Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İşimiz Üç Sanalla Bir Databanka Kaldı 

Prof. Dr. Talât Halman 

Kehanet, bir ihanet. Çoğu zaman ma­sum ve zararsız olduğu, bir gerçek. Hemen her zaman, doğrulan değil de gülücükleri, arasıra güldürüleri sunuyor bize. "Dünyamn sonu gel­di geliyor" gibilerden uyanlar -hele 30 Haziran 1996'da diye kesin tarih verenler- kâhinleri hep gülünç düşürüyor. 

19- Yüzyılın sonlarında, ingiltere Bilim­ler Akademisi Başkanı demişti ki: "Havadan daha ağır bir cismin uçamayacağı açık seçik bir gerçektir." Telefon ve televizyon gibi icatlara gülüp geçenler de oldu, "Titanik batmaz" diye kehanette bulunanlar da...

Arı dilcilerimiz, Arapça "kehanet" karşı­lığı olarak "öndeyi" terimim türettiler. Bakalım yerleşecek mi? Belki tutar. Önceden demek. Laf bedava ya. Geleceğe yönelik ne dersen de. Hele çok önceden söylersen sorun yok. Çıkar­sa ne âlâ. Çıkmazsa ya kâhin (öndeyici?) ölüp gitmiştir ya da kehanet'in kendisi (öndeyi) unutulmuştur. 

En tehlikeli öndeyiler, yakın gelecekten haberler getirmeye çalışanlar... Falcıların "yedi gün mü desem, yedi ay mı, yedi yıl mı?" sözü boşuna değildir. Kâhin, zaman boyutunu iyi ayarlayamazsa kehanet ihanet oluverir kendi­ne de, inanlara da. 

Ne var ki, yanlış kehanet, belki de en kolay bağışlanan ihanet... Özellikle siyasetçile­rin ve medyacıların öndeyileri çıkmazsa pek umursanmıyor. Bir iki gün alay ediliyor belki. Ama beceriksiz kâhinler -nasıl oluyorsa- say­gınlıklarını yitirmiyorlar. Türkiye'nin en beğe­nilen iki üç dış politika yorumcusundan biri, önde gelen gazetelerden birinde "Ermeni Ta­sarısı ABD Kongresinden Geçecek" diye koca­man başlık atarak demişti ki: "Birkaç gün önce Washington'da görüşmeler yaptım, gözlemler­de bulundum. Kesin söylüyorum: Türkiye'ye karşı hazırlanan Ermeni olaylanna ilişkin tasa­rı, birkaç gün sonra, ABD Kongresinde kabul edilecek." Ve birkaç gün sonra, o tasarı geç­medi. Ama, kimse "Bu ne biçim öndeyi?" diye sormadı. Aynı medya üstadının öndeyileri sü­rüp gidiyor. O da, başka birçok kâhinler de, sık sık hatalannı kabul ettiriyorlar çoğumuza. 1995 Aralığında, ülkemizdeki genel seçimler­den iki buçuk hafta önce, yurt dışmdaki bir sempozyumda, iki sosyal bilincimiz, yüreklere su serpmişti: "25 Aralık seçimlerinde Refah Partisi en fazla oy alan parti olmayacaktır, ola­maz. Farz-ı muhal olsa bile, herhangi bir koa­lisyon ortağı olarak iktidara gelemez." 

Arı dilcilerimiz "öndeyi"nin yaraşıra bir de "böndeyi" gibi bir terim uydurdular mı aca­ba?

Benim eş dostla konuşmalarımda dile getirdiğim nice böndeyilerim (kâzip kehanet­lerim) olmuştur. Özal Cumhurbaşkanı olma­dan altı ay önce "Olamayabilir" diye bir tahmin yürüttümdü bir arkadaşa. Anayasa Mahkemesi Refah Partisini kapatma karanın almadan bir ay önce eski bir ABD Büyükelçisiyle sohbet ederken "RP kapatılmayabilir," lafı çıktı ağzım­dan. 

Ama, yıllar boyunca Türkçe ve İngilizce yayınladığım hiç bir yazımda, beni mahcup düşüren herhangi bir tahmin ya da "böndeyi" bulunmamasına sevinmişimdir. 19ö9'da, "Milliyet"te haftanın yedi günü köşe yazıları yazar­ken, iç politika gelişmeleri hakkında kehanet­ler yürütürdüm de bazen Abdi ipekçi, "Öyle olmayacak, benim istihbaratım farklı," deyince değiştirmeyi kabul ederdim. Ama, hemen her seferinde benim önsezim (öndeyim) doğru çı­kardı da sevgili Abdi utanır, üzülürdü. Ikı üç müdahaleden sonra, Abdi talıminlerime itiraz etmez olduydu. 

En çok övündüğüm öndeyilerimi, 15 Ocak 1980 tarihli "The New York Times" gaze­tesinde çıkan bir makalemde sunmuştum. Baş­lığı "islam Tomorrow" (Yarınki İslam) idi. Ge­leceğin siyasal haritasında, çok sayıda küçük devlet doğacağını, İslam âleminde yeni bağım­sız cumhuriyetlerin ortaya çıkacağını öne sü­rüyordum. Bu arada diyordum ki Sovyet impa­ratorluğu, elbette sürekli olmayacak, yakın ge­lecekte çökerek bölünecek ve egemen Özbe­kistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kızgızistan, Azerbaycan, Tacikistan cumhuriyetleri doğac­ak. "The New York Times"da yazdıklarım, 10-11 yıl sonra gerçekleşti. Aynı yazıda şunu da vurgulamıştım: "Kıbrıs Türk, Filistin ve Kürt devletlerinin doğuşu da olası görünüyor." 4 yıldan kısa bir süre sonra KKTC doğdu, 15 yıl sonra da Filistin yönetimi... 

Bu kehanetler yazısı yüzünden acı tatlı anılarım var. 15 Ocak 1980'i izleyen günlerde, ABD üniversitelerindeki bazı Musevi meslek­taşlar soğuk davrandılar, Rum kökenli arka­daşlarımdan kimisi selamı sabahı kesti, hattâ kimi Filistinli ve/veya Arap dostlar kendileri­nin zor duruma düştüğünü öne sürerek itiraz­larda bulundular. Bizimkiler, bir bağımsız Kıb-ns Türk Cumhuriyeti düşüncesini yadırgarken, Kuzey Irakta bir Kürt devleti kurulması olasılı­ğına karşı çıktılar. 

En ilginç tepki, Türk diplomasisinin (sonradan uzun süre Dışişleri Bakanı da olan) bir süper-yıldızından geldi: "Yazındaki beklen­tilerin belki her biri gerçekleşir," dedi. "Ama, ben Sovyetler Birliğinde Büyükelçilik yaptım, Sovyet sistemini de, oradaki Türki toplulukları da avcumun içi gibi bilirim. Günün birinde Sovyet İmparatorluğunun çökmesi ve egemen Türk cumhuriyetlerinin doğması, olacak iş de­ğil. Sen ve ben görmeyeceğiz bunu. Çocukları­mız da görmeyecek. Sanırım, torunlarımız da..."

On yıl sonra, Sovyetler Birliğinin dağıl­dığı ve Türki Cumhuriyetlerin doğduğu sırada aynı zat, bir büyük Avrupa başkentinde Bü­yükelçi iken, Türk ve yabancı konuklarına di­yordu ki:" Biz diplomatlar, 10 yıl öncesinden biliyorduk bunun böyle olacağını. Ben, kendi hesabıma, açık seçik görüyordum bu günleri."

"The New York Times"daki yazı, beni "kâhinoğlu kâhin" yaptı diye böbürlenmek hakkım mı, değil mi, bilmiyorum. Yine de "Yeni Türkiye" için beklentilerimi göğsümü gere gere dile getireceğim.

21. Yüzyılda, önümüzdeki 102 yıllık sü­renin bitimine kadar neler olacak dünyada ve Türkiye'de?

Spekülasyonların, hülyaların, kuruntu­ların rizikoları ne olursa olsun, ben diyorum ki "Bahse girerim, 2100 yılma kadar ülkemizde şunlar gerçekleşecek:" 

- Kişi başına ulusal gelir, ABD'nin, İsviç­re'nin, Birleşik Arap Emirlikleri'nin 20. Yüzyıl sonundaki rakamlarını aşacak.

- Türkiye, islam'da Reformu gerçekleşti­recek.

-  Doğru dürüst demokratik yönetime, tam katılımlı demokrasiye geçiş sağlanacak.   .

-  Devlet bütçesinde askerî harcamalar yüzde l'e inecek, eğitim ve kültür yatırım ve harcamalan yüzde 80'e yükselecek.

-  Bir Türk, Nobel Armağanını kazana­cak.

- Bir Türk, Birleşmiş Milletler Genel Sek­reteri olacak.

- Türkiye, futbolda bir dünya şampiyon­luğu kazanacak.

- Özgürlüklerde ve temel haklarda T.C. Batı düzeyine erişecek.

- tstabul Boğazı üzerinde 20 köprü, al­tında 30 tünel olacak.

- Türk siyasal sisteminde hiçbir din par­tisi olmayacak

- Tıpta, bilimde, fende, teknolojide Tür­kiye dünyaya bir iki önemli icat sunacak.

- Sporda bir Türk bir dünya rekoru kıra­cak.

- Türkiye'nin hiçbir komşusuyla bir so­runu kalmayacak.

- Tam çevre, hava, su, yiyecek temizliği sağlanacak.

21.Yüzyılın sonuna kadar "süper-siber-sanal Türkiye" nin bütün bunları gerçekleştire ceğine inanıyorum. Kimisi, benim ütopyam­dan görüntüler olabilir. Ama, çoğu gerçekçi beklentiler, akıl-dışı olmayan umutlar... Ben, hepsinin düş'ten gerçeklere ulaşacağına güve­niyorum, işimiz üç sanalla bir databanka kaldı.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005