|
İnsan
Sermayesi
Bir örgütün
insanları, o örgütün insan sermayesini oluşturur. İnsan
sermayesi, çalışanların bilgi, beceri ve yeteneklerini kapsar.
İnsan sermayesi, işletmenin sorunlarını çözmek için sahip olduğu
toplanmış insan yeteneğidir. Bir başka deyişle bir işletmenin
insan sermayesi, çalışanlarının bilgilerini işletme
problemlerine uygulayabilme yeteneğidir. İnsan sermayesi insanın
kendisidir. Bu yüzden örgütler insan sermayesine sahip
olamazlar, onu ancak kiralayabilirler. Bu nedenle insan
sermayesi, çalışanlar ayrıldıklarında işletmeden ayrılır. İnsan
sermayesi bir örgüt için yaratıcılık ve yenilik ile
ölçülebilecek olan, örgütün sahip olduğu insan kaynağını ne
derece etkin kullandığını içermektedir.
İnsan
sermayesi, araştırma-geliştirmeden yüz yüze müşteri ilişkilerine
kadar bir işletmenin yaratıcılık kaynağıdır. İnsan sermayesi,
entelektüel sermayenin sadece bir dalı değil aynı zamanda onun
deposu, kapasite kaynağı ve sınırlayıcı faktörüdür. Gerçekten,
pek çok gelecek bilimci insan sermayesi sıkıntısının, girişim
gelişiminin gelecek yüzyıldaki en büyük sınırlayıcısı olacağına
inanmaktadır.
Bir
işletmede çalışan insanlar, zamanlarını ve yeteneklerini büyük
ölçüde yenilik getirici faaliyetlere yönelttiğinde, insan
sermayesi yaratılmış ve kullanılmış olur. İnsan sermayesi iki
yoldan gelişebilir: İlki işletmelerin, insanların bildiklerini
daha çok kullanması, ikincisi ise daha fazla insanın işletme
için yararlı daha fazla şey öğrenmesidir. İşletmelerin kişilerin
sahip oldukları bilgi, yetenek ve becerilerden yararlanabilmesi
için insan sermayesinin yapısal sermayeye dönüştürülmesi
gerekir. Yani bireye ait bilgi, örgütsel değer yaratmak için
kullanıldığında ve paylaşıldığında tam anlamıyla entelektüel
sermayenin bir parçası olur.
İnsan
sermayesini oluşturan başlıca unsurlar şu şekilde sıralanabilir:
•
Know-how
• Eğitim
• İşe
yönelik özellikler
• İşle
ilişkili bilgi
• İş
değerlendirmesi
• İşle
ilişkili rekabet
•
Girişimcilik gücü, yenilikçilik,
süreç
öncesi ve sonrası kavrama yeteneği, değişebilirlik
Entelektüel Sermaye Kavramı
Entelektüel sermaye terimi ilk olarak 1975 yılında Michael
Kalecki tarafından, ekonomist John Kenneth Galbraith.e atıf
yaparak kullanılmıştır. Kalecki makalesinde; .Acaba kaçımız şu
geçen birkaç on yıllık dönemde elde ettiğimiz entelektüel
sermayenin farkındayız. ifadesini kullanmaktadır.
Günümüzde
gelişen bilgi ekonomisi trendi ile yeniden tartışılan
entelektüel sermayenin, bu anlamıyla ilk olarak Thomas Stewart
tarafından Haziran 1991 tarihinde kaleme alınan .Brainpower
(Beyin Gücü). makalesi ile gündeme geldiği kabul edilmektedir.
Stewart makalesinde entelektüel sermayeyi; .işletmeye piyasada
rekabet avantajı sağlayan, işletme çalışanlarının bildiği her
şeyin toplamı. olarak tanımlamıştır.
Stewart,
1997 yılında yayınlanan .Entelektüel Sermaye: Örgütlerin Yeni
Zenginliği. adlı kitabında ise entelektüel sermayeyi, .elde
edilmiş kullanışlı bilgi. olarak en genel şekilde tanımlamakta
ve bunun örgütün süreçlerini, teknolojilerini, patentlerini,
işgörenlerinin becerilerini ve müşteriler, tedarikçiler ve diğer
ilişkili taraflar hakkındaki bilgileri içerdiğini
belirtmektedir. Kapsamlı bir başka tanım ise Annie Brooking
tarafından yapılmaktadır. Brooking.e göre entelektüel sermaye,
işletmenin faaliyetini sürdürebilmesini sağlayan maddi olmayan
varlıklarının tümüdür. İlk profesyonel entelektüel sermaye
yöneticisi olarak bilinen, konunun bir başka öncü ismi Leif
Edvinsson ise entelektüel sermayeyi değere dönüştürülebilen
bilgi olarak tanımlamaktadır. Edvinsson, işletmelerin insan
sermayesi ve örgütsel sermaye olmak üzere iki temel görünmeyen
varlığı olduğunu ve entelektüel sermayenin bunların toplamını
ifade ettiğini belirtmektedir. Yapılan tüm bu tanımlamalara
karşın entelektüel sermayenin genel kabul görmüş kesin bir
tanımı yapılamamaktadır ve sık sık entelektüel mülkiyet,
entelektüel varlıklar, maddi olmayan varlıklar ve bilgi
varlıkları terimleri ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Aslında bu terimler birbirinden farklılaştırılabilseler de her
biri bir diğeri ile ilişki içersindedir. Entelektüel sermaye bu
kavramların tümünden daha kapsamlıdır. Entelektüel sermaye için
yukarıdaki tanımlamaların ortak noktalarını içeren şöyle bir
tanım verilebilir: Entelektüel sermaye kâra dönüştürülebilen
bilgidir; ki bu bilgi işletmenin fikirlerinin, yeniliklerinin,
teknolojilerinin, genel bilgilerinin, bilgisayar programlarının,
dizaynlarının, veri kullanma yeteneklerinin, ilişkilerinin,
süreçlerinin, yaratıcılıklarının ve yayınlarının bir bütünüdür.
Yukarıda
ifade edildiği gibi entelektüel sermaye kavramı daha eski ve
daha dar kapsamlı bazı kavramlarla zaman zaman eş anlamlı olarak
kullanılmaktadır. Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu (IFAC)
tarafından yayınlanan bir çalışmada entelektüel sermayeyi,
Entelektüel Mülkiyet e Entelektüel varlıklar terimlerinden
ayırmış ve bu kavramları tanımlanmaktadır:
-
Entelektüel Mülkiyet: Resmi olarak verilmiş, patentler, ticari
markalar ve telif hakları gibi mülkiyet haklarıdır. Entelektüel
sermayenin muhasebe amaçları için göz önünde bulundurulan tek
formu bu varlıklardır. Ancak tarihi maliyetlere dayalı muhasebe
bu varlıkların değerlerini düşük göstermektedir.
-
Entelektüel Varlıklar: Entelektüel varlıklar ve bilgi temelli
varlıklar ise maddi olmayan varlık şemsiyesi altında entelektüel
mülkiyet unsurlarına göre daha soyut olan maddi olmayan
varlıkları ifade eder. Entelektüel varlıklar, işletmenin sahip
olduğu ve gelecekte gelir akımı sağlayacak teknoloji ve yönetim
gibi unsurları içeren bilgi temelli varlıklardır.
Entelektüel
sermaye kavramı, kapsadığı bu bilgi ve varlıkların değere
dönüştürülmesini içerir. Bu sürecin ortaya çıkardığı her bir
ürün ise entelektüel varlık veya bilgi varlığı olarak
adlandırılır. Entelektüel sermaye, bilançoda görünmeyen
varlıkları kapsar, ölçülmeyeni ölçer. Kişiler, fikirler ve bilgi
arasındaki ilişkileri ortaya koymak için yapılan bir
araştırmadır. Bu nedenle entelektüel sermaye tek bir şey ya da
tek bir hedef değil, ilişkilere yönelik bir konudur.
Görüldüğü
gibi entelektüel sermaye statik bir varlıktan çok, işletmenin
gereksinimlerine uygulandığında katma değer yaratan dinamik bir
unsurdur. Bir başka ifadeyle yukarıda sıralanan kavramlar için
bir çatı niteliğindedir ve bunların işletme için değer yaratması
sürecidir. Geleneksel muhasebe anlayışına göre entelektüel
sermayenin karşılığı şerefiye olarak görülebilir. Ancak esas
anlam, kabaca öyle tanımlansa da, entelektüel sermayenin sadece
defter değeri ile piyasa değeri arasındaki fark olmadığı, onun,
görünmeyen değerlerden oluştuğudur.
Piyasa
işletmeyi bir bütün olarak değerler, işletmenin alış fiyatı ile
tüm varlıkların değeri arasındaki fark şerefiye olarak
adlandırılır. Kuramsal olarak şerefiye, alıcının, edinilen
işletmenin tüm varlıklarının (maddi ve maddi olamayan) gerçeğe
uygun değerlerinin üzerinde vermiş olduğu primdir. Uygulamada
geleneksel muhasebe, maddi olmayan varlıkları nadiren değerler.
Genellikle maddi varlıkların gerçeğe uygun değerleri belirlenir
ve onun dışındaki her şey şerefiye olarak nitelendirilir ve
sadece alıcının kayıtlarında görünür. Muhasebe kuralları, hiç
karşılığında bir şey ödemeye elvermemesi nedeniyle, adeta
fasülye sayaçları yaklaşımıyla defter değerini satış fiyatından
çıkarma ve aradaki farkı şerefiye olarak adlandırma yoluna
gider. Piyasada tekel oluşturmak için bir işletmeye ödenen
piyasa fiyatının üzerindeki miktar bile alıcının kayıtlarında
şerefiye olarak yer alacaktır. Yani geleneksel muhasebenin
şerefiye kavramı, entelektüel sermayenin ağırlığını taşımaktan
ve onu ifade etmekten oldukça uzaktır. Ayrıca geleneksel
muhasebede maddi olmayan varlıklar ve şerefiye amortismana
tabidir ve belirli bir zaman periyodu içersinde değerlerini
kaybederler. Oysa günümüzde trend değişmiştir ve maddi olmayan
varlıklar, özellikle ticari ünvanlar ve markalar değer
kazanmaktadır.
Maddi
olmayan varlıkların bilançoda gösterilmesi üzerinde çalışmalar
yapılmaktadır. Markalar, telif hakları, satın alınmaları halinde
bilgisayar yazılımları bilançolarda zaten görünmektedir. Ancak
artık bilgi çağında işletmelerin asıl değerlerini oluşturan
entelektüel sermaye unsurları da bilançolarda tümüyle
görünmelidir. Yıllarca geleneksel muhasebede adeta düzeltici bir
hesap gibi defter değerinin üzerinde ödenen primi hesaplara
yansıtmak amacıyla kullanılan şerefiye kavramı da, piyasa
değeri-defter değeri oranlarının 10-20 katlara çıkabildiği
bugünlerde (bu oranlar Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi
için alışılmadık derecede yüksek oranlardır) yeniden ele alınıp
incelenmeli ve modern gereksinimlere uydurulmalıdır.
Skandia AFS
şirketi için 1993 yılında ilk entelektüel sermaye bilançosonu
hazırlayan Leif Edvinsson, işletmesinin entelektüel sermaye
politikasını anlattığı makalesinde günümüzde oluşan dengeyi
gösteren bir bilanço örneğine yer vermiştir.
Bu yeni
dengede entelektüel sermaye, müşteriler, iş görenler gibi
işletme ile ilgili taraflardan kaynak olarak sağlandığı ilkesine
göre öz kaynaklar gibi pasif bir kalem olmaktadır. Tüm bu
gelişmeler sonucunda, günümüzde bilgiyi yaratmak, elde tutmak,
paylaşmak ve kullanmak için geliştirilmiş, tümüyle radikal,
bilinenleri kökten değiştiren yeni yollar ortaya çıkmaktadır.
Bunlar, işletmelerin iş yapma biçimleri ve müşterilerine
yaklaşım tarzları üzerinde son derece etkili olmaktadır. Bu
değişimi görerek .bilgi yönetimi.ne geçen işletmelerin çok
önemli bir rekabet üstünlüğü sağladıkları artık tartışılmaz bir
gerçektir. Bilgiyi kullanan işletmelerin finansal tablolarının
incelenmesi, bilgi yönetiminin ne kadar önemli olduğunu
kanıtlamaktadır. İletişim, yazılım, biyoteknoloji gibi alanlarda
çalışan bazı işletmelerin sabit varlıklarının değeri, piyasa
değerlerinin %5-10.unu geçmemektedir. Bu fark, entelektüel
sermaye unsurları, yani müşteriler, kullanılan süreçler ve
çalışan insanların bir başka deyişle bilginin yarattığı
değerdir.
Entelektüel
sermayenin yoğun olduğu işletmelerin muhasebe kayıtlarındaki
değeri ile piyasa değeri arasındaki fark giderek daha da
büyümektedir. Amerikan Fortune dergisinin her yıl yayınladığı ve
en büyük 500 işletmenin çeşitli kriterlere göre sıraladığı ünlü
Fortune 500 listesine göre 1980.lerin ortalarında kurulan
Microsoft, 14 Mart 2000 tarihi itibariyle, neredeyse yüz yıllık
bir geçmişi olan ve dünyanın en büyük işletmesi olarak kabul
edilen General Motors.un yaklaşık 8 katı piyasa değerine
ulaşmıştır. Aynı listeye göre dünyanın piyasa değeri en yüksek
on işletmesinden yedisi bilgi, ya da bir diğer ifade ile yeni
ekonomi işletmeleridir. Toplumsal
Yapılarda İnsan Sermayesinin Rolü
İnsanların doğuştan sahip oldukları ve sonradan edindikleri
nitelikler ve bilgiler, dünyadaki sermaye stokunun önemli bir
bölümünü oluşturmaktadır. Ekonomik değerinin öneminden dolayı
insan sermayesi faktörü, üretim düzeyini yükseltmek, ekonomide
yapısal değişiklikler gerçekleştirmek ve gelişmiş ekonomilerin
düzeyine ulaşmak açısından kalkınmada önem verilmesi gereken bir
faktördür. Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde insan; emek,
girişimci ve teknik bilgi faktörlerinin sahibi olarak çeşitli
işlevler üstlenir. İnsan sermayesi; büyüme, teknolojik gelişme,
gelir dağılımında etkinlik, uluslararası rekabet edebilirlik
düzeyinin yükseltilmesi, hukuki, kurumsal ve politik alanda
iyileşmeler gibi kalkınmanın önemli amaçlarının
gerçekleştirilmesinde rol oynamaktadır. Kalkınma açısından insan
faktörünün sahip olması gereken özellikler ise her ekonominin
sektörel ihtiyaçları doğrultusunda ekonominin gerektirdiği
nitelikte insan faktörünün yetiştirilmesine bağlıdır.
Bir
toplumda insana yatırım, mikro ve makro olmak üzere iki düzeyde
gerçekleşmektedir. Mikro düzeyde insana yatırım; kişinin
kendisine yaptığı yatırım ve firmaların personeline(insan
faktörüne) yatırımını içermektedir. Makro düzeyde yatırım ise
devlet tarafından insana yapılan yatırımdır. Ulusal ekonomi
düzeyinde genellikle altyapı yatırımları, yarı kamusal mal ve
hizmetlere yönelik yatırımları içerir. Mikro ve makro ekonomik
açıdan insana yatırım yapılmasının amaçları içinde ulusal geliri
arttırarak kalkınma düzeyini yükseltmek, kişi başına düşen
geliri arttırarak bireysel refah ve kültür düzeyini yükseltmek,
kalkınmanın sürekliliğini sağlamak, gelir farklılıklarını asgari
düzeye indirerek gelir dağılımını adil duruma getirmek,
kişilerin işte ve üretimde verimliliklerini arttırmak,
teknolojik gelişme sağlamak, beyin göçünü engellemek ve eğitim,
sağlık gibi hizmetlerde fırsat eşitliği yaratmak sayılabilir.
Bir
ekonomide mikro ve makro ekonomik açıdan insan sermayesi
yatırımlarının yetersizliği, kalkınmayı engelleyen ve yavaşlatan
önemli faktörlerden biridir. Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde
ekonomik gelişmeyi amaçlayan toplumlar insan sermayesi
yatırımlarına artarak daha fazla önem vermektedir.
Toplumsal
yapıya bağlı olarak insan sermayesi farklı zaman dilimlerinde
farklı özellikler göstermiştir. İş gücü yapısı bu çerçevede
değişmiş ve insan sermayesi her toplum tipinde farklı bir önem
kazanmıştır. Toplumsal gelişim çerçevesinde gelişen toplum
yapılarının her birinde insan sermayesinin incelenmesi aynı
zamanda gelişimini de ortaya koyacaktır.
Buna göre
tarım toplumunda, sanayi toplumunda ve bilgi toplumunda insan
sermayesinin rolü şöyle incelenmiştir.
1.1.1.1
Tarım Toplumunda İnsan Sermayesinin Rolü
Tarım
toplumunda ekonomik faaliyetler genel olarak kendi kendine
yeterli, piyasa değeri olmayan temel yiyecek maddelerinin
üretimine dayalı bir yapı sergiler. Ekonomi, köy ekonomisi
düzeyinde olup emekte basit işbölümü görülebilir. Tarım
toplumunda, insan ve hayvan gücü gibi doğal-organik güce dayalı
durağan bir teknoloji egemendir; üretim yöntemi el sanatlarına
dayalıdır. Bu durumun ekonomik hayata yansıması, doğaya bağımlı
tarımsal üretim şeklinde gerçekleşmiştir. Ekonomide birincil
kaynak topraktır ve toprak sahipliğine göre soylular, köleler,
serfler gibi toplumsal sınıflar belirlenmiştir. Ekonomik üretim,
doğal kaynak olan toprağın sahibinin yönetiminde ve serflerin
(kölelerin) bağımlı emek gücünden yararlanılarak
gerçekleştirilir.
Tarım
toplumunda bilgi, "deneyim" yoluyla elde edilmektedir. İnsanlar
işleri yaparak öğrenirler. Erkekler toprağı işlemeyi
babalarından, kızlar giysi üretmeyi annelerinden öğrenirler.
Usta-çırak ilişkilerinin geçerli olduğu tarım toplumunda, çırak,
bir ustanın yanında yetişerek mesleğin gerektirdiği becerileri
öğrenir. Bu nedenle tarım toplumunda eğitim seçkinlerle sınırlı
kalmıştır.
Tarım
toplumunda temel iktisadi faaliyetler tarım, el işi sanatları ve
kısmen hizmetler olduğundan işgücü ancak loncalar yoluyla küçük
esnaf şeklinde örgütlenmiştir. Bu örgütlenme tipi, aynı meslekte
çalışan tüccar, esnaf ve zanaatkarların kendi çıkarlarını
korumaya yönelik olarak kurdukları birliklerdir. 11.-16. yüzyıl
arasında en parlak dönemini yaşayan loncalar, ortaçağ
kentlerinin ekonomik hayatına damgasını vurmuştur. Belli
kurallara göre örgütlenen loncalarda usta zanaatkar, yanında
kalfa ve çırak çalıştırır ve onlarla birlikte aynı örgüt içinde
yer alır. Lonca üyesi olmayan hiç kimse o örgütte çalışamaz.
Çıraklıktan yetişmeyen kimseler o mesleği uygulayamaz. Loncadaki
ustalar eşit düzeyde tutulur, bir ustanın birden fazla işyeri
kurmasına izin verilmez. Böylece üyeler arası rekabet değil,
dayanışma ön planda tutulur. Loncalar basit işbölümüne dayalı
bir yapı olduğu için tarım toplumu ekonomisi basit uzmanlaşmaya
dayanmaktadır. Üretilen mal ve hizmetler çoğunlukla sipariş
üzerine yapılır. Bu tür örgütlenme, yeniliklere ve yaratıcılığa
kapalı, bilinenin doğru şeklide yapılmasını gerektiren bir
örgütlenme tipidir.
16.
yüzyılın sonuna gelindiğinde loncalarda bir takım değişiklikler
yaşanmıştır. Bazı ustalar daha zengin olmuş ve daha çok insan
çalıştırmaya başlamıştır. Loncalar büyük- küçük olarak
ayrılmıştır. Güçlü ustalar lonca yönetimlerini ele geçirmiş ve
ustalar arası eşitlik kuralı bozulmuş, çırak-kalfa-usta zinciri
kırılmıştır. Kentler kalabalıklaştıkça lonca teşkilatına giriş
de zorlaşmış ve zamanla lonca üyesi aileler dışında hiç kimse
mesleğe kabul edilmemiştir. Avrupa'da 16. yüzyılın sonunda
krallar para karşılığı usta beratı satar hale gelmişlerdir
15.
yüzyılda başlayan deniz aşırı ticaret ile genişleyen pazar, daha
fazla mal üretimini zorunlu kılmıştır. Ancak loncaların
örgütlenme biçimi pazar ihtiyacını karşılamamaktadır. Böylece
zanaatkar loncalarına hammadde sağlayan ve onların ürünlerini
pazarlayan aracı tüccarlar ortaya çıkmış ve loncaların alım
satım tekeli kırılmıştır. Ayrıca coğrafi keşifler sonucunda
Avrupa'ya gelen tütün, şeker gibi ürünlerin işlenmesi yeni iş
alanları yaratmıştır. Kırsal alanda özgürleşen serflerin
kentlere göçüyle lonca dışı özgür işçiler çoğalmıştır. Artık
madencilik gibi büyük yatırım ve çok para gerektiren işler,
loncalardan farklı bir örgütlenmeyi gerektirmektedir. Sanayi
devrimi ile birlikte kapitalist yatırımcılar ve tüccarlar
buralarda özgür işçileri çalıştırarak işyerlerini loncalardan
farklı bir şekilde örgütlemişlerdir. Artık loncalara bağlı, az
sayıda çırak ve kalfa çalıştırarak yalnızca sipariş edilen
malları üreten ustaların yerini çok sayıda işçi çalıştıran ve
pazar için üretim yapan, üretim araçlarının ve fabrikaların
sahibi kapitalistler almıştır. Böylece geçmişin tarıma ve basit
işbölümüne dayalı üretiminin yerini kitle üretim almakta,
toplumsal yapı, sanayi toplumu adı verilen bambaşka bir sosyal
yapıya dönüşmektedir.
1.1.1.2
Sanayi Toplumunda İnsan Sermayesinin Rolü
Tarımda
biçerdöver, çırçır makinesi, sanayide buhar makinesi, buharlı
tren gibi verimlilik arttırıcı teknolojilerin üretilmesi ile
birlikte, tarım toplumunun ekonomik yapısı parçalanmaya
başlamıştır. Tarımda verimliliğin artması sonucu tarımsal
üretimin arttırılması için daha az insana ihtiyaç duyulmuş,
böylece kırsal kesimde istihdam olanağı bulamayan çiftçiler
kentlere göç ederek 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra sanayi
toplumunun temelini oluşturmuştur. Sanayi devriminden sonra
fiziki sermaye toprağı ikame ederek birincil kaynak haline
gelmiştir. Sanayi toplumunda temel ekonomik faaliyet, toprak ve
sermayeden oluşan maddi üretim araçları ile standartlaşmış maddi
mal üretimine dayanmaktadır. İşbölümüne dayalı üretimde
uzmanlaşma ile birlikte verimlilik inanılmaz bir hızla
artmıştır. Pazara yönelik mal üretimi için sermaye birikimi
büyük önem kazanmıştır. Sermaye birikimi, mekanik teknolojinin
ürünü olan sermaye malları stoklarını, bir başka deyişle makine
ve teçhizat donanımlarını arttırmak anlamına gelir. Girdi temini
ve malların satılması için pazar bulma gereksinimi,
sanayileşmenin ilk aşamalarında koloni bulmayı, sonraki
aşamalarında ise uluslararası serbest ticareti geliştirmiştir.
Böylece gelişen mübadele ekonomisi, tarım toplumunda var olan
köy ekonomisine son vererek ulusal düzeyde kitlevi pazar
ekonomisi halini almıştır.
Sanayi
toplumunda işgücü, örgütlenme sürecinde, standart çalışma
kalıpları içinde dikey hiyerarşik olarak yapılanmıştır. Üretim
sürecinde ast-üst ilişkisi son derede belirgindir. Üretim, ekip
çalışmasına dayanmaz. İşçilerin ve yöneticilerin yapacağı işler
önceden belirlenmiş, kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştır.
Ayrıca işçilerden yaratıcı olmaları değil, mekanik olarak o işi
yapmaları beklenir. Örneğin; bir araba fabrikasının montaj
bölümünde çalışan bir işçi, çalışma kalıplarının dışına
çıkamadan yıllar boyunca arabalara parça monte edebilir. Akan
bant sistemi içinde çalışan işçi, üretim süreci içinde herhangi
bir yenilikçi yaklaşımda bulunamaz, aslında yaptığı iş yenilik
üretmesine olanak tanımaz. Bu sistem basit de olsa uzmanlık
alanları oluşturmaktadır; ancak determinist bir üretim
sistemidir, esneklik içermez. Özellikle imalat sanayinde
çalışan, bir ürünü monte etmekten ya da taşımaktan sorumlu olan
beden işçileri için durum böyledir.
Sanayi
devrimi sonrası yüzyılda makinelerin kapasiteyi arttırmasından
dolayı bir verim artışı olmuşsa da işçilerin mal üretme ve mal
taşıma yeteneklerinde büyük bir artış olmamıştır. İşçiler, eski
Yunan'daki atölyelerde ne kadar verimliyseler, fabrikada da o
kadar verimlidirler. Sanayi toplumunda gerçek prodüktivite
patlaması, bilginin işe uygulanması ile 1880'lerden sonra
başlamıştır. Bilgi artık aletlere, süreçlere ve ürünlere
uygulanmaya başlanmıştır. Bilginin işe uygulanması ile akan bant
başında çalışan işçilerin verimlerinde büyük artış sağlanmıştır.
Ancak günümüzde imalat, tarım, madencilik ve ulaşım dallarında
beden işçilerinin verimlerini arttırmak kendi başına işe
yaramamaktadır. Prodüktivite devrimi kendi başarısının kurbanı
olmuştur. Bundan böyle önemli olan beden işçisi olmayanların
verimini arttırmaktır. Bu da bilginin bilgiye uygulanması ile
mümkün olacaktır. Yeni çağda zenginlik bilginin ürünü olacaktır.
1.1.1.3
Bilgi Toplumunda İnsan Sermayesinin Rolü
Bilgi
toplumu; yeni temel teknolojilerin gelişimiyle bilgi sektörünün,
bilgi üretiminin, bilgi sermayesinin ve nitelikli insan
faktörünün önem kazandığı, eğitimin sürekliliğinin ön plana
çıktığı, iletişim teknolojileri, bilgi otoyolları, elektronik
ticaret gibi yeni gelişmeler ile toplumu ekonomik, sosyal,
kültürel ve siyasal açıdan sanayi toplumunun ötesine taşıyan bir
gelişme aşaması olarak tanımlanabilir. Bilgi toplumu,
sosyo-ekonomik gelişme sürecinde, öncelikle insan faktörü ve
bilgi olmak üzere tüm alanlarda yapısal değişimi gerekli kılan,
sanayi toplumunun uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Bilgi
toplumundaki gelişmeler ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal
alanda yeni bir yaşam biçimi getirmektedir. Bu, yeni davranış
biçimleri oluşturarak toplumu standartlaşma ve merkezileşmenin
ötesine taşımaktadır. Bu yeni uygarlık, farklı bir dünya
görüşünü de beraberinde getirmekte; zamanı, mekanı, mantık ve
nedenselliği ele almakta ve kendine özgü biçimler
geliştirmektedir
Bilgi
toplumunda maddi malların üretimi yerine bilginin üretimi ön
plana çıkmaktadır. Sermaye birikimi yerine bilgi üretimi ve
bilgi birikimi önem kazanmaktadır. İşbölümünün geliştiği, üretim
ve tüketimin birbirinden ayrıldığı meta ekonomisinin yerini,
gelecekteki amaçların gerçekleştirilmesi için bilgiyi birlikte
üretme ve kullanımda paylaşıma dayanan sinerjik ekonomi
almaktadır. Ekonomik yapı, sanayi toplumunun mübadele
ekonomisinden, bilgi toplumunun sinerjik ekonomisine dönüşüm
sürecine girmiştir. Böylece, ulusal pazar ekonomisinden, temel
ekonomik faaliyeti üreticileri ve tüketicileri daha çok
birleştiren bilgi hizmetlerinin üretilmesi şeklini alan
bütünleşmiş küresel ekonomiye doğru bir geçiş sürecine
girilmiştir.
Bilgi
ekonomisinde finansal ve parasal sermayenin birincil fonksiyonu
artık birincil üretim faktörü olmak değil, bilgi işçilerinin
potansiyellerini ortaya çıkarmak ve verimliliklerini
arttırmaktır. Sanayi toplumunda iş, fiziki sermayenin çevresinde
organize edilmiştir. Amaç üretimi maksimize etmektir, fiziki
malzeme birincil, insan ikincil kaynaktır. Yürüyen bantta
verimliliği arttırmanın yolu yürüyen bantın hızını arttırmaktır.
Ancak bilgi tabanlı ekonomide teknoloji insanın verimliliğini
arttırmaya hizmet eder. Bilgi işçileri teknolojiye bağlı
değildir; teknoloji insana hizmet eder
Bilgi
toplumunda hizmetlere olan talep mallara olan talepten daha
hızlı artar. Mallar fiziki ihtiyaçları tatmin eder. Bir toplum
fiziksel ihtiyaçlarını sağlarken hizmetlere olan ihtiyacı artar.
Bilgi tabanlı ekonominin bir diğer özelliği, yeni hizmetlere
olan talep artarken yeni pazarların da yaratılmasıdır. Değişen
yaşam tarzları, insan hayatının uzaması, verimlilikteki artıştan
dolayı insanların boş zamanındaki artışa bağlı olarak eğlence
sektörünün gelişmesi yeni pazarlar yaratır. Değişen yaşam tarzı
işgücünün değişimini de gündeme getirmiştir. Kadınların da
işgücüne katılması ile, kadınlar için zaman tasarruf edici
çamaşır makinesi, mikro dalga fırın gibi aletlerin pazarı
yaratılmıştır.
1.1.2
İnsan Sermayesi ve İşgücü Çeşitleri
İnsan
kaynakları işlevi, yeni işgücünün belirlenmesi ve işletmeye
getirilmesi mevcut işgücünün performansının ölçülmesi,
geliştirilmesi ve işletmenin ihtiyacı olan işgücünün işletmede
tutulmasını kapsamaktadır. Geleneksel olarak bilgisayar temelli
bilişim sistemlerinden ücret bordrolarının düzenlenmesi
çalışanlara ilişkin kayıtlarının tutulması ve çalışanların
işletme faaliyetlerinde kullanımların analiz edilmesi amacıyla
yararlanılmaktadır.
İnsan
kaynakları bilişim sistemleri , isim, soy isim, adres doğum
tarihi , maaş, yeterlilikler, okul, yabancı dil vb. bilgileri
içeren personel kayıt sistemi vasıtasıyla insan kaynakları
departmanının ücret ve tazminat yönetimi, eleman palanlama
eğitim programlarının belirlenmesi terfi sistemlerinin
düzenlemesi vb. alanlarda etkinlik ve verimliliği artırmak için
kullanılırlar.
Kaynak:
Öğr. Gör. Şahin
Çetinkaya - Kafkas Üniversitesi
|