak
üzere tasarlanıp ve düzenlenen Ekopolis'te
teknolojiler çevreci, fabrikalar dumansız,
malzemeler yenilenebilir cinstendir. Doğa ile
barışıktır. Bilgi ve iletişim çağının tüm olanakları
sonunadek kullanılmaktadır. Türkçe "Sürdürülebilir"
olarak bence tam olarak tercüme edilemeyen "Sustainable"
yerleşmelerdir. Henüz çok yeni bir kavram olan
Ekopolislerin nasıl göründüğünü, sokaklarının,
caddelerinin, havasının, suyunun nasıl olduğunu
tartışmak bugün ancak bilimsel platformlarda .
olabilmektedir. Başta Uluslararası Mimarlık
Akademisi olmak üzere bir grup bilim kuruluşları
Ekopolis'm insanlık hizmetine biran önce
sunulabilmesi için yoğun çabalar sarfetmektedir. Bu
alanda uzak-doğuda uygulamaya dönük projeler
yapılmaya başlanılmıştır.
21. Yüzyıla giderken dünya üzerinde açlıktan ölen,
gece sokakta yatan insanların bulunması yüz
kızartıcı ayıplarımızdır. İnsanımız bindiği dalı
kesecek midir? Bu sorunun cevabı hayır ise 1996
İstanbul HABITAT II çalışmaları kapsamında
insanoğluna hakkettiği yaşamı sunabilecek bir dünya,
bir çevre için el ele vermek kaçınılmazdır. Nasıl
evimizi topluyor, ona özeniyor, bezeniyorsak,
hepimizin evi dünyamıza karşıda aynı duyarlılığı
göstermek, onu korumak, çok geç olmadan onu
toparlamak her dünyalının esas görevi olmaktadır.
Diğer taraftan, HABITAT II birleşimi için
Türkiye'nin seçilmesi .Türkiye için büyük bir
sorumluluk ve fırsattır. Türkiye bugünedek böylesine
ölçekli bir organizasyon altına girmemiştir. Bu
sınavı başarıyla verebilirsek planetimizde
kendimize daha rahat bir iskemle
bulabileceğimiz söylenebilir. Türkiye'nin ayağına
gelen bu imkan en üst düzeyde değerlendirilmelidir.
HABITAT II nin Türkiye'de sahiplenilme tartışmaları
başlamalıdır. HABITAT II İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin midir? Yoksa Toplu Konut İdaresinin
midir? Kanaatimce, Türk kamuoyu HABITAT II
vesilesiyle bizleri bekleyen global sorunlardan
yalnızca haberdar olabilse bu dahi ciddi bir aşama
olacaktır.
Bir toplumdaki, bir milletteki siyasi, ekonomik,
kültürel ve ahlaki sıkıntılar ve istikrarsızlık
şehirlerin, yerleşmelerin biçimlenişinde
iyileşemeyecek yaralar açmaktadır. Toplumların
ulaştıkları medeniyet seviyeleri şehirlerinin
görüntüsü ile doğrudan orantılıdır. Nitekim antik
medeniyetlerin gelenek ve göreneklerini, yaşam
biçimlerini bina kalıntılarından deşifre etmiyor
muyuz? Kültüründen koparılmış bir millet kişiliğini
yitirmiş olur. Milli ve manevi değerlerimizi
kaybetmeden çağın ivmesini yakalamak, eski ile
yeniyi doğru bir biçimde sentezlemek hedefimiz
olmalıdır; Gelişmiş ülkeleri doğrudan kopya etmek
ne kadar yanlışsa geçmişe körükörüne bağımlı
statükocu tutum da bir o kadar hatalıdır.
Özgün kültürümüzle övünerek, geçmişimizden ders
alarak geleceğe, en yüksek, en ileri hedeflere
koşmalı, en uç noktaları zorlamalıyız. HABITAT II
ye bu çizgide yaklaşmalı, Ekopolis kavramını Ülkemiz
için bu anlayışla yorumlamak ve uyarlamalıyız.
|