|
Ahmet
Güner Sayar'la İktisat Üzerine Söyleşi
Ahmed Güner Sayar, Osmanlı iktisat düşüncesine
farklı bir yorum ve bakış açısı getirmesiyle
tanınmaktadır. İktisat tarihi anlayışını
belgecilikten uzak, zihniyet çözümlemesi üzerine
kurmuş bir ekolün temsilcisidir Diğer bir ifadeyle,
iktisadı temaları sanatsal eserlerde aramaktadır. Bu
mülakatta A. Güner Sayar ile farklı iki konuyu bir
araya getirerek tartışmaya çalıştık. Mülakatın ilk
kısmında A. Güner Sayar'ın master hocası olan
ingiliz liberal iktisatçı T.W. Hutchison ile F.A.
Hayek arasındaki etkileşimi metodolojik açıdan
tahlil etmesini, A. Güner Sayar'dan istedik. Daha
sonra ise Osmanlı'nın son dönemindeki devlet-birey
ilişkisinin nasıl geliştiğini tartıştık.A. Güner
Sayar halen İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesinde öğretim üyesidir. Sayar'ın Osmanlı
iktisadi düşüncesi, iktisat teorisinin tarihi ile
ilgili çalışmaları bulunmaktadır.
PİYASA: Sayın hocam Hutchison ve Hayek'i karşılaştırdığımız zaman
liberalizme nasıl bir çizgi veya sınır çizeceğimiz
konusu geliyor gündeme, bu konuda neler
söyleyebilirsiniz?
SAYAR: Bu sorunuzun cevabı bence, Keynes'in ölümünden sonra
yayınlanan son yazısındaki bir tespitinde gizlidir.
Keynes diyor ki: "Adam Smith'in iktisat felsefesini
kapı dışarı etmemeli, fakat ona işlerlik
kazandırmalıyız" ["The Balance of the United States",
The Economic Journal, vol. 56, (1946), s. 186]. Bu
özlü ifade, değil sosyalistlere bizatihi
Keynescilere dahi bir rehberdir. Hal bu olunca,
iktisadî liberalizmin hangi versiyonu Smith'in
düşüncesinden sapma gösterecektir. Hutchison,
Smith'e daha yakın düşerken; Hayek, Smith'in
devlet-birey bağlamında devlete daha sert bakar.
Ancak, Hayek'le Hutchison'm liberalizmi ele alış-larındaki
farklar belki bir yazı oluşturacak kadar derindir.
Esas itibariyle Hayek sistem kurucudur. İktisadî
eşitliğin (sosyalizm) temel falsolarını 1930'lara
doğru kavramıştır. Buradan hareketle iktisadî
hürriyetçiliğin (kapitalizm) temel iktisat
politikasının, iktisadî liberalizm olduğunun altını
çizmiştir. Orada da kalmamış, bir sistem kurucu
olarak devlet-iktisadî birey ilişkilerini tahlil
etmiştir. T. W. Hutc-hison'ın iktisat anlayışında,
liberalizmin oluşmasının altında, kendisiyle açıktan
açığa hesaplaştığı sabırlı bir entelektüel mayalanma
vardır. Hayek 1930'larda liberalizmle olan
meselesini çözerken; Hutchison o yıllarda, 20 yaş
çizgisinde, Cambridge'de iktisat okumaktadır ve
orta-sol, ılımlı bir sosyalisttir. Onun bu çizgiden
kopup muhafazakâr bir çizgiyi benimsemesi 1960'lara
doğrudur. Sistem kurucu Hayek'e karşılık Hutchison
eleştirel akılla yani sınama-yanılma yoluyla
liberalizmde yol alırken, devlet-birey ilişkisinde
temkinlidir; bu bağlamda O, ekonomik düzlemde pek
gözü kapalı, pupa yelken yol alan liberal
iktisatçılardan farklı düşünmektedir. Bunun sebebi
Hutchison'ın gençlik sürüklenişi olan ılımlı bir
sosyalizmin hâlâ etkisinde kalması değil; tam
tersine, tam 25 yaşında pozitif iktisat için
ulaştığı kavramsal hudut ayrımını (metafizik
iktisat-pozitif iktisat), iktisat metodı'ojisine
getirmesidir. Artık pozitif alanla bağlantısı
olmayan iktisat politikaları, udini siz koyun,
temelde a priorizm'den başkası değildir. Dolayısıyla
komünizm ve faşizm gibi ideolojiler, daha Stalin ve
Hitler siyasal etkinliklerini sürdürürken, önce
onun kafasında yıkıldı. Buna Keynes'in Genel
Teori'si de dahildir. 1930'lar itibariyle T. W.
Hutchison, eleştirel aklın güdümünde iktisatta her
öneriye kendisinin geliştirdiği adese ile baktığı
için hemen herkesle ihtilaf içerisinde olmuştur.
Liberalizme gelince Hutchison, tabiatıyla
liberallerin ayrıldığı esaslar üzerinde de kalem
oynatmıştır. Bence T. W. Hutchison'ın Hayek'ten
üstünlüğü şuradadır: Ahistorik (nokta
zamanlı)-iktisat teorisinin metodolojik esasları T.
W. Hutchison tarafından 1938'de belirlenmiştir. O
tarihe kadar ortada dolaşan J. S. Mill'den mülhem
endüksiyona açık salaş bir metod anlayışını ve
arayışını yıkarak, teori kurmayı Wittgenstein-Kaufmann-Popper
ekseninde aposteriorisme oturtması, onu 20. yüzyıl
iktisat metodolojisi tarihinin 'godfather'ı
yapmıştır. Hayek-'in bir sistem kurucu olarak von
Misesci a priori yaklaşımda yol alması bu iki mühim
düşünürün liberalizm konusunda anlaşsalar bile esası
belirleyen öğelerde anlaşamayacaklarını ortaya
koyacaktır. Müsâadenizle şimdi bunların kökenine
inelim. Demek oluyor ki, liberalizme ilişkin temel
ayrım veya iki mütefekkir arasındaki düşünce
farklılığı, bunların düşünce sistemlerindeki veya
ardındaki filozoflara kadar gider. Hayek, Misesci
a-priorizme dayanır. Gerçi iki Hayek vardır. Hayek
1938'de Haberler vasıtasıyla K.Popper'in mühim eseri
Logik der Fors-chung'u tanımıştır. Popper'le tabiî
ki yazışmaları var. Popperci bir çizgiye gelmesiyle
birlikte ortada var olan iki tane Hayek'i özellikle
belirtmek gerekir. Fakat Hayek'in akademik hayatının
aşağı yukarı büyük bir kısmı Misesci bir şemsiye
altında geçmiştir ve Misesci a priorism onun
liberalizmindeki sistem kuruculuğuna yansımıştır.
Dolayısıyla iki Hayek'e karşılık bizim elimizde bir
Hutchison var. Hutchison'm entelektüel mayalanmasını
yakından izleyebiliyorum. Cambridge/-deki iktisat
öğrenciliği sırasında, iktisat metodolojisi konusuna
ilgi duymasını sağlayan, özel derslerini aldığı
hocası Joan Robinson, T. W. Hutchison'ı çok
etkilemiştir. Kısaca, Hutchison'un gözlerini Kıta
Avrupa'sına çeviren bu hocasıdır. Hatta J.
Robinson'un 1932-33'te neşredilen bir risalesi
vardır: "Economics is a Serious Subject". Robinson
bu risalesinde, özellikle Marshall geleneğinden
gelen ineniz iktisatçılarını adetâ bilimsel kilise
papazlarına denk tutar. Peki bu bilimsel kilise
papazlığı nereden geliyor? Bu bilimsellik onların a-priorizme
olan teslimiyetlerinden geliyor. Hutchison
aklediyor ki, bu a-priorizmden kurtulmak lazımdır.
Bu a-priorizmin temeli de totolojiye kadar uzanmakta
ve öneriler teste tâbi tutulma sürecini yaşamaksızın
iktisat teorisini postülalara dönüştürmektedir.
Aslında sadece kelimeler var, kelime kovanları
içinde totolojiler etrafta dolaşıyor. Şimdi testten
geçmeme ve postülalara dönüşme hali çok önemli bir
keyfiyet. T. W. Hutchison bilimselliğin ölçütü
olarak, Ludwig Wittgenstein'dan deneylenebilirlik
ölçütünü alıyor ve totolojiden kurtulabilmenin
yolunun deneylenebilirlikten geçtiğini görüyor.
Öneriler deneylenmezse ne olur? Testten geçemeyen bir öneri
bilimsellik yaftasına sahip olamaz. Bu ölçüt T. W.
Hutchison'ı Wittgenstein kanalıyla Viyana çevresine
yanaştırıyor. Orada kimler var: Rudolph Carnap,
Moritz Schlick, Otto Neurath. Bunların müşterek
noktası deneylenebilirlilik ve metafiziği pozitif
alandan dışlamak. Bu da Hutchison için çok önemli.
Çünkü o dönemde iktisat, metafizik iktisattan
ibaret. Testten geçmediği için yanlışlanamayan bir
dizi önerme iktisat teorisinin teorik zeminini
oluşturmaktadır. Dolayısıyla iktisadın kapsama
alanının pozitifleştirilebilmesi için
deneylenebilirliğe duyulan ihtiyaç T. W.
Hutchison'ı Wittgenstein'ı sahiplenmeye götürüyor.
Neticede T. W. Hutchison Kıta Avrupa'sına açılmanın
ve Almanca bilmenin zaruretine inanıyor. 1935
senesinin Mayıs ayında Almanya'ya gidiyor. Bonn
Üniversitesi'nde bir iş buluyor. Bulduğu iş çok
enteresandır, İngilizce okutmanlığı. Fakat bu ona
üzerinde çalışmakta olduğu iktisat metodolojisine
ilişkin serinin Almanya'da Almanca kaynaklarla
yoğrulmasına imkân veriyor. Hemen hemen aynı
tarihte, 1934 senesinde, Avusturyalı filozof Kari
Popper Bilimsel Araştırmanın Mantığı adlı kitabını
yayınlıyor. Pop-per, bu kitabında eleştiri oklarını
içinde Wittgenstein'in bulunduğu Viyana ekolü
temsilcilerine çeviriyor. Diyor ki, "bilimselliğin
ölçütü doğrulanabilir olmasıdır, ama doğrulanmış
teorik çerçevelerin de zaman içinde mutlaka
yanlışlanabilmesi lazımdır. Bu olmazsa metafizik
olur". Hutchison bunu kabulleniyor. Tabiî, bu me-yanda
çok önemli bir düşünürü keşfediyor: Felix Kaufmann.
Ondan Kantian ana-litik-sentetik öneriler ayrımını
alıyor, iktisat metodolojisine taşıyor. Dolayısıyla
iktisat metodolojisine ilişkin çalışması ile
Wittgenstein-Popper çizgisini iktisatla
tanıştırıyor. Yalnız Hutchison, K. Popper'e o kadar
fazla iltifat etmez. Sebebi de şudur: İktisadın
kapsama alanı içerisinde testten geçmiş sentetik
önerilerin sayısı çok azdır. Önemli olan o kapsama
alanını genişlettikten sonra, yanhşlanabilme
olasılığının artmasının gerekliliğidir. Çünkü
iktisat teorisinde, iktisadı bilim yapacak elde
avuçta sentetik öneriler pek bulunmamaktadır.
Hutchison'la Hayek'in liberalizm anlayışlarının mukayesesini
yaptığımız zaman şu ince ve hassas çizginin
çekilmesi zaruretine ben şahsen inanıyorum. O da
şudur: Hutchison'ın "a-posteriori liberalizmine"
karşılık Hayek'te "a-priori liberalizm"
bulunmaktadır. Bu ikisi çatışma halindedir. Hayek'in
gözü kapalılığına karşın, T. W. Hutchison,
liberalizmin kaypak sınırlarına dikkatimizi çeker.
Liberallerin hangi temel meselelerde bölündüklerini
ortaya koyarken, bunlar onun, Hayek ile hangi
esaslarda farklı düşündüklerinin de ipuçlarıdır. T.
W. Hutchison, muhafazakâr bir iktisatçıdır. Bu
muhafazakârlık, onun geliştirdiği a posteriorizmden
kaynaklandığı kadar gençlik yıllarında duygusal
olarak yöneldiği ılımlı sosyalistlikten kopuşunun
yarattığı bir temkini de peşi sıra getirmektedir.
Demek oluyor ki T. W. Hutchison'da liberalizmin
tehlikeli, kaypak ve oynak sınırlarını daha emin
bölgelere taşımak eğilimi vardır. O da, gelenekçi
bir muhafazakâr olmasa bile, her muhafazakâr gibi
ekonomizmden endişe duyar ve bizi, a posteriorizm'i,
liberalizmin sınırlarını, kapsama alanını
genişletecek en önemli maddî arama motoru olduğunu
düşünmeye davet eder. Dolayısıyla sırf ekonomizmin
ötesinde, toplumsal zeminin muhtevasında devletin
hizmetleri ve kamusal malların üretim meselesi daima
var olmuştur ve olacaktır da. Birlikte
yaşayabilmenin tılsımlı yalınkat bir anahtarı yok
ki! Hayek'in bu bağlamda von Misescilikten pek
kurtulamadığı görülüyor.
PİYASA:
Peki hocam, bu ^vrensel bireyciliğin karşısına yerel, kültürel
unsurlarla bezenmiş bireyciliğin çıkması olarak
düşünürsek, bu şekilde bir bireycilik açısından
Hayek ve Hutchison karşılaştırması mümkün olabilir
mi?
SAYAR:
Hutchison'da da yerel unsurlar değil, evrensel birey üstündür. Ama
yerel unsurlar dediğiniz zaman, bizi başka mecralara
götürmüş oluyorsunuz. Yani bu bizi Max Weber'e ve T.
Veblen'e de götürebilir.
Ben, açıkça ifade edeyim, Hutchison'da bu unsurlar bulunmaz. Konu
evrensel bireyin, toplum içerisinde devletle olan
münasebetinden kaynaklanıyor. Devlete ihtiyaç varsa
bu defa devletin hükümranlık alanları, iktisadî
liberalizmle olan mutabakatı nedir? Elbette ki bir
Keynesgil müdahaleciliğini ne Hayek ne de Hutchison
kabul eder. Ama, ben şunu görüyorum ki aralarındaki
temel ayırım, devletin servislerinin ne olacağı
noktasındadır.
Hutchison da, Hayek de, Richard Kahn'nın çarpan mekanizmasını
kullanarak issizlik sorununun çözülmeyeceğini, zâten
biliyorlar. Bunun ne kadar büyük bir tahrip kalıbı
olduğunu da biliyorlar. Ama sorun dönüp dolaşıyor,
zannediyorum.
uygulamayı esas alarak devletin varlığına takılıp kalıyor.
Devletin, servisleriyl bireye ulaşması söz konusu
olunca, bu meseleyi Hutchison biraz daha titiz v
dikkatli ele alıyor ve bu haliyle Smith'e göz
kırpıyor.
PİYASA:
Peki hocam, Hutchison ile Hayek'in şahsî ilişkileri nasıldı?
SAYAR:
Şimdi, efendim Hutchison'ın fılozofısi, iktisat metodolojisindeki
ko numu, hatta hayat hikâyesi pek fazla kağıda
düşmemiş, yazılmamış. Ancak benim kişisel
mektuplaşmalarımdan hareketle, biraz kurcalayarak
elde ettiğim bilgi şu Hayek'in eserlerine bakın,
bile bile Hutchison'ın ıskalandığını görürsünüz.
Hutc hison'a hiçbir atıfta bulunmaz. Halbuki
Hutchison'da bir Hayek vardır. Bir def; arada yaş
farkı var. İkincisi talebeyken 1934-1935 yılında LSE'
de Hayek'in se minerlerine devam etmiş. Sonra
1938'de meşhur bir kitabı vardır: The Signifîcan ce
and Basic Postulates ofEconomic Theory. Bu eseri ile
Hutchison, L. Robbins 'in 1932 yılında yazdığı An
Essay on the Nature and Significance of Economic
Science adlı kitabını ters yüz eder, yani onun a-priori,
Misesci yaklaşımının çıkması bir yol olduğunu
gösterir. 1938 Mart ayında Hutchison, Bonn'dan
Londra'ya gelir ve Hayek'in seminerlerinde iktisat
metodolojisine dair bir tebliğ sunar. Ama buna
rağmen, bana mektuplarında yansıtmaya çalıştığı bir
ifadeyi ben şöyle özetleyebilirim. 1930'lu yılların
başındaki Hayek'in şöhreti, 1940'lı yıllarda
sönmeye yüz tutmuştur. Şu kadar ki etraftakiler
dahi, onun eserlerine atıfta bulunmuyorlardı. Hayek
bile bile Hutchison'ı ıskalıyor, ama Hutchison da
onun temel fikirlerine karşı memnuniyetsizliğini
ifade ediyor ve 1930'larda LSE'de (Londra Ekonomi
Okulu) büyük bir şöhreti olan Hayek'in iktisat
teorisindeki başarı grafiği düşüyor, büyük bir
olasılıkla, artık işsizliğin o yükselen trendi
karşısında Key-nesyen iktisadın onun şöhretini
gölgelediğini söyleyebiliriz. Bu tarihlerden hemen
sonra Hayek'in felsefeye, politikaya, hususiyle
iktisadî sistemlere açılması ve iktisadî liberalizmi
işlemiş olması şaşırtıcı değildir.
PİYASA:
Hocam, Hutchison Politics and Philosophy of Economics kitabında,
Hayek'i 1936 öncesi ve sonrası diye ikiye ayırıyor.
K. Popper burada kesin bir hudut çizgisi görevi
görmektedir. Burada Hayek'in ilgisinin, Ekonomi ve
Bilgi konusuyla daha farklı alanlara ve mecralara
kaydığını söylüyor. Yakın zamanlarda, Hayek'i, bir
de 1960 sonrası Hayek diye ifade ediyoruz. Daha
ziyade felsefî anlamda K. Popper'den uzaklaşıp
Michael Polanyi'ye yakın bir çizgiye yerleşmiştir.
Hutchison daha sonraki yıllarda Hayek'le irtibat
içinde miydi? Görüşüyor muydu? Bir karşılıklı ilişki
söz konusu muydu?
SAYAR:
Hayek'le Hutchison'ın mektuplaşmaları var. Bu mektupları görmedim.
Ancak ulaşmayı deniyorum. Bunlar Hoover Institute'de.
Zannediyorum bu konuda esaslı bir düğüm var, orada
çözüleceğine inanıyorum. Çünkü her şey kitaplara
yansımıyor. Bazen mektuplara sıkışmış bir iki
cümlelik karşılıklı yazışmalar veya birbirleri
hakkında başkalarına yazdıkları da düğümlerin
çözülmesine yardımcı oluyor. Bilhassa Bayan Thatcher
ile birlikte Muhafazakâr Parti'nin 1980'lere doğru
iktidara gelişi, Hayek'i ön plana çıkarmıştır. Orada
liberal felsefenin bayraktarlığını yapmış olması
bunda etkili olmuştur. Yani yeni sağ arayışı da
dönüp dolaşıp devlet-birey ilişkisine geliyor.
PİYASA:
Hocam, siz bir yanda Hutchison'ın "explanation" metodunu, bir yanda
ise Ülgener'in "verstehen"ini benimsiyor ve ben
bunları bir arada yoğuru-yorum diyorsunuz. Bu
yoğurmayı sizin bakış açınıza göre biraz daha açmak
mümkün mü?
SAYAR:
Şimdi Sabri Ülgener'de "verstehen" kavramına yani "anlamaya dayalı
iktisada" geldiğiniz zaman, kurgulanan modelin akan
zamanı içermesi, dolayısıyla çalışmanın tarihî
olması gerekiyor. Ben bu yöntemle Osmanlı tarihine
açıldım ve iktisadî hayatın dünden bugüne hangi
mirasla geldiğini ve tarihî sürükleniş içerisindeki
kırılamayacak iktisadî unsurları görebilme imkânına
kavuştum. Batıda rasyonel bir firma, eğer %10 kârla
çalışıyorsa, buna mukabil kenarda, kuytuda,
kayıtdışı bir aktiviteden hasıl olacak %50'lik bir
getirinin peşine düşmez. Bunu, tarihin
sürükleyişiyle, kapitalizmin zuhûruyla
açıklayabiliyoruz. Çünkü bundan 300 sene evvelin
irrasyonel insanları, ellerinde bir harita define
arıyorlardı. Define aramak rasyonel bir aktivite
değildir. Ama define arayanlara detektör satarsanız,
o rasyoneldir. Ben, Ülgener çizgisinde bunu gördüm.
Hutchison'a geldiğimiz zaman, O'nda, nokta zamanlı "açıklamaya" (explanati-on)
dayalı ifadede ahistorik pozitif iktisat
sözkonusudur. Sabri Ülgener'deki insan-insan
ilişkisinin, Hutchison'da insan-madde ilişkisine
oturduğunu söyleyebiliriz.
İnsan-madde
ilişkisinde düzenliliklerin kavranması, "eğer P ise
Q olur"u ahistorik olarak inşa etmekten geçer.
Netice itibariyle şunu söylemek istiyorum. Merkez
Bankası'nın otonom olması, para hacminin tayininin
para otoritelerince yapılması, ama harcamanın
yönünün siyasetçiler tarafından belirlenmesi
gerçeğini, kısaca fiyat istikrarına giden yolu,
Hutchison'un metodolojisi ile daha iyi
görebiliyoruz. Halbuki Keynes'le beraber, bu
anlayış berhava edilmişti. Bu da aşağı yukarı Batı
dünyasına özellikle İngiltere'ye fiyat istikrarını
terk ettiği için 1978'e kadar ciddî bir maliyet
getirmiştir. O'nun 1977'de çıkan Keynes versus the
Keyne-sians adlı kitabı bunun çok güzel bir
örneğidir. Ben bunu Hutchison'la gördüm.
PİYASA:
Hocam, Sabri Ülgener Hutchison'a nasıl bakardı?
SAYAR:
Efendim, bu iki büyük usta birbirlerini, benim vasıtamla tanıdılar.
Fakaı, ikisinin de bilmediği onların müşterek bir
kader çizgisinin olması beni düşündürmüştür. Bir
defa aralarında bir yaş fark var. Hutchison 1912,
Ülgener 1911 doğumludur. Dolayısıyla her ikisi aynı
nesilden. Fakat farklı coğrafyada, farklı
medeniyetlerin insanı olmaları onların iktisat
felsefelerini şekillendiriyor.
Sabri Bey İstanbul'da, Almanlar ayağına geliyor. Eğitimi, Sabri
Bey, maliyet-siz olarak yerinde, zamanında Alman
hocalardan almış oluyor. Gelelim Hutchison'a. Aynı
dönemde, Almanya'ya yerinden oynamış, harbe giden
bir ülkenin içine gidiyor. Şimdi siz onun yaşadığı
hayat tecrübelerini düşünebiliyor musunuz? O meşhur
kitabını yazarken, sokaktan SS kıtaları geçiyordu.
Halbuki Sabri Bey, Almanlarla birlikte Atatürk
Türkiye'sinde bir çınar altı sükuneti içerisinde,
gayet rahat bilimsel araştırmalarını yapıyor.
İkisi arasındaki bağlantı da bu çizgidedir. Ama şu var, Hutchison
ne kadar anti-Keynesian ve sağlıklı bir pozitif
iktisat arayışı içerisindeyse, Ülgener de gariptir
ki, Harvard yıllarında Keynes'i Hansen'den
keşfediyor, Türkiye'de reflekslerini yitirmiş Ziya
Gökalp devletçiliğini bu defa Keynes çizgisinde
rasyonel, yani hesaplanabilir bir çizgiye taşıyor.
Yalnız burada Ülgener'i anlayabiliyorum. Çünkü O,
Türkiye sevdalısı bir insan. Cumhuriyetin
Osmanlı'dan aldığı miras da o kadar parlak değil.
Çünkü önce karınların doyması gerek. Onun için
devletçiliğe yöneliyor. Bilir ki Keynescilik, en
kötü şartlar içinde bile fakirlere bir sofra açar.
Ama en büyük parsayı kim topluyor? İşte fakirlik
olgusunun karşısında onu hesaba katamıyor, devletin
ekonomi içindeki olası konumunu tahlil edemiyor.
Kaynak: Fuat Oğuz & Orhan Çakmak
|