|
Piyasa Süreci Teorisinin Ahlâk Anlayışı Üzerine Bir
Not
1. Giriş
Sosyal bilimler felsefesinde ahlâkın pratik ve
teorik yeri en önemli tartışmalardan birini
oluşturmaktadır. Özellikle, "modern" kavramıyla
tanımlanan sosyal düşüncenin bir uzantısı olan "neo-klâsik"
iktisat, ahlâk kavramını dışlayan bir sistem
kurmaktadır. Nitekim neo-klâsik iktisadın firma
teorisinde, ahlâkın yeri olmadığı gibi, bütüncül bir
model olarak tanımlanan bu sistemde herhangi bir
ahlâk temelli yapı, sistemin yetersizliğine de
işaret edeceğinden, teorik tutarsızlığa yol
açmaktadır. Bu açıdan bakıldığında bireylerin
davranışları ve piyasada ortaya çıkan sonuçlar
arasında nedensellik kurmak her zaman mümkün
olmamakta, ayrıca belirli bir ahlâkî normdan
hareketle piyasada ortaya çıkan sonucu
değerlendirebilmek de imkânsız hale gelmektedir.
Bu yazı çerçevesinde vurgulanmak istenen en temel
nokta, piyasaya dışarıdan belirli bir ahlâk normunu
zoraki bir şekilde uygulatmanın beklenilmeyen
olumsuz sonuçlar doğuracağını ifade etmektir.
Toplumların kendi çıkarlarını güden bireylerden
oluşması ve bu bireylerin hali hazırda bir ahlâk
tasavvurlarının olması hem bireylerin sübjektif
değer yargılarında hem de tercihlerinde etkin rol
oynamaktadır. Bunların dışındaki ahlâkî dayatmalar
sadece işlem maliyetlerini daha da artıracaktır.
Ahlâkın piyasa iştirakçilerinin kendi yapısında
varolduğunu ifade eden ve piyasa dışından yapılacak
olan ahlâkî baskıların olumsuzluk meydana
getireceğini ortaya koyan piyasa süreci teorisi bu
konuda "ahlâkın ilgisizliği argümanı"nı geliştirmiş
ve kendiliğinden bir düzenin kendi ahlâk anlayışını
da geliştereceğini öngörmüştür. Bu nedenle, ahlâk
sorununa dışsal bir çözüm bulma çabasının sadece
sosyal problemleri artıracağını iddia etmiştir.
2. İktisat, Piyasa ve Ahlâk
İktisat bilimi içinde ahlâk tartışmaları,
çoğunlukla, piyasanın, servetin yaratılmasında
oldukça etkin olmasına karşın, dağıtım süreçlerinde
başarısız olduğu iddiası
çevresinde yapılmaktadır. Buradan hareketle, ahlâkı
temel alan bir mekanizmanın dağıtımı yapmakta daha
etkili olacağı görüşü, yaygın olarak kabul
edilmektedir. Ancak, piyasa süreci teorisi, bu
görüşün karşısında yer almaktadır. Bu teoriye göre,
piyasa mekanizması ekonomide bilginin en etkin
aktarılması yoludur. Bu an-lamıyla da, herhangi bir
adaletsizliğe yol açmamaktadır. Kendi kararlarını
vermekte özgür olan bireyler, piyasanın yarattığı ve
dağıttığı bilgi ile hareket edeceklerdir. Daha da
önemlisi, piyasanın herhangi bir adaletsizliği
düzeltmek gibi bir amacı da yoktur. Piyasa,
bireylere daha etkin kararlar vermelerini sağlayacak
bir araçtır. Piyasanın hem servetin yaratılmasını
hem de dağıtımını etkin yaptığını savunan
piyasa süreci teorisine göre; bu sisteme yapılacak
müdahaleler, sisteme yanlış bilgilerin girmesine ve
bireylerin sistemdeki bilgileri yanlış
yorumlamalarına neden olacaktır. Piyasa, bireysel
tercihlerin ve bekleyişlerin fiyatlar yoluyla
birbiriyle uyumlu hale getirildiği bir sistem olduğu
için, ahlâkî normlar veya tercihlerin de etkin bir
şekilde işlemesi piyasa sisteminde yer alacaktır.
Sübjektif tercihlerin yönlendirmesi ile işleyen
piyasa, bireylerin bir düzen içerisinde hareket
edebilmelerine de imkân sağlamaktadır. Tercihlerin
ne ölçüde realize edilebileceği de piyasa
içerisinde belirlenmektedir. Bireylerin tercihlerini
yanlış yapmaları veya piyasadaki bilgiyi yanlış
yorumlamaları sonucu ortaya çıkacak olan
etkinsizlikler bile, diğer bireyler için işlem
maliyetlerini azaltan unsurlar olacak ve piyasa
dinamik bir süreçte bilginin daha etkin kullanımını
sağlayabilecektir.
Bu çerçevede, piyasada işlem yapan bireyler,
piyasanın yarattığı ve dağıttığı bilgiyi istedikleri
şekilde kullanma özgürlüğüne sahiptirler. Piyasa
mekanizmasının, bireylerin tercihleri ve amaçları
dışında sağlamayı hedeflediği ve önceden
tanımlanmış bir amacı bulunmamaktadır. Bu sistem
içinde, toplam piyasa iştirakçileri açısından,
minimum maliyete yol açan amaçların
gerçekleştirilmesi daha fazla olacaktır. Nitekim,
bireylerin niyetleri veya motivasyonlarından ziyade,
toplumdan yansıyan sübjektif bekleyişleri ne ölçüde
karşılayabildikleri belirleyici olacaktır.
Bireylerin ahlâkî tercihlerinin ne olduğu,
davranışlarının piyasadaki sonuçları açısından
belirleyici olmayacaktır. Piyasayı bireylerin
tercihleri ve anlayışları dışında genel bir ahlâk
normunu sağlamaya yönelik bir araç olarak görmek,
dışsal amaçları modele dâhil etmeyi getirecektir.
Herhangi bir ahlâkî meşrulaştırmayı dışlayan piyasa
süreci teorisi, klâsik liberal prensipler
içerisinde, piyasanın ahlâk yapısından bağımsız
olmasını ileri sürmektedir. İşleyen bir piyasa
içinde zaten ahlâkî tercihler ve niyetler piyasayla
uyumlu hale geleceği için, bireylerin ahlâkî
anlayışının piyasa üzerinde bir etkisi
olmayacaktır. Bununla birlikte, piyasa
mekanizmasının adaletli işlemediği argümanı, ahlâkın
tamamlayıcı bir unsur olarak sunulmasına meşru bir
zemin sağlamaktadır. Belirli bir düzen anlayışı ve
özgürlüklerin kısıtlanması yoluyla piyasaya müdahale
çabaları, piyasanın etkin bir şekilde işlemesini
engellemektedir.
Ahlâkın gerekliliği problemini devletin ekonomik
hayattaki yeriyle de ilişki-lendirmek faydalı
olacaktır. Eğer piyasa sistemi, Hayek ve
takipçilerinin iddia ettiği gibi, ahlâktan bağımsız
olarak serveti hem yaratıp hem de dağıtacaksa, bu
açıdan devletin de ekonomik gerekliliğinin
tartışılması söz konusu olacaktır. Bireysel
hakların bir koruyucusu olmaktan öte bir anlam
taşımaması beklenen devletin, bireylerin amaçlarım
belirli şekillerde tanımlar hale gelmesi ve belirli
bir ahlâkî normu uygulatma çabası içine girmesi,
piyasanın işlemesi önünde önemli bir engel teşkil
edecektir.' Piyasadaki bireylerin fiyat sinyallerini
etkin olmayan sonuçlar doğuracak şekilde
yorumlamasına yol açacak olan bu müdahaleler, nihaî
amaçlar-dan bağımsız olan piyasanın belirli amaçlar
yönünde manipüle edilmesine neden olacaktır.
Devletin toplumsal refahı artırıcı bir fonksiyon
üstlenmesi, bireysel hakların korunmasının önüne
geçtiği durumlarda, bireysel ahlâkın üstünde bir
sosyal kamu ahlâkının empoze edilmesi sonucunu da
doğurmaktadır. Bu ise, sadece ekonomik sonuçları
itibariyle bile bireylerin seçim özgürlüklerinin
kısıtlanmasına neden ol-inakta ve bireyin üstünde
olan bir devlet anlayışına yönelmektedir. Devlet
müdahalelerinin başarısızlığının teorik nedenlerinin
başında gelen bilgi problemi açısın-dan bakıldığında
da, böyle bir sistemin kendi hedeflediği amaçları
açısından bile etkin olmayan sonuçlar ortaya
çıkaracağı muhakkaktır.
Ekonomik kurumlan ahlâkî bir temele dayandırma
çabası, devletin de ahlâkî bir temele
dayandırılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu, yukarıda
işaret edilen problemlerin sistemin ayrılmaz bir
parçası olmasını kolaylaştırmaktadır.
Buraya kadar piyasa süreci teorisinin genel olarak
ahlâk ve piyasa ilişkisine bakış açısını ifade
ettikten sonra, şimdi piyasa süreci teorisinin
dışarıdan ahlâk empoze edilmesine karşı olmasının
nedenlerini ve fikrî temellerini belirtmek yararlı
olacaktır. Her ne kadar bu soruya etraflıca bir
cevap verebilmek bu yazı içerisinde mümkün değilse
de bu karşıtlığın Avusturya İktisat Okulu'nun
kurucusu olan Cari Menger ile şekillendiğini
söyleyebiliriz.
3. Piyasa Süreci ve Ahlâk
Piyasa süreci teorisinin kumcusu olarak kabul edilen
Cari Menger, sosyal bilimlerin metodu üzerine
yazdığı eserinin (1985) son kısmında, iktisada
ahlâkî yaklaşımı üç sayfalık kısa bir notta
tartışmaktadır. Menger'e göre ahlâk, insan
faaliyetini ve sosyal kurumların gelişimini
anlamakta özel bir yere sahip değildir. Ahlâk'ın da
bilimsel bir kategori olarak incelenebileceğini
kabul eden Menger, bu bağlamda ahlâka ayrıcalıklı
bir yer vermeye de gerek görmemektedir (1985, s.
62). Bu nedenle, ahlâk piyasadaki bireylerin bilgiyi
değerlendirmelerinin bir üst kategorisi olarak
kullanılmamalıdır. Piyasa sistemi, bir başka deyişle
katallaksi (evrensel
mübadele ağı) içinde, bireylerin davranışları her
zaman ilk baştaki niyetlerine uygun sonuçlar
vermeyebilmektedir. Diğer bütün sosyal kurumların
olduğu gibi, ahlâkî davranışların da niyetlenmemiş
(unintended) sonuçları kaçınılmazdır. Bu ahlâkı
incelemenin anlamsız olduğu veya ahlâkın
gereksizliği şeklinde bir sonuca gitmemektedir.
Aksine, sosyal kurumların kendiliğinden oluşumunda
toplumun ahlâk dokusu önemli bir belirleyicidir.
Ancak, nedensellik ilişkileri bağlamında ahlâk,
ekonomik hayata ilişkin anlamlı sonuçlar
üretememektedir. Kendiliğinden doğan
düzen geleneğinin önemli bir temsilcisi olarak kabul
edilen Menger'in iktisadî anlayışının merkezinde,
kendi çıkarını düşünen bireyle-rin davranışlarının
niyetlenmemiş yansımalarıyla ortaya çıkan düzen
kavramı bulunmaktadır. Bireylerin motivasyonlarının
öneminin olmadığı bir sistemde, ah-lâkın
belirleyiciliğinin de ortadan kalkacağını tahmin
etmek güç olmayacaktır. Zira bireylerin
davranışlarında belirleyici olan rasyonellik
olmaktadır. Daha da ötesi, bireylerin
motivasyonlarını ve niyetlerini davranışların
sonuçlarından bağımsız olarak değerlendirebilmek
mümkün değildir.
Ahlâkî davranışın ekonomik davranışa göre daha etkin
sonuçlar ortaya çıkaracağı düşüncesi, belirli bir
ahlâkî norma göre hareket eden bireylerin
davranışlarının niyetlenmemiş (unintended)
sonuçlarının olmadığını varsaymaktadır. Bu durumda
da ahlâkı, diğer sosyal kurumlardan ayrı düşünmek
gerekmektedir ki, Men-ger buna yanaşmamaktadır.
İnsanın anlayışının ötesinde bir bilgi kategorisine
dayanmak zorunda olan bu düşünce, hermenötiğin
bizlere gösterdiği pek çok problemin de bir
varsayımla dışlanmasını getirmektedir. Böyle bir
anlayış, bizi, doğrunun objektif ve mutlak olması
ve bireylerin de bu insanüstü kategoriyi tam olarak
anlayıp uygulamaları gibi tarihle pek de uyumlu
olmayan bir sonuca götürmektedir.
Menger'e göre, sosyal kurumlar bireylerin bilinçli
davranışlarıyla değil, kendi çıkarları peşinde
koşmalarının tali sonuçları olarak ortaya
çıkmaktadır (1985, s. 146). Bunun ekonomideki en
önemli örnekleri, piyasa ve paradır. Bireyler,
piyasaları bilinçli olarak kurmazlar, nihaî amaçlan
piyasada mübadele yapmaktır. Piyasa bunun bir tali
sonucudur. Tarihte de piyasalar kendiliğinden doğan
bir düzen çerçevesinde ortaya çıkmışlardır. Aynı
şekilde, paranın ortaya çıkışı da kendiliğinden
doğan bir düzeni takip etmektedir7 (1985,
s. 146; 1994, s. 257-62). Ahlâkın da bireylerin
bilinçli tercihlerinin dışında ortaya çıktığını
düşünen Menger, doğal kanunların bu
bilinçli tercihlerinin dışında ortaya çıktığını
düşünen Menger, doğal kanunların bu alanda da
işlediğini savunmaktadır.8 Sosyal bir
yapı olarak ahlâk sistemi de kendiliğinden doğan
düzen ve evrim kavramları çerçevesinde
anlaşılabilecek bir olgudur. Menger'in görüşlerinin
doğal bir uzantısı sübjektif değer teorisinde
kendisini bulmaktadır. Malların değerinin
tüketicilerin bu mallara verdiği değer üstü ne
kurulu olduğunu düşündüğümüzde, bireylerin ahlâkî
değerlendirmeleri de mal ların değerinin ne olacağı
üzerinde dolaylı olarak etkili olacaktır.
Ahlâkî yapıların toplumun işlem maliyetlerini
azalttığı bir gerçektir. Bireylerin davranışlarının
istenmeyen sonuçlarını azaltmak, veya daha az
maliyetli hale getirmek yönünde ahlâkın önemli bir
fonksiyonu vardır. Ancak bu fonksiyon, ahlâkı diğer
sosyal kurumlardan ayrıcalıklı bir noktaya
taşımamaktadır. Meselâ, aynı fonksiyonu hukuk
kurumunun da oynadığını söylemek mümkündür. Esas
amacı işlem maliyetlerini azaltmak olarak
belirlediğimiz zaman, ahlâkın gerekliliğini değil,
maliyetleri azaltmanın önemini vurgulamış
olmaktayız. Hatta bir adım daha ileri gidersek,
böyle bir yaklaşım, ahlâkın herhangi bir sosyal
kurum olduğu anlayışını da desteklemektedir.
Hayek'in fikirleri çerçevesinde, ahlâk da diğer
kurumlar gibi grup seçimi (group selection) süreci
içinde oluşmaktadır (1988, s. 68).
Bireylerin sübjektif anlayışlarını ve davranışlarını
şekillendiren ahlâkî normların, niyet dışı olarak
ortaya çıkan sosyal kurumların anlaşılmasında da
yardımcı olması söz konusu değildir. Niyetlerin
ahlâkî bir değerlendirmesi, bize motivasyonlarla
sonuçlar arasında mekanistik veya nedensel bir
ilişki kurma konusunda yardımcı olamayacaktır. Zira
bireysel davranışın sosyal sonuçları, bireysel
amaçlarla her zaman aynı değildir. Piyasada sosyal
olarak ortaya çıkan sonuçta, sadece bir bireyin
değil, diğer bireylerin de etkisi vardır. Düzen ise
ancak sosyal sonuçlarla açıklanabilir.
Bununla birlikte, iyi niyetten iyi sonuçlar ortaya
çıkmaz demek (veya tam tersi), ahlâkın insan
davranışları üzerindeki belirleyiciliğini dışlamak
anlamına da gelmez. Ancak, bilginin ve zamanın
sınırlılığı (veya daha geniş olarak, insanın
sonluluğu) ahlâkı temel alan davranış kalıplarının
sosyal düzleme taşındığında aynı mükemmellikte
sonuçlar vermemesine neden olmaktadır.
Kendiliğinden düzen içerisinde bireylerin bilgileri
azaldıkça ve kısıtları arttıkça, davranışlarının
niyetlenmemiş sonuçlan da artacaktır. Menger'e göre,
sosyal bilimlere yönelik araştırmaların temelinde
niyetlenmemiş sonuçların azaltılması hedefi
olmalıdır. Bireyler belirli davranışlarda
bulunurken, diğer bireylerin nasıl davranacaklarını
da dikkate almak zorunda olduklarından, kendi ahlâkî
motivasyonlarını bilinçli olarak da değiştirme
eğilimi geliştireceklerdir. Kendiliğinden doğan
düzen zaman içinde dinamik bir dengenin oluşmasını
sağlayacaktır.
Bu sistem içerisinde kurallar, bilgisizliği
azaltmaya yönelik evrimsel bir süreçte oluşan
kurallardır. Ahlâkın sosyal düzlemden ziyade
bireysel boyutta yer almasını savunan klâsik liberal
görüşün kaynağı da böylece ortaya çıkmaktadır. Libe-
ral bir sistem kendine ulaşılacak somut ahlâkî
kurallar veya ahlâkî uygulamalar koymaz. Bunun
yerine, uyulacak kuralların sosyal bir evrim yoluyla
oluşmasını "savunur (Hayek, 1988, s. 79). Toplumu
bir düzen içerisinde tutacak olan da bu organik doku
olacaktır. Böylece davranışların belirli ahlâkî
normlara uyup uymadığından ziyade, oluşan sosyal
kurallara uygunluk belirleyici olmaktadır. Bu da
bizi, piyasa süreci teorisinin en temel argümanları
arasında yer alan hukukun üstünlüğüne
götürmektedir. Zira, piyasanın karşılıklı olarak
bekleyişlerin uyumlulaştırıldığı bir süreç olduğu
kabul edilirse, hangi ahlâkî sistemin tercih
edileceğinden bağımsız olarak bir düzen
oluşacaktır.
Burada özetlenen klâsik liberal anlayış, ahlâkın
önemini dışlamamaktadır, sadece, bireysel
sorumluluğu, sosyal sorumluluğun önüne
geçirmektedir. Belirsizliğin ortadan kaldırılmasına
yardımcı olan ahlâkî davranış, bireyin kendiliğinden
doğan düzen içinde uyumlu bir şekilde faaliyet
göstermesini kolaylaştırmaktadır. Belirli bir ahlâkî
çerçevenin piyasa davranışını kuşatması yerine,
piyasa davranışını ortaya çıkaran kuralların yapısı
daha öncelikli problem haline gelmektedir.
Bu yüzden, belki de, bütün sosyal kurumlara ilişkin
anlayışı tek bir temel düstur ile tanımlamak daha
doğru olacaktır. 'Rule oflaw' ifadesindeki law
(kanun, hukuk) bizi, sosyal hayatı düzenleyen bütün
kurumsal yapıların evrimine ilişkin genel bir kurala
götürmektedir. Piyasa sistemini oluşturan gönüllü
değişim ilkesi, sosyal kurumların ortaya çıkmasında
da temel belirleyici olmaktadır. Bu sisteme yapılan
müdahaleler, ortaya çıkan kurumsal yapıların, aynı
piyasada olduğu gibi, daha düşük sosyal etkinlik
düzeylerine ulaşılmasına neden olmaktadır.
Ahlâkî anlayışlarının ne olduğundan
bağımsız olarak, bireylerin ahlâk (ve din)
tercihlerine yapılan dışsal müdahaleler kurumların
etkin bir şekilde işlemesini engelleyecektir.
Herhangi bir ahlâkî düzenleme, ancak bireylerin
tercihleri ile uyumlu ise piyasada kendisine bir
yer bulacaktır. Eğer toplumun ahlâkî tercihleri bu
düzenleme ile birebir uyuşmuyorsa, bireylerin toplum
içindeki faaliyetleri daha maliyetli hale
gelecektir.
Buraya kadar tartışılanları özetleyecek olursak,
piyasaya dışarıdan ahlâkî normların dayatılması,
sadece piyasanın işlemesini zorlaştıracaktır.
Bireylerin ahlâk anlayışları, onların piyasadaki
tercihlerinde zaten belirleyici olacağı için,
bireylerin kendi ahlâk anlayışlarının da
kendiliğinden bir düzen çerçevesinde geliştiğini
düşünmek yanlış olmayacaktır.
Toplumun bir evrim sonucunda dengeye gelen ahlâk
anlayışının dışındaki zorlamalar, devletin toplum
üzerinde dışsal amaçlar tanımlamasına yol açar. Bu
ise, bireylerin davranışlarını belirleyen teşvik
mekanizmalarının etkin sonuçlan ortaya çıkarmaktan
uzaklaşmasına neden olur.
Kaynak:
Yrd. Doç. Dr. Fuat Oğuz, Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi
|