|
İktisatta Bekleyişler
"İktisatta Bekleyişler, Beklentiler" bu hem iktisat
teorisinin genelini ilgilendiren bir konu; hem
finans literatüründe büyük önem taşıyan bir konu.
Ben konuyu iki aşamada ele almak istiyorum: İktisat
tarihi içinde beklentiler ve finans piyasaları
içinde beklentiler.
Beklenti kavramına kelime anlamı olarak bakıldığında
gelecekle ilgili bir kavram olduğunu görüyoruz.
Dolayısıyla gelecek faktörünün ortaya çıkardığı bir
belirsizlik ve bu belirsizlik ortamında geleceğe
yönelik bir tavır alma söz konusu. Bu şekilde
belirtmeyi ben risk unsurunu anlamak için yararlı
görüyorum. Finans literatüründe baktığınızda riskin
ölçümü standart sapmadır veya onun karesi olan
varyanstır. Standart sapma ise bir ortalamadan
sapmadır. Bunu bir hisse senedi piyasasına
uyarladığımızda, beklenen ortalama getiriden sapma
olarak algılayabiliriz, bunu da risk olarak
adlandırıyoruz. Kısaca beklentiler, gelecek öngörüsü
ve risk kavramları arasında yakın bir bağlantı
vardır.
Geriye dönüp iktisat teoriye dönüp iktisat
teorquote'lu yıllara kadar beklenti faktörünün
kritik bir yer teşkil ettiğini görmüyoruz. Bunun
aslında çok pratik bir nedeni var: O dönem Walras,
Jevons'ın teoriyi kurduğu zamanlar. Esasında şöyle
bir durum da var: Neo-Klasik iktisatın temelinde
zaman faktörü yok, Neo-Klasik iktisat bir
matematizasyon süreci oluşturmaya çalışmıştır. Bu
süreç içinde de zaman faktörünü büyük ölçüde
ortadan kaldırmıştır, gelecek zaman meselesi yoktur.
Gerçi bazı iktisatçılar konuya değinmişlerdir:
Örneğin, Knight 1921 yılında yazdığı bir kitapta,
risk ve belirsizlik konusu üzerine önemli şeyler
söylemiştir; fakat bunlar önemli bir yer
tutmamıştır. Beklentilerin teoriye büyük ölçüde
girmeye başlamasının sebeplerine baktığımızda; bu
sebep depresyonun ekonomik öngörülerin dışında
gelişmesi ve bu depresyondan sonra Keynes'in
kitaplarını yazmaya başlaması ve popüler olmasıdır.
Beklentileri iktisat teorisine yerleştiren adam
Keynes'tir. Belki Keynes tam olarak şunu yapmamış
olabilir: Beklentilerin piyasa mekanizması içinde
nasıl oluştuğuna dair bir formel modeli yoktur.
Burada Keynes'in literatüre getirdiği planlanmış
tasarruf kavramına baktığımızda ve tasarrufun başına
planlanmış sözünü koyduğunuzda, geleceği devreye
sokmuş oluyorsunuz. Çünkü planlanmış tasarruf
gelecek beklentilerine göre oluşmuş bir tasarruf.
Biraz daha ileri gidip genel teoriye bakıldığında
yatırım kararları üzerinde beklentilerin çok önemli
rol oynadığını görüyoruz. Keynes şöyle der: "
Tasarrufların yatırıma dönüşmesinde olumlu veya
olumsuz beklentiler
etkilidir." Keynes'in genel teorisinde beklentilerin
olumsuz olması durumunda aşırı etkilenecek olan
özel kesim talebini canlandırmak için, olumsuz
beklentiden daha az etkilenecek bir devlet
sektörünün yatırım alanlarına girmesi varsılı ön
plana çıkmaktadır. Beklentinin bir başka yansıması
ise likidite tuzağıdır. Beklentiler o kadar negatif
olabilir ki, piyasa bu durumda para tutma almaşığını
tercih edebilir; dolayısıyla da bu durumda faiz
hadlerinin düşmesi yatırımı olumlu etkilemez,
herkes parasını tutmayı tercih eder, böylece
ekonomide depresyon durumu devam eder.
1950'li yıllardan itibaren beklentiler üç ayrı koldan iktisat
teorisine girmeye başladı: Keynesçiler ve onu takip
eden Neo-Keynesçiler beklenti kavramını daha da
geliştirdi. İkinci olarak finans teorisi gelişmeye
başladı, zaten bakıldığında finans çok büyük ölçüde
beklenti üzerine kurulmuş bir branş. 1970'li
yıllardan itibaren ise özellikle Monetarist ekolü
görürüz. Monetarist ekolün en büyük temsilcilerinden
Milton Friedman şöyle der: " Keynes'in modelinde
atladığı çok önemli bir veri var: Kamu belli
politikaları uygulamaya başladığı anda piyasa buna
karşı tarafsız değildir; yani piyasa kamunun hangi
politikalar izlediğini takip eder ve kamunun
izlediği politikalara göre de yeni beklentiler
oluşturur. Dolayısıyla kamu politikalarını tamamen
ekzojen, dışsal bir değişken olarak göremezsiniz;
kamunun yaptıklarının beklentiler üzerinde etkisi
vardır." Keynesyen para politikasında, para artırımı
ile faiz düşürülmesi sonucunda yatırım artar ve
ekonomi tekrar canlanır. Friedman ise bunun kısa
vadede işe yarayabileceğini, ama uzun vadede işe
yaramayacağını söylemiştir; çünkü para arzının
artırıldığını piyasanın görmemesi imkansızdır.
Kısacası, piyasa hükümetin enflasyonist bir
politikaya döndüğünü göreceklerdir, bunu görünce de
özel sektör enflasyon primini, yani risk primini
arttıracaktır; bununla nominal faizler tekrar
yükselmeye başlayacaktır, bu nedenle ekonomiyi
canlandırmak için uygulanan para arzının
arttırılması, gelecek beklentileri yüzünden başarıya
ulaşamayacaktır. Görüldüğü gibi Friedman'da da
beklenti önemli bir faktördür; Keynes'ten aldığı
beklenti faktörünü Keynes'e karşı kullanmıştır. Bunu
aşırıya götüren de bilindiği gibi "Rasyonel
Beklentiler Teorisi" dir. Rasyonel beklentiler şunu
demektedir: "Kamunun yaptığı her şey piyasa
beklentilerine yansır. Bu nedenle, kamunun piyasayı
kendi istediği tarzla, kendi istediği yöne
yönlendirmesi zordur; çünkü bu bir oyun teorisidir
ve oyun karşılıklı oynanmaktadır".
Bir örnekle durumu anlatayım. Bunu Türkiye'de yapmak
çok zor; ama ABD'de bunun uygulamaları çok var.
Mesela piyasalar yüzde 3 gibi bir para arzı artışı
bekliyor, para arzı artışı açıklandığında piyasanın
umduğu gibi yüzde 3; piyasalarda hiçbir hareket
görülmez. Ne zaman görülür, beklentiden farklı bir
rakam açıklanırsa. Para arzı artışı yüzde 5 gibi bir
oranda yani beklentinin üstünde çıkarsa, bu
piyasada fiyatlar üstünde gerçek bir etki
oluşturur. Şu sorulabilir: Beklenmeyen para arzı
artışında piyasanın bunu fiyatlara ve faiz hadlerine
yansıtması ne kadar hızlı? Bunu ampirik
çalışmalardan biliyoruz, son derece hızlı; etkinin
tamamına yakını ilk üç dakika içinde gerçekleşiyor.
Etkinin tamamı ise on beş dakika içinde
gerçekleşiyor.
Beklentilerin çok daha efektif olarak yansıtıldığı
bir ortam söz konusu. Bunun yansımalarını finans
piyasalarında, özellikle borsada görürsünüz.
Bilirsiniz, borsada beklentiler satın alınır,
realiteler (gerçekler) satılır.
Peki, acaba beklentilerle ilgili sorunları hallettik
mi? Doğrusunu söylemek gerekirse hayır, finans
piyasalarına gidersek daha bir çok
cevaplayamadığımız sorun var. Nedir sorunlar?
Birincisi, beklenti dediğimiz şey; beklenti nedir ve
beklentiler piyasada nasıl oluşuyor? Burada birçok
model var, en bilineni "Etkin Piyasa Modeli". Kısaca
söylemek istediği şudur: Tam enformasyon hipotezi
vardır. Tam enformasyon hipotezi nedir? Mesela
borsada, bir şirket hakkında bilinen her şey,
bilinen bütün bilgiler, kamuoyuna açık bütün
enformasyon zaten piyasa fiyatlarına yansımıştır.
Buradan önemli bir sonuç çıkıyor: Bu doğru ise,
finansal analizlerin para kazanmada bir etkisi
yoktur. Bu ne ölçüde geçerli, belki bunun
tartışmasını yapabiliriz. Dışarıda kullanılan
sistematik bir enformasyon kalmadığına göre,
elinizde tahmin için kalan şey sistematik olmayan
faktörlerin toplamından oluşur. Buradan da
fiyatların olası yönü hakkında herhangi bir şey
çıkartamazsınız. Keza beklentilerin yansıması olan
tesadüfler de modele göre normal dağılır. Peki bu
model geçerli mi? Bilgiler piyasaya tam olarak
yansıtılıyor mu? Evet ama kısmen; piyasa bu
bilgileri bildiği halde her zaman tam olarak
kullanamamaktadır. Yapılan bazı matematiksel
modellerle aynı sonuca varılmıştır: Rasyonel
Beklentiler Modeli tam olarak doğru değil.
Enformasyon tamamen değil; kısmen, sadece belli bir
oranda kullanılıyor.
Borsada yapılan analizler tamamen trendi yakalamak
içindir, trendi yakalayabi-lirseniz para
kazanırsınız. O zaman şu soru önem kazanıyor: Trend
var mıdır? Önceden görülebilen bir trend var mıdır?
Yapılan analizlerle, özellikle teknik analizde, bir
anlamda trend vardır; fakat tesadüfi olarak oluşan
bir trend vardır. Trendi önceden öngörebilmek
zordur; trendin ne zaman başlayacağım öngörmek de
zordur. Dolayısıyla iki şey iç içe geçiyor: Şans
faktörü ve bilgi. Teknik analiz bilgisini
kullanarak para kazanabilirsiniz, ama gene de bir
teknik analiz yöntemiyle para kazanmak ayrıca şans
faktörünü de gerektirir. Bilgi sizin kazanma
ihtimalinizi arttırır, ama hiçbir zaman tamamen
garantileyemez.
Burada başka bir şeyi de görebiliyoruz. Bu sürecin
böyle işlemesinin bir nedeni var. Genelde rasyonel
beklentiler şöyle bir hipotez yapmaktadır: Bir bilgi
varsa piyasaya anında yansıtılır. Ama işin pratiği
öyle değil; bilgi gelir gelmez fiyata
yansıtılmıyor. Bilgiler bir tür içerik içinde anlam
taşıyor. İçerik piyasanın genel psikolojisi
denilebilecek bir faktör: Psikolojik faktörler
(içerik) uyumluysa, piyasada genel olarak olumlu
beklentiler varsa, gelen olumlu bilgi hemen fiyata
yansıtılıyor. Ama mesela genel olarak beklentiler
negatifse, mekanizma rasyonel beklentilerin
söylediği şekilde işlemiyor; bilgi pozitif olsa da
hemen fiyata yansıtılmıyor. Yansıtılma-dığında ne
oluyor; bir noktada o bilgi hafızalarda tutuluyor.
Sonra piyasada atmosfer olumluya dönmeye
başlayınca, fiyatlara yansıtılmamış olan ama
hafızalarda kalan bütün enformasyon, tek defada ve
çok hızlı bir şekilde fiyatlara yansıtılmaya
başlanıyor. Sız neyi görüyorsunuz; fiyatlarda
hızlı ve ani artışlar. Bu durum ise rasyonel
beklentilere tam ters bir yapı. Bunun mantığını
kavradığınızda piyasalardaki oynamaları çok daha net
anlayabiliyorsunuz.
Son olarak şunu belirtmek istiyorum, şu ana kadar söylediğimiz her
şeyde geleceğe yönelik bir beklenti var; elimizdeki
bilgilerle gelecek hakkında bir takım tahminlerde
bulunabiliyoruz ve bu tahminlerle davranışlarımızı
ayarlayabiliyoruz, ne kadar riskle
karşılaşabiliyoruz, bunu hesaplayabiliyoruz. Ancak
geleceğe dönük tahminlerde bulunamayacağımız bir
ortama da girebiliriz. Bunu Knight'da
görebiliyoruz; yani tahminlerde bulunacağımız
zamanlar olmakla birlikte hiç tahmin
yapamayacağımız olağanüstü durumlarla da
karşılaşabilmekteyiz (11 Eylül'de olduğu gibi).
Bazen hiçbir öngörüde bulunamayabileceğimizden ilk
bahseden kimse Adam Smith'dir. Genelde hiçbir
öngörünün geleceğe dönük olarak yapılamadığı böylesi
olağanüstü dönemler, bir yeniliğin habercisidir.
Alışılmış kalıplardan ve davranış kalıplarından
kopulduğu için alışılmış düşünce biçimlerinden de
kopmalar olmaktadır. Yepyeni çıkış yollan aranmaya
başlanmıştır.
20 yy. İktisat Teorisinde bunu Schumpeter'de görürüz.
Girişimciliğin belirsiz dönemlerde arttığını
belirtir. Bununla ilişkili bir diğer konu ise,
toplumsal sözleşme kavramıdır. Sözleşme yapmanın
anlamı şudur: Sizin geleceğe yönelik bir
beklentiniz vardır ve siz bunu garanti altına almak
istersiniz. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Karşı
tarafla hukuki bir sözleşme yaparız. Bunun pratik
örneklerini finans piyasalarında görüyoruz, örneğin
futures piyasaları geleceğe yönelik belirsizliği
ortadan kaldıran sözleşmelerin alınıp satıldığı
piyasalardır.
Bir de kişilerin geleceğe yönelik belirsizliği azaltmak ve kamu
politikalarından kaynaklanabilecek belirsizliği
önlemesi sorunu var. İşte burada toplumsal sözleşme
ve hukukun, geleceğe dönelik öngörülebilir bir
çerçeve çizmek açısından önemi ortaya çıkıyor.
Hukuk sisteminin mantığına bakıldığında, burada rol
oynayan en büyük faktör devletin kişiler arasında
ve kişilerin kendine (devlete) karşı olan konum-larındaki
belirsizliği bir ölçüde azaltan bir mekanizmayı
garanti etmesidir. Devlet oyunun kurallarını koyar,
sözleşmelerin geçerliliğini garanti eder. Devlet bu
fonksiyonunu yerine getiremezse, yani oyunun
kurallarını (hukuk kurallarını) işletemezse, bu
durumda kişilerin geleceğe yönelik öngörü ve plan
oluşturması çok zorlaşıyor. Dolayısıyla kurumların
işlemesi de son derece zorlaşmaya başlıyor. Toplumda
genel olarak rasyonel davranış geliştirme imkanları
büyük ölçüde ortadan kalkıyor.
Prof. Dr. Ümit Erol
|