|
Hipermarketler ve Ekonomik
Verimlilik
Piyasa ekonomilerinde esas olan verimliliktir.
Verimlilik neyi gerektiriyorsa öncelikle o
yapılmalıdır. Onlarca insanın çalıştığı bir
hipermarketin, gecenin belli saatinden sonra açık
kalması ekonomik değildir. Bunların şehir dışına
çıkarılmaları, şehir merkezlerinde faaliyet gösteren
nispeten sınırlı büyüklükteki (hizmet alanları
belirli bir metrekarenin altında bulunan)
hipermarketlerin ise gecenin belli saatlerinden
sonra faaliyetlerine son vermeleri ekonomik yönden
en uygun olan seçenektir. Belirlenen saatlerden
sonra yalnızca bakkalların ve/veya küçük üretim
birimlerinin faaliyet göstermesi ekonomik
rasyonalitenin doğal gereğidir.
"Esnaf ve Sanatkarlar korunmalıdır" derken ifade
edilmek istenenlerden birisi de budur. Burada
korunması amaçlanan, aynı zamanda ekonomik
verimliliktir. Olayın kuşkusuz tarımsal destekleme
benzeri bir sosyal boyutu da vardır. Ancak bu
boyut, mutlaka ekonomik verimlilikle birlikte
düşünülmeli ve sınırlı kamusal kaynaklar, çağdaş
bilgi ekonomisinin gereği olarak ayakta kalma şansı
bulunmayan ve/veya giderek yok olan işletmelerin
ayakta kalması için değil, bunların, rekabet şansı
olan yeni alanlara yönlendirilebilmeleri için
kullanılmalıdır.
Maalesef ülkemizdeki uygulamalar bunun tamamiyle
tersidir. Gerçektende, bugün Türkiye'nin
"Esnaf-Sanatkarı Teşvik Sistemi" selektif ve
yönlendirici politikalara dayalı değildir. Sistem,
sektörel ayırım yapılmaksızın ve düşük faizli
krediler başta olmak üzere bir çok yetersiz teşvik
mekanizması ile sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Örneğin; bir nalbant veya at arabacısı, Hazine
sübvansiyonlu kredilerden yararlanmak üzere Türkiye
Halk Bankasına başvurduğunda, bu faaliyet dalının
artık dönemini tamamladığı, kısa vadede dahi ayakta
kalmaları mümkün olmayan bu meslek kollarında
çalışan esnaf ve sanatkarların, Hazine kaynaklı
kredilerle ve zorlama bir yaklaşımla
desteklenmelerinin kaynak israfından öte bir anlam
ifade etmediği gerçeği, kamusal teşvik birimlerince
hemen hiç dikkate alınmamaktadır. Marjinal
verimliliği de giderek azalan bu yatırımların
kamunun sınırlı kaynaklarıyla desteklenmesi kuşkusuz
kabul edilemez. Değişen ve gelişen küresel
koşullarda yapılması gereken, bu meslek
mensuplarının yeni alanlara yönelmesini özendirici
yeni bir teşvik politikasının yürürlüğe
konulmasıdır. Bunun için de küreselleşen dünya ile
bilgi ve teknoloji çağının gerekleri, mutlaka göz
önünde bulundurulması gereken temel ilkeler
olmalıdır.
Hazine, bir taraftan her türlü esnaf-sanatkar
işletmesini, herhangi bir verimlilik değerlendirmesi
de yapmadan düşük faizli kredilerle ve Türkiye Halk
Bankası aracılığıyla sübvansiye ederken, diğer
taraftan bu esnaf-sanatkar işletmelerinin piyasadan
silinmesine neden olacak hiper ve gros-market
benzeri girişimleri yakın zamanlara kadar Teşvik
Belgesi ile özendirmiştir. Böylesi bir yaklaşımın,
Hazine'nin sınırlı kaynaklarını israf edici,
çelişkili ve irrasyonel bir özendirme politikası
olduğu açıktır. Bir taraftan yapılanlar diğer
taraftan bozulmuş ve sınırlı kamusal kaynaklar israf
edilmiştir. Devlet bu gibi verimsiz ticari
yatırımlar yerine hizmet ve sanayi sektöründeki,
rekabet esnekliğine sahip yüksek katma değerli
yatırımları desteklemekle yetinmelidir. Bu, Avrupa
Birliği Teşvik mevzuatına uyum zorunluluğunun da
bir gereğidir.
Hipermarketler ve Esnafımız
Gıda ve ihtiyaç maddeleri perakende satış
noktalarının süper ve hiper marketlere doğru gelişme
gösterdiği bilinen bir gerçektir. Ulusal ekonominin
temel kurumsal yapılarını oluşturan birimler nedenli
rasyonel ve fonksiyonel örgütlenirlerse, ekonomik
verimlilik ve dolayısıyla rekabet gücü de o denli
yüksek olur.
Hal böyle iken son zamanlarda, kuruluş yeri ve
pazarlama kurallarına riayet edilmeksizin yerden
mantar biter gibi hiper ve grosmarketler
kurulmakta, ülkenin sınırlı kaynakları,
fizibilitesi ve ekonomik rasyoneli olmayan yatırım
alanlarına yönlendirilerek israf edilmektedir.
Türkiye gibi kaynakları son derece sınırlı bir
ülkenin böylesi bir israf lüksü doğaldır ki olamaz.
Türkiye'de perakende ticaretinin yıllık hacminin 50
Milyar $ civarında olduğu ileri sürülmekte ve bunun
23 Milyar $'Iık bölümünün, gıda maddeleri ve
dayanıksız tüketim mallarından oluştuğu tahmin
edilmektedir. 23 Milyar $'lık gıda maddeleri ve
dayanıksız tüketim malları perakende ticaretini,
120 bin bakkal ve 60 bin büfe ile 4250 organize
Büyük Mağaza (Hiper ve Grosmarketler) ve satış alanı
50 m2'nin üzerinde bulunan 17 300 orta ve
supermarket paylaşmaktadır.
Yapılan tahminlere göre bu rakamın 6 milyar $'lık
bölümü (%26'sı), hiper ve grosmarket olarak da
isimlendirilen Büyük Mağazalar ile orta ve
süpermarketlere, 17 Milyar $'lık bölümü (%74'ü) ise
esnaf ve sanatkarlara (Bakkal, Kasap, Manav, Büfeci
vb. esnaf) aittir.
Hiper ve grosmarketlerin piyasa paylarındaki artış,
sadece bakkalları değil, kasap, manav, kuruyemişçi,
şarküterici, ayakkabıcı, kırtasiyeci ve benzeri 60'a
yakın meslek grubunda faaliyet gösteren esnafımızı
da olumsuz yönde etkilemektedir.
Hiper ve grosmarketlerin, trafik ve çevre kirliliği
sorunlarına neden olduğu da bir başka gerçektir.
Ülkemizin perakende emtia satıcılarına,
hipermarketlere, grosmarketlere, şokmarketlere, ya
da benzeri satış merkezlerine ihtiyacı yoktur.
Tersine, bugün ülkemizin ihtiyacı, bilim ve
teknoloji ağırlıklı üretim, sanayileşme ve marka
oluşturarak dünya ile rekabet edecek
girişimcilerdir. Gerçekten de, ülkemizde girişimci
eksikliği en yüksek noktasındadır. Özellikle son
yıllarda yakamıza yapışan rant ekonomisi ile
"girişimcilik" büyük yara almışken ve dünyanın sinai
ve ticari gelişiminde ülkemizin payı azalırken, bu
konuda önemli çıkışlar yapmasını beklediğimiz,
kendisini bu alanda defalarca kanıtlamış başarılı
sanayici ve girişimcilerimizin, kaynaklarını böylesi
sığ alanlara yöneltmesi kaygı vericidir. Bunun,
ülkemiz açısından kaynak israfı anlamına geldiği,
asla ekonomik olmadığı çok açıktır. Boş bulunan bir
alan yerine, kısa vadeli çıkarlarla ve "para/ kâr"
hedef alınarak, dolu bir alana zaman ve kaynak
tahsisi kuşkusuz rasyonel değerlendirilemez.
Sanayici ve girişimcilerimizin, içerisinde
bulunduğumuz bilgi çağında, bilgi ekonomisini
geliştirmek, teknolojik standartları yükseltmek,
Batı teknolojisini yakalayarak 2000'li yıllara ayak
uydurmak, bu konuda öncülük yapmak yerine,
milyonlarca insanın ekmek yediği bir alanda, küçük
sermayeleriyle faaliyet gösteren esnafımızla
rekabete girişmeleri mikro açıdan adil değildir,
makro açıdan akılcı değildir. Bakkal esnafının
ekmeğine ortak olmak, bakkalların kendi işyerlerinde
işçi olarak çalışmasına neden olacak girişimlere yol
açmak, birçok şeyi heder etmek anlamına da gelir.
Çünkü öngörülen yeni yapılanma tarzı, ister istemez
girişimciliği yok ederek, orta sınıfın vazgeçilmez
küçük girişimci grubunu, çok da uzun olmayan bir
sürede ücretli durumuna düşürecektir. Kaldı ki,
onbinlerce esnafımızın piyasalardan çekilmesinin,
Sanayici ve Toptancılarımızı da benzeri güçlüklerle
karşı karşıya bırakacağı açıktır. Önce toptancılar
devre dışı kalacak ve ardından da üretici
firmalarımız, oligopol piyasalarına dönüşmüş kısıtlı
rekabet ortamında üç beş hipermarketin kontroluna
girecektir. Oluşan yeni koşullarda alım-satım miktar
ve fiyatları, doğrudan bu kuruluşlarca belirlenecek,
böylece promosyon ve özel indirim aktiviteleriyle
gelişip büyümelerine katkıda bulunduğunuz hiper ve
grosmarketler sonuçta, çoğu üretici kuruluşumuzun
piyasadaki yerlerini üç beş büyük üretici kuruluşa
terk etmelerine neden olacaktır.
Sonuç
Ekonomik ve sosyal dengeler ile tüketicilerin
korunması, trafik ve çevre sorunlarının önlenmesi
bakımından Büyük Mağazaların faaliyetlerinin bir
kurala bağlanması gereklidir.
Nitekim, Vll'nci 5 Yıllık Planın hazırlık
çalışmaları bağlamında kurulan Özel İhtisas
Komisyonu Raporunda da belirtildiği gibi; "şehir
merkezlerinde açılan hiper ve grosmarketler, başta
bakkal esnafı olmak üzere hemen hemen her iş
kolundaki esnaf ve sanatkarımızın işlerini büyük
ölçüde aksatmakta, rekabet edebilirlilik düzeyini
azaltmakta, rekabet edebilmek için bu kesimin
çalışma saatlerini uzatarak yıpranmalarına neden
olmakta, hatta bir çok esnaf ve sanatkarı bu
marketlere karşı rekabet edemeyip işyerlerini
kapatmak zorunda bırakmaktadır. Bu nedenle, bu
kesim, üretim ve hizmet sektöründe yok olma
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunun da büyük bir
işsizliğe ve sosyal patlamalara yol açacağı
kuşkusuzdur. Bu tür marketler aynı zamanda şehir
trafiği, şehir planlaması, görüntü ve çevre
kirliliği vb. sorunları da beraberinde
getirmektedir.
Mülki İdari yapımızın, Cumhuriyetimizin kuruluş
yıllarında Fransa modeli örnek alınarak
teşkilatlandırıldığı ve günümüzde de bu yapının esas
itibariyle korunduğu bilinmektedir. Tüketim ve
ihtiyaç maddelerinin satışı ile iştigal eden büyük
mağazaların kurulmasını izne bağlayan Kanun
tasarısı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca, işte bu
nedenle ve Fransız örneği esas alınarak
hazırlanmıştır. Fransa'nın, perakende ticaret ve
dağıtım işletmelerinin "konuşlandırma" kriterleri
ile çalışma usul ve yöntemlerini belirleyen
hükümlerinin dayanağını 27.12.1973 tarihli ROYER
yasası oluşturmaktadır. Bu yasa daha sonra, 5.7.1996
tarihli yasa ile değiştirilmiş ve
güncelleştirilmiştir.
Avrupa Birliği ülkelerinde küçük girişimciyi koruyan
daha pek çok mevzuat vardır.
T.C. Anayasasının 173'üncü maddesi, "Devlet esnaf ve
sanatkarı koruyucu ve destekleyici tedbirleri alır"
şeklinde emredici bir hüküm içerdiği halde,
Türkiye, Anayasalarında böyle bir hüküm dahi
bulunmayan Avrupa ülkelerinden çok geride
kalmıştır.
Halen Başbakanlıkta bulunan "Büyük Mağazaların
Kurulmasının İzne Bağlanması Hakkında Kanun
Tasarısı" İtalya'da 1971 yılında, Almanya'da 80'li
yıllarda ve Fransa'da ise 1996 yılında yürürlüğe
konulmuştur. Ayrıca gelişmiş ülkeler, Büyük
Mağazaları sadece şehir dışına çıkarmamış, çalışma
gün ve saatlerine de sınırlama getirmiştir. Bizde de
benzeri hukuk düzenlemelerin yürürlüğe konulması
zorunluluğu vardır. Bu yalnızca Avrupa Birliği
müktesebatına uyumun değil ekonomik rasyonalitenin
de gereğidir.
|