Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İnsan Sermayesi

Bir örgütün insanları, o örgütün insan sermayesini oluşturur. İnsan sermayesi, çalışanların bilgi, beceri ve yeteneklerini kapsar. İnsan sermayesi, işletmenin sorunlarını çözmek için sahip olduğu toplanmış insan yeteneğidir. Bir başka deyişle bir işletmenin insan sermayesi, çalışanlarının bilgilerini işletme problemlerine uygulayabilme yeteneğidir. İnsan sermayesi insanın kendisidir. Bu yüzden örgütler insan sermayesine sahip olamazlar, onu ancak kiralayabilirler. Bu nedenle insan sermayesi, çalışanlar ayrıldıklarında işletmeden ayrılır. İnsan sermayesi bir örgüt için yaratıcılık ve yenilik ile ölçülebilecek olan, örgütün sahip olduğu insan kaynağını ne derece etkin kullandığını içermektedir.

İnsan sermayesi, araştırma-geliştirmeden yüz yüze müşteri ilişkilerine kadar bir işletmenin yaratıcılık kaynağıdır. İnsan sermayesi, entelektüel sermayenin sadece bir dalı değil aynı zamanda onun deposu, kapasite kaynağı ve sınırlayıcı faktörüdür. Gerçekten, pek çok gelecek bilimci insan sermayesi sıkıntısının, girişim gelişiminin gelecek yüzyıldaki en büyük sınırlayıcısı olacağına inanmaktadır.

Bir işletmede çalışan insanlar, zamanlarını ve yeteneklerini büyük ölçüde yenilik getirici faaliyetlere yönelttiğinde, insan sermayesi yaratılmış ve kullanılmış olur. İnsan sermayesi iki yoldan gelişebilir: İlki işletmelerin, insanların bildiklerini daha çok kullanması, ikincisi ise daha fazla insanın işletme için yararlı daha fazla şey öğrenmesidir. İşletmelerin kişilerin sahip oldukları bilgi, yetenek ve becerilerden yararlanabilmesi için insan sermayesinin yapısal sermayeye dönüştürülmesi gerekir. Yani bireye ait bilgi, örgütsel değer yaratmak için kullanıldığında ve paylaşıldığında tam anlamıyla entelektüel sermayenin bir parçası olur.

İnsan sermayesini oluşturan başlıca unsurlar şu şekilde sıralanabilir:

•  Know-how 

•  Eğitim 

•  İşe yönelik özellikler  

•  İşle ilişkili bilgi 

•  İş değerlendirmesi 

•  İşle ilişkili rekabet 

•  Girişimcilik gücü, yenilikçilik,

süreç öncesi ve sonrası kavrama yeteneği, değişebilirlik Entelektüel Sermaye Kavramı Entelektüel sermaye terimi ilk olarak 1975 yılında Michael Kalecki tarafından, ekonomist John Kenneth Galbraith.e atıf yaparak kullanılmıştır. Kalecki makalesinde; .Acaba kaçımız şu geçen birkaç on yıllık dönemde elde ettiğimiz entelektüel sermayenin farkındayız. ifadesini kullanmaktadır.

Günümüzde gelişen bilgi ekonomisi trendi ile yeniden tartışılan entelektüel sermayenin, bu anlamıyla ilk olarak Thomas Stewart tarafından Haziran 1991 tarihinde kaleme alınan .Brainpower (Beyin Gücü). makalesi ile gündeme geldiği kabul edilmektedir. Stewart makalesinde entelektüel sermayeyi; .işletmeye piyasada rekabet avantajı sağlayan, işletme çalışanlarının bildiği her şeyin toplamı. olarak tanımlamıştır.

Stewart, 1997 yılında yayınlanan .Entelektüel Sermaye: Örgütlerin Yeni Zenginliği. adlı kitabında ise entelektüel sermayeyi, .elde edilmiş kullanışlı bilgi. olarak en genel şekilde tanımlamakta ve bunun örgütün süreçlerini, teknolojilerini, patentlerini, işgörenlerinin becerilerini ve müşteriler, tedarikçiler ve diğer ilişkili taraflar hakkındaki bilgileri içerdiğini belirtmektedir. Kapsamlı bir başka tanım ise Annie Brooking tarafından yapılmaktadır. Brooking.e göre entelektüel sermaye, işletmenin faaliyetini sürdürebilmesini sağlayan maddi olmayan varlıklarının tümüdür. İlk profesyonel entelektüel sermaye yöneticisi olarak bilinen, konunun bir başka öncü ismi Leif Edvinsson ise entelektüel sermayeyi değere dönüştürülebilen bilgi olarak tanımlamaktadır. Edvinsson, işletmelerin insan sermayesi ve örgütsel sermaye olmak üzere iki temel görünmeyen varlığı olduğunu ve entelektüel sermayenin bunların toplamını ifade ettiğini belirtmektedir. Yapılan tüm bu tanımlamalara karşın entelektüel sermayenin genel kabul görmüş kesin bir tanımı yapılamamaktadır ve sık sık entelektüel mülkiyet, entelektüel varlıklar, maddi olmayan varlıklar  ve bilgi varlıkları terimleri ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Aslında bu terimler birbirinden farklılaştırılabilseler de her biri bir diğeri ile ilişki içersindedir. Entelektüel sermaye bu kavramların tümünden daha kapsamlıdır. Entelektüel sermaye için yukarıdaki tanımlamaların ortak noktalarını içeren şöyle bir tanım verilebilir: Entelektüel sermaye kâra dönüştürülebilen bilgidir; ki bu bilgi işletmenin fikirlerinin, yeniliklerinin, teknolojilerinin, genel bilgilerinin, bilgisayar programlarının, dizaynlarının, veri kullanma yeteneklerinin, ilişkilerinin, süreçlerinin, yaratıcılıklarının ve yayınlarının bir bütünüdür.

Yukarıda ifade edildiği gibi entelektüel sermaye kavramı daha eski ve daha dar kapsamlı bazı kavramlarla zaman zaman eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu (IFAC) tarafından yayınlanan bir çalışmada entelektüel sermayeyi, Entelektüel Mülkiyet e Entelektüel varlıklar terimlerinden ayırmış ve bu kavramları tanımlanmaktadır:

- Entelektüel Mülkiyet: Resmi olarak verilmiş, patentler, ticari markalar ve telif hakları gibi mülkiyet haklarıdır. Entelektüel sermayenin muhasebe amaçları için göz önünde bulundurulan tek formu bu varlıklardır. Ancak tarihi maliyetlere dayalı muhasebe bu varlıkların değerlerini düşük göstermektedir.

- Entelektüel Varlıklar: Entelektüel varlıklar ve bilgi temelli varlıklar ise maddi olmayan varlık şemsiyesi altında entelektüel mülkiyet unsurlarına göre daha soyut olan maddi olmayan varlıkları ifade eder. Entelektüel varlıklar, işletmenin sahip olduğu ve gelecekte gelir akımı sağlayacak teknoloji ve yönetim gibi unsurları içeren bilgi temelli varlıklardır.

Entelektüel sermaye kavramı, kapsadığı bu bilgi ve varlıkların değere dönüştürülmesini içerir. Bu sürecin ortaya çıkardığı her bir ürün ise entelektüel varlık veya bilgi varlığı olarak adlandırılır. Entelektüel sermaye, bilançoda görünmeyen varlıkları kapsar, ölçülmeyeni ölçer. Kişiler, fikirler ve bilgi arasındaki ilişkileri ortaya koymak için yapılan bir araştırmadır. Bu nedenle entelektüel sermaye tek bir şey ya da tek bir hedef değil, ilişkilere yönelik bir konudur.

Görüldüğü gibi entelektüel sermaye statik bir varlıktan çok, işletmenin gereksinimlerine uygulandığında katma değer yaratan dinamik bir unsurdur. Bir başka ifadeyle yukarıda sıralanan kavramlar için bir çatı niteliğindedir ve bunların işletme için değer yaratması sürecidir.  Geleneksel muhasebe anlayışına göre entelektüel sermayenin karşılığı şerefiye olarak görülebilir. Ancak esas anlam, kabaca öyle tanımlansa da, entelektüel sermayenin sadece defter değeri ile piyasa değeri arasındaki fark olmadığı, onun, görünmeyen değerlerden oluştuğudur.

Piyasa işletmeyi bir bütün olarak değerler, işletmenin alış fiyatı ile tüm varlıkların değeri arasındaki fark şerefiye olarak adlandırılır. Kuramsal olarak şerefiye, alıcının, edinilen işletmenin tüm varlıklarının (maddi ve maddi olamayan) gerçeğe uygun değerlerinin üzerinde vermiş olduğu primdir. Uygulamada geleneksel muhasebe, maddi olmayan varlıkları nadiren değerler. Genellikle maddi varlıkların gerçeğe uygun değerleri belirlenir ve onun dışındaki her şey şerefiye olarak nitelendirilir ve sadece alıcının kayıtlarında görünür. Muhasebe kuralları, hiç karşılığında bir şey ödemeye elvermemesi nedeniyle, adeta fasülye sayaçları yaklaşımıyla defter değerini satış fiyatından çıkarma ve aradaki farkı şerefiye olarak adlandırma yoluna gider. Piyasada tekel oluşturmak için bir işletmeye ödenen piyasa fiyatının üzerindeki miktar bile alıcının kayıtlarında şerefiye olarak yer alacaktır. Yani geleneksel muhasebenin şerefiye kavramı, entelektüel sermayenin ağırlığını taşımaktan ve onu ifade etmekten oldukça uzaktır. Ayrıca geleneksel muhasebede maddi olmayan varlıklar ve şerefiye amortismana tabidir ve belirli bir zaman periyodu içersinde değerlerini kaybederler. Oysa günümüzde trend değişmiştir ve maddi olmayan varlıklar, özellikle ticari ünvanlar ve markalar değer kazanmaktadır.

Maddi olmayan varlıkların bilançoda gösterilmesi üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Markalar, telif hakları, satın alınmaları halinde bilgisayar yazılımları bilançolarda zaten görünmektedir. Ancak artık bilgi çağında işletmelerin asıl değerlerini oluşturan entelektüel sermaye unsurları da  bilançolarda tümüyle görünmelidir. Yıllarca geleneksel muhasebede adeta düzeltici bir hesap gibi  defter değerinin üzerinde ödenen primi hesaplara yansıtmak amacıyla kullanılan şerefiye kavramı  da, piyasa değeri-defter değeri oranlarının 10-20 katlara çıkabildiği bugünlerde (bu oranlar  Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi için alışılmadık derecede yüksek oranlardır) yeniden ele  alınıp incelenmeli ve modern gereksinimlere uydurulmalıdır.

Skandia AFS şirketi için 1993 yılında ilk entelektüel sermaye bilançosonu hazırlayan Leif Edvinsson, işletmesinin entelektüel sermaye politikasını anlattığı makalesinde günümüzde oluşan dengeyi gösteren bir bilanço örneğine yer vermiştir.

Bu yeni dengede entelektüel sermaye, müşteriler, iş görenler gibi işletme ile ilgili taraflardan kaynak olarak sağlandığı ilkesine göre öz kaynaklar gibi pasif bir kalem olmaktadır. Tüm bu gelişmeler sonucunda, günümüzde bilgiyi yaratmak, elde tutmak, paylaşmak ve kullanmak için geliştirilmiş, tümüyle radikal, bilinenleri kökten değiştiren yeni yollar ortaya çıkmaktadır. Bunlar, işletmelerin iş yapma biçimleri ve müşterilerine yaklaşım tarzları üzerinde son derece etkili olmaktadır. Bu değişimi görerek .bilgi yönetimi.ne geçen işletmelerin çok önemli bir rekabet üstünlüğü sağladıkları artık tartışılmaz bir gerçektir. Bilgiyi kullanan işletmelerin finansal tablolarının incelenmesi, bilgi yönetiminin ne kadar önemli olduğunu kanıtlamaktadır. İletişim, yazılım, biyoteknoloji gibi alanlarda çalışan bazı işletmelerin sabit varlıklarının değeri, piyasa değerlerinin %5-10.unu geçmemektedir. Bu fark, entelektüel sermaye unsurları, yani müşteriler, kullanılan süreçler ve çalışan insanların bir başka deyişle bilginin yarattığı değerdir.

Entelektüel sermayenin yoğun olduğu işletmelerin muhasebe kayıtlarındaki değeri ile piyasa değeri arasındaki fark giderek daha da büyümektedir. Amerikan Fortune dergisinin her yıl yayınladığı ve en büyük 500 işletmenin çeşitli kriterlere göre sıraladığı ünlü Fortune 500 listesine göre 1980.lerin ortalarında kurulan Microsoft, 14 Mart 2000 tarihi itibariyle, neredeyse yüz yıllık bir geçmişi olan ve dünyanın en büyük işletmesi olarak kabul edilen General Motors.un yaklaşık 8 katı piyasa değerine ulaşmıştır. Aynı listeye göre dünyanın piyasa değeri en yüksek on işletmesinden yedisi bilgi, ya da bir diğer ifade ile yeni ekonomi işletmeleridir. Toplumsal Yapılarda İnsan Sermayesinin Rolü

İnsanların doğuştan sahip oldukları ve sonradan edindikleri nitelikler ve bilgiler, dünyadaki sermaye stokunun önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Ekonomik değerinin öneminden dolayı insan sermayesi faktörü, üretim düzeyini yükseltmek, ekonomide yapısal değişiklikler gerçekleştirmek ve gelişmiş ekonomilerin düzeyine ulaşmak açısından kalkınmada önem verilmesi gereken bir faktördür. Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde insan; emek, girişimci ve teknik bilgi faktörlerinin sahibi olarak çeşitli işlevler üstlenir. İnsan sermayesi; büyüme, teknolojik gelişme, gelir dağılımında etkinlik, uluslararası rekabet edebilirlik düzeyinin yükseltilmesi, hukuki, kurumsal ve politik alanda iyileşmeler gibi kalkınmanın önemli amaçlarının gerçekleştirilmesinde rol oynamaktadır. Kalkınma açısından insan faktörünün sahip olması gereken özellikler ise her ekonominin sektörel ihtiyaçları doğrultusunda ekonominin gerektirdiği nitelikte insan faktörünün yetiştirilmesine bağlıdır.

Bir toplumda insana yatırım, mikro ve makro olmak üzere iki düzeyde gerçekleşmektedir. Mikro düzeyde insana yatırım; kişinin kendisine yaptığı yatırım ve firmaların personeline(insan faktörüne) yatırımını içermektedir. Makro düzeyde yatırım ise devlet tarafından insana yapılan yatırımdır. Ulusal ekonomi düzeyinde genellikle altyapı yatırımları, yarı kamusal mal ve hizmetlere yönelik yatırımları içerir. Mikro ve makro ekonomik açıdan insana yatırım yapılmasının amaçları içinde ulusal geliri arttırarak kalkınma düzeyini yükseltmek, kişi başına düşen geliri arttırarak bireysel refah ve kültür düzeyini yükseltmek, kalkınmanın sürekliliğini sağlamak, gelir farklılıklarını asgari düzeye indirerek gelir dağılımını adil duruma getirmek, kişilerin işte ve üretimde verimliliklerini arttırmak, teknolojik gelişme sağlamak, beyin göçünü engellemek ve eğitim, sağlık gibi hizmetlerde fırsat eşitliği yaratmak sayılabilir.

Bir ekonomide mikro ve makro ekonomik açıdan insan sermayesi yatırımlarının yetersizliği, kalkınmayı engelleyen ve yavaşlatan önemli faktörlerden biridir. Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde ekonomik gelişmeyi amaçlayan toplumlar insan sermayesi yatırımlarına artarak daha fazla önem vermektedir.

Toplumsal yapıya bağlı olarak insan sermayesi farklı zaman dilimlerinde farklı özellikler göstermiştir. İş gücü yapısı bu çerçevede değişmiş ve insan sermayesi her toplum tipinde farklı bir önem kazanmıştır. Toplumsal gelişim çerçevesinde gelişen toplum yapılarının her birinde  insan sermayesinin incelenmesi aynı zamanda gelişimini de ortaya koyacaktır.

Buna göre tarım toplumunda, sanayi toplumunda ve bilgi toplumunda insan sermayesinin rolü şöyle incelenmiştir.

1.1.1.1  Tarım Toplumunda İnsan Sermayesinin Rolü

Tarım toplumunda ekonomik faaliyetler genel olarak kendi kendine yeterli, piyasa değeri olmayan temel yiyecek maddelerinin üretimine dayalı bir yapı sergiler. Ekonomi, köy ekonomisi düzeyinde olup emekte basit işbölümü görülebilir. Tarım toplumunda, insan ve hayvan gücü gibi doğal-organik güce dayalı durağan bir teknoloji egemendir; üretim yöntemi el sanatlarına dayalıdır. Bu durumun ekonomik hayata yansıması, doğaya bağımlı tarımsal üretim şeklinde gerçekleşmiştir. Ekonomide birincil kaynak topraktır ve toprak sahipliğine göre soylular, köleler, serfler gibi toplumsal sınıflar belirlenmiştir. Ekonomik üretim, doğal kaynak olan toprağın sahibinin yönetiminde ve serflerin (kölelerin) bağımlı emek gücünden yararlanılarak gerçekleştirilir.

Tarım toplumunda bilgi, "deneyim" yoluyla elde edilmektedir. İnsanlar işleri yaparak öğrenirler. Erkekler toprağı işlemeyi babalarından, kızlar giysi üretmeyi annelerinden öğrenirler. Usta-çırak ilişkilerinin geçerli olduğu tarım toplumunda, çırak, bir ustanın yanında yetişerek mesleğin gerektirdiği becerileri öğrenir. Bu nedenle tarım toplumunda eğitim seçkinlerle sınırlı kalmıştır.

Tarım toplumunda temel iktisadi faaliyetler tarım, el işi sanatları ve kısmen hizmetler olduğundan işgücü ancak loncalar yoluyla küçük esnaf şeklinde örgütlenmiştir. Bu örgütlenme tipi, aynı meslekte çalışan tüccar, esnaf ve zanaatkarların kendi çıkarlarını korumaya yönelik olarak kurdukları birliklerdir. 11.-16. yüzyıl arasında en parlak dönemini yaşayan loncalar, ortaçağ kentlerinin ekonomik hayatına damgasını vurmuştur. Belli kurallara göre örgütlenen loncalarda usta zanaatkar, yanında kalfa ve çırak çalıştırır ve onlarla birlikte aynı örgüt içinde yer alır. Lonca üyesi olmayan hiç kimse o örgütte çalışamaz. Çıraklıktan yetişmeyen kimseler o mesleği uygulayamaz. Loncadaki ustalar eşit düzeyde tutulur, bir ustanın birden fazla işyeri kurmasına izin verilmez. Böylece üyeler arası rekabet değil, dayanışma ön planda tutulur. Loncalar basit işbölümüne dayalı bir yapı olduğu için tarım toplumu ekonomisi basit uzmanlaşmaya dayanmaktadır. Üretilen mal ve hizmetler çoğunlukla sipariş üzerine yapılır. Bu tür örgütlenme, yeniliklere ve yaratıcılığa kapalı, bilinenin doğru şeklide yapılmasını gerektiren bir örgütlenme tipidir.

16. yüzyılın sonuna gelindiğinde loncalarda bir takım değişiklikler yaşanmıştır. Bazı ustalar daha zengin olmuş ve daha çok insan çalıştırmaya başlamıştır. Loncalar büyük- küçük olarak ayrılmıştır. Güçlü ustalar lonca yönetimlerini ele geçirmiş ve ustalar arası eşitlik kuralı bozulmuş, çırak-kalfa-usta zinciri kırılmıştır. Kentler kalabalıklaştıkça lonca teşkilatına giriş de zorlaşmış ve zamanla lonca üyesi aileler dışında hiç kimse mesleğe kabul edilmemiştir. Avrupa'da 16. yüzyılın sonunda krallar para karşılığı usta beratı satar hale gelmişlerdir

15. yüzyılda başlayan deniz aşırı ticaret ile genişleyen pazar, daha fazla mal üretimini zorunlu kılmıştır. Ancak loncaların örgütlenme biçimi pazar ihtiyacını karşılamamaktadır. Böylece zanaatkar loncalarına hammadde sağlayan ve onların ürünlerini pazarlayan aracı tüccarlar ortaya çıkmış ve loncaların alım satım tekeli kırılmıştır. Ayrıca coğrafi keşifler sonucunda Avrupa'ya gelen tütün, şeker gibi ürünlerin işlenmesi yeni iş alanları yaratmıştır. Kırsal alanda özgürleşen serflerin kentlere göçüyle lonca dışı özgür işçiler çoğalmıştır. Artık madencilik gibi büyük yatırım ve çok para gerektiren işler, loncalardan farklı bir örgütlenmeyi gerektirmektedir. Sanayi devrimi ile birlikte kapitalist yatırımcılar ve tüccarlar buralarda özgür işçileri çalıştırarak işyerlerini loncalardan farklı bir şekilde örgütlemişlerdir. Artık loncalara bağlı, az sayıda çırak ve kalfa çalıştırarak yalnızca sipariş edilen malları üreten ustaların yerini çok sayıda işçi çalıştıran ve pazar için üretim yapan, üretim araçlarının ve fabrikaların sahibi kapitalistler almıştır. Böylece geçmişin tarıma ve basit işbölümüne dayalı üretiminin yerini kitle üretim almakta, toplumsal yapı, sanayi toplumu adı verilen bambaşka bir sosyal yapıya dönüşmektedir.


1.1.1.2 Sanayi Toplumunda İnsan Sermayesinin Rolü

Tarımda biçerdöver, çırçır makinesi, sanayide buhar makinesi, buharlı tren gibi verimlilik arttırıcı teknolojilerin üretilmesi ile birlikte, tarım toplumunun ekonomik yapısı parçalanmaya başlamıştır. Tarımda verimliliğin artması sonucu tarımsal üretimin arttırılması için daha az insana ihtiyaç duyulmuş, böylece kırsal kesimde istihdam olanağı bulamayan çiftçiler kentlere göç ederek 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra sanayi toplumunun temelini oluşturmuştur. Sanayi devriminden sonra fiziki sermaye toprağı ikame ederek birincil kaynak haline gelmiştir. Sanayi toplumunda temel ekonomik faaliyet, toprak ve sermayeden oluşan maddi üretim araçları ile standartlaşmış maddi mal üretimine dayanmaktadır. İşbölümüne dayalı üretimde uzmanlaşma ile birlikte verimlilik inanılmaz bir hızla artmıştır. Pazara yönelik mal üretimi için sermaye birikimi büyük önem kazanmıştır. Sermaye birikimi, mekanik teknolojinin ürünü olan sermaye malları stoklarını, bir başka deyişle makine ve teçhizat donanımlarını arttırmak anlamına gelir. Girdi temini ve malların satılması için pazar bulma gereksinimi, sanayileşmenin ilk aşamalarında koloni bulmayı, sonraki aşamalarında ise uluslararası serbest ticareti geliştirmiştir. Böylece gelişen mübadele ekonomisi, tarım toplumunda var olan köy ekonomisine son vererek ulusal düzeyde kitlevi pazar ekonomisi halini almıştır.

Sanayi toplumunda işgücü, örgütlenme sürecinde, standart çalışma kalıpları içinde dikey hiyerarşik olarak yapılanmıştır. Üretim sürecinde ast-üst ilişkisi son derede belirgindir. Üretim, ekip çalışmasına dayanmaz. İşçilerin ve yöneticilerin yapacağı işler önceden belirlenmiş, kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştır. Ayrıca işçilerden yaratıcı olmaları değil, mekanik olarak o işi yapmaları beklenir. Örneğin; bir araba fabrikasının montaj bölümünde çalışan bir işçi, çalışma kalıplarının dışına çıkamadan yıllar boyunca arabalara parça monte edebilir. Akan bant sistemi içinde çalışan işçi, üretim süreci içinde herhangi bir yenilikçi yaklaşımda bulunamaz, aslında yaptığı iş yenilik üretmesine olanak tanımaz. Bu sistem basit de olsa uzmanlık alanları oluşturmaktadır; ancak determinist bir üretim sistemidir, esneklik içermez. Özellikle imalat sanayinde çalışan, bir ürünü monte etmekten ya da taşımaktan sorumlu olan beden işçileri için durum böyledir.

Sanayi devrimi sonrası yüzyılda makinelerin kapasiteyi arttırmasından dolayı bir verim artışı olmuşsa da işçilerin mal üretme ve mal taşıma yeteneklerinde büyük bir artış olmamıştır. İşçiler, eski Yunan'daki atölyelerde ne kadar verimliyseler, fabrikada da o kadar verimlidirler. Sanayi toplumunda gerçek prodüktivite patlaması, bilginin işe uygulanması ile 1880'lerden sonra başlamıştır. Bilgi artık aletlere, süreçlere ve ürünlere uygulanmaya başlanmıştır. Bilginin işe uygulanması ile akan bant başında çalışan işçilerin verimlerinde büyük artış sağlanmıştır. Ancak günümüzde imalat, tarım, madencilik ve ulaşım dallarında beden işçilerinin verimlerini arttırmak kendi başına işe yaramamaktadır. Prodüktivite devrimi kendi başarısının kurbanı olmuştur. Bundan böyle önemli olan beden işçisi olmayanların verimini arttırmaktır. Bu da bilginin bilgiye uygulanması ile mümkün olacaktır. Yeni çağda zenginlik bilginin ürünü olacaktır.


1.1.1.3  Bilgi Toplumunda İnsan Sermayesinin Rolü

Bilgi toplumu; yeni temel teknolojilerin gelişimiyle bilgi sektörünün, bilgi üretiminin, bilgi sermayesinin ve nitelikli insan faktörünün önem kazandığı, eğitimin sürekliliğinin ön plana çıktığı, iletişim teknolojileri, bilgi otoyolları, elektronik ticaret gibi yeni gelişmeler ile toplumu ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal açıdan sanayi toplumunun ötesine taşıyan bir gelişme aşaması olarak tanımlanabilir. Bilgi toplumu, sosyo-ekonomik gelişme sürecinde, öncelikle insan faktörü ve bilgi olmak üzere tüm alanlarda yapısal değişimi gerekli kılan, sanayi toplumunun uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Bilgi toplumundaki gelişmeler ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda yeni bir yaşam biçimi getirmektedir. Bu, yeni davranış biçimleri oluşturarak toplumu standartlaşma ve merkezileşmenin ötesine taşımaktadır. Bu yeni uygarlık, farklı bir dünya görüşünü de beraberinde getirmekte; zamanı, mekanı, mantık ve nedenselliği ele almakta ve kendine özgü biçimler geliştirmektedir.

Bilgi toplumunda maddi malların üretimi yerine bilginin üretimi ön plana çıkmaktadır. Sermaye birikimi yerine bilgi üretimi ve bilgi birikimi önem kazanmaktadır. İşbölümünün geliştiği, üretim ve tüketimin birbirinden ayrıldığı meta ekonomisinin yerini, gelecekteki amaçların gerçekleştirilmesi için bilgiyi birlikte üretme ve kullanımda paylaşıma dayanan sinerjik ekonomi almaktadır. Ekonomik yapı, sanayi toplumunun mübadele ekonomisinden, bilgi toplumunun sinerjik ekonomisine dönüşüm sürecine girmiştir. Böylece, ulusal pazar ekonomisinden, temel ekonomik faaliyeti üreticileri ve tüketicileri daha çok birleştiren bilgi hizmetlerinin üretilmesi şeklini alan bütünleşmiş küresel ekonomiye doğru bir geçiş sürecine girilmiştir.

Bilgi ekonomisinde finansal ve parasal sermayenin birincil fonksiyonu artık birincil üretim faktörü olmak değil, bilgi işçilerinin potansiyellerini ortaya çıkarmak ve verimliliklerini arttırmaktır. Sanayi toplumunda iş, fiziki sermayenin çevresinde organize edilmiştir. Amaç üretimi maksimize etmektir, fiziki malzeme birincil, insan ikincil kaynaktır. Yürüyen bantta verimliliği arttırmanın yolu yürüyen bantın hızını arttırmaktır. Ancak bilgi tabanlı ekonomide teknoloji insanın verimliliğini arttırmaya hizmet eder. Bilgi işçileri teknolojiye bağlı değildir; teknoloji insana hizmet eder.

Bilgi toplumunda hizmetlere olan talep mallara olan talepten daha hızlı artar. Mallar fiziki ihtiyaçları tatmin eder. Bir toplum fiziksel ihtiyaçlarını sağlarken hizmetlere olan ihtiyacı artar. Bilgi tabanlı ekonominin bir diğer özelliği, yeni hizmetlere olan talep artarken yeni pazarların da yaratılmasıdır. Değişen yaşam tarzları, insan hayatının uzaması, verimlilikteki artıştan dolayı insanların boş zamanındaki artışa bağlı olarak eğlence sektörünün gelişmesi yeni pazarlar yaratır. Değişen yaşam tarzı işgücünün değişimini de gündeme getirmiştir. Kadınların da işgücüne katılması ile, kadınlar için zaman tasarruf edici çamaşır makinesi, mikro dalga fırın gibi aletlerin pazarı yaratılmıştır.


1.1.2   İnsan Sermayesi ve İşgücü Çeşitleri

İnsan kaynakları işlevi, yeni işgücünün belirlenmesi ve işletmeye getirilmesi mevcut işgücünün performansının ölçülmesi, geliştirilmesi ve işletmenin ihtiyacı olan işgücünün işletmede tutulmasını kapsamaktadır. Geleneksel olarak bilgisayar temelli bilişim sistemlerinden ücret bordrolarının düzenlenmesi çalışanlara ilişkin kayıtlarının tutulması ve çalışanların işletme faaliyetlerinde kullanımların analiz edilmesi amacıyla yararlanılmaktadır.

İnsan kaynakları bilişim sistemleri , isim, soy isim, adres doğum tarihi , maaş, yeterlilikler, okul, yabancı dil vb. bilgileri içeren personel kayıt sistemi vasıtasıyla insan kaynakları departmanının ücret ve tazminat yönetimi, eleman palanlama eğitim programlarının belirlenmesi terfi sistemlerinin düzenlemesi vb. alanlarda etkinlik ve verimliliği artırmak için kullanılırlar.

Kaynak: Öğr. Gör. Şahin Çetinkaya - Kafkas Üniversitesi

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005