İbni Haldun’un İktisadi Görüşleri
1970'li yılların sonunda iktisadi düşünce tarihine
merak salmış birisi olarak değişik bir düşünürü
arıyordum. İlk olarak Batı düşünürlerini araştırmaya
karar verdim. Sonra bu noktada karşıma Şeyh
Bedrettin çıktı. Bu şahıs çok önemli bir sembol.
Fakat bu konuda çok fazla kaynak bulamadım. Sonralan
ise daha da ilginç bir kişi olarak İbni Haldun
karşıma çıktı. İbni Haldun çok bilinen bir şahıs
değildi, çok az kişi biliyordu. Bu durum beni daha
da çok kamçıladı. Bizzat İbni Haldun'un kendisinden
hareket ederek çalışma yapmak istedim ve "Mukaddime"
kitabını okudum. Okudukça bazı şeylerin farklı
olduğunu gördüm. İbni Haldun Fas'ta yaşamıştır,
Fas'ın yaşam tarzı Ortadoğu'dan farklı. Bu yaşam
tarzı İbni Haldun'un yaşamına da yansımıştır.
Ben sadece İbni Haldun'un iktisadi görüşlerini
anlatacağım. İbni Haldun'un tarih, kent, psikoloji,
felsefe, insan, iklim konusunda bir dizi görüşü var.
Yorumdan çok yansıtmayı tercih ediyorum. Çünkü işin
içine yorum girince konuşmamın ebatları çok
genişler, uzar.
İbni Haldun'un yöntemleri diyalektik bir yöntem, sol
literatüre daha yakın bir insan. Türkiye'de ise bu
kişiyi daha çok sağ kesim inceler. İbni Haldun
hakkında çıkan kaynaklara da baktım, onlar da
yetersiz.
İslam düşünürleri ayrı bir iktisat bilimini hâlâ
oluşturamamışlardır. İslamiyetin ayrı bir iktisat
politikası veya teorisi var mı, diye bakıldığında
total, makro yaklaşan ve bunu iyi irdeleyen bir
teorisi gelişmemiştir. Çünkü iktisat, politika ve
ahlak bilimiyle birlikte alınmıştır, ayrı bir bilim
dalı olarak alınmamıştır. Bu bize İbni Haldun'un
önemini daha çok gösterecektir; çünkü iktisadı,
politikanın ve ahlakın bir uzantısı değil, iktisadın
kendi içinde temel bir bilim dalı olarak alınma gibi
hak ettiği bir nitelik vardır. Ama İslam'da bunun
böyle ele alınmadığını görüyoruz. Fakat kınk dökük
örnekleri vardır; örnek olarak kadı Ebu Yusuf. 8.
yy'da yaşamıştır ve "Kitab-ul Haraç" diye bir kitabı
vardır, önemli bir kitaptır. Ceza hukuku, medeni
hukuk, kısmen vergi konuları vardır ve kitabı
sadece vergi ile ilgili değildir, adı her ne kadar "
Vergi Kitabı" olsa da. Sonraları İbn-i Abi'r - Rabi
9. yy.'da ücret, fiyat, kâr meselelerine dokunan
risaleler yazmıştır; ama kınk döküktür, bir bütünü
oluşturmaz. Sonraları Farabi gelir; ev halkı
ekonomisi ile ilgilenmiştir. Aralarında en
tanınanlarından biri olarak İbni Sina toplumların
belli hiyerarşiler içinde yaşayacağını söylemiştir.
13. yy.'da Nasreddin Tus'i gelir ve mülkiyet
kavramına değinmiştir. El
Davvani paranın bir hakem olduğunu ve eşitliğin
bekçisi olduğunu söylemiştir. 14. yy.'a baktığımızda
İbni Haldun'u görürüz. 1332'de doğmuş, 1403'te
ölmüştür. İbni Haldun toplumları, iktisadi ve
politik nedenlerle sonuçlanna bakarak yorumlamış, bu
yorumlara bakarak temelde bazı iktisadi nedenleri
vurgulamıştır, esas hareket noktası oradan
gelmiştir.
Kısaca hayatından bahsedelim: Çocukluk ve
gençliğinde klasik eğitim görmüştür. 18 yaşında Fas
Hükümdan'nın yanında önemli görevlerde bulunmuştur.
Sonraları hapsedilmiş, çıkınca Endülüs'e (şimdiki
adıyla İspanya) geçmiş ve oralarda önemli görevlerde
bulunmuştur. Berberilerle yapılan savaşlarda
komutanlık yaptığını görüyoruz. Bu görevlerden
ayrılıp "Mukaddime"yi yazmaya başlamıştır.
Bitirdiğinde Tunus Sultanı olan Ebu Abbas'a
kitabını sunmuştur. Sonra "Kitab-el İber" diye
İspanya yarımadasını anlatan bir kitap yazmıştır.
1384'de Maliki Mezhebi kadısı olmuştur. İstifa edip
çeşitli yerlerde kadılık yapmış ve 1403'de vefat
etmiştir. Ölmeden kısa bir süre önce kendi
otobiyografisini yazmıştır.
İbni Haldun diyalektik ve determinist bir gidişin
olacağını söylemiştir ve tarihi gelişimi bu
temellere dayandırmıştır. Bütün toplumların
geçirdiği bir evrim vardır, bu evrim ona "tavırlar
nazariyesi" denen bir şekille yansımıştır. Burada
nazariye ile kastedilen şey aşamalardır; bunlardan
birincisi zaferdir; ikincisi istibdat aşamasıdır,
üçüncüsü rahatlık ve sükûnet aşamasıdır, dördüncüsü
kanaat ve barış aşamasıdır, beşinci ve sonuncusu
israf aşamasıdır. Görüldüğü gibi devletler gittikçe
yumuşayan bir gelişme gösterir ve çöker. Bunlar bir
toplumun gelişimi açısından önemli bir hareket
noktasıdır.
Bu yaklaşımıyla İbni Haldun'a organizmacı,
natüralist, determinist, biyolojist isimlendirmeleri
de yapılmıştır. Ama çok temel özelliği, değişme ve
yenileşmeyi esas almasıdır. Hiçbir şey olduğu gibi
kalmaz, mutlaka değişir. Değişim ve dönüşüm
yenileşmeyi getirir ve bu evrensel bir kuraldır. Bu
değişme önce bir gelişmeyi, sonra bir çözülmeyi,
sonra da ölümü getirir. Fakat bir şeyin ölmesi başka
bir şeyin doğması demektir. İbni Haldun'un bu
yaklaşımı konusunda Tunuslu bir aydın şöyle
demiştir: "Düşüncesini materyalist bir teori ile
zenginleştiriyor; bu henüz kekeleyen bir teoridir."
Biz konuyu onun deyimleriyle ele almak zorundayız,
ama günümüz deyimleriyle de bağlantı kurulabilir.
Değişim istisnai bir olay değildir, temel kuraldır.
İktisadi yapıda bir değişim var ise bunlar toplumun
değişmesine yol açar. Yani iktisadi yapının değişimi
ile kurumların değişimi iç içedir. Burada iktisadi
olan-iktisadi olmayan öğelerin ayrımına girmeden
sebep ve sonuçları üzerinde durmuştur.
İbni Haldun'da iki kavram çok önemlidir: "Asabiyyet"
ve "iktisadi süreç". Buradaki "asab" yakınlık
anlamında söyleniyor. Asabiyyet önce göçebe
toplumda, sonra yerleşik olan toplumda dayanışma
anlamına gelen bir kavramdır. Asabiyyet temel
kavramdır. Bir toplumun bir araya gelip yükselmesi
için asabiyyet unsurunun olması lazım. İbni Haldun
sosyal hadiseleri ve olayları anlatırken
söylediklerinin kendini zor duruma düşüreceğini düşünmüştür ve nitekim kısa
biyografisinde çok büyük değişimler olduğunu
görüyoruz: kadılık, komutanlık vs. İbni Haldun'la
ilgili ilginç bir saptama da yapılmıştır:
Gözlemlerinin sonuna bazı Kuran metinleri koymuştur
ve desteklemiştir. Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu'nun
bir deyimiyle, "ilmi gerçekleri tam bir hürriyet
içinde izah etmenin tehlikelerini önleme stratejisi
olarak görmüştür." Söyledikleri şeyler dönemin
dinsel öğelerine ters gelmiştir. Her şeyin Allah'tan
gelmediğini, bazı iktisadi ve sosyal şeylerin
toplumdan çıktığını ifade ediyor. Dolayısıyla bu
tehlikeli bir şeydir. Bundan kendini korumak için
her yazısının sonuna Ku-ran'dan ayetler koyup
kendini korumaya çalışmıştır.
Bu çok genel yaklaşımı yanında bizlerin, iktisatçıların ele alması
gereken bazı ana başlıklar vardır. Bunlardan birisi
"üretim tarzı" ve "iş bölümü" konusudur. İnsanların
iki ana aşamada bulunduğunu belirterek başlamıştır:
göçebelik (bedevi) ve yerleşiklik (hazeri). İbni
Haldun'un deyimiyle, "kavimlerin ve nesillerin
çeşitliliği onların geçinme şekli ve usullerinin
birbirinden başka olmasından ileri gelmektedir."
Yani, bunların çeşitli ve farklı yaşam tarzları
olmasından ileri gelmektedir. Göçebelik ilk üretim
tarzıdır ve zorunlu olan bir aşamadır. Her toplumun
bir göçebelik devresi vardır. Burada temel olan,
insanın gıdayı aramasıdır, önce insan gıdasını
bulmaya çalışmıştır. Mal ve hizmetlere fazla
girilmemiştir, çünkü bu tek bir kişinin
kaldırabileceği bir yük değildir. Birden çok
kişinin bir araya gelmesi gerekmektedir. Bu bir
araya gelmede, bu insanlar sayı olarak kendilerinden
hayli fazla gıda maddeleri üretebilirler. Bu diğer
mallar için de geçerlidir. Bu durum işbölümünü
oluşturur.
Karşılıklı yardımlaşma işbölümünün başka bir ifadesidir. Buradan
yola çıkıp geçinme ve kazanç yollarını
araştırmıştır; bunları yöneticilik, avcılık, tarım,
ziraat ve ticaret diye belirlemiştir. Yöneticiliğin
doğal bir çalışma alanı olmadığını söylemiştir.
Ticareti de bu nedenle olumlu bir faaliyet alanı
olarak görmemiştir. Çünkü tüccar mal ve hizmet
üretmez, üretilen mal ve hizmetleri başkası adına
alır ve başkası adına satar; dolayısıyla gerçek
üretici değildir. Burada hemen bir hatırlatma
yapalım: Ticaret merkantilizmin alanıdır,
fizyokratlar ticareti istemezler ve sevmezler.
Burada İbni Haldun'un öngörüsünü belirtebiliriz.
İktisadi kazanç yollan bir ülkenin, bir toplumun
gelişmesiyle beraber artar ve çeşitlenir demiştir ve
özelliklerini sıralamıştır. Bu özelliklere sahip
kişiler arasında işbölümü olmalıdır; birinden alıp,
işleyip, başkasına verir, beraberce refahı
yükseltirler. "Tacirin ahlakı eşraf ve hükümdarların
ahlakından düşüktür." Sebebi tacir sınıfının üretici
olmamasıdır. "Tacirler ahlaksızdır, ucuz alıp
pahalı satarlar." Ama tabii bunu söylemek zordur;
çünkü Hz. Muham-med de bir tacirdi.
Gelelim emek-değer yönüne. Emek-değer İbni Haldun'da
özel bir öneme sahip. Burada hemen şunu söyleyelim:
İbni Haldun'un söylediği şeyler çok bilinmeyen
şeyler değil. Çünkü İslam ekonomisinde ve
maliyesinde emek önemli bir faktördür. İslam'da bir
malın ve hizmetin üretimine az emek sarf ettiyseniz,
çok vergi verirsiniz; çok emek sarf ettiyseniz az
vergi verirsiniz. İbni Haldun buna bazı ilaveler yapmıştır.
"İnsan gücü veya emek, üretimin temel faktörüdür."
Bunu aynen Mukaddi-me'de böyle yazmıştır;
ihtiyaçları karşılamak için emek sarf etmek
kaçınılmazdır. Kazanç ancak çalışmak ve emek sarf
etmekle elde edilir. İnsan bu emeği amaçsız olarak
kullanmaz; amaç üretimdir ve üretimin yapılmasında
temel amaç geçimi sağlamaktır. İnsanların
çalışmaktan başka sermayesi de yoktur. Ücret İbni
Haldun'da böyle tanımlanmıştır. "Emek kullanılması
gereken, saklanamayacak bir değerdir. Emeği saklamak
mümkün olmadığı için her zaman yeniden üretimi
gereklidir. Yaşaması için, asgari ihtiyaçlarını
gidermesi için kullanmalıdır. Bu emek, üretilen mal
ve hizmetlerin alımında önemli bir faktördür. Emeğin
miktarı fazlaysa fazla mal ve hizmet alırsınız."
İbni Haldun artık-değere şöyle bakar: "Emeğin hem
kendi ihtiyacı için hem başkalarının ihtiyacı için
mal ve hizmet üretimi sürecinde artık-değer ortaya
çıkmaktadır." Yani, emek hem kendini yeniden üretim
için üretir, hem daha fazla mal ve hizmet üretmek
için üretir. Kendisini yeniden üretimi dışında değer
artı-değerdir. Önemli olan gerekli olanın üstünde
bir değerin üretilmiş olmasıdır ve bunun artı
olmasıdır. Üretilen her zaman yeniden üretimin
üstündedir.
Burada tebaa kavramına biraz girelim. Tebaa halk,
Müslüman kesim, emrindeki kişi veya yönetilen
insanlardır. "Rütbe sahibinin adetten para ile
çalıştırabileceği işleri parasız olarak
gördürmesidir." servetin bir nedeni. Bütün bunlara
zoralım da denir, el koyma derler, müsadere derler,
daha sonraları gasp derler; bunlar artı-değerin
kendine çekilmesi olarak uygulanagelmiş şeylerdir.
Yine bu insanların mecburi hizmetlere tabi
tutulması konusunda köleliğe bir anlamda gönderme
yapmış, köleliğin İslam toplumlarında kurumsallaşmış
olduğunu söylemiş ve bunun pek benimsene-meyecek bir
şey olduğunu söylemiştir. Kur-an'ı Kerim'de de Köle
Suresi vardır. Ama derler ki, buradaki köle
bildiğimiz batıdaki köle değildir; iyi Müslüman,
evlerde çalıştırılan insanların uzun vadede
hürriyetine, bağımsızlığına veya özel hayatına
kavuşması için de yardım eder ve kölelikten
kurtulmasına çalışır; ama kölelik bir kurum olarak
var. Bunu Kur-an'ı Kerim'de de görüyorsunuz, hayatta
da görüyorsunuz. Ama İbni Haldun buna karşı
çıkmaktadır. Her yorumunun arkasına Kur-an'ı
Kerimden kendi işine gelen bir ayeti koymasının
arkasında bu da var.
Artı-değere el koymayı iki aşamada görüyoruz: Bir
devlet güçlüyse başka devletlere hücum eder,
toprağına el koyar ve oradan artı-değeri elde eder.
Devlet zayıflayınca başka devletlere uyguladığı
politikayı içeride uygular. Bu sefer kendi
tebaasının emeğine el koyar. Buradan şunu
görebiliriz: Devletler her zaman yerleşiklerin
üzerine gider ve tarihte her zaman yerleşikler galip
gelir.
Biraz da İbni Haldun'da nüfus konusuna girelim.
Nüfus ile üretim, birbirine bağlı iki iktisadi
kavramdır. Üretim nüfus tarafından belirlenir, daha
fazla üretim daha fazla nüfusla olur. Bu biraz
Merkantilistlerin kötü nüfus teorisini akla
getiriyor. Hatta "bir ülkenin nüfusunun artması
üretiminin artmasına neden olur" demiştir. Ama bunu
uzun vadede düşünürsek hem olumlu, hem olumsuz iki
etkisi vardır.
Nüfus artınca üretim artıyor, üretim artınca zenginlik oluyor,
düşük gelirli insanlar büyük şehirlere geliyor. Öte
yandan bu kalabalıklaşma yaratır, "diğer köy ve
şehirlerden gelen göçmenler nedeniyle şehir
kalabalıklaşır, su kaynakları elverişsizleşir,
konutlar yetersiz hale gelir." Bu nüfusun artması
coğrafi ve tarımsal alanlarda da bir azalmaya yol
açar. Nüfusun çoğalması havanın bozulmasına sebep
olur.
Fiyatlarla nüfus arasında da bir bağ vardır. Şehirlerde yiyecek
maddeleri ve diğer maddeler ucuzdur. Ama zorunlu
olmayan malların fiyatı daha pahalıdır. Küçük
yerleşim yerlerinde ise yiyecek ve zaruri maddeler
daha pahalıdır, zorunlu olmayan maddeler daha
ucuzdur; çünkü talep yoktur. Devlet büyük yerlerden
vergi alırken, küçük yerleşim yerlerinde ise almaz.
"Uygun olan, ucuz ile pahalı arasında bir dengenin
kurulmasıdır."
Para konusunda da şunu belirtmiştir: "İnsanlar altın ve gümüşü her
mal ve maddenin fiyat ve kıymeti olarak ihtiyaç
için biriktirir ve toplarlar." Para ihtiyaçlar için
kullanılır, fiyat ve kıymet göstergesi olarak
kullanılır.
Gelir ve servetin oluşması üç ana öğeye dayanır: ücret, kâr ve
vergi. Servet bu üç şeye göre toplumda dağılır:
emeğe sahip olanlar, kâr yapanlar ve devlet. Bu
üçünün dağılımı ile servet oluşur. "Servet sarf
edilmeden, hazinelerde saklanarak artmaz."
Ekonomik ve politik devre ve buhranlar kavramı önemlidir. Özellikle
buhranlar mantığı Marx'ın kriz mantığını
çağrıştırır. "Tavırlar krizleri getirir, krizler de
ülkeyi çökertir, batar ve ülkeler yeniden oluşur."
Son olarak şunları söylemek istiyorum. İbni Haldun bir kültür
biliminin başlatıcısı olarak görülmüştür. Toplumda
uzun dönemli gelişmeleri irdelemiştir. İktisadi
süreçleri bugünkü anladığımız temel hatları ile
beklenmeyecek şekilde parlak ve ileriyi öngören bir
şekilde açıklamıştır. İktisadın hem politika, hem
toplum hayatı, hem devlet içinde önemli bir faktör
olduğunu vurgulamıştır. Diyalektik yöntemi
kullanmıştır, bir etkinin karşı etkiyle daima
çözüme gideceğini, fakat tekrar doğumu da
yaratacağı gibi bir mantık kullanmıştır. Dinamik
bir yöntemi vardır. Emek değer teorisini ortaya
koymuş, bu konuda bir eleştiri vardır: "Batı o büyük
kaynaktan sık olarak faydalanır; ama alıntılarını
titizce saklar." Bir iktisatçı şunu söylemektedir: "İbni
Haldun'un çağları aşıp bugün sosyalizmi çelişkisiz
bir sistem olarak kurmasını beklemek, mucize
beklemektir... Ne bekliyoruz; ortaçağın içinde
Mukaddime yerine Anti - Düring'i yazmasını mı?"
Ben burada bırakıyorum. Sorularınızı bekliyorum.
SORU: Konuşmanızın birinci bölümünde bir terminolojiden, bir
düşünce yönteminden bahsettiniz. Sanki Marx'tan
bahsediyorsunuz. O kadar benziyor ki...Acaba Marx bu
insanı okuyup mu bu görüşleri aldı?
CEVAP: Hiç bahsetmemiş. Batının kültürel
hegemonyasının belirtisi.
SORU: Islamı düşünürler veya Islamı ilkeler
doğrultusunda iktisadı düşünce üretmeye çalışanların
bu açıdan Marx'ı okumaları gerektiğini düşünüyor
musunuz?
CEVAP: Evet, özellikle emek konusunda. Ben burada
şunu belirteyim. Özellikle Türk entelektüelleri
birçok şeyi ıskalıyor. Ben iktisatçı sorumluluğu
içinde, biraz da kültürel yakınlık bulduğum için
inceledim. Yalnız hepsini incelemedim, bana ilginç
gelen şeyleri inceledim. Mesela Mukaddime'de bir
şekil var; bu ne anlama geliyor, bilmiyorum. İklim
ve falla ilgili, astronomi ile ilgili bazı grafikler
var.
SORU. Bende şöyle bir kanı uyandı: Vergi oranlarını
indirirsek vergi gelirleri artar. Bu anlamda bunu
savunan rasyonel beklentiler teorisi var.
CEVAP: Verginin bu düzeninden
bahseden sadece rasyonel beklentiler değil. Son
dönemde bu çok gündeme geliyor. Vergi indiriminden
yararlanan kesimlerin gündeme getirdiği bir mantık,
kapitalist bir mantık.
Arkadaşlar çok teşekkür ederim. Tamamen farklı bir
dünyanın adamını size anlatmak istedim.
Prof. Dr. Nihat Falay
|