Hasta eden hastane: IMF'nin başarısızlığı
Joseph E.Stiglitz
Abstract. The hospita! that makes yalı sickeT: IMF
failııre
The IMF and its
prescribed poNdes for developing and transition ('oııntries
have been under harsh criticisrn in the last decade
or so. The international finandal institution is
accused of designingand enfordng the implementation
of wrong policies, which in turn are making
coııntries worst offthan they were to begin with.
Forrner World Bank chief economist Joseph Stiglitz
talks about the IMF's erroneous ways and how there
is stili hope for reform within the institution.
-
IMF'nin, Batı Sermayesi çıkarları doğrultusunda
çalıştığı sonucuna varmak zorunda bırakıldığınızı
ifade etmiştiniz. Bu, bir Dünya Bankası eski Baş
Ekonomisti için inanılmaz bir ifade değil mi sizce?
STIGLITZ: IMF'nin işlerini, Doğu Asya, Latin Amerika, Afrika ve
geçiş ekonomileri gibi kriz ülkelerinde yapmış
olduğu hataları çok dikkatlice takip ettim. Bu
hatalar sıkça tekrarlandı ve yalnızca bir hatadan
ibaret olmadıkları açıkça Ortaya çıktı, bir
akademisyen olarak belli bir düzen takip ettiğini.
görebiliyorsunuz.
Görünürde birkaç açıklama var. Bunlardan birincisi,
yetersiz ve aptal insanlar olduklarıydı. Ancak bu
iddia yeterince ikna edici değil. IMF çalışanlarına
en yüksek maaş veren kuruluşlardan bir tanesi ve
gerçekten iyi adamları işe alıyorlar. Kötü ekonomik
modeller yüzünden olduğu da söylenebilir. Ortalıkta
bir yığın model bulunmakta, ancak onlar, yanlış
öngörülere, hatalı politikalara ve gerçekten de
olumsuz sonuçlara yol açan modelleri seçip
kullanmayı tercih ettiler. Peki neden bunları
seçtiler? Olası bir cevap olarak, farklı niyetleri
bulunmaktaydı. Bir Ülkeye girerken amaçları,
örneğin, işsizliği engellemek ya da yoksulluğu
minimuma (enaza) indirmek değildi.
Tabii bundan sonra her şey anlam kazanmaya başlıyor.
'Kararları kim veriyor, ve bu kararlar kimin adına
alınmakta?' diye soracak olursanız karar alına
yapısına bakmanız gerekir: IMF' de veto hakkı
bulunan tek ülke ABD'dir. Diğer ülkeleri ise merkez
bankası başkanları ile maliye bakanları temsil eder.
IMF dünyaya kendi çıkarları ve bir ideoloji
doğrultusunda belli bir perspektiften bakmaktaydı.
Onların çıkarı kreditörlerin paralarını geri
almalarını sağlamaktı. Ülke için iyi olan yerine,
buna öncelik verdiler.
Bunu açıkça itiraf etmelerini nere deyse sağladım
birkaç defa. Örneğin, bazı Üst düzey yetkililer
demişlerdi ki "iflaslara ya da işlerin bozulmasına
izin veremeyiz, bu durum, borç sözleşmesinin ihlal
edilemeyeceği ilkesini ortadan kaldırır" Ben de buna
karşılık olarak, "Peki ya sosyal sözleşme ne
olacak?" diye sormuştum. Bazen de, "eğer kurun
düşmesine izin verirsek, yabancı - kreditörlerin
geri ödenmesini zora sokabiliriz." derlerdi. Ben de
derdim ki, "eğer kurun düşmesini engellemek için
faizleri arttırırsanız bu, iç borç bakımından çok
büyük sorunlar doğurur". Alenen yabancı kreditörler
Üzerinde yoğun1aşmışlardı. Bu durum, esasında
yabancı kreditörlerin aleyhine olacak bir takım
politikalara yönelmelerine neden oldu. Bazıları
diyor ki, "yabancı kreditörleri kurtaramadılar. ki zaten". Konu bu değil. Modelleri o kadar kötüydü
ki, yabancı alacaklıları kurtarmayı amaçladıkları
halde bunu bile başaramadılar.
Faizleri arttırarak Ülkeye daha fazla sermaye
çekebileceklerini ve bunun da kuru destekleyeceğine
inandılar. Bu yanlıştı, çünkü faizleri arttırıp
harcamalarda kesintiye gittikçe bu, derin
durgunluklara sebep olduğu derin durgunluklarda
sermaye ülkeyi terk eder. Yani, basit modelleri işe
yaramadı
-
IMF' den " kökten serbest piyasacı" diye bahsedecek
kadar ileri gittiniz...
STIGLITZ:
Bu tartışmalara karşı hassas olmasının bir nedeni de
Başkan Clinton'un Ekonomik Danışmanlar Konseyi'nin
başkanlığını yürütmüş olmamdır. O yönetimde, Üçüncü
Yol dediğimiz bir şeyi oturtmaya çalışıyorduk;
piyasaların ve hükümetin rolleri arasında bir denge.
ABD' de sağ kanattaki serbest
piyasa ekonomistleri diyorlardı ki: "sosyal
güvenliği özelleştirmek istiyoruz". Rakamları
dikkatlice inceledikten sonra, kamu sosyal güvenlik
programı işlem maliyetlerinin özele kıyasla daha
az olduğu sonucuna vardık. Ayrıca, özel sektör
enflasyona karşı güvence sağlamıyor, veya insanları
borsadaki volatileteye karşı korumuyor. En azın dan
bir çekirdek kamu sosyal güvenlik programı olması
gerektiği yönünde kuvvetli argümanlar bulunmakta.
Tamamlayıcı özellikte bir özel sektör sosyal
güvenliğine karşı değiliz, ancak karma bir sisteme
ihtiyacımız olduğunu düşündük.
Sonra Dünya Bankasına gittim ve gördüm ki kardeş
kuruluşumuz IMF, Dünya ülkelerine sosyal
güvenliklerini özelleştirmeleri için baskı yapıyor.
Kamu sisteminden özele geçiş son derece zor olmakla
beraber, burada devasal bütçe kısıtlamaları da
bulunmaktadır. IMF bunları tamamen görmezden geldi.
Arjantin ve Bolivya'daki en önemli sorunlardan biri
buydu.
IMF ile haşır neşir olmaya başladığımda gördüm ki,
Clinton yönetimi sırasında Cumhuriyetçilere karşı
vermiş olduğum mücadelenin aslında aynısını yine
yaşıyordum. Ben görüşlerimizin dengeli ya da en
azından tartışmaya
açık olduğunu düşünüyordum ama IMF gelişmekte olan
Ülkelere diyordu ki "Tartışma falan yok; başka bir
yol
da". Benim için bu, hiçbir şekilde kabul edilebilir
bir şey değildi. Beyaz Saray' da 4 yılımı boşa
harcadığımı söylemek gibi bir şeydi bu ve tabii ki
buna karşı çıkmak zorundaydım. Bu, entelektüel
açıdan dürüst değildi, ve zorla kabul ettirdikleri
şeylerin çoğu araştırmaya dayanmamaktaydı. Örneğin,
Doğu Asya'daki istikrarsızlığın sebebi sermaye
piyasası liberalizasyonuydu. Bunu zorla kabul
ettirdikleri toplantı olan Hong Kong'da demiştim ki,
"Bunun ekonomik büyümeyi arttıracağını gösteren
kanıt olması gerekmez mi? Tamam, bu Wall Street için
iyi birşey, fakat sizin misyonunuz "Wall Street' e
kar getirmek değil, amacınız global istikrarı
arttırarak ve gelişen ekonomilerde büyüme yi teşvik
etmek olmalı. Kanıt nerede?" Yok.
-
Peki bu düşüncelerin dünya Bankası'ndan gelmesi
onları hiç mi rahatsız etmedi? Tepkileri ne oldu?
STIGLITZ: Tepkileri şu şekilde oldu, "Bizim her zaman
yaptığımız bu, doğrusu da bu." Hiç bir şekilde
kendini sorgulama ya da araştırma yok. Durum biraz
düzelmekte. Örneğin, IMF'nin eski baş ekonomisti
Rogoff'
un, tüm bunlara tepkisi "kocakarı ilacı" oldu.
Sonra, geriye dönüp kanıtları incelemek zorunda
kaldı ve benim haklı olduğu gösteren bir rapor
çıkardı. Aslında haklı olduğumu söylemedi ama
Sermaye piyasası libemlizasyonunun tehlikeli
olduğunu, istikrarsızlık yarata bileceğini ve
büyümeyi arttırmadığını ifade etti. Bunun 6 yıl
sonra ortaya çıkması inanılacak gibi değil, ama en
azından artık kanıtlara göz atıyorlar. Ancak bu tür
olayların olduğu sayısız örnek var. Örneğin,
ekonomiyi stabilize etmek için faiz oranlarını
yüzde 40,50 hatta 60 arttırmaları, bu, Doğu Asya
Krizi'nde uyguladıkları reçetenin standart bir
kısmıydı. Bunun istikrar sağlaması elbette ki mümkün
olmayacaktı.
Ben de bu düşüncedeydim, ve onlarla bunu tartışmaya
çalıştım. Demişlerdi ki, "Bunu herkes hep
yapıyor';. Ben de demiştim ki, " Öyleyse, işe
yarayıp yaramadığını görmek için zengin veri seti
olmalı" Fakat hiç dinlemediler. En sonunda, bir
meslektaşımla beraber, bunun bazen işe yaradığını
fakat sıkça da başarısız sonuçlar verdiğini
gösteren bir çalışma yayınladık. Aslında hangi
şartlar altında işe yaramayacağı belli: Ülke yüksek
borç altında olduğu zaman. Çünkü bu, ülkeyi iflasa
doğru iter, Doğu Asya'da olduğu gibi. Eğer borç
sorunu bu denli büyük değilse, o zaman çok da önemli
değil. Fakat IMF tümüyle ilgisizdi.
Bu
konuda beni en çok sinirlendiren şeylerden biri,
daha doğrusu üzen, bunlar güya demokratik
kuruluşlar, yada en azından Üyelerin çoğunu
demokrasilerin oluşturduğu kamu kuruluşları.
Demokrasilerde, her 4 yılda bir seçim yapılmasının
yanı sıra, düşünceler paylaşılır, tartışmaya açılıp
daha geniş platformlara taşınır, öyle kapalı
kapılar ardında faaliyet gösterilmez. Bu konuda çok
açık davrandılar: "Bu gibi konuları kamuoyu önünde
konuştuğun sürece seninle hiçbir tartışma ortamına
girmeyiz". Sanki "Biz düşüncelerin paylaşıldığı
demokrasilere inanmıyorum" der gibiydiler.
-
Kendi içine kapalı, dış baskılardan etkilenmeyen,
kendini sorgulamayan bir kuruluşu tarif ediyorsunuz.
Fakat bu garip kuruluşun, çok büyük hasarlara yol
açan bir dizi politikayı doğrudan dikte etme yetkisi
bulunmakta. Gıda sübvansiyonlarını veya sağlık
harcamalarını kestiğiniz vakit, bunun yoksullar
üzerindeki etkileri facialara yol açabilmekte.
İnsanlar ölüyor.
STIGLITZ: Bu yalnızca kısa vadeli değil. Kötü
beslenmenin etkileri hayat boyudur, hatta bazen
kuşaklar arası bile olabilir. Bunun uzun vadeli
etkileri de vardır, mesela Tayland'da olduğu gibi,
anti-AIDS programından kesinti yapıldığında- ki bu
konuda Tayland Hükümeti çok başarılı sonuçlar
almaktaydı AIDS tekrar tırmanışa geçmeye başladı.
İşte bu yüzden, Tayland ve Endonezya gibi ülkeler,
gerekli kaynakları sağlayıp borçlarını geri
ödedikten sonra dediler ki: "Defol buradan, biz IMF
programı istemiyoruz."
IMF sürekli şunu tekrarlamakta: "Bize hasta insanlar
geliyor". Babam hep derdi ki "ben hastaneye gitmek
istemiyorum, orda insanlar ölür hep" IMF'nin benzer bir tezi var. Diyorlar ki:
"Bütün sorunlar için bizi suçlamayın, çünkü ülkeler
bütçelerini dengeleyemediklerinde, hiper-enflasyon
yaşadıklarında, yani kriz zamanlarında geliyorlar.
Bunlar gerçekten de hasta insanlar"
Fakat onların
hastanesinde insanlar daha da hasta hale
,geliyorlar. Doğu Asya' da, Latin Amerika' da,
Rusya' da ve Afrika'da işleri nasıl daha beter hale
getirdiklerini hepimiz gördük. Hiç bir şüphe yok.
IMF'nin tavsiyelerine uyan hasta, daha da hasta
düşüyordu. Doğu Asya' da IMF' nin tavsiyelerine
kulak asmayan tek Ülke olan Malezya, en kısa süreli
ve en az hasarlı krizi yaşadı. IMF'yi en iyi
şekilde idare etmeyi başaran ülke Güney Kore ise, en
kısa sürede toparlanan ülke oldu. İlacı alan Ülkeler
Tayland ve Endonezya ise, en kötü performansı
sergiledi.
Bu
meseleyi istatistiksel olarak açıklamaya çalışan çok
ilginç bir çalışma yapıldı. Bu çalışmaya göre,
Ülkelerin IMF'den aldıkları paranın büyüklüğü ile
Birleşmiş Milletler'de ABD lehine verdikleri oylar
arasında yakın bir korelasyon bulunmakta. Yani,
politik açıdan doğru davranan ülkeler daha fazla
para atıyorlar, ceteris paribus. Burada asıl
sorulması gereken soru şu: "Daha fazla IMF ilgisi
gören ve daha fazla dozda ilaç alan ülkeler
gerçekten de daha mı hızlı iyileşiyorlar?" Bunun
cevabı hayır.
- Zengin dünyadaki
insanların çoğu IMF' nin bu kadar büyük bir güce
sahip olduğunu bilmiyorlar...
STIGLITZ:
Kuzeydeki insanların çoğu, güneyde fazla vakit
geçirmezler, dolayısıyla da güneydeki insanların
nasıl yaşadıklarını bilemezler. Ben de zaten, Dünya
Bankası Baş Ekonomisti görevine getirilip, zamanımın
büyük bir kısmını gelişmekte olan Ülkelerde
geçinmeye başladıktan sonra buralarda neler olup
bittiğini anlamaya başladım. Bu, benim için tam bir
aydınlanma oldu. Mesela, Etiyopya ile ilgili çok şey
okumuştum, fakat durumun ne kadar kötü olduğunu
ancak yerinde görerek anlayabiliyorsunuz, çok farklı
bir duygusal etki bırakıyor insanın Üzerinde.
IMF, problemleri, devlet içinde yolsuzluk, yüksek
enflasyon vs. olarak tanımlar- suçu hep Ülkenin
Üzerine atar. Dışardan gelen biri, çeşitli unsurlara
ne kadar ağırlık vermesi gerektiğini konusunda
zorlanır. IMF bu konunun "uzmanı". Yani, dışardan
gelip de " Fakat bizim için işler daha da kötü
olabilirdi" diyen ekonomistlerden oluşur. Bir
ekonomist olmanın avantajını taşımaktayım, ve şu
soruyu soracak zamanım da var: "Durum IMF için daha
da kötü olabilir mi?" Ben IMF'nin işleri daha da
kötü hale getirmiş olduğu sonucuna varmaktayım.
Etiyopya, çok düşük enflasyona ve yüksek büyümeye
sahip, kırsal kesimdeki nüfusun yüzde 85' ine
yardım etmeye, ve silah zoruyla iktidara gelmiş
olmasına rağmen, askeri harcamaları kısmaya kendini
adamı bir hükümete sahip bir ülke
konumundaydı. IMF, Etiyopya'nın programına ortada,
hiç bir sebep yokken son verdi. IMF'nin bütçe tutumu
tamamen mantık dışıydı. Burada, A + almış bir
öğrenciye F vermek gibi bir durum yaşanmaktaydı. Bu
noktadan sonra, not verende bir sorun olduğunu
düşünmeye başlıyorsunuz.
-
Clinton yönetimi sırasında üst düzey bir görevde
bulundunuz. Gelişmekte olan ülkeleri umursadıklarını
iddia eden Batılı devletler arasında, IMF'yi
yönetmek adına sizce neden ilgi yok?
STIGLITZ:
Clinton yönetimi sırasındaki deneyimlerime dönecek
olursak, problem, IMF'yi hükümetler adına temsil
edenlerin maliye bakanlığı ve hazine olmasından
kaynaklanmaktaydı. ABD veto gücü bulunan tek Ülke
ve kreditör Ülkelerle çok yakın bağları bulunmakta.
Ekonomik istikrardan yana olan iş çevrelerini bile
temsil etmemekte. Mali çevreleri temsil etmekte
aslında. Yani buradaki durum şuydu: Başkan Clinton'a
neler olup bittiğiyle ilgili hiç bir bilgi
verilmemekteydi, kendisi bilgi almak için hazineye
danışmak zorundaydı, bilgi vermemek ise hazinenin
işine gelmekteydi. Başkan Clinton'un gönlÜ
gelişmekte olan Ülkelerden yanaydı. Eğer işlere
karışmasına izin verilmiş olsaydı, IMF ve hazinenin
onaylamış olduğu birçok şeyin gerçekleştirilmesine
karşı çıkardı. Fakat, kendisini işin dışında tutmak
için ellerinden geleni yaptılar. Yani, gitsin,
birkaç okul ziyaret etsin, fakat "esas" meseleler
kendisinden hep uzak tutuldu.
-
Dünya Bankası'na geçelim. Burası, IMF'ye kıyasla,
değişik insanların çalıştığı, daha karmaşık ve çok
yönlü bir kuruluş. Yeni görüşlere açık biri gibi
görünen, yeni başkan James Wolfenson göreve
geldiğinde buraya girdiniz. Şimdi ise ayrıldınız.
Önceden mümkün olabilecek gibi görünen reformların
önü şimdi tamamen mi kapanmış durumda? Sizi dışarıda
mı bıraktılar?
STIGLJTZ: Hayır. Banka, geniş kapsamlı, başarılı kalkınmayı hayata
geçirebilmek için halen uğraşmaktadır. Kalkınmanın,
karmaşık ve çok-yönlü bir süreç olduğunu,
yolsuzluğun, ve iyi yönetimin önemini kavramış
durumda
artık. Banka, geçmişte yapmış olduğu birçok şeyin,
kalkınmanın yalnızca bir kısmını oluşturduğunu
anladı. Sizin de dediğiniz gibi, büyük ve çok-yönlü
bir kuruluş. Hiyerarşinin ve tek görüşün hakim
olduğu IMF'nin aksine, günümüzde Banka, değişik
milletlerden gelen direktörlerin, değişik yönlere
gittiği bir yerdir. Geçmişte Banka, şu anda IMF' de
ikinci adam konumunda olan Anne Krueger tarafından,
çok dar bir ideolojik perspektif e sokulmaya
çalışılmıştı: "Serbest ticaret iyidir, serbest
piyasalar iyidir, eğer aynı fikirde değilseniz
çeker gidersiniz". O kadar kötübir dönemdi ki. Zorla
dışarı itilmiyordunuz, fakat daha fazıa: orada
bulunma isteğiniz de kalmıyordu. Benim Baş Ekonomist
olarak yapmaya çalıştığım şey, değişik görüşlerin
varlığını kabul edip, insanların açıkça fikirlerini
ifade edebilecekleri bir tartışma ortamı
yaratmaktı. Değişik görüşlere sahip, birçok insanın
varlığı, Banka'nın konumunun tanımlanmasını
zorlaştırmakta.
-
Fakat Banka yine de, ülkelere borç vermeden önce,
IMF reçetelerine uymaları şartını koşuyor.
STIGLITZ:Karşılıklı bir anlaşma bulunmakta, IMF'nin makro
ekonomiden sorumlu olduğu bir anlaşma. Somnun
kaynağı da bu zaten. Bu alan IMF'ye aktarıldığı
için, Bankanın makro ekonomiden sorumlu bölümü de
onlar gibi düşünüyor sonuçta.
-
Yani Banka içerisinde de "kökten serbest
piyasacılar" bulunmakta...
STIGLITZ: Doğru. Mevcut sınırlamaların daha çok farkına
varabiliyorlar, fakat, örneğin, Banka' daki
insanların çoğu Rusya'da özelleştirmeden yana
olmalarına rağmen,. yolsuzluğun en fazla olduğu]
995'deki hisselere karşılık verilen borç tasarısına
karşı çıkmıştı. Fakat IMF' deki yaklaşım daha çok,
"Ne kadar .hızlı olursa o kadar iyi, nasıl yapıldığı
önemli değil" şeklindeydi. Yani, Bankadakiler her ne
kadar aynı ideolojiyi paylaşsalar da, IMF'dekilere
kıyasla çok daha sorgulayıcı yaklaşıyorlardı
olaylara.
Kaynak: Joseph Stiglitz Dünya Bankası Eski Başkan
Yardımcısı - Türkçe’ye Çeviri; Gözde Işık
|