Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İktisadi Krizin Zihniyet Arkaplanı 

Doç. Dr. Ömer Demir – Kırıkkale Üniversitesi 


Giriş 

Kriz, içinde bulunduğumuz dönemde, günlük dilde en çok. kullanılan kelimelerden biri oldu: Bazen bir tespit, bazen bir şikayet bazen de bir bahane olarak. Yaşanan bu bü­yük ekonomik kriz, yarattığı acıların yanı sıra bize iktisadi zihniyetimizin üzerinde yeniden düşünme imkanı da vermektedir. Bu yazı, ik­tisadi krizin zihniyet arkaplanı üzerine bir ses­li (yazılı) düşünme denemesidir. 

Umutsuz Bir Kriz 

Özellikle son bir yıldan beri inen-çıkan kur ve dalgalı bir indekse sahip olan borsadan başı döndü vatandaşın. Sadece başı dönmedi; senetleri döndü, malları döndü. Sonunda bir çok İnsan akşam evine eli boş döndü. Umut­suz olmaktan bıktı, umut aradı ama umudu bir türlü bulamadı. Önünü göremez, yarınını bilemez hale geldi. Ne yapılsa kurtulunur bu çöküşten? iktisatçılar bu vesileyle epeyce boy gösterdiler. Vatandaş memleketin nasıl kurtu­lacağının yol ve yordamını öğrenebilir miyim? diye günlerce TV ekranı karşısında sabahladı. 

Kriz derinleştikçe iktisatçılara bel bağlayanlar biraz daha umutsuz hale geldi. Konuş konuş konuş Ancak çare yok. Aslında bu iktisatçıla­rın da pek bildiği bir şey yoktu! "İki ay izin versinler tüm sorunları çözerim" diyen eski si­yasetçiler bile, boş da olsa bir ümit verdiler, hiç olmazsa vatandaşı tebessüm ettirdiler. An­cak iktisat uzmanları, bilim adamları kıt kay­naklar gibi umudu da olduğundan daha da kıt hale getirdiler. iktisatçılardan umut kesilince dervişlerin peşine düşüldü, ancak gün geçtik­çe Derviş'e bağlanan umutlar da söndü. Du­varlara yapıştırılan ve üzerinde "dolar yasak­lansın" yazan afişlerin çare olup olamayacağı soruldu, "cebine giren döviz, bir kişiyi sokağa atıyor" bez ilan1arı tebessümle okundu döviz bürolarına girip çıkılarak Bu kampanyalar "gönülden" desteklendi ,ama yastık altındaki döviz TL'ye çevrilmedi. Milli duyguları okşa­yan konuşmacılar salonlarda alkışlandı ama insanlar dışarı çıkınca duygusallıklarını üzerle­rinden hemen atıverip servetlerini milli para yerine yabancı paralarla tutmayı yeğlediler. Seçimlerde milliyetçi partilere oy verip vic­danlarını ve duygularını tatmin ettiler ama gü­venilir ve nihai sorun çözücü olarak, dünya­nın egemen güçlerini, (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İMF ve Dünya. Bankası vs.) gör­düklerini sessizce itiraf ettiler. Küreselleşme karşıtı söylemleri tebessümle izlediler, ancak vitrinleri gezen bir müşteri veya defile salon­larındaki mankenleri izleyen bir moda takip­çisi gibi değil, geçmişi hatırlayıp iç geçirerek, rengarenk yerel kıyafetleriyle gösteri yapan folklor ekiplerini seyreden bir orta yaşlı insan gibi. Kimse ekonomik kararlarına duygusallık karıştırmadı. Çünkü insanlar iktisatçıların de­diği gibi gerçekten rasyonel davranıyordu. Bunu en açık biçimde nakit servetlerini koru­mak için, kendi ulusal hükümetlerinin deneti­minde olan ulusal paraya değil, Amerikan ve­ya Alman hükümetlerinin kontrolündeki ya­bancı paraya daha çok güvendiklerini göste­rerek ortaya koydular. Yani vatandaş elinden geldiği kadar işini "sağlama" bağlamaktaydı. Ancak ekonomi, iktisatçıların bireysel düzey­de çok mantıklı olan bazı ekonomik kararla­rın herkes tarafından aynı şekilde benimsen­mesi halinde, ulusal düzeyde aynı mantıksal

sonuçlara ulaşılamayabileceğini söyledikleri duruma benzer bir sonuca doğru hızla ilerli­yordu. Vatandaşın kendisini kötü yönetimden koruma tedbirleri ekonomideki krizi hem de­rinleştiriyor hem de yeniden üretiyordu.

Suçlular Suçlu Arama Peşinde 

Bu arada paradoksal ve ironik durum­lar ortaya çıkıyordu. İnsanlar bu ekonomik krizin suçlularının yakalanmasını istemekte, belki de bir günah keçisi aramaktadır. Ama sonuçta suçlulardan suçluların bulmasının is­tendiği bir' tabloyla karşı karşıyayız. Suçlular, kendilerinin suçlu olmayacağını düşündükle­rine göre giyotinin önüne atılacak birilerini arıyorlar. Krizin baş suçluları olduğu söyle­nenlerin üzerine gidildikçe kriz daha da bü­yüyor. Hortumlar hortumsular ekranlarda res­mi geçit yapıyorlar. Hortum içerikli güldürü programlan en yüksek reytingi yapıyor. Top­lum, öyle enteresan ki, bir taraftan hortumlan­dığı için üzülüyor, diğer yandan nasıl hortum­landığını seyrederek eğleniyor. "Aile fotoğra­fındakileri" bir bir içeri atmak, bir yandan ka­mu vicdanın rahatlatıyor ama öte yandan ser­maye kaçışını hızlandırarak krizi derinleştiri­liyor? Yolsuzluklarla. mücadele siyasetin en önemli uğraş alanı haline geliyor. Diğer alan­larda olduğu gibi, burada da siyaset işliyor ve efsanevi yolsuzlukla mücadele yolsuzlukları yapılıyor. Kırtasiye ile mücadele bakanlığı ku­rularak kırtasiyenin iki katına çıkarılması gibi, her yolsuzlukla mücadele dalgasının arkasın­dan daha derin yolsuzlukların ucu görünüyor. Bu kadar "yol"suzun olduğu bir yerde işler nasıl yolunda gitmesi beklenir ki! 

Krizin Kökleri Ta Derinlerde 

iktisatçıların krizi açıklaması, birçok günah keçisi arayan insanı memnun edici de­ğil ama çok açık ve basit. Kriz bir kurban, bir günah keçisi ile giderilecek gibi değil; ta içi­mizde, derinlerimizde. 

Krizin açıklaması basitçe şöyle: Bu top­raklarda her ne olduysa üretmeden tüketen insanların sayısı göreli olarak artmaya başladı. Her toplumda değişik' oranlarda üretmeden tüketen insanlar vardır. Ancak bizdeki süreç öyle hızlı ve ani oldu ki, ekonominin kapasi­tesi, üretmeden tüketmek isteyenlerin taleple­rini karşılayamaz hale geldi. Peki" bu nasıl ol­du? Birkaç aşamalı bir süreç. Önce, yeterince üretmediği halde, merhameti bol, başkasının servetini başkasına dağıtma konusunda cö­mertliği ile tanınan "devlet baba", çok üreti­yormuş gibi bazı toplumsal kesimlere tüketim hakkı tanıdı. Devlet o zaman çok iyi bir ba­baydı. Kimden, nasıl ve hangi şartlarda aldığı­nı söylemden birilerine veren, bunu da baştan beri sahip olduğu meta fizik gücüyle açıklayan bir devletti. Herkes, bu devletin başına bir ze­val gelmemesi için duacıydı. 

Bana Atasözlerini Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim

Askerlik anılarımızın en ilgi çekenleri, hemşehri bir komutanın gölgesinde yapılan kaçamaklar, iştimadan kaçışlar, iltimaslar ve kayırmaları içerenleridir. Başkaları güneşin al­tında eğitim yaparken bizim nasıl ağacın göl­gesinde 'uyuduğumuzu, başkaları hamama grup halinde girerken bizim hemşehri başça­vuşu ayarlayarak hamamı saatlerce yalnız başına kullandığ1mızı" hafta sonları' evci kağıdı­mız olmadan nasıl dışarılarda kaldığımızı bü­yük bir marifetmiş gibi anlatırız. 

Dersine çok çalışan çocuğun lakabı inektir, kopya çekerek geçeninki ise uyanık. işini dürüst yapanın, çalıp çırpmayanın ödülü, "devleti sen mi 'kurtaracaksın" şeklindeki bir kınanma cümlesidir ya da "beceriksiz". Yük­sek maaşlı, düşük zahmetli devlet işleri en gözde mesleklerdir. Kollektif sorumluluk ge­rektiren yerlerden kaçmak evladır, sonra şahit yazarlar başın belaya girer. "iş buldun mu sı­vış, yemek buldun mu giriş"; "Üzümü ye ba­ğını, sorma"; ",Devletin malı deniz yemeyen domuz"; "Bal tutan parmağını yalar'; "Bedava sirke baldan tatlıdır" en yaygın atasözü ve halk deyişlerimizdir. Bu sözler hep "bizim" ta­rafımızdan olayın nasıl  görüldüğünü anlatır. "Başkaları" üzümü yer bağını solmazsa, baş­kaları bal tutarken parmağını yalarsa, başkaların iş bulunca sıvışır yertıek bulunca girişirse onlar ya komünist, veya vatan - haini yada ge­ricidir. Biz yaparsak iyi "başkaları" yaparsa, suç. Milletvekillerimiz başka mükelleflerden (bunların kim olduğu bizi pek ilgilendirmez) toplanacak vergileri bizim bölgemize,ilimize, köyümüze aktaracağını söyleyince, bu kahra­man vatan sevdalılarını avuçlarımız acıyıncaya kadar alkışlarız. Onlara hakikaten bizim veki­limiz olduklarını ispat etmişlerdir. Ama bizim vergilerimizi başkalarına verince de, aynı ve­killer vatan haini oluverirler birden. Milletve­killerinin insanları kandırmasına değil, bizi kandırmasına kızarız. Halbuki biz onları baş­kalarını kandıracaklarını, vadettikleri için seç­miştik. 

Beşeri Kaynaklar Üretken Olmayan Sektörlerde 

En zeki çocuklarımızı okutup devlet hizmetine göndermek için azami çaba israf e­deriz. Ama bizi asıl ilgilendiren onların devle­tin hangi hizmetini gördükleri değil, devletin onlara nasıl bir bordro verdiğidir. Tanıştığımız kişiye ilk önce ne iş yaptığını değil, ne kadar kazandığını sorarız. Bu kazanç, zahmeti dü­şük bir kazançsa, bize de benzerini ayarlayıp ayarlayamayacağını öğrenmek isteriz. Çok ça­lışıp yorulana acır, yorulmadan kazanana ise gıpta eder, öykünürüz. 10 kişilik bir iş yerin­de 25'inci kişi olmak için her siyasi partinin kapısını, hemşehri derneklerini, Akrabaları ve kullanabileceğimiz diğer tüm beşeri kanalları enva-i çeşit bağlantılar kurarak yoklarız. Biz­den önce birileri yokladıysa ve onların torpil­leri daha güçlü olduğu için bize bir şey kal­madıysa da "Lanet olsun! Bu ülke adam ol­maz. Torpilsiz hiçbir şey yapılmıyor" diyerek hayıflanırız. İktidardakiler' partizanlık yapıyor diye yakınırız, oy verdiğimiz parti iktidara gel­diğinde rozetimizi takar, il, ilçe teşkilatına uğ­raş, "vatan millet için her türlü fedakarlığa ha­zır" olduğumuz beyan eder; hazırlanan liste­lerde yerimizi almaya çalışırız.Gerekirse bu şekilde "vatan yolunda" kavga bile ederiz. Va­tana bağlılığımızın bir göstergesi olarak, gaze­telerden en dikkatli ihale ilanlarının yeraldığı resmi gazeteyi okuruz.

itaati yüceltir, bir şey üretmeyi, kendi başına fikir geliştirmeyi, atalarımızın şanlı geç­mişindeki büyük birikimin öğrenilmesinin ye­terliliğine atıf yaparak, kınarız. Düşünerek ko­nuşanları değil, bağırarak atışanları izleriz. Aramızdan hasbelkader kendi kafasıyla düşü­nen birkaç kişi çıkarsa, bir fırsatını bulur on­ların boğazlarına "Salkım Hanımın Taneleri"ni geçirmek için fırsat kollarız. 

Büyük beşeri yatırım yaptığımız çocuklarımızı, DPT'nin, Hazinenin, Hariciyenin odalarında sabahtan akşama kadar bir iki evrak hatırına oturmaya razı olmayıp, siyasal entri­kalara karışmalarına anlam veremeyiz. Huku­kumuzun siyasallaşmasından, üniversiteleri­mizin bilgi üretim merkezleri olmamalarından yakınırız. 

Hani Kayserilileri zeki çocuklarını okul­dan alıp ticarete. yönlendirdikleri, yeterince zeki olmadığını düşündüklerini de adam ol­sun, ortada kalmasın diye okula gönderdikle­rini anlatan meşhur bir hikaye vardır. Bu hika­yenin ilgi çekici olmasının nedeni ülkede ter­sinin geçerli olmasıdır. Eğer en kafası çalışan, en yetişkin, en becerikli insanlar rant değil de üretim için enerjilerini; harcasalardı, bugün Türkiye krizdeki ekonomilere borç veren ülke durumunda olurdu. 

Dil bilen, dünyayı tanıyan yetişmiş in­sanlarını, yüksek rant ortamıyla piyasa üreti­minden çekerek devlet çarkına dahil eden bir ülke, hangi beşeri güçle, ekonomik hamle ya­pacaktır? Ekonominin yükünü devletin himmetinden istifade edemeyenlere yükleyen, gerektiğinde onlara ikinci sınıf vatandaş muame­lesi yapan bir birliktelik ne kadar hakkaniyet­lidir? Toplumsal üretimden payalmak için üretime yapılan katkının değil, sahip olunan özelliklerin öne çıktığı bir bölüşüm sistemi ne kadar adaletlidir? Bir inşaat işçisi beş yabancı dil bildiği için diğerlerinden daha fazla ücreti hak eder mi? Bu sorular yerine sağcı mısın solcu mu? laik misin dinci mi? Birinci cumhu­riyetçi misin ikinci cumhuriyetçi mi? Türkçümüsün, kürtçü 'mü? gibi soruları tartışırız. Çün­kü kavga, üretime katılmadan tüketimden da­ha fazla pay alma kavgasıdır. Toplumu gergin­leştiren çatışmaların temelinde bu kavga yat­maktadır. 

Kurtuluş İçin Önce Kurtarıcılardan Kurtulmak Gerekir 

Hayatını bir şekilde devlet mekanizma­larını araya sokarak, başkalarının üretimine el koymak suretiyle sürdürmeye alışkın ve bu konumunu kimseyle paylaşmak istemeyenle­rin saltanatı devrilmeden bu toplum sükun bulamaz. Siyaseti yozlaştıran, hukuku politize eden, eğitim kurumlarını kısırlaştıran temelde bu rant kavgasıdır. Üretenin ödüllendirildiği, tembelin cezalandırıldığı bir toplumda insan­lar arasındaki farklılıkları belirleyen temel kri­terler, kıyafet, cinsiyet, inanç ve etnik köken olamaz. Gelişmiş tüm ekonomilerin, insanları üretime katkı niteliğine göre tasnif eden kri­terler geliştirdiklerinden ötürü başarılı olduk­larını görmezden gelenler toplumun önünü açamaz. Birilerinin ürettiğine nasıl el koyaca­ğının mekanizmalarını geliştirmeye kafa yo­ranlar, sürekli kendileriyle birlikte içinde bu­lundukları gemiyi de batıracak kurtuluş reçe­teleri üretmektedirler. Bu nedenle krizden kurtuluş hareketi, öncelikle kurtarıcılardan kurtulmakla başlamalıdır. Rant dağıtan ku­rumların ortadan kalktığı, insanların resmi ga­zetelerini sıkı takip ederek değil, yetenek ve çabalarıyla piyasalardan sağladıkları kazanç­la da hayatlarını sürdürdükleri bir ortamın oluşturulması en acı fakat uzun vadeli en gerçekçi' çözümdür. Unutulmamalıdır ki, seni kurtaracağına inandığın kişi, sana rağmen de olsa önce kendini kurtarmaya çalışacaktır. Kurtarılacaklar listesindeki yerinden hiçbir zaman emin olma, bu sıra ömrünün izin vermeyeceği kadar gerilerde olabilir. Tıpkı şimdiki krizde olduğu gibi.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005