|
İktisadi Krizin Zihniyet Arkaplanı
Doç. Dr. Ömer Demir –
Kırıkkale Üniversitesi
Giriş
Kriz, içinde bulunduğumuz dönemde, günlük dilde en
çok. kullanılan kelimelerden biri oldu: Bazen bir
tespit, bazen bir şikayet bazen de bir bahane
olarak. Yaşanan bu büyük ekonomik kriz, yarattığı
acıların yanı sıra bize iktisadi zihniyetimizin
üzerinde yeniden düşünme imkanı da vermektedir. Bu
yazı, iktisadi krizin zihniyet arkaplanı üzerine
bir sesli (yazılı) düşünme denemesidir.
Umutsuz Bir Kriz
Özellikle son bir yıldan beri inen-çıkan kur ve
dalgalı bir indekse sahip olan borsadan başı döndü
vatandaşın. Sadece başı dönmedi; senetleri döndü,
malları döndü. Sonunda bir çok İnsan akşam evine eli
boş döndü. Umutsuz olmaktan bıktı, umut aradı ama
umudu bir türlü bulamadı. Önünü göremez, yarınını
bilemez hale geldi. Ne yapılsa kurtulunur bu
çöküşten? iktisatçılar bu vesileyle epeyce boy
gösterdiler. Vatandaş memleketin nasıl
kurtulacağının yol ve yordamını öğrenebilir miyim?
diye günlerce TV ekranı karşısında sabahladı.
Kriz derinleştikçe iktisatçılara bel bağlayanlar
biraz daha umutsuz hale geldi. Konuş konuş konuş
Ancak çare yok. Aslında bu iktisatçıların da pek
bildiği bir şey yoktu! "İki ay izin versinler tüm
sorunları çözerim" diyen eski siyasetçiler bile,
boş da olsa bir ümit verdiler, hiç olmazsa vatandaşı
tebessüm ettirdiler. Ancak iktisat uzmanları, bilim
adamları kıt kaynaklar gibi umudu da olduğundan
daha da kıt hale getirdiler. iktisatçılardan umut
kesilince dervişlerin peşine düşüldü, ancak gün
geçtikçe Derviş'e bağlanan umutlar da söndü.
Duvarlara yapıştırılan ve üzerinde "dolar
yasaklansın" yazan afişlerin çare olup olamayacağı
soruldu, "cebine giren döviz, bir kişiyi sokağa
atıyor" bez ilan1arı tebessümle okundu döviz
bürolarına girip çıkılarak Bu kampanyalar "gönülden"
desteklendi ,ama yastık altındaki döviz TL'ye
çevrilmedi. Milli duyguları okşayan konuşmacılar
salonlarda alkışlandı ama insanlar dışarı çıkınca
duygusallıklarını üzerlerinden hemen atıverip
servetlerini milli para yerine yabancı paralarla
tutmayı yeğlediler. Seçimlerde milliyetçi partilere
oy verip vicdanlarını ve duygularını tatmin ettiler
ama güvenilir ve nihai sorun çözücü olarak,
dünyanın egemen güçlerini, (Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, İMF ve Dünya. Bankası vs.) gördüklerini
sessizce itiraf ettiler. Küreselleşme karşıtı
söylemleri tebessümle izlediler, ancak vitrinleri
gezen bir müşteri veya defile salonlarındaki
mankenleri izleyen bir moda takipçisi gibi değil,
geçmişi hatırlayıp iç geçirerek, rengarenk yerel
kıyafetleriyle gösteri yapan folklor ekiplerini
seyreden bir orta yaşlı insan gibi. Kimse ekonomik
kararlarına duygusallık karıştırmadı. Çünkü insanlar
iktisatçıların dediği gibi gerçekten rasyonel
davranıyordu. Bunu en açık biçimde nakit
servetlerini korumak için, kendi ulusal
hükümetlerinin denetiminde olan ulusal paraya
değil, Amerikan veya Alman hükümetlerinin
kontrolündeki yabancı paraya daha çok
güvendiklerini göstererek ortaya koydular. Yani
vatandaş elinden geldiği kadar işini "sağlama"
bağlamaktaydı. Ancak ekonomi, iktisatçıların
bireysel düzeyde çok mantıklı olan bazı ekonomik
kararların herkes tarafından aynı şekilde
benimsenmesi halinde, ulusal düzeyde aynı mantıksal
sonuçlara ulaşılamayabileceğini söyledikleri duruma
benzer bir sonuca doğru hızla ilerliyordu.
Vatandaşın kendisini kötü yönetimden koruma
tedbirleri ekonomideki krizi hem derinleştiriyor
hem de yeniden üretiyordu.
Suçlular Suçlu
Arama Peşinde
Bu arada paradoksal ve ironik durumlar ortaya
çıkıyordu. İnsanlar bu ekonomik krizin suçlularının
yakalanmasını istemekte, belki de bir günah keçisi
aramaktadır. Ama sonuçta suçlulardan suçluların
bulmasının istendiği bir' tabloyla karşı
karşıyayız. Suçlular, kendilerinin suçlu
olmayacağını düşündüklerine göre giyotinin önüne
atılacak birilerini arıyorlar. Krizin baş suçluları
olduğu söylenenlerin üzerine gidildikçe kriz daha
da büyüyor. Hortumlar hortumsular ekranlarda resmi
geçit yapıyorlar. Hortum içerikli güldürü programlan
en yüksek reytingi yapıyor. Toplum, öyle enteresan
ki, bir taraftan hortumlandığı için üzülüyor, diğer
yandan nasıl hortumlandığını seyrederek eğleniyor.
"Aile fotoğrafındakileri" bir bir içeri atmak, bir
yandan kamu vicdanın rahatlatıyor ama öte yandan
sermaye kaçışını hızlandırarak krizi
derinleştiriliyor? Yolsuzluklarla. mücadele
siyasetin en önemli uğraş alanı haline geliyor.
Diğer alanlarda olduğu gibi, burada da siyaset
işliyor ve efsanevi yolsuzlukla mücadele
yolsuzlukları yapılıyor. Kırtasiye ile mücadele
bakanlığı kurularak kırtasiyenin iki katına
çıkarılması gibi, her yolsuzlukla mücadele
dalgasının arkasından daha derin yolsuzlukların ucu
görünüyor. Bu kadar "yol"suzun olduğu bir yerde
işler nasıl yolunda gitmesi beklenir ki!
Krizin Kökleri Ta
Derinlerde
iktisatçıların krizi açıklaması, birçok günah keçisi
arayan insanı memnun edici değil ama çok açık ve
basit. Kriz bir kurban, bir günah keçisi ile
giderilecek gibi değil; ta içimizde,
derinlerimizde.
Krizin açıklaması basitçe şöyle: Bu topraklarda her
ne olduysa üretmeden tüketen insanların sayısı
göreli olarak artmaya başladı. Her toplumda değişik'
oranlarda üretmeden tüketen insanlar vardır. Ancak
bizdeki süreç öyle hızlı ve ani oldu ki, ekonominin
kapasitesi, üretmeden tüketmek isteyenlerin
taleplerini karşılayamaz hale geldi. Peki" bu nasıl
oldu? Birkaç aşamalı bir süreç. Önce, yeterince
üretmediği halde, merhameti bol, başkasının
servetini başkasına dağıtma konusunda cömertliği
ile tanınan "devlet baba", çok üretiyormuş gibi
bazı toplumsal kesimlere tüketim hakkı tanıdı.
Devlet o zaman çok iyi bir babaydı. Kimden, nasıl
ve hangi şartlarda aldığını söylemden birilerine
veren, bunu da baştan beri sahip olduğu meta fizik
gücüyle açıklayan bir devletti. Herkes, bu devletin
başına bir zeval gelmemesi için duacıydı.
Bana Atasözlerini Söyle Sana Kim Olduğunu
Söyleyeyim
Askerlik anılarımızın en ilgi çekenleri, hemşehri
bir komutanın gölgesinde yapılan kaçamaklar,
iştimadan kaçışlar, iltimaslar ve kayırmaları
içerenleridir. Başkaları güneşin altında eğitim
yaparken bizim nasıl ağacın gölgesinde
'uyuduğumuzu, başkaları hamama grup halinde girerken
bizim hemşehri başçavuşu ayarlayarak hamamı
saatlerce yalnız başına kullandığ1mızı" hafta
sonları' evci kağıdımız olmadan nasıl dışarılarda
kaldığımızı büyük bir marifetmiş gibi anlatırız.
Dersine çok çalışan çocuğun lakabı inektir, kopya
çekerek geçeninki ise uyanık. işini dürüst yapanın,
çalıp çırpmayanın ödülü, "devleti sen mi
'kurtaracaksın" şeklindeki bir kınanma cümlesidir ya
da "beceriksiz". Yüksek maaşlı, düşük zahmetli
devlet işleri en gözde mesleklerdir. Kollektif
sorumluluk gerektiren yerlerden kaçmak evladır,
sonra şahit yazarlar başın belaya girer. "iş buldun
mu sıvış, yemek buldun mu giriş"; "Üzümü ye
bağını, sorma"; ",Devletin malı deniz yemeyen
domuz"; "Bal tutan parmağını yalar'; "Bedava sirke
baldan tatlıdır" en yaygın atasözü ve halk
deyişlerimizdir. Bu sözler hep "bizim" tarafımızdan
olayın nasıl görüldüğünü anlatır. "Başkaları" üzümü
yer bağını solmazsa, başkaları bal tutarken
parmağını yalarsa, başkaların iş bulunca sıvışır
yertıek bulunca girişirse onlar ya komünist, veya
vatan - haini yada gericidir. Biz yaparsak iyi
"başkaları" yaparsa, suç. Milletvekillerimiz başka
mükelleflerden (bunların kim olduğu bizi pek
ilgilendirmez) toplanacak vergileri bizim
bölgemize,ilimize, köyümüze aktaracağını söyleyince,
bu kahraman vatan sevdalılarını avuçlarımız
acıyıncaya kadar alkışlarız. Onlara hakikaten bizim
vekilimiz olduklarını ispat etmişlerdir. Ama bizim
vergilerimizi başkalarına verince de, aynı vekiller
vatan haini oluverirler birden. Milletvekillerinin
insanları kandırmasına değil, bizi kandırmasına
kızarız. Halbuki biz onları başkalarını
kandıracaklarını, vadettikleri için seçmiştik.
Beşeri Kaynaklar
Üretken Olmayan Sektörlerde
En
zeki çocuklarımızı okutup devlet hizmetine göndermek
için azami çaba israf ederiz. Ama bizi asıl
ilgilendiren onların devletin hangi hizmetini
gördükleri değil, devletin onlara nasıl bir bordro
verdiğidir. Tanıştığımız kişiye ilk önce ne iş
yaptığını değil, ne kadar kazandığını sorarız. Bu
kazanç, zahmeti düşük bir kazançsa, bize de
benzerini ayarlayıp ayarlayamayacağını öğrenmek
isteriz. Çok çalışıp yorulana acır, yorulmadan
kazanana ise gıpta eder, öykünürüz. 10 kişilik bir
iş yerinde 25'inci kişi olmak için her siyasi
partinin kapısını, hemşehri derneklerini, Akrabaları
ve kullanabileceğimiz diğer tüm beşeri kanalları
enva-i çeşit bağlantılar kurarak yoklarız. Bizden
önce birileri yokladıysa ve onların torpilleri daha
güçlü olduğu için bize bir şey kalmadıysa da "Lanet
olsun! Bu ülke adam olmaz. Torpilsiz hiçbir şey
yapılmıyor" diyerek hayıflanırız. İktidardakiler'
partizanlık yapıyor diye yakınırız, oy verdiğimiz
parti iktidara geldiğinde rozetimizi takar, il,
ilçe teşkilatına uğraş, "vatan millet için her
türlü fedakarlığa hazır" olduğumuz beyan eder;
hazırlanan listelerde yerimizi almaya
çalışırız.Gerekirse bu şekilde "vatan yolunda" kavga
bile ederiz. Vatana bağlılığımızın bir göstergesi
olarak, gazetelerden en dikkatli ihale ilanlarının
yeraldığı resmi gazeteyi okuruz.
itaati yüceltir, bir şey üretmeyi, kendi başına
fikir geliştirmeyi, atalarımızın şanlı geçmişindeki
büyük birikimin öğrenilmesinin yeterliliğine atıf
yaparak, kınarız. Düşünerek konuşanları değil,
bağırarak atışanları izleriz. Aramızdan hasbelkader
kendi kafasıyla düşünen birkaç kişi çıkarsa, bir
fırsatını bulur onların boğazlarına "Salkım Hanımın
Taneleri"ni geçirmek için fırsat kollarız.
Büyük beşeri yatırım yaptığımız çocuklarımızı,
DPT'nin, Hazinenin, Hariciyenin odalarında sabahtan
akşama kadar bir iki evrak hatırına oturmaya razı
olmayıp, siyasal entrikalara karışmalarına anlam
veremeyiz. Hukukumuzun siyasallaşmasından,
üniversitelerimizin bilgi üretim merkezleri
olmamalarından yakınırız.
Hani Kayserilileri zeki çocuklarını okuldan alıp
ticarete. yönlendirdikleri, yeterince zeki
olmadığını düşündüklerini de adam olsun, ortada
kalmasın diye okula gönderdiklerini anlatan meşhur
bir hikaye vardır. Bu hikayenin ilgi çekici
olmasının nedeni ülkede tersinin geçerli olmasıdır.
Eğer en kafası çalışan, en yetişkin, en becerikli
insanlar rant değil de üretim için enerjilerini;
harcasalardı, bugün Türkiye krizdeki ekonomilere
borç veren ülke durumunda olurdu.
Dil bilen, dünyayı tanıyan yetişmiş insanlarını,
yüksek rant ortamıyla piyasa üretiminden çekerek
devlet çarkına dahil eden bir ülke, hangi beşeri
güçle, ekonomik hamle yapacaktır? Ekonominin yükünü
devletin himmetinden istifade edemeyenlere yükleyen,
gerektiğinde onlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi
yapan bir birliktelik ne kadar hakkaniyetlidir?
Toplumsal üretimden payalmak için üretime yapılan
katkının değil, sahip olunan özelliklerin öne
çıktığı bir bölüşüm sistemi ne kadar adaletlidir?
Bir inşaat işçisi beş yabancı dil bildiği için
diğerlerinden daha fazla ücreti hak eder mi? Bu
sorular yerine sağcı mısın solcu mu? laik misin
dinci mi? Birinci cumhuriyetçi misin ikinci
cumhuriyetçi mi? Türkçümüsün, kürtçü 'mü? gibi
soruları tartışırız. Çünkü kavga, üretime
katılmadan tüketimden daha fazla pay alma
kavgasıdır. Toplumu gerginleştiren çatışmaların
temelinde bu kavga yatmaktadır.
Kurtuluş İçin Önce Kurtarıcılardan Kurtulmak
Gerekir
Hayatını bir şekilde devlet
mekanizmalarını araya sokarak, başkalarının
üretimine el koymak suretiyle sürdürmeye alışkın ve
bu konumunu kimseyle paylaşmak istemeyenlerin
saltanatı devrilmeden bu toplum sükun bulamaz.
Siyaseti yozlaştıran, hukuku politize eden, eğitim
kurumlarını kısırlaştıran temelde bu rant
kavgasıdır. Üretenin ödüllendirildiği, tembelin
cezalandırıldığı bir toplumda insanlar arasındaki
farklılıkları belirleyen temel kriterler, kıyafet,
cinsiyet, inanç ve etnik köken olamaz. Gelişmiş tüm
ekonomilerin, insanları üretime katkı niteliğine
göre tasnif eden kriterler geliştirdiklerinden
ötürü başarılı olduklarını görmezden gelenler
toplumun önünü açamaz. Birilerinin ürettiğine nasıl
el koyacağının mekanizmalarını geliştirmeye kafa
yoranlar, sürekli kendileriyle birlikte içinde
bulundukları gemiyi de batıracak kurtuluş
reçeteleri üretmektedirler. Bu nedenle krizden
kurtuluş hareketi, öncelikle kurtarıcılardan
kurtulmakla başlamalıdır. Rant dağıtan kurumların
ortadan kalktığı, insanların resmi gazetelerini
sıkı takip ederek değil, yetenek ve çabalarıyla
piyasalardan sağladıkları kazançla da hayatlarını
sürdürdükleri bir ortamın oluşturulması en acı fakat
uzun vadeli en gerçekçi' çözümdür. Unutulmamalıdır
ki, seni kurtaracağına inandığın kişi, sana rağmen
de olsa önce kendini kurtarmaya çalışacaktır.
Kurtarılacaklar listesindeki yerinden hiçbir zaman
emin olma, bu sıra ömrünün izin vermeyeceği
kadar gerilerde olabilir. Tıpkı şimdiki krizde
olduğu gibi.
|