|
İktisat ve Maliye Alanında Sinsi
Gelişmeler
İktisat ve maliye alanından yavaş yavaş topluma
yerleşmeye yüz tutan fikir ve söylemler, derin
düşünüldüğünde, oldukça ürkütücü gözükmektedir. Ne
var ki, bu fikir ve söylemler, toplumun büyük
kesimi tarafından fazla incelenmeden kabul
gördükçe, medya tarafından daha da bir
bastırılarak, ciddi bir biçimde toplumun malı
haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bugün bu zararlı
fikirler üzerine söyleşi yapmak istiyorum.
Geçen günlerin birinde, televizyonda ilginç bir
propaganda-haber yayınlandı. Haberde, devletin doğu
ve güneydoğu yörelerine, bu yörelerde vergi olarak
toplandığının çok üzerinde kamu harcaması yaptığını,
buna karşılık batı bölgelerinde ise durumun tersi
olduğunu bildiriliyordu. Fazla bir yoruma yer
verilmeden geçilen bu haber, aslında olumsuz bir
propaganda niteliği taşımaktadır. Aslında fevkalade
"olması gereken" bir haber, insanların kafasında,
hükümetin bir yandan batının kaynaklarını
kullanırken, diğer yandan da doğuya güzel bir jest
yaptığı ya da bir lütufta bulunduğu imajı
oluşturacak bir biçimde verildi.
Bu yaklaşım fevkalade yanlıştır. Bir defa, batı ile
doğu bölgeleri arasındaki kaynak akım ve
aktarımları, devletin bunları geri çevirmesini
gerektirecek düzeydedir. Göreli kalkınmışlık, okul,
yol, su vb. gibi ölçütler açısından hiçbir benzerlik
taşımayan bu iki farklı yöreyi olabildiğince
birbirine yaklaşık ya da eşit düzeye getirmek
devletin aslî görevlerindendir. İkincisi, devletin
batı yörelerden topladığı vergi, artık bu aşamadan
sonra... doğunun ya da batının kaynağı değildir.
Vergi olarak toplanan kaynaklar, tüm ülkenin
kaynağıdır ve geliş yerine bakılmaksızın, tüm ülke
ihtiyaçları arasında hakkaniyet ölçüsü içinde
dağıtılmalıdır.
Verginin kaynağı ile bu vergi gelirinin harcanması
gereken yerin aynı yada yakın olması fikri,
liberal-sağ ya da kapitalist görüşlerin temel
felsefesidir. Bunlara göre, ödenen vergiler, aynı
zamanda bu vergileri ödeyenlere kamu hizmetlerini
yönetme güç ve otoritesini de vermektedir. Bunun
anlamı, ekonomik güçlerin topluma hakimiyeti sadece
bizzat kendilerinin piyasada gösterdikleri satın
alma gücü ile değil, fakat devlete ödedikleri
vergilerin kullanılış biçimini yönetme otoriteleri
ile de belirlenmektedir.
Ödenen vergiler yolu ile harcama miktar ve
bileşimini denetleme gücü oluştuğu görüşü, devlet
bütçesi ile özel bütçe görüşleri arasındaki farkı da
ortadan kaldırmaktadır. Özel bütçelerde önce
gelirler saptanır, ona göre harcamalar belirlenir.
Devlet bütçesinde ise, önce toplumsal ihtiyaçlar
belirlenir, buna göre devlet "vergi salma gücü"nü
kullanarak, varlıklı kişilerden vergi alır. Bu ilke,
bir kere, vergi yükünün varlıklı kişilerden
diğerlerine kaydırılması ile bozuldu. İkinci olarak
da, bu bozulmaya rağmen, güçlü grupların kamu karar
ve harcamalarına hakim olmaları gündemden gitmedi,
tam ters, ön safa çıktı. Böylece devlet ya da kamu
otoritesi, özel ekonomik güç otoritesi altına girmiş
oldu. Bunun sonucunda ekonomik gücü olmayanlar,
sadece piyasa içinde değil, fakat kamu ekonomisi
alanında da güç kaybına uğradı. Devletin
küçültülmesi, anayasal iktisat veya anayasal maliye,
işte hep bu görüşlerin birer ürünüdür. Bu görüşler,
refahın kaynağını ve refahın gayri âdil dağılımının
tüm olumsuz sonuçlarını görmezden gelerek, sadece
ekonomik gücü, özel alanda olduğu kadar, kamu
alanında da üstün ve hakim kılmaya çalışmaktadır.
Bu durumda mücadele, bir yandan sermaye mülkiyetinde
yer almak, diğer yandan da siyasal karar
örgütlerinde etkili olmayı gerektirmektedir. Bugün
açmaya çalıştığım sorunun cevabı da, birçok diğer
konuda olduğu gibi, bizi aynı noktaya getirmiş
oldu.
Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi
Maliye Bölümü
|